2

1707 Words
Tüylerimi diken diken eden ürpertci bir soğuklukla saçmalıkta sınır tanımayan rüyamdan uyanarak gözlerimi aradıktan sonra bir süre tavanımla bakışsam da, bu boş aktiviteden kendimi ayırarak yatağımda oturur duruma gelip elimle ıslanan gözlerimi ovuşturdum. Garip bir rüya görmüştüm ve üzerimde çok tuhaf bir boşluk hissi bırakmıştı. Odamdaki küçük banyoya girip elimi yüzümü yıkarken aynadaki görüntümle göz göze gelirken, hala akmaya devam eden gözyaşlarına anlamsızca baktım. Ardından da titreyen ellerime çevirdim bakışlarımı. Rüyamda neredeydim bilmiyordum ama ormanlık bir alanda olduğum kesindi. Hava bulutluydu, ve keskin bir soğuk iliklerime kadar işliyordu. Bir sürü genç toplanmış, bize saldıran askerlerle mücadele ediyorduk. Rüyanın etkisi yüzünden midir bilinmez, hiçbir şey düşünemiyordum, sesler oldukça boğuktu. Silah seslerini bile hayal meyal hatırlıyordum. Sonra birden tanımadığım iri yapılı bir çocuğun, küçük bir erkek çocuğunu korumak için vurulduğunu görmüştüm ama içimde öyle acı bir his oluşmuştu ki, ailemi kaybettiğim andaki acıyı hatırlatmıştı bana. Siyah saçları olan gencin yarasına ellerimle baskı yaparken bir yandan da ağlamaya devam ediyordum. Rüyamda kana boyanan ellerime baktım istemsizce. Tertemizdi... Yutkunup sanki ellerimde o kan lekesi varmış gibi sertçe yıkarken bir süre sonra ellerim kızarmaya başlamıştı. Bana ne olduğunu anlamadan derin bir nefes vererek sakinleşmeye çalışıp yüzümü de yıkayıp kuruladıktan sonra odama geri dönmüştüm. Saçlarımı bağlayıp yatağıma tekrar uzanırken gözlerimi kapattım ve kendimi toparlamaya çalıştım, ancak inatla gözlerimin önüne gelen görüntüler, bana bu rüyayı unutturmak istemezcesine tekrar tekrar kafamın içinde dönmeye devam ediyordu.  Bir süre sonra kapı açılıp her zamanki gibi içeriye iki koruma girince hiç çırpınmadan beni sürükleyerek laboratuvara götürmelerine izin verdim. Planım işleme hazırdı, tek gereken doğru zamanda doğru hamleyi yapabilmekti. O sırada laboratuvarın olduğu koridora girince gördüğüm şeyle irkilmiştim. Üzerinde benimki gibi forma olan ve tek farkı göğsünde 04 yerine 07 yazan mavi gözlü genç bir adamdı. Siyah saçları dağılsa da ona ayrı bir hava katmıştı ve yorgun mavi gözlerinden, beni görünce kısa bir şaşkınlık geçmişti. Birbirimize şaşkınca bakarken onu tutan korumalarla beraber yanımızdan geçip gitmişti ama ben başımı ona çevirip bakmaya devam etmiştim. O da bana bakarken beni önüme dönemem için itekleyen koruma yüzünden ayağım takılmış ve sendelememe neden olmuştu. Buraya geldiğim günden bu yana, benim gibi olan tek bir insanla bile karşılaşmamıştım, çünkü aşı zamanları korumaların oldukça dakik hareket etmesi, diğer deneklerle karşılaşma olasılığımı sıfıra indirgerdi. Hatta öyle ki, bir ara burada benden başka kimsenin olmadığını düşündüğüm zamanlar bile olmuştu, ancak koskoca merkezin sadece bana çalışmayacak kadar meşgul olduğunu bildiğim için bu olasılığı da kafamdan silmiştim. Kaçış planım vardı, ancak bu plan sadece tek kişilikti. Benim gibi insanların da burada olduğun bile bile tek başıma buradan kaçmak istemiyordum. Acil bir şeyler düşünmeliydim. Riskli olacaktı, ancak denemeye değerdi. Labaratuara girip her zamanki aşı koltuğundan farklı olarak beni bir sedyeye bağlarlarken gergin bir şekilde kaşlarımı çattım. Pekala, çaldığım haritaları fark ederek ceza niyetine beni yeni bir deneye sokmayı planlıyor olamazlardı değil mi? Ah hadi ama, kapıdaki görevlilere geri zekaı muamelesi yaparken oldukça eğleniyordum oysa! O sırada her zamanki doktorlar, ellerindeki her zamanki tepsiyle gelip her zamanki gibi bana iğneyi saplayacakları sırada hemşirenin biri aceleyle içeriye girip onu durdurmuş ve gri metal bir çantayı masanın üzerine koyduktan sonra çantayı açarak çantadan farklı bir iğne çıkarmıştı. Bu iğne diğerlerinden farklı olarak mavi renkteydi ve iç sesim alarmları açmış, telaşla oradan oraya koşuşturuyordu. İyice tedirgin hissetmeye başlamıştım. Doktor, başıma ve göğsüme birkaç kablo bağladıktan sonra mavi iğneyi alıp koluma değil de boynuma saplayınca büyük bir çığlık koparıp çırpınmaya başlamalıydım. İlaç, hücrelerimi birbirinden ayırırcasına canımı yakıyordu... İlacın verdiği yakıcı his damarlarımda dolaşırken acıdan dolayı nefeslerim hızlanmış, vücuduma bir zehir gibi yayılan acı saniyeler içinde katlanarak artmış ve düşünmeme bile izin vermeyecek bir şekilde bedenimi ateşler içerisinde yanmaya başlamıştı. Sadece birkaç saniye sürmüştü, ancak tüm bedenimin birden alev aldığını gördüğüme emindim. O sırada bedenimden kimsenin fark etmediği bir dalga yayılmasıyla birlikte birden hiçbir şey hissetmedim. Çırpınan bedenim birden durdu, acıdan sıkı sıkıya kapattığım gözlerim ve yüz ifadem gevşedi, ciğerlerimdeki son nefes dışarıya çıktı ve beni bağladıkları makinadan tek bir ses ötmeye başladı. *Biiiip* Kapının arkasından savrulan küfür ve doktorun söylenmeleri eşliğinde bedenimdeki kabloları söküp cansız bedenimi sedye üzerinde götürürlerken aklımdaki soruyu görmezden gelemedim. Ah, hadi ama! Böyle ölemem! Pekala, pekala... Bilincimin fazlasıyla bulanık olduğunu hissediyordum ancak ölmediğim açıktı, ne de olsa son derece yavaş olmasına rağmen nefes aldığımı hissediyordum. Sadece bedenimi hissetmiyordum ve organlarıma kadar her bir uzvum uyuşmuş gibiydi. Yani hala yaşıyor olmalıyım. Yani sanırım... Tuhaf bir hisle birlikte gözlerm kapalı bile olsa, anlam veremediğim bir şekilde az önce koridorda gördüğüm mavi gözlü çocuğun yanından geçtiğimizi hissederken, çocuğun titrek bir nefes alarak kısık bir küfür mırıldandığını duydum. Örtünün dışında kalan elimle etrafımdakilere pek de çaktırmadığımı düşündüğüm şekide "iki" işareti yapmıştım. Saliselik bir anda yaptığım bu işareti gördüyse, muhtelmelen hala yaşadığımı ve iki saat sonra burada bir haltlar döneceğini anlamışolmalıydı. Pekala, iki saat kısmını anlamasa bile yaşadığımı anlamaması imkansızdı. Düz koridorda sola döndüğümüzü hissederken bir süre daha ilerledikten sonra tekrar sola dönerek soğuk bir odaya girmiştik. Ardından da beni o odada bırakıp gitmişlerdi. Bir süre sonra kimsenin olmadığını kesinleştirirken gözlerimi açarak üzerimdeki çarşafı yere atmış ve bomboş ve buz gibi odanın morg olduğunu anlamıştım ama aklımda hala biraz önce olan tuhaf olay vardı. Ne olmuştu hiçbir fikrim yoktu ama emin olduğum bir şey varsa, o da kalbimin kesinlikle durmadığıydı. Ne olmuştu orada öyle yaa? Kapıdaki camdan koridordaki saate baktığımda saatin daha 10 olduğunu görünce ofladım. O çocuk işaretimi iki saat sonra olarak mı anladı, yoksa saat iki olarak mı anladı acaba?.. Bekle bir dakika Rüya, o çocuğun işaretini gördüğünden nasıl bu kadar emin oluyorsun da, işareti doğru anlayıp anlamadığını sorguluyorsun acaba? Ayrıca senin bunları düşünmek yerine erzak toplamakla uğraşman gerekmiyor mu?.. Bedenim karıncalanmaya başlarken, yavaş yavaş bedenimdeki buzların çözülmesi gibi olan bu hisse aldırmamaya çalışarak yavaşça sedyeden kalktım ve ellerimle uyuşuk bacaklarımı bir süre ovdum. Bir süre sonra da ayağa kalkabilecek kadar kendimi toparlayabildiğimde sedyeden destek alarak ayağa kalkıp odayı incelemeye başlamıştım, ancak bu odada cesetlerden başka bir şey bulamayacağım kanaatine varınca kapıya yönelmiştim. Ah, tam anlamıyla deniz tutmasına maruz kalmış gibi hissediyordum. Kapının üzerindeki küçük camdan karşıdaki odanın kapısına bakınca, o kapının personel odası olduğunu fark ederek ve bir şeyler bulacağımı umarak koridorda kimsenin olmadığı bir anda hızlıca morgdan çıkıp olabildiğince sessiz ve hızlı bir şekilde personel odasına girmiştim. Bu saatler deney saatleri olduğu için herkes meşguldü ve normal olarak bu odada da kimse yoktu. Odanın bir duvarını boylu boyunca kaplayan dolaplara gidip karıştırmaya başlarken bazıları kilitli olsa da çoğu açıktı. Bu, doktorların kıyafet dolabıydı sanırım. Siyah bir kot pantolon bulunca üzerimdekileri çıkarıp pantolonu giydim ve başka bir dolaptan da mavi bir tişörtü üzerime geçirdim. Aynı dolabın içinde gözüme takılan siyah bir ceketi de üzerime geçirip deri sırt çantaya bulduğum tüm kıyafetleri ve paraları doldurmaya başladım. Arada bulduğum telefonları da tamamen kapatarak çantaya tıktım. Çanta tamamen dolmadan başka bir çanta bulup ona doldurmaya başlayınca duvardaki saatten anladığım kadarıyla on beş dakika çoktan geçmişti. Bu çantanın da fermuarını kapattıktan sonra dolabın içinden düşen güneş gözlüğünü alıp mavi tişörtümün yakasına taktım ve etrafta işime yarayabilecek başka bir şey var mı diye bakmaya başladım ama beyhude çabam sonuç vermemişti.. Zaten odada dolaplar, birkaç ameliyat için kullanılan kesici alet ve birkaç koltuktan başka bir şey de yoktu. Kesici aletleri mavi bir havluya kalınca sarıp çantama koydum. Belli mi olur, belki ileride lazım olabilirdi. Özellikle de muhteşem ruhsal sağlığım sayesinde, gelecekte Merkez'deki görevlilerden birisi bir şekilde elime düşerse bizi kesip biçtikleri günleri onların üzerinde yad edebilirdim. Dolapların yanında, odanın en uç köşesinde az önce bana yaptıkları iğneyi çıkardıkları çantayı görünce ona ilerledim ve açmaya çalıştım ama normal olarak kilitliydi. İçindeki iğnenin ne olduğunu öğrenmeliydim ancak bu koca çantayı da beraberimde sürükleyemezdim. Son iki saat de ben bunları düşünürken geçip gitmişti. Bıktım senden aptal çanta! Ne olur açılıversen? Ne olur! Ölür müsün! Açıl işte! Ah, ve evet. Bir de şu çantayı açmaya çalışmam da benim zamanımı yiyen yegane nedenlerden biriydi. Yüzüme düşen beyaz saçımı kulağımın arkasına itip elimdeki neşteri biraz daha bastırdığımda bir "klik" sesi gelmişti. Heyecanla nefesimi tutup bavulu açtığımda tam bur hayal kırıklığına uğradım. İçinde sadece bir tane iğne vardı ve içi bana yaptıkları mavi bir sıvıyla doluydu. En azından bir tane var diyerek onu da çantama atıp dolaplardan birinde bulduğum beyaz spor ayakkabıları giydim ve koridordaki saate baktım. Bunca zaman uğraştığım tek şey bundan mı ibaretti?.. Hırs yaptıysam demek ki... Yerdeki bavulu kapatıp aynı yerine koyarken kısaca yere koyduğum diğer sırt çantasını da aldım ve güneş gözlüklerini de takıp deri ceketimin gri şapkasını saçlarımı saklayacak şekilde örttükten sonra kapıdan çıktım. Hayatım boyunca beni doğru düzgün gören olmamıştı ve çoğu kişinin beni tanıyacağını sanmıyordum ama yine de oldukça gergindim. Senelerimi geçirdiğim odamın olduğu koridora baktığımda diğer kapılara baktım ama o çocuğun hangisinde olduğunu anlamak zordu. Kapıların yanında yazan rakamları görünce içten içe bir kahkaha atmak istesem de ifademi bozmadım. Neydi o gencin üzerindeki sayı? 07' ydi sanırım. Evet evet, 07! Sonunda kapıyı bulduğumda kapının kolunu çevirip içeriye girdim. Kapılar çeliktendi ve oldukça sağlamdı. Ayrıca sadece dışarıdan açılıyorlardı. Ve evet, bu koca binadaki değerimiz, kafesteki deney farelerinden haliceydi... Gergince yatağında oturup sağ ayağını sallayan siyah saçlı çocuk, kapının açıldığını duyunca ayaklanmıştı. Gözümdeki büyük güneş gözlüğünü kafama takıp aceleci bir tavırla elimdeki sırt çantasını ona attım. "Çabuk ol, içinde kıyafetler var." diye kısık bir sesle konuştuktan sonra elimle gergince sırtımdaki sırt çantasının kolunu tuttum ve çocuğa arkamı döndüm. "Kimsin sen?" diye sorarken bir yandan da üzerini değiştirdiğini belirten sesler çıkarıyordu. "Senin gibi bir deney faresiyim.." dememle eş zamanlı olarak arkamdaki gencin fermuarı kapattığını belli eden bir ses çıkmıştı. Arkamı döndüğümde onun da benim gibi giyindiğini fark ettim. Ah, şu sıralar doktorlar arasındaki aşk olaylarının popülerleştiğinin farkındaydım ama, hadi ama! Çift kıyafetleri mi?! Kaçıncı yüzyılda yaşıyorsunuz siz?! "Bizden daha kaç kişi var?" "Bilmiyorum." diye cevap verip kapıya ilerlemiş ve aralık bıraktığım kapıyı açıp dışarıya göz gezdirmiştim. Bugün aşı gün olduğu için çalışanların neredeyse tamamı yan binada olmalıydı ve dolayısıyla da bu koridorda kimse kalmamıştı. "Ama sanırım bizden çok fazla var." dedim ve ona döndüm. "Bu koridorda sadece üzerinde sayı olan kapıları kontrol edelim, bizim gibi başka denekler varsa eğer, onları buradan çıkarmak için başka şansımız olmayacak." dedim ve tam çıkacakken aklıma gelen şeyle duraksadım. "Ha bu arada, her yarım saatte bir burayı kontrol etmeye gelen bir bekçi var. Yaklaşık on beş dakika sonra tekrar gelecek." dediğimde o devam etti konuşmaya. "En geç on iki dakika sonra burada buluşalım." dediği şeye başımla onay verip koridora atılmıştı. Sanki aramızda sessiz bir anlaşma imzalanmış gibi, ben sağa yönelirken o ise hızla soldaki koridora yönelmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD