Oturduğum soğuk zemindeki yaralı dizime bakarken kafama çarpıp önüme düşen şey içi su dolu spor ayakkabımdı. Başımı kaldırma zahmetine dahi girmediğimde sırtıma aldığım tekme darbesi ile tamamen yere kapaklandım. İnsanların benden nefret etmesine ya da zorbalık yapmasına aldırmıyorum çünkü beni annemle babam bile terk etmişti. Beni onlar bile sevmemişken başkalarının sevmesini beklemek komik olurdu.
“Zavallı,” dedi kızlardan bir tanesi “Tepki bile vermiyor. Acaba acı hissetmiyor mu?”
Hayır, kesinlikle acı hissediyorum hem de tüm hücrelerime kadar ama karşı koymak için yeterli gücüm yok. Hiçbir zaman da olmadı.
“Yani kendimi zorba gibi hissetmek istemiyorum ama sizce çok ezik değil mi? Böyle söyleyince sinir bozucu kişi benmişim gibi göründüğünü biliyorum. Ah…”
Hepsinin aklını çelen kızın sesiyle hafifçe uzandığım yerden doğruldum ve yeniden oturur pozisyona geçtim. Burnumdaki kan yere de bulaşmıştı artık.
“Eyvah!” dedi diğeri “Kan var yerde. Ölmesin?”
İsimlerini dahi bilmiyordum. Yeni nakil olduğum bu okulda birinci dönemden beri zorbalık görüyordum ve bunun tam olarak ne zaman başladığını bilmiyordum. Tıpkı sebebini bilmediğim gibi.
“Ee?” dedi elebaşı önüme çöküp çenemi tutarak başımı kaldırırken “Sessizliğini korumaya devam mı edeceksin?”
Hiçbir şey söylemedim, bakışlarımı büyük bir ruhsuzlukla gözlerinde tutmaya devam ederken alayla gülerek elini üzerimden çekti ve ayağa kalktı.
“Suratına tekme atmamak için zor duruyorum.”
İnsanları elinde olmayan özelliklere göre sınıflandıranlardan nefret ederdim fakat bu kız gerçekten çirkindi. Onu bu kadar çirkin gösterenin yalnızca bedeni olduğunu sanmıyordum, ruhunun çirkinliği bir is gibi tenine yapışmıştı ve sadece yüzüne bakmakla bile çöp gibi birisi olduğunu anlardınız.
“Ne yapıyorsunuz siz?”
Tok sesli bir kız konuştuğunda kafamı kaldırmadım, kim olduğuna bakmadım. Tıpkı diğer soranlar gibi tehditlerden sonra beni bırakıp gidecekti ama şaşırtıcı olmazdı.
“Seni ilgilendirir mi?”
Ellerimi yumruk yaptım, zemin kumaş kadar yumuşak olsa önce tırnaklarıma takılır sonra avuç içlerimde toplanırdı ama tıpkı şu kızların kalbi kadar sertti.
“Bak…” dedi soruyu soran kız, sesi o kadar tehditkar çıkıyordu ki ona bakma isteğimle baş edemedim. Gördüğüm sima karşısında şaşırdım ama yüz hatlarım bunu yansıtmamayı tercih ettiği için dümdüz olduğunu düşündüğüm bakışlarım öylece kaldı.
“Sizin bu ucubeliklerinizden sıkıldım. Ucube kelimesini de hiç sevmem ama böyle bir kelime olmasaydı dahi siz yine ucube olurdunuz.”
Bana tekme atan kız gülerek öne çıktı bunu ayakkabısından biliyordum, ne iç açıcı ama değil mi?
“Ucube öyle mi? Okuldaki tüm erkeklerle yatan bir kızın bunu söylemesi garip.” dediğinde onları izlemeye devam ediyordum. Bu söylentiyi benim gibi dışlanan birisi bile duymuştu, dürüst olayım o kadar güzel bir kızdı ki erkeklerin onunla yatmak için sıraya girmesi şaşırtıcı değildi. Ama o hiç böyle…Durmuyordu. Yani bilirsiniz işte şey gibi durmuyordu. İnsanları okuma konusunda pek iyi değildim ama bu kızın söylentileri doğru çıkarmayacağını biliyordum.
“Sanırım sevgilinle yattığım için bu kadar alındın? Kusura bakma…”
Bana tekme atan kızın domates gibi kızardığını görmeliydiniz, sanırım gönül ilişkilerinde insanlar birbirini paylaşmak istemiyordu. Hatta ortada bir ilişki yokken bile birbirlerini ölesiye kıskanıyorlardı. Ve kıskanmak, ah, dünyanın en saçma işiydi. Günün birinde gidecek birisi için kalbi bu denli hırpalamaya gerek var mıydı? Hatta insanları sevmeye bile gerek yoktu çünkü hepimiz özümüzde yalnızdık. Yaratıcı bizimleydi ama onu aynı kefeye koyamazdık, nihayetinde o bizi yaratandı, biz de yaratılan.
“Orospu.”
Beni döven kızları durduran kız bu söz üzerine içten bir şekilde güldü sanırım duymaya alıştığı için umursamıyordu. Ya da belki umursamıyor gibi yapıyordu bilmiyorum ve pek ilgilendiğimde söylenemez.
“Hıhım, gel tanışalım ucube.”
Birbirlerine girdiklerini gözlerimi sıkıca kapattım, benim gibi birisinin daha dayak yediğini görmüyordum. Benim acım bana yeter, ondan yardım istememiştim zaten bu işe bulaşmayı kendisi seçmişti o yüzden bu benim sorunum değildi.
Bu benim sorunum değildi.
Omzuma dokunan elle irkilerek gözlerimi açtığımda önce bana gülümseyen kıza sonra etrafa bakındım. Bir adet kırılmış lavabo, yerde yatan kızlar, kırık bir ayna ve fayansta silik bir izle ilerleyen kan vardı. Hepsini…O mu dövmüştü? Bu kadar kısa sürede mi?
“İyi misin?”
Elimi tutup beni kaldırırken olup biteni anlamaya çalışıyordum, bunca zaman sonra birisi sahiden beni kurtarmak mı istemişti? Yoksa sıradaki zorba o muydu?
“Ben Dalya, biraz garip bir isim ama annem zamanında farklı olsun sevdiğim çiçek gibi olsun derken bilememiş.” dedi gülümseyerek “Anlamı yıldız çiçeği.”
Buğday teninin pürüzsüzlüğünde aktı gözlerim, yeterli dolgunlukta olan canlı pembe dudakları, hokka bir burnu, şekilli ve sık siyah kaşları ve uzun kirpiklerinin altında dinlenen bal rengi gözleriyle…Gerçekten güzeldi. Kendine özgün bir yüzü vardı, toplumun bize empoze ettiği hepsinin birbirine benzediği kızlar gibi değildi.
“Ee senin adın ne?”
Bakışlarım bir süre daha yüzünde gezindi ona güvenip güvenmeme meselesi değil ama adımı söylemek istememiştim.
Dürüst olmam gerekirse ben babama bile güvenmezdim başkasına neden güveneyim. Hatta kendime bile güvenmezdim. Evet.
“Pekâlâ,” dedi nihayet pes etmiş gibi “O zaman…Görüşürüz.”
Hiçbir şey söylemedim, o tuvaletten çıktığında aynaya döndüm ve ıslak okul formamla, saçlarımla baktım. Sanırım kurutmanın bir yolu yoktu bu yüzden en iyisi devamsızlık yapıp eve gitmekti.
Tuvaletten çıkıp sınıfa yürüdüm, bir ders çoktan bitmişti ve teneffüse çıkmışlardı. O kızlar bana derse girmeyip tuvalette beklememi söylemişti sonra dersin ortalarına doğru gelmişler ve kendilerince en büyük eğlencelerine başlamışlardı.
Çoğu kişi psikolojik olarak zorbalık görüyordu okulda buna emindim ama benim gibi bazı ‘ezikler’ fiziksel boyutuyla tanışıyordu. Yine de anlayamıyordum bir insan başka bir insanın acısıyla nasıl eğlenirdi ki?
Sınıftan çantamı aldım daha sonra da montumu, birkaç kişi vardı ama beni görmezden geldiler her zamanki gibi. Umursamadım.
Çantamı alıp okuldan elimi kolumu sallaya sallaya çıktım, nöbetçi öğretmen bile benden nefret ediyor olmalıydı çünkü kapıya yürürken resmen uzunca süre bakışmıştık. Ve hiçbir şey demedi. Neyin var? Bu halin ne? Nereye gidiyorsun? Hiçbirini sormadı, zaten benim için böylesi daha makbuldü. Görünmez olmak bazen gerçekten güzeldi.
Otobüse binmek yerine taksiyi tercih ettim, binanın önünde indiğimde haftalık harçlığımın hepsini pazartesi günü bir taksiye vermiştim. Sorun değildi. Zaten yemek yemeye vaktim olmuyordu okulda, dayak yemekten.
Yüksek ihtimalle beni yargıladınız. Ben olsam böyle yapmazdım, bu çok mantıksız falan filan. Şayet zorbalığa uğruyorsanız benim gibi susmayın hele ki sizi koruyacak bir aileniz varsa asla.
Eve geldiğimde taksiden indim, sessiz ama hızlı adımlarla binaya girdim, asansöre bindim ve altıncı katın düğmesine bastım. Anahtarımı çıkarıp geldiğim katta inerek kapıya yöneldim, Dennis evdeydi, ayakkabıları kapının önündeydi. Ona neden ıslak olduğumu ve bu saatte eve geldiğimi açıklamama gerek var mıydı emin değildim.
Anahtarı yuvaya yerleştirip içeri girdiğimde sessizce kapıyı kapatıp içeriye adımladım. Oturma odasında uyuyordu ve bu iyiydi. Üzerimi değiştirmek için vaktim vardı. Odama geçip hızlıca üzerimi değiştirdim ve ıslak okul formamı peteğin üzerine bıraktım. Saçlarımı kurutmak için banyoya geçerken yakalandım hemen neden uyanmıştı?
“Açelya,” dedi garip Alman aksanıyla “Sen eve neden geldin?”
Güzel soru, ona saygısızlık yapmaya hakkım ve gönlüm olmadığı için boğazımı temizledim, konuşmaktan nefret ediyordum.
“Biraz hastayım.”
Kaşları hafifçe çatıldığında alnına dökülen sarı saçlarını geriye itekledi. Elini alnıma uzattığında donup kaldım ve ateşimi kontrol etmesine izin verdim.
“Ateşin var. Doktora görünmek ister misin?”
Başımı iki yana salladım, ıslak saçlarımda dolanan bakışları sormak istedi ama iletişim konusunda iyi olmadığımı bildiği için vazgeçti.
“Okay. Bir şey istersen bana adımı söyle.”
Bu kez başımı aşağı yukarı sallayarak banyoya yöneldim. Dennis benim babam değildi, aslına bakarsanız kan bağımız dahi yoktu. Öz babam beni terk ettiğinde o ve eşi Özlem beni bulmuştu. Sonrası ise daha karmaşıktı ama sonunda beni evlat edindiler. O zamandan beri de beni diğer çocuklardan ayırmadılar. Yine de gelin görün ki buna uyum sağlayamadım, onlarla kaynaşamadım, bana verdikleri değeri onlara veremedim.
Bu onlara özel değildi, insanları sevemiyor, güvenemiyor ve bağlanamıyordum.
Saçlarımı kuruttuktan sonra odama geçtim, saç lastiği bulup sıkı bir at kuyruğu yaptım. Telefonuma gelen iki bildirim sesi kaşlarımı çatmama sebep olurken lastiğin üzerinden parmağımı çekip kollarımı indirdim. Bana kim mesaj atardı ki?
Telefonuma ilerledim, masanın üzerinden alıp ekranı açtım ve kayıtlı olmayan numaradan gelen mesaja tıkladım.
‘Merhaba ben Dalya. Bugün tanıştık, numaranı nereden bulduğumu merak etmiyorsundur :)’
Kaşlarım daha çok çatılırken bir alttaki baloncuğa baktım.
‘Numaramı kaydet Açelya. Eğer ilgilenirsen, seni korumam karşılığında bir iş teklifim olacak.’
Beni koruması karşılığında bir iş teklifi mi? Beni nasıl bir iş karşılığında koruyacaktı? Para falan isteyecekse ona verecek beş kuruşum yoktu. Zaten Dennis ve Özlem çalışmama izin vermezdi bu yüzden bu mesajı görmemiş gibi yapacaktım.
Ben bu kararı verdikten birkaç saniye sonra yeni bir mesaj geldi. Henüz mesaj kutusundan çıkmamıştım bile.
‘Bu arada senden para istemeyeceğim hatta para bile kazanacaksın. Ayrıca iş teklifim, evden yapabileceğin bir şey. İlgileniyorsan yarın yanıma gel.’