5

705 Words
"Hey, gözlerini kapatma sakın. Bana bak, iyi olacaksın tamam mı?" diyen Maviş'e aldıramıyordum çünkü beynim çığlıklar atarak iç organlarımın derdine düşmüştü. Ölüyorum a dostlar! Yetişin! Dur bir dakika, ölmüyorum sanırım. Kanım mı yok benim? Niye akmıyor? Hay ebenizi oğlum, baştan haber verseydiniz ya! "Çıkar şunu." Karnımdaki nefes kesici acı yüzünden sesim aşırı kısık çıkmıştı. Hatta ne kısığı, ses namına bir şey çıkmamıştı. "Ne?" dediğinde sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Acıyor acıyor acıyor! "Çıkar şunu!" biraz öncekine oranla daha yüksek çıkan sesimle birlikte elim, tulumun yakasındaki fermuara gitmişti. Çıkarın lan şunu! Maviş ne istediğimi anlamış olacak ki fermuarı aşağı çekince derin bir nefes aldım. Oh allahım, kurşun geçirmez falan ama çok acıtıyor. Gerçi, ölmediğime şükretmem gerekiyor değil mi? Her neyse... Yavaşça oturup elimle kalbimin üzerini sıvazladım. O ne biçim kurşundu öyle. Bir an cidden kalbim durdu sanmıştım. "Kaçıncı yüzyıldayız, hala acıtmayan kurşun geçirmez bir yelek yapamadılar. Kalbim durdu yemin ediyorum." diye söyle söylenirken Maviş'in bakışlarını üzerimde hissettim. "Noldu?" "Bir an cidden öleceğini düşünmem dışında mı? Hiç, bizi öldürmek isteyen adamlardan kaçıyorum, her zamanki şeyler." diye alayla konuştuğunda güldüm. Bu işin sonunda kafayı yemezsek iyi olurdu. Tulumu çıkarıp omzumdan düşen çantanın kolunu tekrar taktım ve adamlara baktım. Böyle bir ihtimale karşı ya boyunlarına, ya da kafalarına nişan almıştım ve hepsi kanlar içinde yerde yatıyorlardı. En azından silah kullanmak düşündüğüm kadar zor değildi. Derenin 200 metre kadar ilerisinden sonrası yoktu ve görünüşe göre orada şelale vardı. Yüksek olmaması iyi olurdu, çünkü gideceğimiz yön tam da o noktadaydı. Ne olur ne olmaz diye yerdeki tulumu dürüp çantaya koydum. İçinde mermilerle bıçaklar vardı ve en önemlisi de kurşun geçirmezdi. Ne kadar acıtsa da o kurşunun bedenime saplanması daha kötü bir fikir olacağı için en mantıklısı buydu. Diğerleri de, adamların üzerlerindeki tulumları çıkartıp ellerinde taşırken, Maviş de benim gibi sırt çantasına koymuştu. Derenin yanından yürürken Maviş yanıma gelmişti. Bunca olay olmasına rağmen aklımdan çıkmayan soruyu sordum. "Adın ne?" "Aras." dediğinde ona baktım. Niye şaşırıyorsam, adının Maviş olacak hali yoktu ya. "Senin?" "Rüya." dedim. "Ne zaman getirildin?" diye sordum. Ben 7 veya 8 yaşlarındayken getirilmiştim ve yaklaşık on üç sene olacaktı. "Beş ay sonra on sene olacaktı." dedi ifadesizce karşıya bakarak. "On yaşındayken, ilk okula bir baskın düzenleyip tüm çocukları kaçırdılar. Konuşan, ağlayan, sorun çıkartan her çocuğun, gözlerimin önünde başına sıktılar. Diğer kalanların çoğu da deneylerde öldü zaten." dediğinde ona baktım. Sadece ben değil, herkes kötü şeyler yaşamıştı. "Ben de sekiz yaşındaydım sanırım. Savaşı çok net hatırlıyorum. Her saniye yere düşen bombalar, patlayan bedenler, çığlık çığlığa kaçan insanlar.." dedim yerdeki kuru toprağa bakarak. Anılar taze değildi ama yeniymiş gibi her hatırladığımda gözlerimin önüne geliyordu. "Annem, babam, kardeşim ve ben, bir şekilde kaçtık ama yabancı adamlar geldi ve bizi hücreye kapattılar. 3-4 sene boyunca o garip iğneleri yapmalarını geç, ailemi göremediğim için ağladım. O hücreye tıkıldıktan sadece iki hafta sonra gözlerimin önünde üçünü de öldürdüler." Aras'ın gözleri üzerimde olsa da ona bakmadım. Duygusallığın sırası değildi, ölüm bize düşüncelerimiz kadar yakınken dikkatimin dağılmasına izin veremezdim. Uçuruma yaklaşınca aşağıyla göz ucuyla baktım. Çok yüksekti ama şelalenin döküldüğü yerde büyük bir göl vardı. Nereden baksan yarı çapı kırk metreydi. Aşağıya ulaşmak için kayaları kullanamazdık, fazla dikti ve pek sağlam görünmüyordu. Yanımızdaki dereye bakıp diğerlerine döndüm. "Kuzey ormanı..." diyip aşağıdaki göle yaklaşık 3 kilometre uzaklığındaki ormanı gösterdim. "... orada. Kayalıklar fazla dik ve inmemizin tek yolu şelale. Aşağıdaki gölün çapı yaklaşık 80 metre, basit bir hesapla nereden baksan en az 10 metre derinliği olmalı. Dik bir şekilde atlarsak hiç zarar görmeyiz. Tek bir sorum var, yüzme bilmeyen var mı?" dediğimde, biri kız diğeri oğlan, iki kişi elini kaldırmıştı. Yüzme bilen diğer kız ve Aras'ı onlara yardım etmesi için görevlendirdim. Onlar ikişer kişi atlayacaktı ve ben tek atlamak zorundaydım. Sorun şuydu ki, küçükken yüzme biliyordum ama zamanla unutmuş olabilirdim. Tek umudum, hala hatırlama ihtimalimdi. Fazla hasar almamak adına tulumları giydikten sonra ilk olarak Aras ve Aras'a sıkı sıkı sarılan bir çocuk girmişti dereye. Bir süre derede sürüklendikten sonra aşağıya düştüler. Kısa bir süre bekledikten sonra gölün yüzeyinde kimseyi göremeyince endişelensem de sonunda Aras ve yanındaki çocuğu görünce rahatlamıştım. Diğer iki kıza da elimle "atla." işareti verdikten sonra onlar da derede biraz sürüklendikten sonra kaybolmuştu. Derin bir nefes alıp dereye atlarken akıntı fazla olduğu için biraz su yutsam da dengemi sağlamayı başarmıştım. Sonra birden boşlukta gibi hissedince aşağı baktım. Şelaleden düşüyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD