25

1079 Words
Gordan başını sallayıp hemen harekete geçti. Koridorun biraz ilerisinde sırtüstü yatan bir güvenlik görevlisine yöneldi. Adamın üniforması yırtılmış, karnında büyük bir yırtık açılmıştı ama yüzünde hâlâ tanıdık bir donukluk vardı. Gordan eğildi, yaka cebini araladı. Titreyen parmaklarla plastik kartı çıkardı—personel erişim kartı. Kalkarken gözleri güvenliğin silah kılıfına kaydı. “Bize lazım olabilir,” diye mırıldandı. Tabancayı kılıftan çekti ve şarjörünü kontrol etti. Tıklama. Kurşunlar tamdı. Tek bir eksik bile yoktu. Adam silahını hiç kullanmamıştı… belki de fırsat bile bulamamıştı. Gordan doğrulup kartı Anna’ya gösterdi. “Kart işimizi görür,” dedi, sesi sertti ama içinde belli belirsiz bir rahatlama vardı. Yüzüne soğuk bir kararlılık yerleşmişti. Gordan personel kartını cebine yerleştirdi, tabancayı beline taktı. Anna’yla göz göze geldiler. Onun gözlerinde hem korku hem kararlılık vardı; yaşadığı tüm dehşete rağmen hâlâ ayakta duruyordu. Gordan bir an için ona hayranlıkla baktı ama zaman daralıyordu. Ayak sesleri artık yakından geliyordu. Tırmalayan ellerin sesi, koridorun diğer ucunda yankılanmaya başlamıştı. Anna kutuyu göğsüne bastırarak hızla önden yürüdü. Parmakları kutunun kenarlarına sıkıca gömülmüştü; içinde taşıdığı şeyler sadece laboratuvar verileri değildi—bu, belki de insanlığın kurtuluşuna dair son umuttu. Adımlarını hızlandırırken dizlerinin titrediğini hissediyordu ama duramazdı. Gordan da hemen arkasındaydı, tabancasını elinden bırakmadan etrafı tarıyor, her köşeyi dikkatle kontrol ediyordu. Koridorun ışıkları zaman zaman titriyordu, tavan panellerinden bazıları düşmüştü, yerlerde cam kırıkları, devrilmiş dosya dolapları ve paslı metal parçaları vardı. İkisinin de botları bu koridor zemini üzerinde yankılanan tiz bir sürtünmeyle ilerliyordu. Her adım, ölümün sessizliğini deliyordu. Şanslarına, gittikleri yönde karşılarına bir engel çıkmamıştı. O sessizliği bozan tek şey, duvarlardaki kırmızı alarm ışıklarının aralıklı yanıp sönmesiydi—her kırmızı parıltı, gölgeleri hareketlendiriyor, sanki duvarların içinden bir şey izliyormuş hissi yaratıyordu. Anna bir dönemeçten saparken hızını biraz kesti. Gordan onun yanına yaklaşmıştı. Tetikteydi. Tabancasını iki elinde sıkıca tutuyordu. Anna, “İleride,” dedi kadın kısık bir sesle, gözlerini dar koridorun ucundaki ağır çelik kapıya dikerek Koridorun sonunda ki kapıya yöneldi. Metal bir plakada “YÜK ASANSÖRÜ – SADECE PERSONEL GİREBİLİR” yazıyordu. Duvarın hemen yanındaki paneli açtı, Gordan cebinden kartı çıkarıp uzattı. Anna kartı tarayıcıya sürdü. Panelden tek bir bip sesi geldi… ama kapı açılmadı. Ekranda kırmızı bir yazı belirdi. GÜVENLİK TETİKLEMESİ – KİLİT DEVREDE “Hayır…” diye fısıldadı Anna. Paniklemişti ama hemen yeniden kartı okuttu. Yine aynı sonuç. Gordan küfrederek panelin üzerine eğildi. “Alternatif bir erişim yok mu?” diye sordu. Anna hemen yanındaki tuşlara bastı, sonra duvardaki eski mekanik kolu gösterdi. “Acil durum kolu… ama manuel çevirmemiz gerek.” Gordan paslanmış kolu kavradı. Elinin altındaki metal, soğuk ve pürüzlüydü; yıllardır dokunulmamış gibi sertti. İlk denemesinde kol kıpırdamadı. Dişlerini sıkarak omuzlarını gerdi ve tüm gücünü vererek bir kez daha bastırdı. Metal, bir inilti gibi yankılanan sesle dönmeye başladı. İçerideki dişli çarklar harekete geçtiğinde, kalın sürtünme ve mekanik gıcırtılar kabinde yankılandı. Ardından asansör kapısı, yavaşça ve inatla iki yana açılmaya başladı. Gordan’ın karşısında karanlık bir kabin belirdi; sadece acil durum sistemiyle çalışan soluk bir kırmızı ışık, kabinin köşesini aydınlatıyordu. Zemin neredeyse görünmüyordu ama içerideki havada ağır bir pas ve eski elektrik kokusu hakimdi. “Gir bebeğim,” dedi Gordan, gözlerini kabinin karanlığına dikmiş, bakışlarını Anna’ya kaydırmadan. Anna bir an duraksadı ama sonra kararlı bir adımla içeri girdi. Kutuyu göğsünden ayırıp dikkatle zemine yerleştirdi. Diz çökerek iç paneli kontrol etti ve içerideki manuel kapanma kolunu çevirdi. Metal raylar iç içe geçerken, asansörün girişindeki hava aniden yoğunlaştı—bir şeylerin yaklaşmakta olduğu çok açıktı. Gordan da hızlıca içeri girdiği anda, dışarıdaki koridordan boğuk ve uğursuz bir çığlık yükseldi. Sanki bir yaratığın sesi değil de, artık insan olmaktan çıkmış bir şeyin yankılanan inilti çığlığıydı. Ardından, sert bir sürtünme sesi duyuldu—sürüklenen bir beden ya da sürünerek yaklaşan tırnaklı bir varlık gibiydi. Gordan gözünü kapı açıklığına dikti. Gözleri karanlığa alışmıştı ve tam kapanmadan hemen önce, koridorun ucunda dönmekte olan iki silüeti seçebildi. Hızla ilerliyorlardı—deforme olmuş, hırıltılı ve acımasız. Gordan nefesini tuttu. Kapı kapanırken gelen metalik kilit sesi, birkaç saniyeliğine içlerine bir sığınak hissi getirdi. Kabinin içi tamamen sessizdi. Karanlık, soluk ışığın titremesiyle dans ediyor, paslı metal duvarlar gölgelerle oynuyordu. Anna nefes nefese kalmıştı ama panik yapmadan aşağı inme paneline yöneldi. Parmakları hızlıca tuşlar üzerinde gezinirken, bir yandan da konuştu: “En alt kata gideceğiz,” dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Bizi neyin beklediğini bilmiyorum… silahını sakın indirme.” Gordan başını salladı, dudaklarını sıktı. Parmakları silahın kabzasında kasılmıştı. Paneldeki tuşa bastı Anna. Asansör sarsılarak çalışmaya başladı. Tavanın üst kısmından gelen bir uğultu, tüm kabine yayıldı. Önce yukarı doğru hafifçe silkindi—sistemin yaşlılığı her sarsıntıda belli oluyordu—sonra ağır bir iniltiyle aşağı inmeye başladı. Motorun içten gelen uğultusu, yer yer inleyen zincir sesiyle birleşti. Kabin titreşirken duvarlardaki paslı çelik ince bir gıcırtıyla yanıt verdi. Gordan, Anna’nın hemen önünde duruyordu. Vücudu tetikteydi, gözleri silahının ucunda, kulaklarıysa her çatırtıya açıktı. Tetikte olan sadece parmakları değildi; zihni de, her olasılığı aynı anda hesaplamaya çalışıyordu. “Bizi nereye götürüyor?” diye sordu sessizce, sesi kabinde yankılandı ama bastırılmış bir gerginlik taşıyordu. Anna başını hafifçe çevirerek yanıt verdi. Nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. “Depolama alanına… oradan arka çıkışa ulaşabiliriz. Güvenli olması lazım… ama tam olarak bilmiyorum. Bana diğer tabancayı ver.” Gordan gözünü kadından ayırmadan beline uzandı. Diğer güvenlikten aldığı tabancayı çıkardı, şarjörü yine kontrol etti—doluydu. Bu bir tür alışkınlıktı. Tam o anda ışıklar titredi, kabin bir kez daha sarsıldı. Yukarıdaki makine sisteminden gelen ani, tiz bir metal çığlığı, kabinin içini doldurdu. Fren sisteminin zorlandığı belliydi. Asansör bir an duraksadı, içleri sanki boşlukta kalmış gibi sıkıştı… sonra tekrar hareket etti, bu sefer daha hızlı. Raylardaki metal titreşimi ayaklarının altından geçerken hissediliyordu. “Bize fazla zaman kalmadı,” dedi Gordan, tabancayı Anna’ya verirken. Kadın başını eğdi, silahı iki eliyle kavradı. “Biliyorum… ama bunu sonra konuşalım. Uzunca zamanımız olduğunda.” Kabin sarsıla sarsıla inmeye devam ederken içeride yalnızca mekanik sesler ve iki insanın kesik kesik nefesleri duyuluyordu. Gordan sessizce Anna’ya baktı. Kadının yüzü solgundu, alnındaki ter parlıyordu. Ama gözleri… gözlerinde hâlâ o tanıdık parıltı vardı. Vazgeçmeyen, mücadeleye hazır, aklı hâlâ berrak olan bir bilim insanının kararlılığı. Anna, tabancanın tetiğine parmağını yerleştirerek sabit tuttu. Gözleri kapının hizasına dikilmişti. Gordan onun bu hâlini izlerken, yılların geride bıraktığı her kavga, her barışma, her sarılma zihninden geçti. Yirmi üç senelik bir evlilik de polis ve doktor olarak birbirlerine bir şeyler kalmışlardı. Artık geçmişin hesaplarını değil, sadece yaşamanın yollarını düşüneceklerdi. Asansör, son bir sarsıntıyla katına yaklaşıyordu. Bir iç geçirme süresi bile olmadan, asansör son bir sarsıntıyla tamamen durdu. Kabin öyle sessizleşti ki, birkaç saniyeliğine dünya durmuş gibi geldi. Ardından, dış panelden gelen küçük bir klik sesiyle kilit açıldı. Ama kapı hareket etmedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD