PROLOG

1371 Words
Adım Yaren. On yedi yaşındayım. Yazmakla bitmeyecek kadar çok hayalim vardı benim. Bazıları gerçek olacak kadar yakındı, bazıları rüyalarımda bile ulaşamayacağım kadar uzakta. Ama hepsi bendendi. Benim düşlerimdi. Oralara girersek çıkamayız. Çünkü hayaller kırıldığında, geriye sadece keskin cam kırıkları kalıyor. Ve ben, her gece o kırıkların üstünde yalınayak yürür gibi uyuyorum. Şu an kaçıyorum. Kaçmak... Belki de bana doğuştan verilmiş bir yetenek. Genlerimde var. Tıpkı mavi gözlerim gibi. Bu koca köydeki tek mavi gözlü benim. Şırnak sınırları içinde, ama Şırnak' a dağlar kadar uzak, zamanın durduğu bir köyde yaşıyorum. Hikayem Almanya' da başlıyor. Ama ben oraları hiç görmedim. Annemin babası Almanya' ya işçi olarak gitmiş. Orada da boş durur mu? Bulmuş bir Alman fıstık kendine. Resmi nikahı yokmuş o yüzden rahatça evlenmiş. O kadın , anneannem yani iki çocuk doğurmuş. Biri annem. Ama dedem fazla duramamış orada. Bavulunu toplayıp geri dönmüş. Kolu kolunda Alman eş, peşlerinde iki çocuk. Burada onu başka bir eş, başka çocuklar bekliyormuş. Meğer dedem, burada da boş durmamış. Ninem diyince olmuyor gibi geliyor neyse anneannem demeye devam, gelince ne görse beğenirsiniz? Burada var bir eş ve üç çocuk, biri dayımdan küçük. Dedem gelince ziyarete boş durmamış yani. Kabul etmem, edersin dayak kıyamet kabul etmiş gibi yapmış. Ama sonra pırr Almanya. Giderken ardında dayımı, anamı bir de işte benim mavi gözlerimi bırakmış. Annem büyümüş, güzelliği dillere destan olmuş. Köyün en güzel kızı. Ama bu topraklarda güzellik bir armağan değil, lanet olur bazen. İsteyenler dizilmeye başlamış. Ama o gönlünü babama kaptırmış. Öyle seven kolay kavuşursa döverler burada adamı. Elbette önlerine engel çıkmış. Amcam babamdan büyük olduğu için babası olmaz demiş. Sırayla. Ama anam nasıl beklesin sırayı. Verecek babası. Hop o da babama kaçmış. Neyse dayıma da halamı vermişler konu kapanmış. Sonra ben doğmuşum. Babam adımı “Yaren” koymuş. “Ben kaçağa gittiğimde, sana yarenlik eder. İyidir kız çocuğu. Elbet bir gün oğlumuz da olur.” demiş. Dedem hoşnut değil tabii bundan. Ama babam bakmamış babasının lafına. Hayatımın buraya kadarı masal gibi. Ama kader... Babam gitmiş. Kaçak yollarda, bir uçurumun dibinde can vermiş. Ben daha iki yaşındaymışım. Anamın " Bir yar aldı yarimi, Yaren' ine doyamadı. " diye ağladığını hatırlıyorum. Hatırlıyorum çünkü dört yaşına kadar annemle yaşadım. Çok ağladı annem. Küçüklüğümden en net anım anamın gözyaşları olabilir. Sonra beni alıp baba evine dönmüş. Kız torunun kıymeti yok bu topraklarda. O zaman hiç yokmuş. Dedem ses etmemiş beni götürmesine. Ama ancak iki yıl dayanabilmiş. O kadar direnmek mümkün olmuş babasına. Talipleri yine sıraya girince annem evlendi. Adam ister mi hiç beni? İstemez. Ben ortada kalınca da ayıp olmasın diye amcam sahip çıktı bana. Her şeye rağmen hakkını yiyemem. O büyüttü. O okuttu beni. Anamın bana son sözüydü. . " Oku kızım. Oku ki kaderinde söz hakkın olsun. " Anamı o günden sonra bir köydeki bir düğünde bir de babasının cenazesinde gördüm. Kolay değil. Üç çocuğu oldu. Başka bir hayatı var artık. Amcam sahip çıkmış bana. Dört çocuğu vardı zaten. Ben beşinci olmuşum sayılır. Evlatlarından ayırdı diyemem. Ne fazla sevilmişim, ne dışlanmış. Yemeği önümden, sopayı sırtımdan eksik etmemiş. O da bir çeşit ilgi belki. Kendi çocuklarını da döverdi. Yine de dört amcamın diğer üçü biraz da bizimle yaşasın demedi sadece en büyük amcam baktı bana. Ama borç gibi hissettirmişti bana varlığımı. Hep çalıştım, hep koştum. Ne isterse yaptım. Belki bir gün “sen de bizim kızımızsın” der diye… Demedi. Ama ben hayal ettim. Lise son sınıftaydım. Okul yeni başlamıştı. Hedefim büyüktü: şehir dışı bir üniversite, belki tıp… belki psikoloji... Ama hayat öyle bir düğüm attı ki boynuma, ne nefes kaldı içimde ne umut. Amcamın oğlu bir kızı kaçırdı. Kızın ailesi kapıya dayandı. Öfke, tehdit, kan kokusu… Ve sonra karar verildi: Berdel. Amcam, bana dönüp hiç çekinmeden dedi ki. “Yaren de kızım sayılır.” Böylece amcamın kızı yerine kurban edilen ben oldum. O edilsin demiyorum ama bende edilmesem iyi olurdu. Yalan yok önce kaderime boyun eğmeyi düşündüm. O 19 yaşında üstelik okumuyor ben daha 17 yaşımdayım demedim. 13 yıldır amcam sığdırdı beni evine dedim. Sonra öğrendim ki kızın en büyük abisine verecekler beni. Üstelik o adam evliydi. İki kız çocuğu vardı. 36 yaşındaydı. Ben 17. Onun ağzından salyası akarak, beni nasıl süzdüğünü hatırlıyorum. Aklıma geldikçe midem bulanıyor. Hayır. Ben o gün anladım. Ben onların hiçbir zaman kızı olmamışım. Ben onların borç ödeme şekliymişim. İnsandan sayılmadığım bir hayattaydım. İlk gece kaçmayı düşündüm. Sonra “nereye kaçacaksın?” dedim kendime. Sonra dedim ki “Nereye olursa!” Kaçmak bazen yaşamak demektir. İşte o gün karar verdim. Ben bu kaderi kabul etmeyeceğim. Ben o adamın ikinci karısı olmayacağım. Ben bir borç değilim. Ben Yaren ’im. Ve bu yol… Belki de beni öldürecek. Ama en azından kendim için öleceğim. ..... Düğündü, gelinlikti... Hiçbir şey layık görülmedi bana. Hevesimden değil… Zaten öyle beyaz hayallerim olmamıştı hiç. Böyle bir durumda asla. Ama insan… En azından bir hayal kırıklığı yaşamak ister bazen. Benimki o bile değildi. Sanki kapıdan bir fincan şeker istenmiş gibi… “Verin gitsin.” Yüzüme bile bakılmadan, ismim bile anılmadan verilmek istendim. İşte bu ağır geldi. Bir de kuma olmam... Onu anlatmak kolay değil. Bir evin eşiği bile olmamışken, başka bir kadının gölgesine yazıldım. Gelin olmuyorum, sadece giden oluyorum. Ama acı yalnızca benim gönlümde yankılanmadı. O gece… O evde çığlıklar yükseldi. Bir kadının çığlığıydı bu. Yırtıcı, kanlı, korkunç bir acıyla doluydu sesi. Kadın kendini sokağa attı. Gözleri delirmiş gibiydi. Bağırdı, haykırdı. “Ölürüm de kabul etmem! Ya ölürüm, ya öldürürüm o kızı!” Ve bir erkek sesi karşılık verdi. “Öl o zaman! Kart karı! Erkek evlat bile doğurmadın… Zaten çoktan hakkındı bu.” O kadın, 30 yaşındaydı. Ama bu köyde 30 yaşında kadın “kart” sayılır. O adam ise 36’ sındaydı. Ama erkek yaşlanmaz burada. Erkeğin yaşı olmaz, derler. Erkeğin arzusu olur. Kadın da onun kaderi. Kadın mahalle ortasında tekme tokat dövüldü o gece. Saçı yerlerde sürüklendi, bağırdı, hıçkırdı. Ama bir kişi bile araya girmedi. Sanki herkesin ortak suçu gibiydi suskunluk. Ben de gitmedim. Aslında denedim. Ayağa kalktım, adım attım. Ama yengem kolumdan tuttu. “Sen ne yapıyorsun?” dedi. “Zaten sorun sensin.” Doğruydu. Sorun bendim. Benim varlığım, bir kadının canını yakıyordu. Ben konuşsam, suçlu. Konuşmasam, yine suçlu. Sustum. Ama içimde kıyamet koptu. Sabahına hoca gelecekti. İmam nikahı kıyılacaktı. O kadının çığlığı hala kulaklarımdaydı. Sustuğum her saniye içimde başka bir şey ölüyordu. Hoca… O imam... Bütün köyle birlikte o da duymuştu elbette kadının “istemiyorum” çığlığını. Ama sabah olunca, duymamış gibi yapacaktı. Sopayla sindirilmiş bir kadının dudaklarından zorla çıkan “olur” kelimesini rıza sayacaktı. Allah’ tan korkan biri gibi değil, bu köyün düzeninden korkan biri gibi davranacaktı. Yapamazdım. Bu şartlarda olmazdı. Ben bu nikaha “amin” diyemezdim. O gece kendime bir bohça yaptım. Büyük değil… Sadece gerekli olanlar: Biraz ekmek, biraz peynir, bir şişe su… İki iç çamaşırı, bir elbise. Yük edemezdim kendime. Kaçışta lüks olmaz. Yük ne kadar azsa, kaçış o kadar uzun sürer. Tarlada çalışarak alnımın teriyle aldığım iki bileziği taktım koluma. Amcamın kızına alırken bana da aldığı küçük altın küpelerim ve boynumdaki ince zincir… Hepsi bu. Biraz da gizlediğim nakit param vardı. Bütün servetim bunlardı. Bir hayat kurmaya yetmezdi ama bir kurtuluş başlatmaya yeterdi. Öyle umut ediyordum. Herkes uyuduktan sonra, bohçamı pencere aralığından dışarı bıraktım. Kendim sessizce kapıdan süzüldüm. Eğer biri uyanır da bohçayı elimde görseydi, niyetimi anlarlardı. O yüzden sessizlik en büyük yoldaşımdı bu gece. Ay yoktu gökyüzünde, ama yıldızlar şahidimdi. Adımlarımı ağır ağır ahıra çevirdim. Amcamın atı... Hep derdi: “Senin neyine at binmek? ” Ama dinlemeden, gizlice öğrendim ben. Geceleri boş tarlalarda, yavaş yavaş… İşte şimdi o günlerin karşılığını alma vaktiydi. Atı usulca çıkardım. Başını okşadım. Kulağına fısıldadım: “Ne kadar götürebilirsen, o kadar uzaklaştır beni bu cehennemden.” Onunla fazla gidemezdim biliyordum elbette ama şu an hıza ihtiyacım vardı. Bohçamı aldım. Sırtıma bağladım. Ve dağlara sürdüm atı. Arkamdan gelen biri olur mu diye dönüp bakmadım. Çünkü korkarsam kalırdım. Ne kadar hızlı uzaklaşırsam o kadar iyiydi. Buradan araba beklemek salaklıktı. Zaten buralardan geçen olmazdı. Olursa da ya ya tanıdıktı ya da tehlike. Şansıma güvenemezdim. Planım basitti. Birkaç gün dağlarda saklanmak, sonra dağın diğer yüzüne geçmek. Orası farklı köylere, hatta şehre daha yakındı. En azından bize oranla. Ama… Hayat planla ilerlemiyordu. Ve bu yolculuk… Başka sürprizlere gebeydi. Gözüm karanlığa alışırken, içimde bir başka ışık yanıyordu. Kendim olma ışığı. Dağda sadece kaçağa gidenler olur onlardan da saklanırım diyordum. Askerler olacağı aklıma bile gelmemişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD