Yavaşça, o korkutucu sessizlik içinde, arka camdan bir silüet geçti. Bir kadın, ya da bir zamanlar insan olan bir şey, yere düşen bir polis memurunun kafasını, her zaman sahip olduğu nazik bir bakışla sımsıkı kavramıştı. Ama bu bakış, hayalet gibiydi. Gordan yutkunarak gözlerini yoluna odakladı. Duramazdı. Bir an bile kaybetse her şeyin sona ereceğini biliyordu. Hızla çevirdi direksiyonu. Yolu saran ve yakaladığı her şeyi yutan o çürümüş koku artık beynine yerleşmişti. Yolda ilerlerken, her adımda daha fazla ceset, daha fazla bilinçsiz varlık gördü. Şehir, bir zamanlar tuttuğu ellerin güvenliğini sağlayan bu polis ve güvenlik görevlilerinin korumasız kalmasına tanık oluyordu.
Gordan’ın araçla ilerlerken gördüğü cesetler, her biri farklı bir dehşet izini bırakmıştı. Birinin bedeni, sanki bir hayaletin elleriyle asılmış gibi, elleri ve ayakları yok olmuştu; sadece kemiklerin çatlamış ve parçalanmış izleri kalmıştı. Diğerinin cildi, korkunç bir şekilde yarılmış, iç organları dışarıya fırlamıştı. Birkaç adım ötesinde, yere devrilmiş bir yaratık, ağzından siyah, sümüklü bir madde sızarken hala tıpkı bir insan gibi derin nefes alıyordu, ama bu nefes sadece ölümün bir iziydi. Yerde ki cesetleri yiyordu... Yavaşça, bozuk bir kafatası etrafında dönen, gözleri tamamen beyazlaşmış bir başka varlık, bir zamanlar sadece basit bir güvenlik görevlisi olan bu yaratığın, bir zamanlar gördüğü dünyanın çok ötesine geçtikten sonra, bu şehirdeki son anlarını yaşıyordu. Her şey siliniyor gibiydi, ama her bir ceset, bir zamanlar yaşamanın izlerini taşıyor, o izler, zamanla çözülüp kayboluyordu. Gordan, gözlerini bir an bile kırpmadan yoluna devam etti, her bir çığlık ve gözyaşı kaybolmuş, sessizlik tüm şehri sarmıştı.
Yolun sonunda araştırma merkezi yavaşça belirginleşti. Burası, devasa bir yapıydı; modern tasarımı ve yüksek duvarlarıyla dikkat çekiyordu. Binanın dış cephesi metalik gri tonlarında, sanki içine sıkıştırılmış bir karanlık ruhu taşıyormuş gibi, soğuk ve kasvetli bir görüntü sergiliyordu. Her bir cam paneli, çevresindeki ışıkla çatlamış gibi görünüyordu, sanki içeride bir şeylerin sürekli parçaladığı bir dünyayı yansıtıyordu. Gordan’ın gözleri, bir anlığına binanın devasa titanyum kapılarına kaydı. O kapılar, geçişi engellemek amacıyla daha önce hiç olmadığı kadar sağlam bir biçimde kapalıydı. Kapıların her birinin etrafında hafifçe yansıyan kırmızı ışıklar, durumun aciliyeti hakkında bir şeyler fısıldıyordu—her şey bir tehlike sinyaliyle doluyordu.
Araç yavaşça park alanına girdi. Gordan'ın bakışları binanın her bir köşesine kayarken, içinde büyüyen bir sıkıntı duygusuyla, tam olarak nereye adım attığının farkına varmaya çalıştı. Park alanı, normalde düzenli olan çizgiler ve araçlar düzensizdi. Bir kaç araç ters dönmüş ya da çarpışmıştı. İnsanların bazıları kan gözlerinin ortasında yerde yatıyordu. Ama arabanın sesine ek olarak yalnızca sessizlik vardı. Araçtan inip bir an için durakladı. Her şey tıpkı bir savaş alanı gibi hissettiriyordu. Gökyüzü ağarmaya başlamıştı. Soluk ışıklar araştırma merkezinin çelik yapılarına yansıyarak, binanın siluetini korkutucu şekilde vurguluyordu. Gordan, kalbi hızla atarak binanın kapılarına doğru ilerlemeye başladı. Burası sadece bir araştırma merkezi değildi; mezarlığa dönüşmüştü. Ama Gordan’ın aklındaki tek şey, Anna’ydı.
Devasa metal kapılar titanyumdan yapılmış ve güvenliği sağlamak için her açıdan mühimmatla güçlendirilmişti. Merkezin içindeki hayatın ne kadar karmaşık olduğunu biliyordu, ama bu kadar önlem alındığını görmek, bir şeylerin yolunda gitmediğini çok net gösteriyordu. Kırmızı alarm ışıkları yanıyordu; bir felaketin başladığını hissetmek zor değildi. Gordan, yavaşça kapıların önüne geldi ve cebinden telefonunu çıkardı. Anna’nın gönderdiği mesajda ki dijital kodları baktı. Kodlar kapı numarasına karşın geliyordu. Ekranda beliren rakamlar gözlerini kamaştırdı, ama kısa bir sürede doğru kodu girdi. Kapılar titremeye başladı ve büyük metal yüzeyler ses çıkararak açıldı. İçeriye girmesinin tek yolu buydu. Gordan, içine bir gariplik duygusu yerleşmiş olarak içeri adımını attı. Işıksız odada kırmızı alarm ışıklarının titreşimli ışıkları, duvarlara yansıyordu. Zemin soğuktu, metalin kokusu havada yoğun bir şekilde hissediliyordu. Merkezdeki atmosfer, uzun zamandır terkedilmiş gibiydi. Sessizliğin içinde ağır bir gerilim vardı, ama Gordan ilerlemeye devam etti. Derin nefes alarak birden fazla güvenlik duvarını geçti, her adımı dikkatle attı.
Yavaşça ilerlerken, boş odaların, kırık cihazların ve paslı metal duvarların içinden geçerken, bir ses duydu. Uzaklardan gelen hırıltı, birinin ya da bir şeyin varlığını işaret ediyordu. Gordan, sesin kaynağını anlamaya çalışarak daha dikkatli oldu. Odaya adım attığı anda, bir çığlık gibi ince bir ses, kulaklarında yankılandı. İnsan görünümlü ama dengesiz yürüyen yaratık, tamamen deforme olmuş bir insan vücudu, karanlıkta belirdi. Başını eğmiş, gözleri neredeyse beyazlaşmış ve donmuş gibiydi. Derisi solgun, gergin ve kırışmıştı, ama en korkutucu olan şey, gözlerindeki korkunç boşluktu. Gordan bir adım geriye attı, ama tam o anda başka bir siluet ortaya çıktı. Yavaşça kayarak gelen başka bir yaratık, daha önce gördüğü bir kadına aitti. Vücudu bükülmüş, deforme olmuştu, ancak en korkunç olan şey—onun gözlerindeki boşluk ve derinlikti.
Bir anda, bütün deforme olmuş bir zaman insan olarak yaratıklar Gordan’a doğru döndü. Gözleri tamamen beyazlaşmış, bakışları anlamsız ve ölümcül bir boşlukla doluydu. O an, her birinin kasvetli, karanlık gözleri ona doğru odaklandığında, Gordan’ın kalbi çırpınarak hızla atmaya başladı. Yaratıklar ağır adımlarla ona yaklaşıyordu ve bir şeyleri kavrayamadan, vücutları bükülerek ilerliyorlardı. Gordan, bir an geriye doğru sıçramak istedi, ama içindeki paniği kontrol altına alarak kendini zorla sakinleştirdi. Hızla resepsiyonun diğer köşesine doğru koştu, ama bu yaratıklar onun peşinden geliyordu. O kadar deforme olmuşlardı ki, ne amaçladıklarını, ne hissettiklerini bilmek imkansızdı. Sadece, her biri ağızları açık ve açtıklarını dindirmek istercesine, Gordan’a ulaşmaya çalışıyorlardı.
Gordan, adımlarını hızlandırarak bir anlığına kafasını çevirdi. Yaratıklar, geriden geliyorlardı, adımları soğuk zeminle birleşen korkunç bir yankı yapıyordu. Gözleri hala karanlıkta, çözülmemiş bir gerilimin içinde parlıyordu. Sanki her bir adımında bir yıkım daha ekleniyordu. Derin bir nefes aldı, gözleri hızla çevresine kayarak kaçacak bir yol arıyordu. Birkaç saniye içinde, hemen karşısında büyük bir güvenlik duvarı belirdi. Gordan, vücudunun her bir kasını zorlayarak duvarın kenarlarına yöneldi, elleri metale değdiğinde, titreyen soğuk bir hissiyat yansıdı. Gözleri, kırmızı ışıkların yanıp söndüğü koridorun sonunda birer karaltı gibi belirip hızla yaklaşan, şekilsiz bedenlere odaklandığında, tüm sinir uçları alev alev yanmaya başladı. Derisinin altında bir kasılma yayıldı; sanki tüm vücudu, yaklaşan dehşeti önceden sezmişti. Soluk alışları hızlandı, yutkundu ama boğazı kupkuruydu. Geri dönmek gibi bir şansı olmadığını biliyordu. Kaçmak, bu noktada yalnızca ölümü geciktirmek olurdu.
Titreyen parmaklarıyla duvara monte edilmiş metal plakanın üzerindeki paslı kapı numarasına baktı. Aynı anda cebinden çıkardığı cihazda, Anna’nın dakikalar önce gönderdiği altı haneli şifreyi kontrol etti. Sayılar gözlerinin önünde titriyordu ama zamanı yoktu. Parmak uçlarıyla tuşlara bastı: 7-4-2-9-0-6. Tuş sesiyle birlikte kısa bir duraksama oldu; sonra mekanik bir tıkırtıyla birlikte kapı derin bir inilti eşliğinde ağır ağır açılmaya başladı. Tam o anda, yere düşen zayıf ışığın altında, paslı eşikten uzanan gri elleri fark etti. Kemikli parmaklar yerdeki çatlaklardan fışkıran otlar gibi ona doğru kıvrılıyordu. İçgüdüsel olarak birkaç adım geriledi, sırtını duvara yasladı. Nefesini tuttu, gözleri kapının ardını tararken elini yavaşça beline götürdü. Tabancasını kavradı. Soğuk metal avucuna oturduğunda içindeki panik bir nebze dizginlendi. Emniyet kilidini çekti, silahın homurtusu koridorda yankılandı.
Kapı tam açıldığında, içeriden uğursuz bir koku yayıldı; çürümüş et, nem ve pasın iğrenç karışımı. Gordan, gözünü kırpmadan silahını doğrulttu. Karanlıkta, bükülmüş uzuvlarla üzerine doğru atılan ilk yaratığı nişan aldı ve tetiği çekti. İlk mermi yaratığın kafatasını delip geçti. Gordan’ın karşısına çıkan yaratık bir insandı; hâlâ üstünde iş hayatına ait olan yırtık bir önlük vardı, ama gözleri griydi ve boştu. Çenesinden aşağı sarkan et parçalarıyla öfkeyle ileri atılmıştı. Vurulduğunda geriye doğru sendeleyip yere düştü, ama hemen ardından onun yerini iki tanesi daha aldı.
“Lanet olsun,” diye mırıldandı Gordan, tabancasına bir göz attı — mermi sayısı hızla tükeniyordu.