16. Bölüm "Ara Verelim"

1056 Words
Gözlerim yeni güne geç saatlerde açıldığında doğrulup yataktan kalktım. Evin içi sessizdi; bu, Demir’in çoktan gitmiş olduğunu gösteriyordu. Banyoda rutin işlerimi hallettikten sonra mutfağa geçtim. Kahvaltı hazırlamak üzere buzdolabının kapağına uzandığım anda, üzerine yapıştırılmış küçük bir nota gözüm takıldı. “Aklında benimle ilgili soru işaretleri olduğunu biliyorum. Kırgınlığını da anlıyorum. Sana her şeyi açıkça anlatacağım. Beni bekle, Selvi. — D.” Demir bazen böyle şeyler yapardı. Kavga ettiğimizde ya da küstüğümüzde, kendini ifade etmenin bir yolunu mutlaka bulurdu. Ama kırgınlığım ve gururum, onunla aynı çatı altında kalmaya devam etme fikrini artık reddediyordu. Sanki bizim kurduğumuz bir aile, bir yuva hiç var olmamış gibiydi. Madem yaptığımız iş, görevler ailemizi bu kadar parçalıyor, o halde evli kalmamızın ne anlamı vardı? Ben soğukkanlı bir kadındım, öyle bilirdim kendimi… Ama Demir’e âşık oldum; duygularım yumuşadı, ısındı. Tek istediğim, geçmişin yüklerinden arınmış, huzurlu bir yuva kurmaktı. Ama geçmişim peşimi bırakmadı. Belki Demir bambaşka, daha sakin bir iş yapıyor olsaydı, her şey bu kadar zor olmayacaktı. Ve ilk defa, bir yılın sonunda, aşk sandığım bu yuvayı terk etme isteğim ağır bastı. Elbette Demir’in kendince gerekçeleri vardı, ama ben artık onları dinleyip hak verecek bir ruh hâlinde değildim. Tüm eşyalarımı toplayıp valizlere yerleştirdim. Valizleri alıp dışarı çıktığımda, bagajı açtığım sırada köşedeki bir araca gözüm takıldı. İçinde iki genç vardı; biri telefonla konuşurken beni izliyordu. Demir’in işi olduğunu anlamak zor değildi. Beni takip ettirip güvenliğimden emin olmak istiyordu. Ve biliyordum, birazdan yaptığım bu hareketten haberdar olup beni arayacaktı. Nitekim telefonum çalmaya başladı. Bagajı sertçe kapatıp arayan Demir’e cevap verdim. “Ne var Demir?” Sesim tahammülsüzdü. “Bu nasıl telefon açma şekli, Selvi? Ben senin kocanım! Üstelik… evi terk etmek de ne demek?” “Bu şekilde açtığım için kusura bakma Demir,” dedim, yorgun ve kırgın bir tonla. “Son birkaç aydır yaşadıklarım yüzünden tahammülsüzleştim. Evi terk etme konusuna gelince… Biraz ayrı kalsak iyi olacak diye düşünüyorum.” “Saçmalama! Konuşarak çözebileceğimiz şeyler için beni terk mi edeceksin?” “Demir… Bir süre ayrı kalmamız iyi olacak. Seni terk ettiğimi söylemedim. Sadece… her şey üstüme geliyor. Lütfen zorluk çıkarma, biraz ara verelim, olur mu?” Sözlerim boğazımda düğümlendi, gözlerim doldu. Demir’in sesi incinmişti: “Ne yapmaya çalışıyorsun, inan anlamıyorum. Madem benden ayrı kalmak iyi gelecek sana… O zaman ne istiyorsan onu yap, Selvi!” Ve cevap vermemi bile beklemeden telefonu yüzüme kapattı. Valizlerimi bagaja yerleştirip kapağını kapattıktan sonra, küçük el çantamı almak için tekrar eve döndüm. Yatak odamıza girdiğimde, başucundaki komodinin üzerinde duran bir fotoğraf gözlerime takıldı. Demir’in beni kucağına alıp kahkahalarla güldüğümüz o ana ait kare… Yüzümde buruk bir tebessüm belirirken gözlerim doldu. İçimden sessizce fısıldadım: “Belki Demir… başka işlerle meşgul olsaydık, hiçbir şey bilmeden, anlamadan, sıradan bir hayat yaşasaydık… Böyle olmayacaktı.” Her yerde fotoğraflarımız, anılarımız vardı… Ama ortada bir aile yoktu işte. Artık kararımı verdiğimi hissettiğimde yatak odasından çıktım. Gözüm mutfağa takıldı. Demir mutfak konusunda her zaman beceriksizdi. Döndüğünde muhtemelen aç olacaktı. En azından karnını doyurabileceği birkaç şey hazırlamalıydım. Sessizce mutfağa geçtim. Farklı yemekler pişirip hepsini saklama kaplarına koyarak buzdolabına yerleştirdim. Ardından küçük el çantamı aldım ve kendimi dışarıya attım. Kapıyı kilitleyip arabaya geçtiğimde, kontağı çalıştırmadan önce annemi arayıp dağ evinin müsait olup olmadığını sordum. Annemden onay gelince, arabayı çalıştırıp tekerlekleri o yöne çevirdim. O ev, babamın ben daha küçükken inşa ettirdiği, ahşap dokusuyla huzur veren, sadece kısa tatillerde gidip kaldığımız iki katlı dağ evi… Telefonda anneme, biraz yalnız kalmak ve dinlenmek istediğimi, Demir’le aramızın da iyi olmadığını söyledim. Bunu duyunca bana gelmem için ısrar etmedi. Sadece sessizce, anlayan bir ses tonuyla “Tamam kızım,” dedi. *** Etraftaki evlerin her birine yürüyerek ulaşmak on dakikayı bulurdu. Dağ evimizin çevresi, eşsiz ağaçlıklar ve yeşilliklerle kaplı, insana derin bir huzur veren manzaralar sunuyordu. Eşyalarımı, odamın ahşap kokulu dolabına yerleştirdim. Yoldayken ufak tefek alışverişler yaptığım için mutfağı da düzenledim. Ardından karnımı doyurmak üzere soslu bir makarna hazırladım. Yemeğimi bitirip bulaşıkları makinaya dizdikten sonra, kendime acı bir kahve yapıp terasa çıktım. Etraf sakindi, huzurlu ve sessizdi. Uzakta ışıl ışıl bir manzara parlıyordu, gözlerimi oraya çevirdiğimde içimde bir anlığına tarifsiz bir hayranlık hissettim. Akşamın serinliği üzerime çökmeye başlayınca ince bir hırka aldım. Karşıdaki evlerin bazı ışıkları yanıyor, bazılarınınsa tamamen karanlık oluşu ayrı bir yalnızlık hissi veriyordu. Kahvemi huzurla yudumlarken, telefonumun aniden çalması sessizliğin içinden beni irkiltti. Elime alıp ekrana baktığımda, içimde bir anlığına Demir’in aradığını umdum. Ama arayan Cemal Başkan’dı. Dürüst olmak gerekirse, Demir’in adını görmeyi daha çok isterdim. Fakat o, inatçılığından asla ödün vermeyen, burnu yere düşse eğilip almayacak kadar gururlu bir adamdı. Sıkıntılı bir nefes alıp cevap verdim. Cemal Başkan önce halimi hatrımı sordu, hafızamın yerine geldiğini duyunca sevindiğini söyledi. Sonra söze girdi: “Selvi, yeni bir görev var…” Onu hemen yarıda kestim. “Başkanım… Ben artık istihbaratta yer almak istemiyorum.” Şaşkın bir sessizlik oldu, ardından, “Selvi, mesleğini sevdiğini sanıyordum,” dedi. “Cemal Başkanım, mesleğimi hâlâ çok seviyorum. Ama bir süre… hatta uzun bir süre istihbaratta olmak istemiyorum. Sadece… ailevi problemlerim var. Demir’le aramız iyi değil. Üstelik henüz ağır bir görevden çıktım. Bir yenisini kaldırabilecek mentalde değilim,” dedim, sesim titrek bir kararlılıkla. “Peki… ne yapmak istiyorsun Selvi?” diye sordu, sesi merakla karışık bir tonda. “Üst mercilerle görüştüm. Yirmi günlük izin aldım. Sonrasında karakolda masa başı polis memuru olarak devam edeceğim. Daha iyi olacağını umuyorum,” dedim. Sesi bir anda buruklaştı. “Hakkında hayırlısı olsun… Ama bilmelisin ki kocan hâlâ istihbaratta,” dedi, sanki beni vazgeçirmeye çalışır gibi. Umursamaz görünmeye çalışarak cevap verdim: “Bu onun tercihi Başkanım. Ama ben artık yer almak istemiyorum. Eğer bir gün fikrim değişirse sizinle irtibata geçerim, merak etmeyin.” “Peki Selvi… nasıl istersen. Kendine çok iyi bak. Umarım verdiğin kararlar seni pişman etmez,” dedi ve telefonu kapattı. Ekrana bir süre bakakaldım. Sonra derin bir nefes verdim, içimde biriken sıkıntı, kahvenin acılığıyla birleşip boğazıma düğümlendi. Elimi kahve fincanına uzattım, içindeki son yudumu aldım. Acı tadı dilime yayılırken, gözlerimden istemsiz bir damla süzüldü. Hızla silip ayağa kalktım. Kendime acımak istemiyordum. Böyle gecelerde güçlü kalmak zorundaydım. Evin içine geri döndüğümde ahşap duvarların verdiği huzurla biraz olsun rahatladım. Üst kata çıktım, çocukken kaldığım odama göz gezdirdim. Her köşesinde anılar vardı. Rafların bir köşesinde yıllar öncesinden kalma kitaplar, bir çekmecede küçük bir saç tokusu… Zaman durmuş gibiydi burada. Pencereyi açıp içeri dolan serin dağ havasını içime çektim. O an kendi kendime söz verdim: “Bir süre burada kalacağım. Kafamı toplayacağım. Kim olduğumu, ne istediğimi, Demir’le ne yapmam gerektiğini burada düşüneceğim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD