TERÖRİST

1271 Words
Yaren' in Anlatımıyla... O an o askerin gözleriyle buluştuğumda, içimde bir şey koptu. Sadece yorgun, sadece korkmuş değildim. Bir dehşet vardı içimde. Çünkü ne düşündüğünü görebiliyordum. Beni gördü… ve öldürmek istemedi ama inanmak da istemedi. Gözleri birer buzul gibi bakıyordu, öfkesi tenimi yakacak kadar sıcaktı. Daha tek bir kelime etmeden, kararlı adımlarla üstüme yürüdü. Kaçamadım. Kaçamazdım da zaten. O bana yaklaşırken içimden sadece “Sus… şimdi değil. Gidince anlatırsın. Şimdi değil.” deyip duruyordum. Askerdi o, beni dinlerdi. Beni öylece öldürmezdi. Asker yanıma geldiği gibi saçımdan tuttu. Öyle sertti ki, boynum geriye çekildi, bir an dünyam döndü. Ama yine de bağırmadım. Ses etmedim. Çünkü bir ses çıksaydı… o sesi son sesim sanabilirdim. Burada gürültü çıkarıp ömür boyu o adamın dayağını yemek yerine buradan uzaklaşmayı tercih ettim. Beni elbet bir yere götürecekti soru sormak için. Tamam belki reşit olmadığım için yine amcama teslim etmek isterlerdi ama belki de bana inanırlardı. “Ne yaptın sen?” diye tısladı dişlerinin arasından. “Bizi sen mi sattın ha?!” Sustum. Çünkü hayır demenin hiçbir faydası yoktu. İnanmazdı. Şimdi değil… şimdi değil… sadece kurtul… gözlerinde bunu söyledim. Ama o yalnızca öfkeyi görüyordu. O an ben, şehitlerin kanını üstümde taşıyan bir hedef, bir düşman gibi görünüyordum ona. Onun için siyah ya da beyaz vardı. Ve ben griydim. Griyi affetmezdi. Üstelik sesimi çıkaracak halde de değildim. Beni itekledi. Ayaklarım tutmadı, yere düştüm. Tetikteki timden biri ileri adım attı ama o eliyle durdurdu. “Helikoptere.” dedi. “Bindirin bunu. Ankara ’ya götürülecek. Konuşacak.” Konuşacaktım. Elbet konuşacaktım ama şimdi değil. Sadece gözlerimi kaçırmadan tekrar kalktım. Adım adım helikoptere yürüdüm. O asker gözlerini hiç çekmedi. Gözlerim yandıkça yere indirdim bakışımı. Her adımda ayaklarım titredi, ama yine de yürüdüm. Çünkü yürümek yaşamak demekti. Timin bakışları üzerimdeydi. Sessizlerdi. Belki de ne olduğumu bilmiyorlardı. Hepsi öfkeli bakıyordu. O asker ise hiçbir şeyi umursamıyordu artık. Onun için hala düşmandım. Hepsi için düşmandım ama o bir başka düşmanlık besliyordu bana. Helikoptere binerken arkamdan gelen sesleri duydum. Verdiği emri netti. “Alan yeniden taranacak. Geriye kimse kalmasın.” Son kez başımı çevirdim. O hala bana bakıyordu. Nefretin içinde karışmış bir hayal kırıklığı vardı yüzünde. Ama ben sadece bir şey düşündüm. “Gidince anlatacağım. Her şeyi anlatacağım. Söz. Zaten ne ilgim var ne bilgim. Ama şimdi buradan gitmeliyim. Oralarda belki bir sığınma evi falan. ” ... Askerler etrafta dolandı. Yani iki tanesi ve o komutan olan. Yaklaşık on dakika sonra geldiler. Helikopterin içi dar, gürültülü ve yabancıydı. Kalbim göğsümde çırpınırken oturduğum yerin demiri sırtıma batıyordu. Üzerimdeki kıyafet hala ıslak ve toz içindeydi. Ellerim titriyordu ama fark ettirmemeye çalıştım. Gözlerim yerdeydi, ama onun bana baktığını hissediyordum. Birden, yanıma çömeldi. “Konuş.” dedi. Sesi, içerideki tüm uğultuyu bastırdı. Yorgunlukla değil, öfkeyle konuşuyordu. Bastırılmış değil, taşmak üzere olan bir öfkeyle. Başımı kaldırmadım hemen. Sadece gözlerimi kaçırmadan hafifçe döndüm. “Ne söylememi bekliyorsun?” dedim. Sesim çatallıydı. Korku mu? Evet. Ama içinde başka bir şey daha vardı. Anlatılamayan bir şey. Boğazıma oturan, nefes almamı zorlaştıran, içime sığmayan o karışık histi belki de. “Sen mi haber verdin onlara?” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Dilim damağıma yapışmıştı. Kalbim o an daha da hızlı atmaya başladı. Öyle bir anda, öyle bir soruydu ki... kaçacak yer yoktu. “Ben…” Yutkundum. Bu soru, düşündüğümden daha erken gelmişti. İçimde hep taşıdığım ama hiç kelimeye dökmediğim korkular, helikopterin sesiyle yarışıyor gibiydi. “O sabah çıkarken gördüm seni.” dedi. “ Sonra pusu. Üç şehit.” Her kelimesi içime saplandı. Üzerime gelen bir suçlama değil, bir hüküm gibiydi. Ne savunma yapabiliyordum ne açıklama. “Adını bile bilmiyorum. Ben hiçbir şey yapmadım. ” dedim sessizce. Gözlerime baktı, birkaç saniye sustu. “Bilmen gerekmiyor.” dedi. Kalktı, sırtını döndü. Telsizini açtı, kim bilir hangi raporu veriyordu. Ama ben hala orada, koltuğa yapışmış gibiydim. Ellerim avuçlarımın içinde yumruk olmuş, tırnaklarım derimi delmişti. Midemde taş gibi bir şey büyüyordu. Helikopter havalandığında boğazımdaki düğüm büyümüştü. Gittikçe daha kötü oluyordum.. Daha önce hiç binmemiştim. Asla binmem gerekeceğini de düşünmemiştim zaten. Ama şimdi… gökyüzüne yükselirken midem ağzıma gelmişti. Parmak uçlarım demir koltuğa gömülmüş, gözlerimi kapatsam da içimdeki sarsıntıyı durduramıyordum. Tüm vücudum titriyordu. Sanki sadece gövdeden değil, ruhumdan da kopuyordum. Her iniş çıkışta içim çekiliyor, yerin ayağımın altından kaydığını hissediyordum. Karşımda o vardı. Sertti. Gergindi. Gözlerini kaçırmadan bana bakıyordu. Birden patladı. “Ne yapmaya çalışıyorsun sen ha?” İrkilmemek mümkün değildi. Sesindeki o buz gibi ton, helikopterin uğultusundan daha derindi. “Neden oradaydın? Kime haber verdin? ” Başımı salladım. Konuşmaya çalıştım ama ağzımdan sadece boğuk bir ses çıktı. Derin bir nefes aldım, gözlerimi onun yüzüne diktim. “Ben… hiçbir şey yapmadım.” dedim. İçimdeki korku boğazıma düğüm olmuştu. Titriyordum, sadece soğuktan değil. Bu adamın öfkesinden, bana inanmamasından… yaşadığım o cehennemden. Üstelik susuzdum. Açtım. “Bunu onlar da söylüyor.” dedi. “Hepsi masum. Hiçbiri hiçbir şey yapmadı. Sonra da tim arkadaşlarımın üzerine bomba yağdırdılar.” Sanki her kelimesiyle biraz daha küçülüyordum. Kalbim çarpmaktan vazgeçmişti sanki. Dizlerimi karnıma çekesim geldi. Oradan, o metal kutunun içinden kaybolup gitmek istedim. Yüzüme bakıyordu ama beni görmüyordu. Ben bir düşmandım onun gözünde. Elinde bir silah yoktu ama gözleri silah gibiydi. Vuruyordu. Delip geçiyordu. “Yalvarırım…” Sesim fısıltı gibiydi. “Ben sadece kaçtım. Günlerce saklandım. Ölmemek için. Korktuğum için…” Ama sözlerim ona ulaşmadı. Aramızda bir duvar vardı. İnançsızlıkla örülmüş bir duvar. Telsizinden gelen bir sesle başını çevirdi, sonra dışarı baktı. Artık benimle konuşmuyordu. Sanki yanındaki bir insan değil, bir yükmüşüm gibi yüzünü çevirdi. Yolculuk bitmek bilmedi. Her sarsıntıda içim ezildi. Gözlerim kapalı, parmaklarım koltuğu sıkarken içimden hep aynı cümleyi tekrarladım. “Ben bir şey yapmadım… ben bir şey yapmadım…” Sonunda tekerleklerin yere değdiğini hissettim. Hemen ardından metal kapak açıldı, içeri temiz ama sert bir hava doldu. Güneş gözlerimi kamaştırdı. Birkaç asker hızlıca yaklaştı. Komutan kalktı, tüfeğini sırtladı. Yüzü hala taş gibiydi. Tam ben de kalkacaktım ki aniden kolumdan tuttu. “Yürü.” dedi. Çekiştirdi. Adımımı atamadan peşinden sürüklendim. “Bırak..” demeye kalmadan bir omzumu acıyla çekti. Hızlı adımlarla ilerledi. Onun bacak adımlarına yetişmeye çalışırken ayakkabılarım pistin üzerinde sürtünüp kayıyordu. Yanımıza yaklaşan bir askere döndü. “Canlı bir terörist ele geçirdim.” dedi. Sesi netti, yüksek ve buyurgandı. “Sorgu için götürün.” Bir an başımı çevirdim. Devasa bir askeriye alanına inmiştik. Her yerde üniformalı insanlar, dev araçlar, beton bloklar… Kendimi bir yabancı ülkeye düşmüş gibi hissettim. Bir avlunun ortasında, elleri tutulan biri gibi hissediyordum. Herkes bakıyordu. Ama o komutanın gözünde hala sadece bir tehdit olarak vardım. Sanki her şeyin sorumlusu bendim. Ama ben… gerçekten hiçbir şey yapmamıştım. "Gözlerini bağlayın. Dört dönüyor gözleri. Her şeyi ben mi söyleyeceğim?!" Komutanın sesi sertçe çarptı beton zemine. Yanımızdaki asker tereddütle başını salladı, sonra eline siyah bir bez aldı. Ben o askere döndüm. Gözlerim dolmuştu ama ağlamıyordum. Ağlamayacaktım. Sadece… anlaşılmak istiyordum. “Ben terörist değilim.” dedim. Sözlerim neredeyse fısıltıydı. “Ne olduğunu bile bilmiyorum. Ben sadece kaçtım. ” Asker, yüzüme baktı. O an, onun gözlerinde bir anlık tereddüt gördüm. Belki bir insani kırıntı, belki bir kuşku… Ama burada tereddüt bile ceza gibiydi. Komutan hemen araya girdi. “İnanacak mısın buna? İki damla gözyaşıyla kandıran çok oldu. Sorguda anlarsın gerçeği. Üç şehit verdik bugün. Biri sen de olabilirdin. ” Kolum hala onun elindeydi, bileğim acıyordu ama asıl acı yüreğimdeydi. Bir kelime, bir cümle… beni çöpe atmaya yetiyordu. “Terörist” demesi, bana sonsuz bir suç yüklemişti. Asker bezle gözlerime yaklaştığında geri çekildim ama o beni sertçe yerine itti. “Dur!” dedi. “İstersen sorguda anlatırsın hikayeni. Şimdilik sus! Sesin midemi bulandırıyor. ” Yüzümü sıkıca sardılar. Artık karanlıktaydım. Gözlerim kapanmıştı ama kalbim daha çok görüyordu. Adımlarımı kontrol edemeden sürüklendim. Beton zeminde yankılanan her adım sesi, içeride bir şeyleri daha yıkıyordu. Ben sadece kaçmıştım. Sadece hayatta kalmak istemiştim. Şimdi o hayatta, suçlu koltuğundaydım. Yine de umutluydum. Askerdi onlar. Anlardı beni. Anlardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD