Gece boyunca konağın her köşesinden farklı sesler yükseliyordu. Bir yandan Zalimül Ağa'nın odası tarafından gelen hırıltılar, iniltiler ve ara sıra duyulan vazo kırılma sesleri, diğer yandan ise bahçede toplanan kumaların ağıtları...
Kumalar, bahçenin ortasında bir çember oluşturmuş, dizlerine vura vura ağıt yakıyorlardı. Ay ışığı yüzlerine vuruyor, gözyaşları gümüş damlalar gibi parlıyordu. Şahmaran, ağıta başladı:
"Oy ben bu gece halvete girmemişem
Ağamın kolların sarmamışam
Oy oy oy..."
Diğer kumalar da katıldı hep bir ağızdan:
"Halvete girmemişem, ağama değmemişem
Acep ben ne günahlar işlemişem
Oy oy oy..."
Çeşmidil yerinden kalkıp göbek atmaya başladı. Diğerleri tempo tutuyordu:
"Kuma olmak böyle bir şey
Sıra sıra beklemek
Bir gecelik mutluluk için
Altı ay yas tutmak!"
Bahçedeki ağıt sürerken, Zalimül Ağa'nın odasında bambaşka bir sahne yaşanıyordu. Ağa, biskolata vücudunu ay ışığında sergiliyor, kaslarını şişirip indiriyordu.
"Nasıl, beğendin mi vücudumu Sekizinci Kuma?" diyerek poz verdi.
"Çok... çok güzel Ağam," dedim başımdaki şişliği ovalarken. "O vazoyu nereden buldunuz öyle? Kafama iyi geldi."
"Maşallah, İnşallah Ağam, sen nasıl böyle bir vücuda sahipsin?."
Ağa gururla karın kaslarını sıktı. "Günde iki yumurta, iki kilo et, on bardak ayran. Bizim aşirette erkekler böyle olur. Annem özel bir karışım hazırlar bana. Ejderhanım Ana'nın sırrı, diyorlar köyde."
O gece Zalimül Ağa ile unutulmaz anlar yaşadım. Hayır, gerçekten unutamıyorum çünkü kafama yediğim vazo darbesi yüzünden hafıza sorunları başladı. Ağa odanın içinde koşuyor, "ben tarzan, sen jane" diye bağırarak avizeye tutunup sallanıyor, ardından kendini yatağa bırakıyordu. Sonra birden ayağa kalkıp bağırıyordu:
"Orman kanunları geçerli bu konakta! Güçlü olan yaşar!"
Her neyse, bu atletik gösterilerle dolu geceden sonra, sabah gün doğarken Ağa beni uyandırdı. Üzerimde çarşaflar, başımda bandajlar, her yerimde morarmalar vardı.
"Kalk kız, samanlık fantezisi yapacağız!"
"Ne? Daha yeni yaptınız..."
"Sus! Aşiretin en önemli töresi: Her yeni geline samanlık fantezisi yapılır. Bu olmadan nikah tamam olmaz."
Ağa beni sürükleyerek konaktan çıkardı. Diğer kumalar pencerelerden bakıp iç çekiyorlardı. Ejderhanım Ana ise kapının önünde durmuş, onaylayan bakışlarla oğlunu süzüyordu.
"Basmalı donunu giy, ben öyle severim," dedi Ağa.
"Ama Ağam sabah sabah..."
"İtiraz yok! Bu bir gelenek! Aşiretimizde 'sabah basmalı donuyla samanlığı, akşam dayağı gözetir uslu kuma' derler."
Basmalı donu giydim ve samanlığa yürüdük. Samanlık, konağın hemen arkasında, büyük, ahşap bir yapıydı. İçeri girdiğimizde, bir sürprizle karşılaştık. Samanlıkta bir kadın oturuyordu! Kadın, bizi görünce hemen samanların arasına saklanmaya çalıştı ama Ağa onu gördü.
“Gız! Sen kimsin?”
Kadın ürpererek doğruldu. Saçlarının arasından gözleri korkuyla parlıyordu.
“Ben... ben Fatma. Ama... İtalyan adımla Fatimaçella.”
“Fatimaçella mı?” Ağa kaşlarını kaldırdı, dudağının kenarına muzır bir gülümseme yerleşti. “Sen de mi İtalyan mafyasından kaçtın?”
Kadın hızla başını salladı.
“Evet! Milano’dan geliyorum. Mafya babası Luigi’nin kızıyım.”
Ağa gözlerini kısarak kadını süzdü, sesi şüpheyle doluydu:
“İlginç... Benim bütün kumalar da İtalyan mafyasından kaçtı.”
“Ne kadar da... tesadüf,” dedi Fatma, yutkunarak.
“Ay parçası, bu samanlıkta ne arıyorsun sen?”
Kadın boğazını temizledi.
“Şey... Aslında ben... Ben Müjge Anlı’nın programında kayıp olarak aranıyorum.”
“Ne?” dedik Ağa’yla aynı anda, sesimiz samanlıktan dışarı taştı.
“Evet. Gerçek adım Fatma Demir. İki yıl önce fespuktan tanıştığım bir yakışıklıya kaçtım, İzmir’den Diyarbakır’a geldim. Ama adam 57 yaşında, evli kumalı bir Ağa'ymış. Bende kaçtım, derken kendimi bu köyde buldum. Sonra başka bir ağa beni kaçırdı, on yedinci kuması yaptı. Ama geçen ay ağa iflas edince bütün kumaları kapı dışarı etti. Ben de o günden beri bu samanlıkta yaşıyorum.”
Ağa birden heyecanla doğruldu.
“Müjge Anılı mı? Televizyondaki kadın ha? Vay vay!”
“Evet,” dedi Fatma. “Ailem iki yıldır beni arıyor. Geçenlerde samanlığa gelen çoban, telefonda programı açtı. Annem, babam ağlıyordu ekranda…”
Ağa düşüncelere daldı. Sonra yüzü aydınlandı, bana döndü.
“Bu kadını konağa götürelim. Kumalar arasına katalım. On yedinci kumam olsun!”
“Ama Ağam, daha sekiz kumamız var. Dokuzuncuya bile gelmedik ki!”
“Elbet! Ama bu özel kuma! Diğer ağaları geçerim. Hem televizyona çıkmış kadın bu! Bizim konağın prestiji uçar da uçar!”
Fatma yerinden sevinçle fırladı.
“Gerçekten mi? Yeniden kuma olabilir miyim? Teşekkür ederim Ağam!”
Ağa kaslarını gererek poz verdi.
“Ben Zalimül Gaddar Ağa’yım! Biskolata vücutlu, tavuk imparatoru, sekiz… hayır, artık dokuz kumalı CEO!”
Böylece Fatma’yı alıp konağa döndük. Samanlık fantezisi yarım kaldı ama kimsenin umurunda değildi. Ağa’nın aklı Fatma’nın televizyon hikâyesine takılmıştı çoktan.
Konağa vardığımızda tüm kumalar ve Ejderhanım Ana hâlâ ağlayıp dövünüyorlardı. Bizi görünce hepsi susup kaldı, gözleri Fatma’ya kilitlendi.
“Kadınlaaar!” diye bağırdı Ağa. “Size yeni bir kuma getirdim. Fatma... yani Fatimaçella. İtalyan mafyasından kaçmış.”
Kumalar şaşkınca birbirine baktı. Şahmaran öne çıktı.
“Ama Ağam... Konakta yeni kuma için yer yok ki!”
“Sıkışırsınız! Hem bu sıradan bir kuma değil. Müjge Anılı’da aranan kuma!”
“Oooo!” diye hayretle inledi kumalar. Hepsinin gözleri bir anda Fatma’ya dikildi. Ejderhanım Ana kalkıp onun etrafında dönmeye başladı.
“Ünlü kuma ha... Hmmm. Bizde ünlü olacaz.”
Fatma çekinerek konuştu.
“Aslında aileme dönmek istiyorum. İki yıldır kayıptım ve...”
“Saçmalama!” dedi Ejderhanım Ana. “Seni kurtardık işte. Artık Dokuzuncu Kuma’sın.”
Tam o sırada konağın kapısı çaldı. Fedailerden Boşkurşun Ali, kaslı ve seksi gövdesiyle içeri girdi.
“Ağam! Köye televizyoncular gelmiş! Müjge Anılı’nın ekibi. Fatma diye birini arıyorlarmış.”
Tüm konak halkı dondu. Fatma sevinçle haykırdı.
“Beni bulmuşlar! Ailem!”
Ağa panikle etrafa bakındı. Hızla atletini çıkarıp yerine deve derisi bir ceket geçirdi. Göbeğini şişirerek poz aldı.
“Ağam soyunsaydınız, niye kaslarınızı saklıyorsunuz?” diye sordum.
“Sus kız! Aşiret ağası göbekli olur, kaslı değil! Sizin yazdığınız şu erotik romanlar yüzünden halk yanlış beklentiye girdi. Kaslı, baklavalı, bilmem kaç santimlik malafatlı adam istiyorsunuz ama sonra gidip yağ çuvalı kocalara varıyorsunuz! Akşam yatakta görünce de ''aa nerde kaslar, baklavalar oluyorsunuz!'' Normal insan ağa deyince göbekli bekler. İmaj meselesi bu, imaj!”
Kumalar panik içinde konağı toplamaya başladı. Ejderhanım Ana ise Fatma’yı bir odaya kilitledi.
“Kimse görmeyecek onu! O artık bizim Dokuzuncu Kuma’mız!”
Bahçeye çıktığımızda gerçekten de kameralar, mikrofonlar ve televizyoncularla dolu bir kalabalık vardı. Önde orta yaşlı, bakımlı bir kadın belirdi.
“Müjge Hanım!” diye fısıldadı Çeşmidil. “Gerçekten o!”
Müjge Anlı, Zalimül Ağa’ya doğru ilerledi.
“Bu konağın sahibi siz misiniz?”
Ağa göğsünü şişirdi, dudaklarının kenarı gerildi.
“Evet! Ben Zalimül Gaddar Ağa. Tavuk imparatoru, CEO ve sekiz kumalı aşiret reisi!”
“Dokuzdu az önce,” dedim.
“Sus!” diye fısıldadı Ağa. “Televizyonda sekiz diyeceğiz. Resmî rakam o.”
Müjge Anlı direkt konuya girdi.
“Fatma Demir’i arıyoruz. İki yıl önce kayboldu. İzler bu köye kadar geliyor. Bilginiz var mı?”
Ağa terleyerek yanıtladı.
“Fatma mı? Bizim köyde herkesin adı Fatma zaten. Ayşe, Hayriye... Ama özel bir Fatma yok.”
Tam o anda üst kattan bir çığlık duyuldu.
“İmdat! Buradayım! Beni kurtarın!”
Başlar yukarı döndü. Fatma, parmaklıkların arkasından el sallıyordu.
“Ben Fatma Demir! İki yıldır buradayım!”
Televizyon ekibi hızla konağa yöneldi. Ağa onları durdurmaya çalıştı ama nafile; kameralar içeri daldı. Biz kumalar şaşkınlıkla birbirimize bakakaldık.
“Ne oluyor şimdi?” diye sordum Kumru’ya.
“Bilmem,” dedi. “Ama sanırım ilk kez bir kumayı kaybediyoruz.”
Konağı büyük bir kargaşa sardı. Kameralar her yeri kayda aldı, muhabirler bağırıyordu. Ejderhanım Ana kapıları kilitlemeye çalıştı ama nafile. Fatma'yı bulan ekip, onu konağın önüne çıkardı. Fatma ağlayarak kameraya konuştu:
“Ben Fatma Demir. Zorla kaçırıldım. Önce başka bir ağa, sonra bu konağa getirildim. Lütfen aileme kavuşmama yardım edin!”
Müjge Anlı, Zalimül Ağa’yı işaret ederek kameraya döndü.
“İşte Türkiye’nin gerçekleri! 21. yüzyılda hâlâ kadınlar kaçırılıyor, kuma yapılıyor. Bu rezalet son bulmalı!”
Ama o anda Ağa, elini havaya kaldırıp emreder gibi bağırdı:
“Kimse dışarı çıkmasın! Bu konağın namusu var! Ağa, Televizyonculara kuma verdi dedirtmem ben!”
Müjge Anıl öne çıktı, ''Ben çözerim, Ben bulurum, çık geri sanada çarparım şurdan bitane!'' diye hırladı.
Kumalar bakakalmıştı, Kadınlar bağırabiliyor muydu?
Ağa ilk kez bir kadından azar yiyordu. ''Oha avrata bak diyerek bacaklarına baktı''
Müjge Anıl ''Bacaklarıma bakma, bitane geçiririm sana, bakma bacaklarıma!'' dedi.
Arkada bir ordu insan vardı alkışlıyorlardı.
Tüm ekip kızı aldı götürdü.
Fatma'nın özgürlüğe kavuştuğunu görmek, içimde tuhaf duygular uyandırmıştı. Belki de bizim bildiğimiz hayat dışında başka bir dünya vardı? Belki de kadınların sadece kuma olmak, tokat dersi almak ve İtalyan mafyasından kaçmak dışında seçenekleri vardı?
Gecenin ilerleyen saatlerinde kumalar odama geldi. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu.
"Fatma'nın ailesi varmış," dedi Kumru. "Onu seviyorlarmış, arıyorlarmış."
"Televizyonda insanlar kadınların kaçırılmasına karşı çıkıyordu," dedi Çeşmidil. "Bizi kaçırmak normal değil mi yani?"
"Benim ailem İtalyan mafyası değil," diye itiraf etti Şahmaran. "Ben aslında muhasebe okuyordum üniversitede. Sonra köye öğretmen olarak geldim. Ağa beni beğendi, kaçırdı."
Birer birer tüm kumalar gerçek hikayelerini anlatmaya başladı. Hiçbiri İtalyan mafyasından değildi. Hepsi normal hayatlar yaşarken bir şekilde Zalimül Ağa'nın konağına gelmişti.
"Belki de..." dedim yavaşça, "belki de biz de gidebilirdik? Fatma gibi?"
Odaya derin bir sessizlik çöktü. Uzun yıllar sonra ilk kez kumalar gerçekten düşünüyordu.
Toplumsal Mesaj Notu:
Bu absürt hikaye, ülkemizde hâlâ var olan bazı acı gerçeklerin parodisidir. Kadınların rızası olmadan evlendirilmesi, kuma olarak alınması, evli kadınların tikitaktan koca bulup kaçması, milletin eniştesine kaynına varması, kaynanadan çocuk yapılması, en acısı çocuk şiddeti ve tacizi, toplumun tüm bunların normalleştirmesi ve kadınların hayatlarını kendilerinin seçme hakkının elinden alınması... Tüm bunlar günümüzde bile devam ediyor.
Bir kadının hayat hikayesinin "İtalyan mafyasından kaçtı, Ağanın kölesi, Ağanınşehvet yuvası, Bakire kızı, Bekaret fantazisi, Kumanın aşkı" gibi fantastik hikayelerle süslenmesi değil, kendi seçimleriyle yazılması gerekiyor. Ve hiçbir kadının, böyle bir durumda ne şehveti ne aşk meşk işlerini düşüneceğini sanmıyorum...
Gülbahar ve diğer kumaların şüphelenmesi, sorgulamaya başlaması, belki de değişimin ilk adımıdır. Çünkü her değişim, önce soruyla başlar: "Bu normal mi?"