14. Bölüm "Merak"

1067 Words
Selvi Kara Adımın Selvi olduğunu biliyordum artık. Kimliğim, ehliyetim, kartlarım… Geçmişte çekilmiş onlarca fotoğrafım Demir’in bana tek tek gösterdiği şeylerdi. Hepsini büyük bir itinayla önüme seriyor, yumuşak bir ses tonuyla anlatıyordu. Neler yaşamıştım da hafızamı kaybetmiştim? Bu sorunun cevabını hatırlamıyordum. Ama Demir, güvenilir bir doktor eşliğinde terapilere başlamamı sağlamıştı bile. Koca üç ay geçti… Hâlâ tek bir anı bile geri gelmemişti. Demir, bana eski bir istihbaratçı olduğumu söylüyor, görevlerimi anlatıyordu. Öyle hikâyeler dinliyordum ki kendimi aksiyon dolu bir filmin başrolünde hissediyordum. Bunca zorlu görevi tek başıma üstlenmiş olduğuma inanamıyordum. Sabah işe gitmesi gerektiğinde, her zamanki gibi aklı bende kalarak çıktı evden. Evde yalnız kalacaktım. Onunla bazen ufak yakınlaşmalarımız oluyordu ama bir şeyleri hatırlayamadığım için ilk uzaklaşan hep ben oluyordum. Sonuçta bir evin içinde iki ev arkadaşı gibi yaşıyorduk. Annem ve babam olduğunu öğrendiğim o insanlar… Bıkmadan her gün ya uğruyor ya da telefon açıp konuşuyorlardı. Ama hafızamda hâlâ kocaman bir boşluk vardı. Annem diye bildiğim kadın bana çocukluk, bebeklik, ergenlik ve mezuniyet fotoğraflarımı gösteriyor, bir şeyler hatırlamamı umut ediyordu. Aldığı tek karşılık ise benden gelen o boş bakışlardı. Gösterilen videolarda, fotoğraflarda tek tanıdığım şey kendi yüzümdü… O anları hatırlamıyordum. Onların bende uyandırdığı hiçbir duyguyu hissedemiyordum. Bu kadar çaba gösterilmeye rağmen hafızamda en ufak bir ışık yanmaması, vicdanımı kemiriyordu. O yüzden yalnız kaldığımda hep aynı videoları, aynı fotoğrafları defalarca açıp izliyordum. Demir yine işe gitmişti. Evde yalnızdım. Geçmişten kalan o fotoğrafları önüme döktüm. Sehpanın üzerine dizdiğim karelere bakarken, laptopu açıp düğünümüz, kınamız ve başka anlarımızın olduğu videoları izlemeye başladım. İlk başlarda yine hiçbir şey hissetmeden baktım. Tıpkı daha önce defalarca yaptığım gibi… Ama sonra, gözüm bir ayrıntıya takıldı. Sarı saçlı, kahverengi gözlü durgun bir adam düğün videosunda kadraja girmişti. O an başıma keskin bir ağrı girdi. Gözlerimin önünde anlık görüntüler, silik cümleler çakmaya başladı. Bir ses yankılandı zihnimde: “Mete…” “Görev…” “Demir bilmeyecek…” Elim titredi. Gözlerimi videodan ayıramadım. Kimdi bu adam? Hangi görevden bahsediyordu? Ve neden Demir bilmeyecekti? Elim başıma gitti; sanki ağrıyı dindirecekmişim gibi şakaklarıma bastırdım. Tam o sırada kapı çalmaya başladı. Baş ağrım hafifler hafiflemez, ısrarla çalan kapıyı açmak için yavaşça ayağa kalktım. Kapı kolunu çevirdiğimde, karşımdaki kadının annem olduğu söylenmişti. Annem… Sare. Hiç beklemeden bana sarıldı. Karşılık verip vermediğimi umursamadan yanağımdan öpüp titrek bir sesle, “Biraz daha açmasaydın… Aklımı kaybedecektim. Kızım sana bir şey oldu diye korktum,” dedi ve içeriye adım attı. Kapıyı kapatıp peşinden salona geçtim. Sehpanın üzerindeki fotoğraflar hâlâ dağınık bir şekilde duruyordu. Laptopta ise biraz önce duraklattığım video açık kalmıştı. Sare annenin bakışları önce fotoğraflara, sonra ekrana takıldı. İç çekerek bana döndü. “Ahh canım kızım… Demek kimse olmadığında, belki bir şeyler hatırlarım diye böyle şeylere bakıyorsun… Ama ben inanıyorum Selvi’m. Sen yakında her şeyi… hepimizi hatırlayacaksın, yavrum,” dedi. Aklımı kemiren o adamı sormak için Sare annenin gözlerinin tam içine baktım. “Aslında… sen gelmeden önce bir şeyler hatırlar gibi oldum…” dedim. Gözleri bir anda parladı, yüzünde umut dolu bir ifade belirdi. “Ne diyorsun yavrum? Çok mutlu oldum! Bu iyiye işaret. Demek aldığın tedavi, terapiler işe yarıyor,” dedi ve sevincini saklayamayıp gelip bana sarıldı. “Söyle bakalım, ne hatırladın benim güzel kızım?” diye sordu, merak ve heyecan birbirine karışmış sesinde. “Ben… düğün videosunu izlerken bir adam gördüm,” dedim. Elimi uzatıp laptopu aldım, videoyu geriye sardım ve o sarışın adamın yüzünün netleştiği karede durdurdum. Sare anne de benim gibi dikkatle ekrana eğildi. “İşte bu adam,” dedim parmağımla işaret ederek. “Bu adamı görünce… bir şeyler yarım yamalak zihnime gelip gitti. Siz bu adamı tanıyor musunuz?” Sare anne gözlerini ekrana dikti, bir süre inceledi. “Kızım… bu adam galiba… yanlış hatırlamıyorsam istihbarattan bir arkadaşınız falan olmalı. Adı… adı… Mete! Hah! Adı Mete’ydi,” dedi. Tam o anda, içimde bir şey yankılandı. Mete. Ekrandaki adamın ismi, kafamın içinde kalan o uğultulu sesle örtüştü. Mete… Görev… Demir bilmeyecek… Bu adam… belki de hafızamın karanlıkta kalan parçalarını yerine oturtabilecek, belki de yaşadıklarımı bana bir bir anlatabilecek tek kişiydi. Onu bulmalıydım. Ama aklımın bir köşesinde hep Demir vardı. Neler yaşadığımı defalarca sormama rağmen bana hiçbir zaman net bir cevap vermemişti. Acaba bu adamı sorduğumda da yine aynı şekilde geçiştirir miydi? İçimde güçlü bir his, Demir’in başıma neler geldiğini bildiğini ama benden sakladığını fısıldıyordu. Peki… neden? O an zihnimde tek bir düşünce dönüp duruyordu: Mete’yi bulmak. Demir, aklımdaki sorulara cevap vermeyecekti. Belki de bu yüzden o cevapları başka birinden almam gerekiyordu. Belki… Mete’den. Ama onu nasıl bulacaktım? *** O gece uyumaya çalışırken bile zihnim Mete’nin yüzünden, o kısacık ama ağır yankıdan kopamıyordu. “Mete… Görev… Demir bilmeyecek…” Dönüp durdum yatakta. Demir’in sözleri, suskunluğu, bakışları… hepsi üst üste gelince boğazımda düğümlenen bir his bıraktı. Artık bekleyemezdim. Kendi geçmişimi, kim olduğumu, başıma neler geldiğini öğrenmeliydim. Ertesi sabah Demir erkenden hazırlanırken onu dikkatle izledim. Takım elbisesini giyiyor, saati bileğini kavrarken yüzünde alıştığım o sakin ama derin çizgiler beliriyordu. Yanıma gelip saçımı okşadı. “Ben gidiyorum Selvi. Eğer bir şey olursa hemen ara, tamam mı?” dedi. Başımı salladım. “Tamam…” Ama içimden geçen bambaşkaydı: Evet, seni ararım Demir… ama önce kendi cevabımı bulacağım. Kapı kapanıp da yalnız kaldığımda derin bir nefes aldım. Salona geçip bilgisayarımı önüme çektim. Bir istihbaratçının hayatı hakkında ne kadar bilgi bulunabilir bilmiyordum ama Mete’nin yüzü zihnimde çok netti. Fotoğraflar arasında biraz daha arama yaptım; düğün videosunu yeniden açıp yüzünü yaklaştırdım, ekran görüntüsünü aldım. Mete… İnternette aramaya başladım. Sosyal medya, haber arşivleri, eski görev listeleri… Normal insanlar hakkında iz sürmek belki kolaydı ama istihbaratçılar için? Hayır, bu bambaşka bir şeydi. Yine de vazgeçmedim. Her kelimeyi denedim: Mete istihbarat, Mete ajan, Mete kayıp görev… Bir süre sonra bir sayfada eski bir haber gözüme çarptı. Tarihi çok eski değildi, üstelik başlığı beni irkiltmişti: “Balkan Operasyonu’nda Kayıp Olan Milli İstihbarat Görevlisi: Mete A.” Tıklamaya elim titreyerek uzandı. Haberin detaylarına indiğimde nefesim hızlanmıştı. Orada Mete’nin genç bir fotoğrafı vardı, kahverengi gözleri ve sarı saçlarıyla aynı adam… Haber, birkaç yıl önceki gizli bir operasyon sırasında Mete’nin izinin kaybolduğunu söylüyordu. Resmi olarak “görevde kayıp” statüsünde görünüyordu. Kalbim küt küt atıyordu. Demek Mete sadece geçmişimdeki biri değil… bir sırra karışmıştı. “Demir bilmeyecek…” Mete’nin o yankısı zihnime bir kez daha düştü. Peki… Demir zaten biliyor muydu? Ve eğer biliyorsa, neden susuyordu? Ekranı kapattım, fotoğrafı telefonuma kaydettim. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Artık bir plan yapmalıydım. Demir’in bilip bilmediğini öğrenmek için ona doğrudan sormak mı, yoksa önce Mete’nin izini kendim mi sürmek? Bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı: Bu işin peşini bırakmayacaktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD