"Popom uyuştu." diye sızlanarak oturduğum koltukta rahatsız bir ifadeyle kıpırdanıp tekrar arkama yaslandım. 3 araba, 1 şehir içi otobüsü ve bir de kamyonla birlikte yapıyorduk yolculuğu. Üstelik nereye gittiğimizi de bilmiyordum. Aras şu an biraz sinirliydi ve bunu ona sorabileceğimi sanmıyordum.
İlk arabada Aras, adının Enes olduğunu öğrendiğim kumral bir çocuk, Helen adında sarışın bir kız, beyaz saçlı ben ve kahve saçları olan bir Kayra vardı. Şu ara nedensizce insanların saç renkleriyle kafayı bozmuştum ve nedeni de oldukça açıktı. Bomboş bir sayfa kadar beyaz olan saçlarım; güneşe, ağaçlara ve hatta geceye benzetilen saçlarla pek kıyaslanamazdı.
Tamam böyle bir durumda düşünülecek en son konu bile bu olmamalıydı ancak istemsizce kafam o noktaya kayıyordu.
Şoför koltuğunda oturan Aras, söylenmemle birlikte bana dikiz aynasından kötü kötü bakınca kıpırdanmayı kesip dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu aralar Aras'la aramız kötüydü ve bir şekilde bu durumu düzeltmeliydim. Tamam, hatalı olabilirdim ama şu sevimli çocuğu nasıl orada tek başına bırakabilirdim ki?
"Yani popo uyuşması ne güzel bir şey." dedim daha fazla kötü bakışlara maruz kalmamak için konuyu çevirmeye çalışarak. Lakin kendileri ön koltukta olmasına rağmen her an üzerime atlayıp beni öldürebilirmiş gibi bakıyordu. "Yaşasın uyuşan popolar." dediğimde bir ara dudağının kenarı seğirse de düz ifadeyle yola bakmaya devam etti.
Aras Efendi, Aras Efendi... Hiç saklamaya çalışma, gördüm güldüğünü.
Ondan sonra da yaklaşık 3 saniye kadar sonra, ön koltukta oturan kumral çocuk bir anda kahkaha atmaya başlayınca yanımda oturan Kayra irkilmişti.
Siniri bozuk bir ifadeyle bir süre kahkaha atan Enes'e bakıp sonra Kayra'ya çevirdim bakışlarımı. 'Sorun yok' dercesine kolumu omzuna atıp başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım.
En azından bu arabada sadece Türkler olduğu için şanslıydım. Savaş sonrası pek çok kültür ve millet birbirine girdiği için sadece küçük bir kasabada bile birbirinden farklı pek çok kültür görmek çok doğaldı. Bununla birlikte iletişimimiz de çok kısıtlıydı. Ortak dil olarak İngilizceyi kullanıyorduk ama bu durum ana dilinden başka dil bilmeyenler için büyük bir sorun teşkil ediyordu. Buna rağmen...
Eee..
Ne diyordum?
Birisi şu kumral çocuğa düşüncelerimi sabote etmemesini söyleyebilir mi? Tamam çok güldün, yeter artık. Sus!
Sıkıntılı bir nefes verdim ve uyumaya çalıştım. Anlaşılan söz hakkım bir süreliğine elimden alınmıştı ve bir süre daha bu tarz durumlara katlanmam gerekecekti. Ben de uyurdum o zaman, ki yapacak başka bir işim de yoktu. Boş boş dışarıyı seyretmek ya da daha fazla konuşarak insanlara daha fazla rezil olmak istemiyordum.
Oturduğum koltukta yayılıp başımı Kayra'nın omzuna dayadım ve uyumaya çalıştım. Gariptir ki, normalde yatakta kıvrana kıvrana uyuyamayan ben, şimdi istediğim zaman uykuya dalabiliyordum. Yorgunluktan olsa gerek, ne olduğunu anlamadan olduğum yerde uyuya kalabiliyordum..
○●○●○●○
Karanlık...
Koluma giren iğneler...
Kapı arkalarında konuşan doktorların anlaşılmayan sesleri...
Karanlıkta parlayan bir anahtar..
Duvarları boyayan kan...
Ve uçsuz bucaksız bir sessizlik...
"Rüya."
Suyun altından boğuk boğuk zihnime düşen kelimeleri duydum ama kim olduğunu çıkaramadım. Ardından tekrar bir görüntü daha düştü zihnimin karanlık köşesine.
Küçük zayıf bir çocuk.
Ve ona ait donuk bakan bir çift buz mavisi göz.
Ölmüş...
"Rüya, beni duyuyor musun?"
Boğuk sesler duymama rağmen gördüğüm şeyle yutkunmaya çalıştım. Kafamın içindeki uçsuz bucaksız uzayın içinde bir çatlak oluştu.
Aynanın kırılmasını andırıyordu.
Uyanmak istiyorum, uyanmak istiyorum, uyanmak istiyorum..
"Diğer birkaç kişinin de durumu aynı."
Başka bir ses fark ettim beynimdeki bu karmaşanın içinde. Ardından her yer tekrar sessizliğe gömüldü.
Uzayda süzülüyormuşum gibi hissediyordum..
Kusmak istedim..
O sırada bir yardım eli uzanmış gibi birisinin beni kucağına aldığını hissettim. Hemen ardından da bedenime vuran ve zaten ağrımaya devam eden kemiklerimi daha da çok sızlatan soğuk havayı..
Uyuyor muydum, yoksa uyanık mı anlayamıyordum.
Gözlerimi açamıyordum. Hatta daha doğru bir tabir kullanacak olursak, bedenimi harekete geçirecek herhangi bir işlevi yerine getiremiyordum. Beynim, bedenimle olan iletişimini kesmiş gibiydi ve tek hissettiğim tüm bedenime ağır ağır işlenen acıydı. Kemiklerim sızlıyor, midem bulanıyor ve çok üşüyordum.
Yumuşak bir yere yatırıldığımı hissettim. Sağ üst çaprazımda yanan ateşin çıtırtıları duyuluyordu ama açık bir alanda değildik. Bir evin içinde olmalıydık, ve tahmin ettiğim kadarıyla başımın sağ çaprazında da bir şömine vardı. İçerisi dışarıya oranla daha sıcak olsa da bedenim hala soğuktan titremeye devam ediyordu. O sırada kemiklerimdeki sızı, göğüs kafesime kadar tırmanırken acıyla inledim. Sanki bir iğneyle kemiklerimi dikmeye çalışıyorlarmış gibi hissediyordum.
"Şşş sakin ol, geçecek." diyen ses bu sefer daha net gelince sesin sahibini tanıdım. Maviş? Sen bana küs değil miydin?
"Herkesi eve taşıdık." diyerek buraya gelen kumral çocuğun, sanırım adı Enes'ti, sesini duydum. Adım sesleri durdu ve koltuğa oturduğunu belli eden gıcırtılar çıktı. "Kimsenin durumu iyi değil abi. Sanırım ben de dahil."
"Herkeste aynı belirtiler mi?"
"Evet. Yüksek ateş, halsizlik, kendimden bildiğim kadarıyla şiddetli kemik ağrıları ve mide bulantısı."
"O iğnelerle bir alakası olmalı." dedi Aras ve duraksadı. "Helen nasıl?"
"Aynı. Birazdan ona bakmaya gideceğim."
"Kendini fazla yorma. Bütün gruptan sadece biz kaldık, ve sen de bitkin düşersen tamamen korunmasız kalırız."
"Senin de ateşin var."
"Sen sanki çok farklısın."
"Kötü olursan bana seslen."
"Ölecek olursam haber veririm." diye Aras alayla konuştuğunda Enes'in güldüğünü belli eden birkaç sesle birlikte odadan çıktı.
Kemiklerimdeki sızı iyice artarken bilincim kayıp kaymamak arasında duruyordu. Kendimi bıraksam uyuyacaktım ama böyle bir durumda bilincimin kapanmaması benim için daha sağlıklı olurdu.
"Adın ne?" dediğini duydum Aras'ın. Böyle söylemesi garip gelmişti, birde bunu ingilizce olarak söylemesi daha bir tuhaf. Neyi atlıyordum.
"Kayra."
Kayra...
Ah evet, onu tamamen unutmuştum. Bu zamana kadar varlığını belli etmeyen Kayra'nın sesini duyunca iyi olmasına sevinmiştim aslında. En azından o hasta değildi ve Aras, benim yokluğumu fırsat bilerek çocuğu arabadan atmamıştı. Gerçi, sorumluluğu bana devrettiği için böyle bir şeyi de yapacağını sanmıyordum.
"Rüya'ya çok güveniyorsun."
"Evet." dediğini duydum Kayra'nın sessizce. Sesi yorgun değildi, hasta gibi de değildi. Sadece kısık ve üzgün gibiydi. Belki biraz endişeli?
"Neden?"
"Ben kabus gördüğüm zaman ablam, her zaman bir kurtarıcının olduğunu söylerdi. Görsek de görmesek de bizi koruyan insanlar olacağını söylemişti ve bugün, o kurtarıcının varlığıyla ilgili umutlarım tam tükendiğinde Rüya ablayla karşılaştım." dedikten sonra biraz duraksamıştı. "O geldi, ve yakında ailemi kurtaracak. Mutlu olacağız.."