1: BİR KIRIK GENÇLİK HİKAYESİ

2453 Words
BÖLÜM 1: BİR KIRIK GENÇLİK HİKAYESİ İki tür insan vardır, çaresiz kaldığında vazgeçenler ve çaresizlikte diretirken kendilerini bitirenler. Ben mücadele ettiğimi düşündüğüm bu yolda, kendisini bitirenlerden olmuştum. Soğuk ve ıssız bir sokakta yürüyordum. Adını; çocukluğuma heyecan, gençliğime hüsran olarak yazmış; ilk aşk bildiğim ve ilelebet benim olmasını dilediğim adamın evine gidiyordum. Demir. Adından belliydi karakterinin sertliği ve mesafeler var eden soğukluğu... Ve ben, tam da bu soğukluğunun, yüreğimi kışta bırakacağını bile bile bu adamı sevecek yaştaydım. Yaşım on sekizdi... "Yapacağım Derya!" dedim soğuktan gerilmiş parmaklarımın arasında titreyen telefona. "Emin misin Pınar? Bak geri dönüşü yok bu işin... Pişman olmayasın sonra kanka.?" Derya'nın sesi gergin ve tedirgindi. Senelerdir en yakın arkadaşım olmasından müsebbib onun başının etini yerdim; 'Demir... Demir... Demir...' diye diye. 'Demir şöyle, Demir böyle, Demir askerden dönmüş, Demir askerden ne zaman döner.?!" Annesi kadar merak ederdim de annesi kadar rahat soramazdım nerededir ne zaman gelir diye ailesine... Her adını andığımda heyecanla midemde kelebekler uçuşurdu. Aşk böyle bir şeydi fakat ömrü kelebeğin üç günlük ömrünün aksine seneler sürerdi. "Olmam. Olmayacağım! Yeter ki tutsun... Başka türlü beni göreceği yok. Hâlâ bir çocukmuşum gibi bakıyor bana... " Dudaklarım hüzünle bükülürken bir yandan da gecenin ayazında etrafı kolaçan ediyordum. Demir abinin evi, fazlasıyla şehirden uzaktı. Karanlık ve ürkütücü olan bu yolda, kendimce kurduğum senaryonun daha kötüsünü yaşamadan onun evine ulaşsam iyiydi. Adamın koynuna girmeye gidiyorken hala ona abi diyor olman peki Pınar..? Önce dilimden söküp atmalıydım ama bende işler biraz ters gidiyordu, gidecekti daha doğrusu... Ama en nihayetinde bir şekilde gidecekti ve ben de Pınar'sam, Demir eninde sonunda benim olacaktı. "Adam asker Pınar, gece uyumamaya alışıktır ya. Uyku sersemi kandırabileceğinden emin misin sen onu?" "Kanmasın Derya! Sorun kanması değil zaten anlamıyor musun sen hâlâ beni? Ben... Ya ben, Demir beni farketsin istiyorum. Off...! Çok soğuk bu hava da!" dedim vuran ayazla titreyerek, ince okul hırkamın yakalarını çekiştirirken. Sanki Ekim ayında değil de kara kıştaymışız gibi soğuktu. Sarıyer'in bu tepeleri zaten diğer İstanbul semtlerine nazaran her zaman daha serin olurdu. "Valla Pınar... Benim hiç içime sinmedi bu, haberin olsun. Çok da uzak orası... Kendince bir iş yapıyorsun ve içimden bir ses rezil olacaksın diyor!" dedi Derya. Okul çıkışı beni Kadıköy'den yolcu etmiş eminim ki aklı da bende kalmıştı. "Valla benim içimdeki ses de tek bir şey söylüyor; o da 'Demir'!" dedim kararlılıkla. Ardından sert esen bir rüzgarda titreyerek; "Ayyy..! Bir de aşırı tenha buralar Derya! Sorma sorma.! " dedim sızlana sızlana. "Dikkat et Pınar! Korkarım ben şimdi. Ay kesin bir şey olacak!" "Korkma korkmaa... Ben geldim sayılır. Hadi kapat sen. Ben önce müsait bir yerde düşeyim, sonra da Demir abinin evine geçeyim." "Demir abi mi.? Müsait bir yerde düşeyim mi?! Abi deme Pınar, gözünü seveyim bari abi demeee..!" dedi Derya kıkır kıkır kıkırdayarak. Aklın yolu bir Pınar'cığım... Sök at ağzından şu lafı! "Evet hiç abi demeyeyim ben Derya. Çünkü birazdan lazım olacak kendisi bana. Sen hiç merak etme." dedim sırıtıp, sanki Derya karşımdaymış gibi de göz kırparken. Üzerimde hâlâ okul üniformam vardı. Çıkarmaya vaktim olmamıştı. Kadıköy Anadolu Lisesi'nin amblemi soluna işlenmiş yeşil hırkam triko olmasına rağmen yine de inceydi. Dizimden haylice yukarıda olan kırmızı ve siyah kareleri olan pilili eteğimi, biraz daha belimden yukarı kaydırıp iyice mini hale getirdim. Hemen yanımızdaki, Saint Joseph Lisesi'ne oranla, çok daha malzemeden çalınmış üniformalarımız vardı. Ama her zaman mutabık olunan bir şey vardı ki; Kadıköy Anadolu'nun bir ismi vardı. Yakamdaki okul armamı çıkardım ve gömleğimin üstten üç düğmesini büstiyerim gözükünceye dek açtım. Demir abi, dün görevden dönmüş ve evine sadece anne ve babasını görmek için çok kısa bir süreliğine uğramıştı. Okuldan döndüğümde annemden; "Demir abin görevden dönmüş, annesiyle hasret giderdiler. Kadıncağız bir ağladı, pir ağladı..." diye başlayan sözü duyduğumda daha devamını dinleyemeden kahrolmuştum. Onca ay onu görmemiştim ve gelir gelmez de okulda olmamdan müsebbib, onu görmeyi yine kaçırmıştım. Arada abimle muhabbet etmeye bizim eve gelir, ben de binbir bahaneyle iki de bir yanlarına girerdim. Fakat o yine de beni fark etmezdi. Abimin yanında da beni fark etmesi için yapabileceğim şeyler sınırlıydı tabi... Küçükken aynı mahallede olmamdan sebep her kapı önüne çıkışımda, ellerimi çeneme koyar sıcak ve toprağın uçuştuğu sokakta maç yaparken hayran hayran onu izlerdim. Eğer Demir abi ünlü birisi olsaydı posterini odamın duvarlarına asacak kadar hayrandım ben ona. Gerçi ünlü birisi olmasına gerek yoktu, posteri yoksa fotoğrafı vardı elimde ve bu fotoğrafı odama asmıyorsam da tek sebebi, buna kahkahalarla gülmesi garanti olan ağabeyimdi. Bu sebeple fotoğrafı komodinimde saklıydı. Çocukluğum onu görmeye fırsat kollamakla geçmişti lâkin Demir abi, orduya katıldığından beri İstanbul'a zaten az gelir olmuştu. Bir de üstüne üstlük ailesinden de ayrı eve çıkınca onu görmek çok ama çok zor olmuştu. Annesini görmeye gelişini ve abimle buluşmalarını iple çeker olmuştum. Ama çeke çeke artık ip kalmamıştı bende... Ben bu gece, burada, bütün o ipleri yakacaktım. Demir abinin ahşap, müstakil ve tek katlı evinin çaprazına geldiğim vakit ağaçlık alanda durdum. Ormanlık alanda ıssız ve tenha olan bu ev bir dağ evini andırıyordu. O sıcaktan ziyade soğuğu, kalabalıktan ziyade yalnızlığı severdi. Kimseler veyahut kamera vesaire var mı diye etrafa bakındım ve ardından kendimi hışımla, bir anda yere attım. "Aahh!!" Ufak bir inilti dudaklarımdan firar ettiğinde toprağa saplanan avuçlarım acımıştı ama heyecanla kalkıp baktığımda herhangi bir hatrı sayılır hasar yoktu. Hele ki kafamda kurduğum oyuna göre dizlerimin mutlaka ama mutlaka kanaması gerekiyordu. Dizlerim kanamayınca geri ayağa kalktım ve bu sefer daha sert ve acımasızca yere fırlattım tekrar bedenimi. Ama hâlâ kanamamıştı. Böyle olmayacaktı... Etraftan sivri ve hatrı sayılır büyüklükte birkaç taş buldum ve hepsini düşme hizamda dizime denk gelecek şekilde bir araya topladım. Bu sefer yüksek ihtimal olacaktı ama muhtemel çekeceğim büyük acıdan sebep, gözlerimi sıkı sıkıya yumdum. Çok da düşünmeden kendimi bir uçurumdan savurur gibi bu taş yığınının üzerine attım. "AAAH!!..." Ansızın firar eden bu acı ve keskin çığlığımı Demir abinin duymuş olmasından korkarak arkamdaki eve döndüm baktım ama duyulmazdı herhalde. Burası oldukça geniş bir alandı. Gözümden bir damla yaş sızarken, derime batan keskin taşların sızısından dizlerimin kanadığını daha kalkmadan bile anlamıştım. Zaten kalkmama gerek de yoktu çünkü daha olması gereken bitmemişti. Kan yetmezdi. Soğuk toprağa boylu boyunca uzandım yüz üstü. Üstüm başım iyice toprak oluncaya değin yerde sürünmeye toprağa bulanmaya başladım. İnşallah beni kimseler görmüyordu çünkü şu an halka filmindeki insanları korkudan altına işeten o kıza benziyordum. Yani gören kesin altına işerdi. Ya gülmekten, ya korkudan... Saçlarımı toprağa buladım ve gömleğimin yakalarını hınca hınç çekiştirmeye başladım. Hatta o an aklıma gelen şeyle gömleğimin yakalarını iyi gene çekiştirip tüm düğmelerimi kopardım. Sütyenim açığa çıkınca memnuniyetle gülümsedim. İşte şimdi hem mağdur hem de seksi olmuştum. Geriye sadece mağdurum da mağdurum diye ağlamak kalmıştı. Geri toparlanıp ormanlık alandan patika yola doğru çıkarken, sağımda kalan ahşap evin yolunu tuttum. Salondan yayılan titrek ışığın varlığı onun evde olduğunu gösteriyordu. Muhtemelen televizyon açıktı ve bu titrek ışık ondan geliyordu. Sessizce açtığım bahçe kapısından sonra, daha ziline basmadan avluda durdum ve hemen çantamdan iğrenerek de olsa soğan çıkardım. Buna keşke daha profesyonel bir çözüm bulsaydım diye serzenişte bulunmak için çok geç kalmıştım. Çıkardığım soğanı hiç erinmeden gözüme gözüme sürdüm. Soğanın acısı hem burnumu hem gözlerimi umduğumdan beter yakmıştı. Bu kez tekrar emrivaki bir çığlık firar etmesin diye de öncesinden tedbiren içerlediğim alt dudağımı kanatacak kadar ısırmıştım. Çığlık atmamak mümkün değildi ve boğuk boğuk inleyerek yumruk olan ellerimi, ağzıma bastırdım. Gözyaşları içinde soğanı hemen olduğum yerde alâlacele toprağa gömerken gerçekten ağlıyordum. Islak mendille elimi sildim. Lâkin soğanın kokusunu bastırmak için bu yetmezdi. Akabinde çantamdan, çanta boy parfümümü de çıkarıp özellikle ellerime ve tüm bedenime boca ettim. Tamamen hazır olduğumda, gömleğimin kopmuş salınmış yakalarını utanç içindeymiş gibi birleştirip salya sümük ağlayarak zile bastım. Eğer evde yoksa, göt olduk Pınar farkında mısın? Bu kadar uğraştık bir de evde yoksa... İçim ürperiyooor ya evde yoksaa..? İçin ürpersin bence de Pınar! Evde yoksa bu hâlde nereye gideceksin? Soğanın yanına kendini de göm bence zaten evde yoksa... İçimdeki sesler üç buçuk atarken, zili ikinci kez çalmaya uzandığım anda kapı aniden açıldı. Nefesim durduğunda duyduğum tek ses hunharca atan kalbimin sağır edici gürültüsüydü. Sanki bütün atma hakkını şu anda kullanıp sonra aniden durmak istiyordu. Karşımda gördüğüm, benden beş yaş büyük adamın beni bir kız çocuğu gibi görmesi bana yapılan en büyük haksızlıktı. Aylar olmuş hasretinden tüm sosyal medya hesaplarının en iyi stalkçısı olmuştum. Şimdiyse çığ misali üzerime yığılan hasretiyle tüm emarelerim dondu ve dudaklarım mutluluktan tebessüm etmek istedi. Lâkin şimdi kalkıp da tebessüm etmem her şeyi boşa çıkarmam demek olurdu ve bundan sebep, kendimi tutmak zorundaydım. Pürüzsüz esmer tenini, geceden karanlık gözlerin ışıltısıyla nasıl bu kadar da parlak olduğunu, tüm varlığıyla ben buradayım diyen göz alıcı uzun boyunu ve kesinlikle iştahı kabartan pazularını oturup, hayran hayran saatlerce izleyesim gelmişti. Hemen burada, şuracıkta... Ama onu vakti geldiğinde uzun uzun ve rahatça izleyebilmek için şu an yazdığım senaryoyu kusursuz uygulama vaktiydi. Birlikte gülmek için ağlama vaktiydi. "Pınar..?" dedi üstüme başıma bakarken telaşla. "De... Demir abiii...." dedim aniden sarsılarak ağlayıp. "Ühhhüüü...üühhüüüğğ... De... Demiir aaabiiiii!!.." İnandırıcılığım artsın diye salyayı sümüğü birbirine katmış hüngür hüngür yayık ağız ağlıyordum. Bu hâlime önce bir iki saniye şok olmuştu. Ardından hızla şokla birlikte paniklemişti de. "PINAR!" diye bağırdı gözlerinde korku ve acıyla. O an aklından binbir kötü ihtimal geçtiğine emindim. Bu kötü ihtimalle kahrolmasına kıyamadım ve hemen senaryomu anlattım. "İyiyim. İyiyim ben, Demir abi. Ama... Ama çok korktum Demir abi! Çok... Çok kötü şeyler oldu!" "Ne oldu?!" dedi adrenalinle büyümüş göz bebekleri tir tir titrerken. Yüzüme iyice yaklaşıp kollarımı avuçlarıyla sıkı sıkıya kavradı. Bedenime sıcaklığı dokunuşuyla bile yayılmıştı. Dudaklarım yine arsızca tebessüme dönmek istediler ama kendimi yine tuttum. "Demir abi... Ben... Ben, arkadaşlarımla buraya yakın bir kafeye gelmiştim. Ama... Ama şey, tam otobüs durağına gidecektim, tenha yolda ve bana..." dedim tekrar hüngür hüngür ağlayarak. "Sana... Sana ne oldu?! Pınar! Ne oldu?!" dedi bir yandan da beni sarsarak. Çok korkuyordu ve korkması çok hoşuma gitmişti. "Bir şey olmadı Demir abi. Gerçekten sadece korktum. Çantamı çalmak istediler ve... Ve ben çok korktum! Üç... Üç tane yüzü maskeli erkekti bana bunları yapan. Ama sadece hırsızlık yapmaya çalıştılar ben de... Ben de salmadım çantamı ve... Vee..." Ardından konuşamadan tekrar haykırarak ağlamaya başlamıştım. Vallahi soğan iyi yakıyordu. Hıçkırıklarımın arasından kesik kesik acı içindeymiş gibi de inliyordum. "Hadi, hastaneye!" dedi portmantodan arabasının anahtarını alırken. Ayva var Pınar... Yer misin? Gözlerim far görmüş tavşan gibi kocaman açılmış ve bir anda kollarına tutunmuştum. "Hayır! Hayır hayır! Demir abi! Lütfeeen.! Ben..." Abartı paniğimi bastırmam lazımdı dolayısıyla daha sakin devam ettim. "Demir abi, gerçekten... Ben gerçekten sadece korktum. Hem ailem bu halimi görürlerse eminim onlar benden de çok korkarlar. En yakında sen varsın diye sana geldim. Lütfen sadece... Sadece bir bardak su... " dedim cılız bir sesle başımı eğmiş ince ince ağlamaya başladığmda. Oyunculuk performansımın yüzde yüz olması gereken noktadaydım. Demir abinin aklına her ne geldiyse çenesi sinirle kasılmış ve tıslayarak; "Nerede oldu bu?! Nerde lan bu adamlar?!" dedi ve belinden de bir anda silahını çıkarınca gözlerim hepten kocaman açıldı. İşler sarpa saracak ve benimle elinde silah olmayan adamları arayacak diye çok korktum. Kekelemeye başladım çünkü iş gittikçe ciddiye biniyordu. Böyle giderse itiraf etmek zorunda kalacaktım. "Bilmiyorum Demir abi... Mo- Motosikletliydiler. Ben... Ben şey, baya süründüm yolda filan." dedim dizlerimi göstererek. Ellerimi ajitasyon için kanıma attım ve böylelikle gömleğimin permeperişan olmuş yakaları da açıldı. Sütyenim gözleri önüne açıldı. Ellerimi kanıma bulayıp, kasıtlı, titrete titrete yukarı, göz hizasına çıkardım ağlayarak. "Offf... Çok kötüyüm ben Demir abi... Bak! Bak çok kanıyor!!" Adama kör muamelesi yapmasak mı Pınar?? "Ben... Ben." dedim kanlı ellerimle tişörtüne tam düşecekken son anda tutunarak. Bayılacak gibi de sendeledim ve gözlerimi kararıyormuş gibi kırpıştırdım. Bayılacakmışım gibi gözükmem lazımdı yoksa Demir abi biraz daha eşelerse anlayacaktı. Abi deme Pınar! Abi demeeee..! Sendelememle birlikte beni tümden kavradı ve ben, onun beni kavramasına güvenerek gözlerimi kaydırdım ve onun kucağına bayıldım. Daha doğrusu bayılmış gibi yaptım. "Pınar! Pınar!" diye panikle bağırdı ama ben cansız gibi kollarına yığılmıştım. Beni süratle kollarında havalandırdığında ısınan havadan, beni içeri taşıdığını anlamıştım. Dışarıda donmuştum dolayısıyla bu iyi olmuştu, Demir'in kollarında olmamsa baya baya iyi olmuştu. Yavaşça yumuşak bir yere uzanmamı sağladıktan sonra aceleyle benden uzaklaşan adım seslerini duydum. Muhtemelen içeride bir yerlere gitmişti. Tabi, o arada hemen gözümü açıp salonda olduğumu gördüm. Işıklar kapalı, sadece televizyon açıktı. Adım sesleri yaklaşınca tekrar hızla gözlerimi geri kapattım. Keskin alkol kokusu genzime doluşurken, beni ayıltmak için bana kolonya koklattığını anladım ve çok bekletmeden hemen göz kapaklarımı kırpıştırarak, gözlerimi baygın baygın açtım. Bayılma işini çok da uzatmamak lazımdı, beni hastaneye götürmesi hiç ama hiç işime gelmezdi. Mahmur mahmur onun gece gözlerine baktım. Bana çok yakın bir mesafede endişeyle yüzüme bakıyordu, dudaklarımı yaladığımda yutkundu ve gözlerini kırpıştırarak kendini süratle benden geriye çekti. "İyi misin Pınar?" dedi tok ve mesafeli sesiyle. "Evet Demir abi... Seni de yordum kusura bakma. Bir bardak su alabilir miyim lütfen?" dedim mırıl mırıl. Hızla başını sallayıp tabiri caizse fırladı gitti su almaya. O gider gitmez dikilip toprağa bulanmış, şaftı kaymış olan saçımı başımı düzelttim. Dudaklarımdaki ruju tazeledim ve hatta bileklerime afrodizyak etkili esans bile damlattım. Gelmesine yakın yine kendimi koltuğa baygın gibi saldım. Gelince elini, başımın arkasına attı destekleyerek ve şefkatle; "Hadi, iç güzelim." dedi. Aaaayyy.. Güzelim dedi! Senin ben o güzelim diyen dillerini yerim. Başımı geri atarak çok susamış gibi verdiği suyu kana kana içtim. Bakışlarını tam üzerimde hissediyordum. "Pınar," dedi yalın bir sesle. Bakışlarımı ona çevirdim. Endişeyle bana bakıyordu. "Bir şey olmadı değil mi abiciğim? Hastaneye gitmemiz gerekmediğine emin misin?" Lan! Tüh! Abicim dedi!.. Senin ben, o abicim diyen diline tüküreyim emi! "Hayır! Hayır. Gerçekten ailemin bilmesine gerek yok, ben zaten yeterince korktum. Lütfen... Lütfen aramızda kalsın." dedim soluğumu ona daha da yaklaştırarak. Güya saçlarımı, kulağımın ardına atmaya bileğimi kaldırdım yüzüme doğru, böylelikle bileklerimdeki esansın kokusu, ona daha da fazla gidecekti. Aylardır askerde bir dişi sinek bile görmemiştir inşallah da bu esansın kokusuna kudurur, yamulur, çölde bir su için yalvaran bedevilere döner inşallah diye umut ediyordum. Sonuçta karşısında açık gömlekle, sütyenim gözükür hâlde duruyordum. Ama o esansın kokusundan rahatsız olmuş gibi benden neredeyse yarım metre uzağa savruldu bir anda. Kendini, benden geriye çekmişti. Bir yanlışlık mı oldu acep diye bileğimi, kendim koklamak istedim. Bana afrodizyak etkili diye yutturup, hacı yağını satmamışlardı inşallah... Eğer bu gece, bu deplasmandan yenik dönersem o erotik shopcı adamın benim elimden çekeceği vardı! "Banu'yu aramamı ister misin? Getireyim mi onu buraya?" dedi. Bana arkadaşlık etmesi için kardeşini çağıracaktı. "Banu'yu aramak istesem, kendim arardım zaten Demir abi!" Dedim firar eden sinirime engel olamadan. "Anladım..." dedi gayet sakin ve anlayışla. "Giyecek bir şeyler ister misin Pınar? Sen benim odamda dinlen. Ben burada yatarım." derken de net ve bana karşı mesafeliydi. "Tamam." dedim bana hâlâ bakmayan Demir abiye. "Ama şey Demir abi... Ben öncesinde bi'banyo yapabilir miyim rica etsem?" "Tabi, tabi..." dedi hızla başını sallarken. "Düşünemedim bir an kusura bakma." dedi mahcup bir hâlde saçıma bakarken. Bu saçla mezardan fırlamış zombilere benziyordum. Hamama gidip kırklansam ancak çıkardı. Demir abi ise beni salonda bırakıp, hızla içeride bir yerlere ilerledi. Nereye gittiğine merakla baktım zaten çok bekletmeden bana bir tane beyaz havlu getirdi. "Koridorun sonunda benim odamda banyo. Sıcak suyu çevir direkt gelecektir zaten..." dedi eliyle gösterse de yüzüme dahi bakmıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD