1. Bölüm "GÖREV"
Selvi KARA,
Henüz küçük yaşlardayken hep polis olmayı hayal ettim. Bu hayalimi ise ailem hep destekledi. Babam emekli albay Mehmet KARA , annem emekli öğretmen Sare KARA'idi.
Ailem, istediğim her eğitimi alabilmem için bana hem imkân hem alan sağlamış, bu uğurda hiçbir zaman beni yalnız bırakmamıştı.
Polis okulunda küçük yaşlardan itibaren aldığım eğitimler, birkaç yabancı dil bilmem ve teknik donanımım sayesinde, bağlı bulunduğum birimdeki amirim artık istihbaratta görev almam gerektiğini söyledi.
İlk görevimde, gücünü haddinden fazla kullanan ve diplomatik krizler çıkarmakla bilinen Amerikalı bir NATO çalışanı aynı zamanda perde arkasında önemli bir baron olan Sylvester Onedirect'in çevresine sızmam gerekiyordu.
İlk görevimin sabahı erkenden karargâha çağrıldım. Görev brifingi gizlilik seviyesi “KIRMIZI” olarak etiketlenmişti. Kapısı kalın çelikle kaplı, telefonların dahi çalışmadığı o odada, bir masa başında üç kişi beni bekliyordu: daire başkanım Cemal Bey, siber izleme uzmanı Duygu ve saha operasyonlarının koordinatörü Yüzbaşı Murat.
Cemal Bey her zamanki gibi net ve katıydı:
“Selvi. Hazırsın. Seni sınamaya gerek yok. Bu işte ya varsın, ya yoksun.”
Masaya bir dosya bıraktı.
Üst kapağında tek kelime yazıyordu: “Onedirect”
“Amerikalı, ama resmi kimliğinin ötesinde bağlantıları var. Libya’dan Balkanlar’a kadar silah ve veri ticaretiyle uğraşıyor. Diplomatik dokunulmazlığı olduğu için resmî müdahale edemiyoruz. Senin görevin: onun iç çevresine girip, içerdeki bağlantılarını çözmek.”
Gözlerimi dosyada gezdirdim.
Sylvester Onedirect, 54 yaşında, NATO’nun Orta Avrupa danışma heyetinde çalışıyor. Eski bir deniz piyadesi. Arnavutluk’taki yeni askeri üs müzakerelerinde adı sıkça geçiyor. Yüzeyde legal, ama altında bir başka örgüt yapılanması var: Ordo Silvae – Latincede "Ormanın Düzeni" anlamına geliyor. Kodlanmış bir istihbarat ağı.
Benim sahte kimliğim hazırdı.
Adım artık Leyla Tuncel, Belçika vatandaşı, Avrupa Savunma Ajansı'nda sivil danışman. İngilizce ,Fransızca, Almanca ve Boşnakça bilmem beni bu işe taşımıştı.
Yüzbaşı Murat haritayı açtı,
“Üsküp de, Onedirect şu anda orada. Bir haftalık diplomatik güvenlik zirvesine katılacak. Biz orada olacağız ama sen tek başınasın unutma.”
Sadece başımla onay verdim. İçimdeki kıpırtıyı bastırmak zordu. Herkes çıkarken Cemal Bey durdu, bana döndü:
“Selvi… Bu işte doğru ve yanlış yok. Sadece ‘ne zaman duracağını bilmek’ var.”
Dosyayı çantama koyarken usulca mırıldandım:
“Ben nerede duracağımı hep geç anlarım.” deyip tebessüm etmiştim.
Üsküp Havalimanı’na indiğimde şehri gri bir pus sarmıştı. Balkanların bu tarafında hava kadar politik iklim de bulanıktı. Herkes gülümserdi ama kimse güvenmezdi.
Pasaport kontrolünden sahte kimliğimle geçerken önümdeki adam bir an duraksadı. Siyah paltosu, düzgün taranmış saçları ve kalabalığa rağmen her şeyi kontrol eden gözleriyle dikkat çekiyordu. Adımla birlikte pasaportum damgalandığında o adam başını çevirip bana baktı. Göz göze geldik. Kısa ama tanıdık bir bakış. Ardından yürüyüp gitti.
İçimden bir ses o adamın bu görevde yeniden karşıma çıkacağını söylüyordu.
---
'Aynı gün, saat 19:32 | Üsküp, Vardar Palace Otel, Resepsiyon Gecesi'
Görevim gereği diplomatik bir danışman olarak resepsiyon salonuna adım attım. İçeride onlarca yabancı diplomat, askeri ataşe ve gazeteci vardı. Onedirect henüz ortalarda görünmüyordu. Herkes karton maskeler takmış gibi konuşuyor, gülüyor ama aslında birbirini tartıyordu.
Tam önümde, barın köşesinde o adamı tekrar gördüm. Bu kez siyah takım elbisesi, kulak içi telsizi ve dikkatli tavırlarıyla istihbaratçı olduğu açıktı. Yanıma yaklaştı. Elinde bir kadeh vardı ama gözleri sürekli çevreyi tarıyordu.
“Siz... Avrupa Savunma Ajansı’ndan mıydınız?” diye sordu.
Kimliğimi oynuyordum. “Leyla Tuncel. Evet. Siz?”
Gülümsemeden ama nazikçe yanıtladı:
“Demir Vardar. NATO güvenlik koordinatörlüğünden.”
Yalan söylüyordu. Ama benim de söylediğim yalanla örtüşüyordu. Gözlerinin içine baktım.
O an bir şey oldu. Gerginliğin tam ortasında sanki zaman kısa bir anlığına durdu.
“Danışman hanım, Balkanlar’da ilk defa mı görev alıyorsunuz? yani...danışman olarak?”demişti ima ile,
“Evet. Ama yabancılık çekmedim ilk defa olmasına rağmen.” demiştim.
İçimden geçen şu oldu: Bu adam gerçek kimliğimi görmese de, gerçeğe fazla yakın.
O gece, görevimin seyriyle birlikte, kaderimin de şekil almaya başladığını hissediyordum.
aramızda başka bir diyalog geçmemişti.İyi akşamlar dileyip gitmişti. Benim için ayrılan odaya atmıştım kendimi şimdi sırada ortamı sezdikten sonra esas görevim vardı.
***
'02:14 | Vardar Palace Otel, 7. Kat – Diplomatik Misafir Ofisi'
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Otelin lobisinde güvenlik devriyeleri azalmış, kameralar kısıtlı alanlara çevrilmişti. Saatlerce izlediğim güvenlik döngüsü sonunda boşluğu bulmuştum.
Onedirect’in özel ofisinin bulunduğu 7. kata çıkan servis merdivenlerinden sessizce ilerledim.
Üzerimde sade siyah bir elbise, diz altında ince kauçuk tabanlı botlar vardı. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapıp toplamıştım. Her adımımı ölçerek atıyordum. Ceketimin içinde, susturuculu küçük bir tabanca, sağ bileğimde ise siber sinyal kesici bir cihaz taşıyordum.
Kapıyı açmak için elektronik kilit çakışmasını başlattım. Parmak izi taklidi kısa sürdü.
Kapı hafifçe açıldığında içeri süzüldüm.
Ofis karanlıktı. Sadece masanın üzerindeki dizüstü bilgisayar kapalıydı ama bağlantı ışığı yanıyordu. Sessizce masaya yöneldim.
Cihazı açmak için harici sürücü taktım. Sistem dosyalarını kopyalama sürecindeydim ki...
Arkamdan bir fısıltı duyuldu.
“Bu yöntem biraz demode kalmadı mı sence?”
Ani bir refleksle dönüp silahımı çektim.
Karşımda Demir Vardar duruyordu.
Takım elbisesi yoktu, siyah taktik pantolon ve uzun kollu bir tişört giymişti. Gözleri uyanık, tavrı sakindi. Onunda elinde bir adet susturucu tabanca vardı ama aşağı duruyordu bana doğrultmamıştı.
“Siz... buradasınız.” dedim, silahımı onu görmenin şaşkınlığı ile indirirken.
“Evet. Tuhaf değil mi? Aynı gece, aynı adamın ofisinde...” demişti ellerini iki yana açıp kapayarak.
Masaya doğru yürüdü, göz ucuyla kopyaladığım verileri gördü.
“Leyla Tuncel ,sahte bir isim. Sende başka bir şey var. Tahmin etmiştim.”dedi.
Sustum.
Demir hafifçe başını eğdi. “Ama bende de öyle.”
O an hiçbir şey söylemeden dosyayı birlikte taradık.
Veriler, Onedirect’in sadece Balkanlar’daki değil, Türkiye’deki bazı devlet kademeleriyle de gizli ilişkileri olduğunu ortaya koyuyordu. Kod isimler, ödemeler, silah anlaşmaları…
Demir ciddiyetle konuştu:
“Bu bilgiyle çıkarsan hedef olursun. Onlar seni fark ettiğinde, ben artık yanında olmayabilirim.”
Bir anlık sessizlikte göz göze geldik. Bu sızıntı sadece bir görev değil, bir kırılma anıydı.
Benim için görev önemliydi. Onun için ise... belki daha fazlası.
'02:28 | Vardar Palace Otel, 7. Kat – Diplomatik Ofis'
Cihaz hâlâ veri kopyalıyordu. Dosyalar %83’teydi. İçerideki sessizlik, gecenin keskinliğiyle birleşince duyularım daha da açılmıştı. Ama bir saniye sonra kapıdaki dijital kilit sesi her şeyi bozdu.
“clik...”
Demir bir anda silahını çıkardı.
“Siper al!” diye fısıldadı.
Ben, masanın altına çekilirken o kapıya yöneldi.
İki adam içeri daldı. Susturuculu silahlarla doğrudan ateş açtılar. Demir onları durdurmak için kör edici flaş kullandı.
Biri yere yığıldı. Diğeri hızla geri çekildi. Ama artık açık hedef olmuştuk.
“Selvi, veri cihazını al. Çıkıyoruz!” dedi.
Adımı söylemesiyle irkildim.
“Ne dedin sen?”
Demir bana dönmeden konuştu:
“Selvi Kara. Emniyet teşkilatına bağlı, yeni istihbarat birimi personeli. Üç haftadır seni takip ediyorum. Görevin başarıyla ilerledi. Şimdi ise seni sağ çıkarmakla yükümlüyüm.”
İlk anda hem şaşırdım hem içimden küçük bir öfke dalgası geçti.
“Beni gözetim altında tuttular yani?”
Demir gözlerimin içine baktı.
“Hayır. Seni korudum. Ama her şeyi tek başına halledeceğini düşünecek kadar gururluydun.”
Cevap veremedim. O an silah sesleri yeniden yankılandı.
Koridordan bir ekip daha geliyordu.
Demir kolumdan tuttu.
“Arka yangın merdiveninden iniyoruz. Hadi Selvi!”
Koşarak dar bir geçitten geçtik. Merdiven boşluğu karanlıktı ama ayak sesleri yakındı. Demir önden indi, ben arkasındaydım. Bir kat aşağıda önümüzü kesen biri çıkınca Demir tek hamlede adamı etkisiz hale getirdi.
“Bunlar Onedirect’in özel korumaları. Diplomat kisvesinde paralı asker.”
02:43 | Otelden çıkış
Dışarı çıktığımızda hava hâlâ ağırdı ama sokağın köşesinde siyah bir araç bekliyordu. Demir bagajdan bir başka çanta aldı, araca atlamamızı işaret etti.
Arabaya binerken hala nefesim düzensizdi. Elimdeki USB sürücüye bakıp mırıldandım:
“Bunun içinde sadece bilgi yok. Bizi öldürecek nedenler de var.”
Demir koltuğa yaslandı.
“Evet. Ama o nedenler bazen iki kişiyi de aynı çizgiye getirir.”
Bir an duraksadım, ona döndüm:
“Sen neden buradaydın, gerçekten?”
Demir gözlerini yoldan ayırmadan cevapladı:
“Çünkü bu görev sadece Onedirect’i durdurmakla ilgili değil. Aynı zamanda seni hayatta tutmakla da ilgili. Bu görev sensiz başarılı sayılmazdı.”