17. Bölüm "Ayrılmak İstiyorum"

1371 Words
Üç gündür dağ evindeydim… Kafamı toparlamak, biraz nefes almak istiyordum. Demir bu üç gün içinde yalnızca üç kez aramıştı. O aramalardan da sadece birine cevap verebilmiştim. Sorduğu tek şey, iyi olup olmadığım olmuştu. Oysa nerede olduğumu, ne yaptığımı adım gibi bildiğine emindim. Ama ne geliyordu ne de arıyordu. Ben de diretmiyordum zaten… En son görevimiz ilişkimizin altını oymuş, en çok da beni yıpratmıştı. Polislik, çocukluk hayalimdi. İstihbarata çağrıldığım gün hissettiğim o gururu, o sevinci hâlâ hatırlıyorum. Ama o yolda Demir’in karşıma çıkacağını, onunla evleneceğimi, yürüttüğümüz gizli görevlerin içimde böylesi derin yaralar açacağını asla tahmin etmezdim. Görev bana, duygularımı her zaman ikinci plana atmam gerektiğini öğretti. En profesyonel dövüş sanatlarını bilsem de, kendimi koruyabilecek gücüm olduğunu bilsem de, ben sadece bir polis değildim… Sadece bir istihbaratçı da değildim… Ben bir kadındım. Ve çoğu zaman belli etmesem de duygusaldım. İşkence gördüğüm o günleri hatırlıyorum… Aşık olduğum adam, kocam, Demir… Her şeyi soğukkanlılıkla yöneten, benden daha donanımlı olan o adam, bana yaşatılanları sadece izledi. Görev gereği olduğunu bilsem de bu durumu hâlâ hazmedemiyorum. Üstelik bunca zaman geçmesine rağmen bana tatmin edici bir açıklama yapmadı. Ona çok kırgınım. Üç gündür düşündüm. Bir karar verdim. Sanırım Demir’den ayrılmak… evet, bu ikimiz için de en doğrusu olacak. İki istihbaratçı bir yuva kurup mutlu olamıyormuş demek ki… Mutfakta bulaşıkları yerleştiriyordum. Kapı çaldı. Elimdeki bardağı bırakıp kapıya yöneldim. Açtığımda karşımda Demir’i görmeyi hiç beklemiyordum. Onu görünce içimde bir anlığına bir heyecan çiçek açtı… Ama yüzündeki ifadesizlik o çiçekleri anında soldurdu. “Demir?” dedim, şaşkınlıkla, neden geldiğini sorgular gibi. Hiçbir şey söylemeden içeri girip kapıyı kapattı. Etrafa kısa bir bakış attı, sonra bana dönüp, “Annemle babam İngiltere’den geldi. Bu akşam bizimle bir araya gelip yemek yemek istiyorlar dışarıda,Hazırlan, çıkalım.” dedi. Sanki benim isteyip istemediğimi zerre umursamadan… İçimde bir şey kırıldı. “Demir… sen neden bu kadar değiştin, anlamıyorum.” dedim, gözlerinin içine bakarak, beni anlamasını umarak. “Ne diyorsun Selvi? Hazırlan da çıkalım artık.” dedi ve kendini salondaki koltuğa bıraktı. “Demir! Bana sormadan, gelmek isteyip istemediğimi umursamadan hazırlan diyorsun. Farkında mısın bilmiyorum ama evliliğimiz sallantıda… Sen bu tavırlarınla beni daha da zorluyorsun!” Birden doğruldu. “Ne istiyorsun Selvi? Daha ne yapmamı istiyorsun? Beni terk edip üç gündür buradasın… Üstelik neden? Aynı işi yapıyoruz ama sen beni bir türlü anlamıyorsun!” “Senden hiçbir şey istemiyorum!” dedim, sesim titreyerek. “Benim duygularımı, hislerimi umursamadığın için kırgınım. Bana işkence ettiklerinde, senin her şeye dair bir B planın varken sadece oturup izlemene kırgınım. Hafızamı kaybettim Demir! Adımı bile unuttum… Annemi, babamı, geçmişimi, seni unuttum! Ama sen ne yaptın? Sadece seyrettin. İstediğini söyle ama sen beni yabana attın. Görevde olduğunu bilmeme rağmen bunu sindiremiyorum! Hâlâ sindiremiyorum!” Sözlerim odaya bir kurşun gibi düştü. Bir an sessizlik oldu… sadece nefes alışlarımız duyuluyordu. Demir’in bakışları sertleşti, çenesindeki kaslar gerildi. Ama yine de ağzından tek kelime çıkmadı. Benim gözlerimse çoktan dolmuştu. İçimde tuttuğum onca şey, üç gündür bastırdığım bütün hislerim bir anda yüzüme vurmuştu. “Biliyor musun Demir,” dedim titreyen bir sesle, “ben seni hayatımın en güvenilir yeri sandım. Ne olursa olsun arkamda duracağını, beni kimsenin incitmesine izin vermeyeceğini düşündüm. Ama o gün… o lanet gün… ben orada yalnızdım. Yalnız olduğumu iliklerime kadar hissettim.” Demir başını iki yana sallayıp ellerini saçlarına daldırdı. “Selvi… o görevde sana müdahale etseydim hepsi çöpe gidecekti. Seni kurtarmak için bile olsa, sana gelebilmem için daha fazla kan dökülmesi gerekecekti. Sen… sen benim hayatımın en büyük hassasiyetisin. Ve ben, seni korumak için bazen hiçbir şey yapmamam gerektiğini öğrenmek zorunda kaldım.” Bu sözler beni daha da yaraladı. Gözlerimden yaşlar süzüldü, boğazım düğümlendi. “Beni korumak mı? Ben o işkenceleri çekerken senin tek bir adım atamayışın mı korumaktı? Hatırlamıyor musun, sana orada defalarca bakmıştım… gözlerimde senden yardım dilenmiştim…” Demir bir adım attı bana doğru, sanki elini uzatacak gibiydi ama vazgeçti. Gözlerinde o alışık olduğum sertlik yoktu artık, çaresizlik vardı. “Her şeyin biteceğini, seni çıkaracağımı biliyordum… ama planı bozamazdım. O an… sadece o an için seni kaybetmeye razı olamazdım. Görevi batırırsam seni sonsuza dek kaybederdim.” “Zaten kaybettin Demir…” dedim yutkunarak, gözyaşlarımı silmeden. “Benim için her şeyden önce sendin… artık öyle değil. Artık senin planlarının, senin soğukkanlılığının, senin kurallarının bir parçası olmak istemiyorum.” Demir’in yüzü buruştu, gözlerindeki bakış aniden değişti; sanki dizlerinin bağı çözülmüş gibi bir adım geri çekildi. “Beni bırakacaksın yani?” dedi fısıltı gibi bir sesle. “Evet…” dedim gözlerimi ondan ayırmadan. “Beni sen bıraktın zaten… o gün, o odada.” O an salonda ağır bir sessizlik oldu. Demir’in nefesi kesilmiş gibiydi. Başını eğdi, yumruklarını sıktı, dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra yavaşça kapıya yöneldi. Kapının önünde durup bana dönmeden, kısık bir sesle, “Benimle gelmeyecek misin?” dedi. Gözlerim dolu dolu ona bakarken kısık bir sesle, “Bu gece geleceğim…” dedim, “ama şunu bil ki bu ilişkiyi bu geceden sonra daha fazla sürdüremeyeceğim.” Sözlerim Demir’i çivilemiş gibi oldu. Kaşları çatıldı, gözleri bir anda doldu ve kızardı. Büyük adımlarla yanıma geldi; hiçbir şey söylemeden dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Öpüşü öyleydi ki, sanki her dokunuşu “affet” diyordu… ama kelimeler ağzından çıkmıyordu. Ayrıldığında alnını alnıma yasladı, nefesi nefesime karıştı. “Benden gerçekten ayrılacak mısın?” diye fısıldadı kırık bir sesle. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken yeniden dudaklarımı öptü. Ayrıldığımızda ona bakıp titreyen bir sesle, “Yapmak zorundayım Demir… Bu evlilik değil, bu yuva değil. Biz birlikte sade ve huzurlu bir hayatımız olsun diye söz vermedik mi? Vatanımız için canımızı hiçe saydık… ama bu uğurda evliliğimizi, ilişkimizi yarı yolda bıraktık.” dedim. Demir gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. “Selvi… senden ayrılamam. Biliyorsun…” dedi kısık bir sesle. “Demir…” dedim, gözlerimi yere indirerek, “Araya bir defa bile böyle kırgınlık girdiyse… devam edemez.” “Sana aşığım!” dedi birden, sesi çatlayarak. “Sen bana aşıksın… Olmaz Selvi, olamaz!” Sustuğumu, ona bir cevap veremediğimi görünce bir adım geri attı. Gözlerinde biriken yaşları saklamak ister gibi başını çevirip derin bir nefes aldı. “Sen sanıyor musun,” dedi sesi titreyerek, “senin canın o işkencelerde yanarken benim içim serin ve duygusuzdu? Hayır! İçim paramparça oldu, Selvi! Ama o an… timdeki herkes görevdeydi. Tek bir yanlış hareketimde… hem seni, hem de diğer silah arkadaşlarımı kaybedebilirdim. Anla beni… ne olur anla…” Demir’in sesi çatallandı, gözlerindeki o tanıdık hüzün içime işledi. Ama kalbim paramparçaydı, hâlâ sızlıyordu. Ellerim titredi, kollarımı birbirime sardım, içimde yükselen fırtınayı bastırmak istercesine. “Demir…” dedim usulca, “Biliyorum… seni tanıyorum. Görevin ne kadar ağır olduğunu da biliyorum. Ama ben… artık taşıyamıyorum bu yükü. Her defasında güçlü olmak zorundaymışım gibi hissediyorum. Sanki bir kadın değilim de… bir makineyim.” Demir hızla yanıma geldi, omuzlarıma dokundu, gözlerinin içi ateş gibi yanıyordu. “Sen benim her şeyimsin, Selvi. Makine falan değilsin… Ben seni kadın olduğun için, o kırılgan yanını sakladığın için, her şeye rağmen dimdik durduğun için sevdim! Ama o gün…” Sesini yuttu, başını eğdi, elleri titriyordu. “O gün seni izlerken içimden parçalar koptu. Keşke sana sarılabilseydim, keşke seni çekip alabilseydim. Ama… bir planım vardı ve sen… sen hayatta kalabildin çünkü ben hiçbir şey yapmadım.” Bu sözleri duyunca gözyaşlarım hızlandı. “Beni korumak için mi?” dedim, hıçkırığımı bastırarak. “Evet…” dedi ve gözlerime baktı. “Sana hiçbir şey yapmadığımı düşündüğün her saniye… ben kendi içimde ölüyordum. Ama seni kaybedemezdim, Selvi. Hiç kimseyi değil… seni asla…” O an… kalbim bir anlığına durdu sanki. O kadar kırgındım ki, onu affetmek istemiyordum; ama gözlerindeki o yalvarış, ellerinin omuzlarımda titreyen sıcaklığı… içimde duvarlarımı çatlatmaya başladı. Başımı salladım, gözlerimden akan yaşları silerken, “Bilmiyorum Demir…” dedim kısık bir sesle, “Bilmiyorum affedebilir miyim. Ama bildiğim bir şey var… bu böyle devam edemez. Biz birbirimizi tüketiyoruz.” Demir’in elleri omuzlarımı daha sıkı kavradı, nefesini yanaklarımda hissettim. “O zaman… bırakma beni. Bana bir şans daha ver. Sana söz veriyorum, Selvi… bu sefer seni incitmeyeceğim.” Sessizlik çöktü. Bir yanda kalbim hâlâ paramparça, diğer yanda gözlerindeki o çaresiz yalvarış… Bir adım geri çekildim, omuzlarımı onun ellerinden kurtardım. Gözlerim yerdeydi. “Hazırlanayım…” dedim, sesi zor çıkan bir fısıltıyla, “bu gece için söz verdim. Ama yarın… yarın ne olur bilmiyorum, Demir.” Aramızda acı bir tebessüm gibi bir sessizlik kaldı. Demir gözlerini yere indirdi, dudaklarını ısırdı ve hiçbir şey demeden salondaki koltuğa oturdu. Ben odama yöneldim… her adımımda kalbimden bir parça daha kopuyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD