4

953 Words
"Beşerli gruplara ayrılalım. Yarın sabaha Batı yönündeki ormanda toplanın!" Hepimiz tek bir yöne koşarken Maviş'in sözleriyle herkes ayrılmaya başlamıştı ve bende başka bir gruba doğru koşacağım sırada Maviş kolumdan tuttu. "Sen benimle geliyorsun." sesini ifadesiz tutarak konuştuğunda ona baktım. Koşmasına rağmen pek fazla yorulmamış gibiydi. "Nedenmiş o?" dedim hızlı nefeslerim arasından. Yıllarca o odada tıkılı kaldığımdan, bende kas namına bir şey kalmamıştı ama bunlar nasıl bu kadar iri ve kaslı oluyordu anlamıyordum. Haa... O hücreyi andıran odanın içindeyken tembellik eden sadece ben mi vardım? "Çünkü öyle istiyorum." "İyi de benim başka bir grupta olmam daha mantıklı olmaz mı?" "Ama bunun için çok geç. Herkes ayrıldı bile." dediğinde etrafıma baktım. Bizim yanımızda koşmaya devam eden üç kişi dışında kimse kalmamıştı. Arkamızdaki silah sesleri artarken sağ kolumu sıyıran bir kurşunla sendelesem de bozuntuya vermeden koşmaya devam ettim. Bendeki şans bu kadardı işte. Kafama gelmediği için şükretmeliydim! Bu böyle olmayacaktı. Ayrıldığımız için bizim peşimize düşen adam sayısı azalmıştı ama hala onların karşısında hiç şansımız yoktu. Adamların elinde silah vardı silah! Onların tek bir parmak hareketiyle hepimiz tahtalı köyü boylardık. Pekala, benim avantajım neydi? Şehir haritasını ezbere biliyordum. Bizim gittiğimiz yönde, en az iki kilometre ileride bir nehir vardı. Haritaya göre aşırı olmasa da büyüktü ve biz bir nevi çıkmaz yola koşuyorduk. Yön değiştirmeye kalkarsak da Pisagor amca sağolsun kolayca yakalanırdık. Aklıma gelen fikirle arkama kısaca baktım. Bize yakın değillerdi ama çok fazla uzak da değillerdi. Sadece rasgele ateş edip tutturamayacakları bir mesafe vardı, nereden baksan 500 adımdı. Maviş'e biraz daha yaklaşıp fazla bağırmadan konuştum. "Bir planım var. Sadece sizin hiçbir yere sapmadan dümdüz ilerlemeniz lazım." diyip arkamızdaki adamların fark etmeyeceği bir hamleyle kendimi iri gövdeli ağacın arkasına atıp yerdeki kuru odunu kaptığım gibi sırtımı ağaca dayayarak saklandım. Zaten ağaçlar sık olduğu için, hem de bulutlu ve biraz loş bir ortam yaratan hava şartları sağ olsun pek de fark edileceğimi sanmıyordum. Adamlar yaklaşınca onları süzdüm. Üzerlerinde siyah bir işçi tulumu vardı ve bellerindeki kemerde birkaç küçük bıçak, şarjörler ve garip kumanda gibi bir şey vardı. Adamların arkasından koşan, muhtemelen çaylak takımından cılız bir erkek çocuğu vardı. Erkek çocuğu diyordum çünkü nereden baksan 17 yaşında ancaktı. Biraz düşününce, bu oldukça tuhaftı... Aslına bakarsak, başından beri bu kaçışın başarıyla gerçekleşeceği konusunda en ufak bir umut kırıntıı bile yoktu ancak çoktan buralara kadar gelmiştik, ayrıca işler şans diyemeyeceğim kadar yolunda gidiyordu. Ayrıca şu avcı çocuk... Sanki rakibini tuzağa çekmek için ortaya atılan bir piyon gibi görünüyordu. Ah, her neyse. Şu an yapabileceğim başka bir hamlem yoktu ve şimdilik hayatta kalmaya oynamam gerekiyordu. Gözüme o genci kestirdim, tam sakladığım ağacın birkaç metre uzağından geçerlerken beni görmemeleri için ağacın etrafında yarım tur attım ve 15 yaşlarındaki çocuk önümden geçerken hızla fırlayıp çocuğun silah tuttuğu elini elimle tutarak üzerine atladım. Şokla birlikte altımda çırpınırken bağıracağı sırada elimdeki odunu kenara atıp çocuğun belindeki kemerden bir bıçak çekerek onun boğazına dayadım. Soğuk metali boğazında hisseder hissetmez bağırmaktan vazgeçmişti. "Şşşşt, sessiz ol çocuk. Ölmek istemiyorsan dediğimi yapacaksın. Anlaştık mı?" deyince bıçağı boynuna biraz daha bastırdım. Korkuyla başını sallayınca temkinli bir şekilde ayağa kalkarken yere düşürdüğü silahını elime aldım ve ona doğrulttum. "Soyun." "Ne?" diye fısıldayınca o da yavaşça ayağa kalktı. "Kaçmaya çalışırsan vururum. Şimdi soyun." Korkuyla üzerindeki tulumun fermuarını indirip çıkarırken sadece altındaki batman logolu şortuyla kalınca neredeyse gülecektim. "Merkeze dön." diyerek tulumu onun elinden alınca, o da koşarak merkeze gitmeye başlamıştı. Böyle çaylakları işe almaları benim için ne güzel bir avantajdı böyle. Merkezin böyle salakça hamleleri daha sık yapmalarını tavsiye ediyorum. Çocuğun çıkardığı tulumu üzerime geçirip saçlarımı topuz yaparak, Maviş'in gittiği yöne koşmaya başlayınca birkaç el silah sesi daha gelmişti. Çantam tulumun içinde kaldığı için beni biraz iri göstermişti ve az çok çocukla bedenlerimiz benzemişti. Çantadan çıkardığım bir bereyle de saçlarımı gizlerken elimden geldiği kadar hızlı koşuyordum. Kısa bir süre sonra, sert akıntısı olan büyük bir nehrin önünde gördüm onları. Maviş ve diğerleri ellerini kaldırmış bir şeyler söylerken etraflarını silahlı adamlar sarmıştı. Dört kişiydiler. Yanlarına ulaştığımda beni fark etmemiş olmaları iyiydi. Bende, sanki hep oradaymış gibi silahımı Maviş'e doğrulttum. Ben gelince Maviş'in gözleri iki saniyeliğine bana kaysa da dikkat çekmemek için bir daha bakmamıştı ama eminim ki beni tanımıştı. Adamlardan biri, elindeki plastik kelepçelerle ilerlemeye başladığında ileri atıldım. Eğer adamları şu an vurmaya başlasaydım, namlular bizim gruba yöneldiği için onlar da zarar görürdü. Bu riski göze alamazdım. "Dur!" dedim sesimi hafif kalınlaştırarak. Az önceki çocuğun sesi inceydi, ve ona benzetmeye çalışıyordum. "Ben yapabilir miyim, yeniyim ya öğrenmem lazım bu işleri." dediğimde bazıları ağızlarının içinde "patron." gibisinden birşeyler gevelemişti. Kelepçelerle ileri atılan adam geri çekilince Maviş'e ilerlemeye başladım. Yüz ifadesi hala çok katıydı, ne düşündüğünü anlayamıyordum. Sahi, hala ismini bilmiyordum bu çocuğun. Gözleri mavi diye Maviş ismi takmıştım ama ne diye seslenecektim ki. Eminim ona Maviş dediğimi duysa, beni arkasındaki nehre atıp ölüşümü gülerek izlerdi. Ben bu potansiyeli onda görüyordum. Adamlar arkamda kalınca ağzımı oynatarak, "Üç dediğimde eğilin." dedim. Ve elimi cebimden kelepçe çıkarırmış gibi yaparak önüme getirip işaret parmağımı kaldırdım. Sonra diğer parmağımı, en son da yüzük parmağımı kaldırınca hızla arkamı döndüm ve adamlara silahımla ateş ettim. İlk başta şaşırdıkları için karşılık veremediler, ve böylece iki adamı indirmem için zaman kazanmış oldum. Üçüncü adam silahını bana doğrultup ateşleyince karnımın sağ tarafında dehşet verici bir acı hissetmiştim. Son iki kurşunla diğer ikisini indirmeden önce son adam da bana ateş etmiş, ve kurşun sol omzumun aşağısına gelmişti. Acıyla kavrulan bedenim yere düşerken iki kol tarafından tutulmuş, ve başımın yere çarpması önlenmişti. Beni tutan Maviş'e ve diğerlerine baktığımda birkaç basit sıyrık dışında kimsenin bir şeyleri olmadığını görünce rahatlamaya çalıştım ama bedenimdeki acı buna izin vermiyordu. "Hey, gözlerini kapatma sakın. Bana bak, iyi olacaksın tamam mı?" diyen Maviş'e aldıramadım. Karaciğerim sökülmüş, kalbim parçalanmış olabilir şu an! Ah, diğerlerinin bir taraflarını kurtaracağım derken kendi kasemden olmuştum sanırım. Elveda hayat, elveda ilk defa tanıştığım yakışıklı çocuk, elveda dramlarla dolu kaotik hayatım...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD