Ayak sesleri uzaklaştı. Kapı sertçe kapandı. Gözlerim, başımın ağırlığını taşıyamıyordu artık. Sarkan bedenimle öylece kaldım bir süre. Ne zaman geçti bilmiyorum. Belki birkaç dakika, belki bir ömür kadar. Ama sonra…
Bir anahtar sesi.
Kapı aralandı.
Ayak sesleri bu sefer daha hafifti. İçeri giren kişi konuşmadı. Önce bir masa bırakıldı yere. Sonra bir tepsi. İçimden geçenleri bastıramadım: Yemek… Su…
Burnuma gelen koku, içimi neredeyse parçalayacaktı. Sıcaktı. Dumanı hala tüten bir tabak vardı orada. Yanında ekmek. Ve… soğuk, buğulu bir bardakta su.
Boğazım öyle kuruydu ki… Tükürüğüm bile çekilmişti sanki. Dudaklarım çatlamış, dilim damağıma yapışmıştı. Bir an her şeyi unuttum. Bedenimden geçen işkenceyi, derimdeki acıyı, zincirin bileklerimi kesmesini… Her şeyi.
Gözlerim sadece o suya odaklandı.
Ve sonra…
Tepsiyi taşıyan asker bir sandalye çekti, oturdu.
Başka biri daha geldi.
Biri beni çözdü, zincirler çözülmedi ama kollarım biraz aşağı indirildi. Başım düşmesin diye ensemi kavradılar.
" Buna yemek vermemizi kim söyledi?"
" Albay' ın emri. "
" Bu kaltak yüzünden benim kardeşim öldü. Bu kadarı ona çok bile. Sonuçta emri yerine getirdik. " dedi biri.
Tam o an…
Bardak dudaklarıma yaklaştı. Nefesim hızlandı. O su… Hayatta kalmak demekti. Direncimin tek umudu. Dayanma nedenim.
Ama…
Bardak geri çekildi.
Yanımdaki adam kısık sesle fısıldadı:
“İçebilmen için söylemen gereken tek şey var. Kamp nerede? Kime haber verdin?”
Gözlerim karardı.
Kelimeler ağzımda eridi.
Yutkundum, ama boğazımdan geçmedi.
Adam suyu döktü.
Tam yüzüme.
Birden başım geriye savruldu. Soğuk su can verdiği kadar, onurumu da kırdı.
Sonra tabağı aldı eline.
Bir kaşık dolusu pilavı ağzına attı.
Çiğnedi.
Gözümün içine bakarak yuttu.
Ve o an anladım.
Bu yemek benim için değildi.
Bu, susmamın cezasının başka bir yüzüydü.
" Çıkalım. Serdar Üsteğmen bizi böyle görürse canımıza okur. Sorguya kimse karışmasın dedi. "
Yanımdan kalktılar. Gittiler. Demek Serdar' dı adı. Tepsi yerinde kaldı.
Ama ellerim bağlıydı.
Dilim, sadece yalayabildiği yere ulaşabiliyordu.
Ekmek… çok yakındı. Ama zincir izin vermiyordu.
Kafamı yere eğip dudağımla yaladım, tabağın kenarına akan birkaç pirinç tanesine ulaşmaya çalıştım.
Yemek değil, hayatta kalma savaşıydı bu.
Gururum ayaklar altında sürünüyordu.
Ama midem buna aldırmıyordu.
Ve su…
Beton zemine dökülen o birkaç damla…
Dilimle yaladım.
Pislik umurunda değildi bedenimin.
Sadece… bir yudum.
İşte böyle başladı yeni işkence biçimi.
Açlık ve susuzluk, yumruktan daha zalim olabiliyormuş.
....
Yazarın Anlatımı...
Albay Tarık Emre ve Serdar ağır adımlarla sorgu odasına girdiler. İçeri adım attıklarında kesif bir sessizlik hakimdi. Odada, zincirlenmiş bir halde duvar dibine çökmüş, beti benzi atmış Yaren vardı. Gözleri açık gibiydi ama bakışları boşluktaydı. Dudakları çatlamış, yanakları çökmüştü. Teni susuzluktan kağıt gibi kurumuştu.
Albay bir an durup Yaren’ e baktı. Gözlerinin içinde belli belirsiz bir titreme oldu. Gençliğin kırılgan haliyle yüz yüze gelmişti. Ama ifadesini hemen toparladı. Sertleşti.
“Sana ne dedim Serdar?” diye sordu, sesi buz gibi.
Serdar bir adım geri çekilmeden dimdik durdu. “Emrinizi harfiyen uyguladım Komutanım. İşkencenin dozunu minimumda tuttum. Hayatta olduğuna göre bunu siz de onaylarsınız.”
Albay kısa bir an sustu. Gözleri hala Yaren’ deydi. Gerçekten, Serdar emre uymamış olsa kız şu an ya hayatta olmaz ya da zihinsel olarak tamamen kapanmış olurdu. Serdar ne kadar acımasız görünse de, acının sınırını bilen bir askerdi. Serdar işkence dozunu oldukça az tutmuştu çünkü o bir sorguya girdiyse iki gün yaşayan kimse olmamıştı.
“Yemeği getiren askerleri bul bana. Bu kız nasıl yiyecek diye düşünmemişler mi?” diye homurdandı Albay, bakışlarını Yaren’ in zincirlenmiş bileklerinden ayırmadan.
Serdar omuz silkerek yanıtladı, “Ben de bilmiyorum Komutanım ama onlara hak veriyorum. Kızın hali malum. Yemek saati. Askerleri aramayalım. Zincirleri ben çözerim. Zıkkımlanır artık.”
Yaren, konuşmaları duyuyordu. Cümleler aralıklı geliyor, bazen parça parça kesiliyordu ama ne konuştuklarını tahmin edebiliyordu. Zihninde yankılanan o tek şey vardı.
“İyi polis, kötü polis mi oynuyorlardı?”
Zincirlerin çözülme sesi kulaklarında çınladı. Serdar, dikkatlice ama sert bir şekilde prangaları çözdü. Yaren yere yığıldı. Kasları o kadar zayıflamıştı ki vücudu kendi ağırlığını bile taşıyamaz olmuştu. Serdar ve Albay odadan çıkarken birbirlerine kısa bir bakış attılar.
Albay Emre, Serdar ’la birlikte odasına yöneldi.
Derin bir iç çekti. “Bence kız masum.” dedi yavaşça.
Serdar hemen karşılık verdi.
“Komutanım, kız masum falan değil. Affınıza sığınarak söylemek isterim ki…”
“Söyle Serdar. Şu an emir komuta zinciri içinde değiliz.”
Serdar tereddüt etmeden konuştu.
“Komutanım... Gözleri Seda kardeşimize benziyor.”
Bu cümle, odada bir anda soğuk rüzgâr gibi esti. Albay 'ın yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Derin bir boşluğa baktı gözleri.
“Yaşasaydı Seda da on yedi yaşında olacaktı.” diye mırıldandı.
Sessizlik uzadı. Bu suskunlukta kaybolmuştu geçmişin gölgeleri. O an Yaren değil, kızı vardı gözlerinde. Seda, bir gün okul yolunda kaçırılmıştı. Ve bir daha ondan uzun süre haber alınamamıştı. Sonra gelen haber ise malumdu. Albay o gün sadece kızını değil, karısını da kaybetmişti. Evlilikleri bu trajediden sonra parçalanmış, hayatı darmadağın olmuştu.
Serdar tekrar konuştu.
“Komutanım siz söylediniz. Bu kız Zeydan ailesinden. Üstelik o Berzan şerefsizinin elinde büyümüş.”
“Belki kaçtı onlardan. Belki bir şeylerden kurtulmaya çalışıyordur. Kız lise öğrencisi. ”
“Ne fark eder? Lise öğrencisi diye göz ardı mı edeceğiz? Ne üniversite mezunları gördük. Örgüte gülerek katılanlar vardı.”
Serdar onun oğlu gibiydi. Ama Yaren' i gördüğü anda masum olmasını istemişti. Onu araştırdı. Ama fazla bilgiye ulaşamadı çünkü Zeydan' ların her işi gizli yapılırdı.
Albay susuyordu. Ama gözlerinde hala bir kıvılcım vardı. Umut değil... Belki, sadece bir keşke...
Zeydan ailesi... Kara listeye alınmış, ismi dahi duyulunca istihbaratın alarm verdiği bir yapıydı. Berzan, sınırın öte yanında silah kaçakçılığı yaparken, büyük oğlu bu ticareti yönetiyor, ortanca oğlu ise bir hukukçu olarak terör örgütü mensuplarını savunuyordu. En küçük oğul? Resmiyette hiç kayıp değildi ama yıllardır adı sanı yoktu. Bu da akla tek ihtimali getiriyordu: Dağa katılmıştı.
Ve bu karmaşanın ortasında büyüyen bir kız... Yaren. Bu aileyle büyümüş bir kızın üç şehit verilen bir yerde görülmesi elbette Serdar' ın aklına tek bir şey getiriyordu. O da Yaren' in en iyi ihtimalle terör örgütüne destek verdiği.
“Üç şehit, bir gazi verdik Serdar.” dedi Albay, gözlerini kapatıp yumruklarını sıkarak. “Timin dağıldı. Ve sen hala ayaktasın. Bu kızdan şüphelenmeni anlıyorum. Ama öfkeyle değil, akılla yaklaşmak zorundayız.”
Serdar gözlerini yere indirdi. “Onlar benim ailemdi Komutanım. Kan kardeşimdi her biri. Onların kanı yerde kalmayacak.”
“Ama yanlış kişiyi cezalandırırsak, onların hatırasına da ihanet ederiz.” dedi Albay yavaşça.
Serdar gözlerini tekrar kaldırdı. İçinde hala kor gibi yanan bir öfke vardı..
" Serdar bekle. Bir süre ara ver sorguya. Köye bir kaç kişi gönderdim. "
" O köyden doğru bilgi çıkmaz Komutanım. "
" Bana itimadın yok mu? Bu kız ile ilgili gerçeği öğreneceğim. O zamana kadar kız hayatta kalsın. "
" Emredersiniz Komutanım. "
" Emir komutada değiliz demiştim. "
" Kızın hayatta kalmasını istiyorsanız emredin Komutanım. Yok sadece rica ediyorsanız yerine getiremeyeceğim için özür dilerim. "
" O zaman emrediyorum Serdar. Kız hayatta kalsın. Sende tim üyelerini seçmeye odaklan. Sana istediğin kişiyi seçme hakkı veriyorum. Kızla ilgili bir kaç güne kesin bilgi alırız. "