2: BİR KIRIK GENÇLİK HİKAYESİ

1499 Words
Banyoya geçtiğimde sıcak suda rahatlamaktan ziyade hızlı ve seri hareket ediyordum. Saçıma karışmış tozu, toprağı iyice ve hızlı hızlı temizledim. Dizlerime değen sabun açık yaralarımı acıtmıştı lâkin bu acı umurumda dahi değildi. Daha da fazlasını çekebilirdim hiç mühim değildi. Banyodan çıktığımda nemli tenimi kurulayıp kendi kıyafetlerimi es geçtim. Dudaklarım tebessümle kıvrılırken sütyenimi bile giymeden, onun dolabına ilerledim ve zaten az sayıdaki gömleklerinden, beyaz renk olanlardan bir tane seçtim. Altına hiç iç çamaşırı giymemiştim, aynanın karşısına geçip saçlarımı da kurutunca tekrar rujuma davrandım. Elim esansa uzansa da bir kez şüphe ettiğim için o kokuyu es geçtim. Bir süre öylece, Demir'in kendisinin bana gelmesini bekledim. Bekledim, bekledim... Saatin yelkovanı acımasızca zamanı kovalarken, kalbim bol keseden atarak atış haklarını bitirirken ben onu bekledim. Benden etkileniyorsa en azından son bir kez iyi olduğuma emin olmak için gelecekti. Bekledim gelmesini. Bekledim bir umut benden etkileniyor olmasını. Ama gelmedi. Anlaşılan son bir ihtiyacın var mı diye sormaya dahi gelmeyecekti. Acı bir yutkunuşla kendimi teskin eden uzun bir nefes verdim. Buraya bu kadar kolay pes etmek için gelmemiştim. O bana bir ihtiyacın var mı diye sormaya gelmiyorsa ben ona gidecektim. Ona ihtiyacım olduğunu söylemeye... Onun odasının kapısını usulca araladığımda hol, korkutucu derecede zifir karanlıktı. Zaten ev ormanlık alanda olduğu için çevresi de ışık bakımından fakirdi. Holde ilerlemeye başladığımda salon da karanlıktı. Televizyon kapanmıştı. Ulan inşallah ben evdeyim diye evi bırakıp, gitmemişti. Belki de salonda uyuyordu. Ama her yer kapkaranlıktı. Çıplak ayaklarımla koridoru geçtim ve salona baktım içeride kimse yoktu. Umutsuzca salonun ortasına kadar ilerledim ve ayazın dışarıdan arsızca dövdüğü cama varıp, dışarı baktım. Nafile bir soluk verirken üzgünce dudaklarımı içerledim. Sıcak soluğum camda buğu yapmış ve ben oyuncağı elinden alınmış oyalanmaya çalışan çocuklar gibi o buğuyla oynadım. Bir kalp çizdim oraya içine de Demir'i. Ahşap evin önündeki sarı sokak lambasının yüzüme vuran titrek ışığı, az biraz yüzümü ve olduğum camın önünü aydınlatıyordu. Elim, perdeyi kavramış, gözlerimi evin etrafında bahçede gezdiriyordum. Demir abinin arabasına bakınıyordum, acaba gitti mi yoksa hâlâ buralarda mı diye. Soğuk camda çizilmiş kalbimi ve içinde tek başına hüküm süren D harfini izlerken iki ya da üç dakika sonra arkamdan bu geceden de soğuk ve yine bu geceden daha karanlık bir ses geldi. "Söylesene. Sen bu akşam buraya niye geldin?" "Hİİİİ!..." Bir anda duyduğum sesle tiz bir çığlık attım ve zıplayarak gerime döndüm. Korkuyla baş parmağımı damağıma dayamıştım. Kapının hemen yanındaki berjerde, Demir abi, aheste aheste sigara içiyor ve aşikâr olduğu üzere, salona girdiğimden beri de beni izliyordu. Sigaranın yakıcı kızıl ateşi keskin çene hatlarını göz önüne seriyordu. Serin bakışlarını karanlıkta dahi seçebiliyordum ve yutkunurken keskin bir şekilde hareket eden adem elmasını ısırma fikrini zaptedemiyordum. Varlığı bir gölge gibiydi. Sanki nefes almadan yaşıyabiliyor deseler inanırdım. Dakikalarca buradaydım fakat varlığını hiç ama hiç fark etmemiştim. Net bir şekilde soran sesi çok sakin ama bir o kadar da buz misaliydi. Sanki hiç birbirimizi tanımıyormuşuz da evine girmiş bir yabancıydım ben... O derece uzaktı bana sarf ettiği her bir kelime. Ona verecek bir cevabım yoktu. Artık her şey aşikârdı. Gözlerimdeki tedirginliği de tereddüdü de sildim. Herhangi bir cevap vermeye çalışmak yerine ona doğru adımladım, çünkü zaten anlamıştı. Ona doğru attığım her bir adımda, üzerime bol gelen ve kalçalarımı zor kapatan beyaz gömleğinin bir düğmesini çözdüm. Ona gelişimden anladı. Başını aheste aheste iki yana sallarken soğuk sesi bir fısıltıyla sızdı aramıza. "Bunu yapma..." Gömleğin her bir düğmesi adımlarıma itaat ederek çözüldü parmak uçlarımda. Bir düğmeye bir adım denk düştü. Çözüldü, çözüldü ve bir bir ayrıldı gömleğin iki ucu birbirinden. Ta ki onun ayak ucuna kadar... Tüm ona gelişim boyunca, aheste aheste ve istifini bozmadan sigarasını içti. Kısılan keskin kara gözleri beni küçümsüyordu. Onu asla tahrik edemeyeceğimi düşünüyordu. Ayak ucunda durdum. "Odana git Pınar, beş saniyen var." dedi uyarı ve kızgınlıkla. Onun bana ihtarını dinlemeden son düğmemi de çözdüm. Sinirlendi. Sinirlendi ki istifini bu vakte kadar bozmamış olmasına rağmen çenesi kasılı başını yüzüme kaldırmış ve daha keskin konuşmuştu. "Seni kapının dışına atar, sabaha kadar da almam Pınar. Odana git!" derken bir yandan da baskın gelen bu sinirle, elindeki sigarasını küllükte bastıra bastıra ezdi. Hiç cevap vermedim. Onun beyaz ve ince gömleğini dar omuzlarımdan sıyırarak yere gönderdim. Karşısında çırılçıplak kalmıştım. Nefesini tutup yutkunduğunda çenesi kasıldı, elleri yumruk oldu ama konuşamadı. Tüm bu sinirine rağmen konuşamadı. En azından çenesini kapattırmıştım. Bakışlarını benden kaçırıp tam kalkacakken, omuzlarına uzandım ve dizlerinin üzerine kıvrılarak kucağına oturdum. Daha kucağına düşen çıplak bedenimin şokunu atlatamamışken benden özellikle çekmeye çalıştığı dudaklarına yapıştım. Beni geri çevirmek için belimi iten elleri, dudaklarını kavramamla dondu kaldı. İçli içli dudaklarını emmeme karşılık vermiyor daha çok donmuş, tutulmuşa benziyordu. Hırsla onu öperken hızımdan soluk soluğa kalmıştım ve ellerinin beni itmekten vazgeçtiğini anladığımda soluk soluğa dudaklarını bıraktım. Ama geri çekilmedim. Alnımı alnına dayadım ve hızlı nefeslerim nefeslerini yalıyordu. "Demir, lütfen..." dedim ince bir fısıltıyla. "Benim seni istediğim kadar, Fatih İstanbul'u istememiştir, istediyse de aldı zaten Demir. Bu dünyada kim neyi isteyip benim kadar bedel ödediyse aldı. Benim de seni almama izin ver. En azından bir gecelik. Bir geceye mahsus... Bir kerelik. Bu gece, benim ol Demir." Daha uzun ve sıkıntılı bir nefes veren Demir geri çekilmeye çalışarak; "Pınar, küçüksün. Muhtemelen aklın da başında değil!" dedi Sesi eskisi kadar dirayetli değildi, daha ince bir tondaydı ve keskin bakışları yerini şaşkınlığa bırakmıştı. "Beni de bu çıldırtıyor ya Demir... Sen! Sen bir türlü, benim bir çocuk olmadığımın farkına varamıyorsun! Tıpkı sana hissettiklerimin farkında olmadığın gibi." dedim. Konuşurken ellerimi ensesindeki saçlarda gezdirip, dudaklarımı kalın ve yumuşak dudaklarına sürtüyordum. Nefesi nefesimde harmanlanıyor heyecanım, sakinliğine gömülüyordu. "Bilmiyor musun Demir? Benim seni sevdiğimi bilmiyor musun gerçekten?" Gözlerini usulca yumarken tekrar uzun ve sesli bir nefes verdi sıkıntıyla. "Biliyorum..." diye mırıldandı. Yüzüm acıyla buruşup gözlerime hüzün otururken; "Bu basit bir şey mi sence?" dedim sevgimi küçümsediğini düşünerek. Başını iki yana sallarken; "Hayır." dedi sertçe yutkunup. "Bu... En az senin kadar masum bir şey." Fısıltılı sesi boğuk ve sakindi. "Caner'e bunu yapmam." dedi sakinliğinin arasından zorlanır gibi dişlerini sıkarak. Abimin adı, şu an bu ortama hiç gitmemişti. "Peki bana... Abimin belki de umuru bile olmayacak bir şey için ben mi acı çekeceğim.?" "Sana da bunu yapamam." Altımda büyüyen sertliği, en büyük kozum olmuştu. "Peki ben istiyorsam? Ben seni her şeyden çok istiyorsam Demir? O zaman da mı yıkılmaz bu duvarlar?" Dudaklarım dudaklarına ihtirasla yumuşak bir şekilde temas ederken, altımdaki sertliği benden yanaydı ufak bir iniltiyle kasıklarımı, belirginleşen erkekliğine sürttüm. "Siktir!" diye hırladı. Ellerimle ensesini hepten kavradım ve onun beni öpmesi için bekledim. O kadar kolay öpmeyecekti. Altımdaki erkekliğine bir kez daha verdim kendimi. "Seni istiyorum Demir... Seni içimde istiyorum. Sadece bir kez. İzin ver buna... Seni istiyorum Demir. Seni içimde istiyorum! Sen benim aşk dediğimsin... İlk hevesim, ilk arzum, ilk hayalim..." Demir yutkunmak dışında bir tepki veremezken ben hızla konuşmaya devam ediyordum. "Seni yıllarca içinde taşımış bu kızın, ilki olmayı da istemiyor musun? Eğer beni, bu gece buradan öylece kalbime batan bir hayal kırıklığıyla gönderirsen, bu kırıkların acısı içimden hiç çıkmayacak Demir! Ve sana yemin ediyorum! Artık dayanamadığım bu acıyla, kendimi ilk bulduğum kollara atacağım!" "Saçmalama!" diye sinirle tısladı. Acıyla güldüm. "Kolay mı sanıyorsun sen ya?! Hiç geçmeyen bu sızı için ben başkalarından medet umacağım! Evet! Unutma ki senin yüzünden senin reddettiğin bu bedeni, hiç kuşkusuz başkasına sunacağım! Eminim ki bunun için de gönüllü bir sürü... " Gözlerini hiddetle açmış; "KAPA ÇENENİ PINAR!" diye gürlediğinde daha fazla konuşmama da izin vermemişti. Damarlı ve kemikli elini tuttum ve bu sinirinin arasında itiraza mahal veremeyeceği bir hızda elini, kadınlığıma götürdüm. "Bunun olmasına izin verme Demir. Böyle olmasına izin verme. Senin elinde..." derken parmaklarını ıslaklığıma buluyordu. Derin ve içli bir solukla dudaklarını yaladı. Nefesleri sıklaşmıştı. "Kahretsin..." diye mırıldandı acı çeker gibi. "Söylesene Demir, hâlâ bir çocuk olduğumu mu düşünüyorsun? Senin için bu kadar ıslanmışken, nasıl görmezden gelebildiğin bir kadın oluyorum?! Bak..." derken sert elinin kadınlığımı örselemesine izin verdim. "Seni içimde istiyorum Demir. Hisset..." Mırıltılı sesim, derin bir şehveti salıyordu dudaklarımdan. Başını benden kaçırmaya çalışırken göz kapalarını acıyla kırpıştırdı. "Bunu bana yapmasan olmuyor mu Pınar?" Sesiyle yalvarıyordu resmen. Zafer benimdi. Bunu hissediyordum. Belirgin parmaklarını kadınlığımın ıslak dudakları arasında kaydırdım bastıra bastıra ardından nefesimi nefesine düşürerek; "Olmuyor." Diye fısıldadım kat-î suretle. Tükürür gibi tısladı. "Hay sikeyim böyle işi!" Benden bağımsız gözlerini sıkı sıkıya kapattı ve başını hızla sağa sola sallamaya başladı. Elini kadınlığımdan çekmek için herhangi bir şey yapmıyor ama zihninde harbe girmiş gibi savaşıyordu. Şaşkınlıkla onun bu hâline baktığım sırada elimi, kadınlığımda ısrarla tutmaya çalıştığım elinin üzerinden çektim ve gözleri kapalı kendiyle savaşan Demir'e hüzünle baktım. Bir acı yutkunuşum duyulduğunda dudaklarımla dudaklarını zorlamaktan da vazgeçerek geri çekilmiştim. "Özür dilerim..." diye mırıldandım. Bir damla gözyaşım sağ yanağıma sızarken tüm hayallerimi, umudumu ve heyecanımı da beraberinde alıp götürmüştü. Elini öylesine durduğu kadınlığımdan yavaşça aldım ve koltuğun kolçağına, izinsiz aldığım bir emaneti sahibine verir gibi geri bıraktım. Ağlamamak için alt dudağımı içerleyerek ısırırken kucağından da kalktım. Kalktığım sıra belimi hızla ve tümden kavrayan geniş avuçları, beni gerisin geri bastırarak kucağına oturtmuştu ve keskin bir inlemeyle sert bir hırıltı savurdu. "Sikerim böyle doğruyu!" dedi isyanla hırlayarak. Der demez, ben daha ne olduğunu anlayamadan kadınlığımda doyasıya ıslanmış elini, belimden başımın arkasına geçirdi ve başımı kendisine hışımla çekerek dudaklarını, dudaklarıma bastırdı. Bu sefer Demir'in bizzat kendisi, iştahla ağzına almıştı iki dudağımı da.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD