8. Bölüm

1001 Words
Mustafa masadan hızla kalktı. Ahmet Paşa'nın yanına doğru ilerledi. "Bana haber vermeden nasıl gelirler paşa! Hiç mi korkuları yoktur!" Mustafa ne yapacağını bilemez bir şekildeydi. Sağ elini yumruk yaptı sıktı. Siniri parmaklarından çıkarıyordu. Sol elini başına götürdü. Ahmet paşa karşısında korkudan titriyordu. Mustafa kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açacakken durdu. Yumruk yaptığı elini kapıya vurdu. İçindeki öfkeyi susturamıyordu. Savaş halindeyken validesi nasıl böyle bir şey yapar aklı ermiyordu. Ya yolda başlarına bir şey gelseydi diye aklından geçirmeden edemedi Mustafa. "Cem neden engel olmamış!" diye sordu Mustafa. "Hünkarım elçi Valide Sultan'ın yolda olduğunu söyledi sadece. Başka bir malumatım yoktur." dedi Ahmet paşa titreyen sesiyle. "Tez asker gönderilsin. Başlarına yolda bir şey gelmesin. Yarın burda olsunlar!" Mustafa kapıyı açtı. Ahmet paşa başını eğerek huzurundan ayrıldı Mustafa'nın. Mustafa az önce kafasını dağıtmış bir işle meşgulken yeni sorunlar çıkması Mustafa'yı daha da sinirlendiriyordu. Tahtına oturdu. Başını elleri arasına aldı. Başını sağa sola salladı. Kapı tekrar çalındı. Mustafa yavaşça başını kaldırdı. Artık kötü bir şey daha duymak istemiyordu. Sanki kapını çalması hayra alamet değildi. Askerlerden biri içeri girdi. Selam verdi. "Hünkarım... Prenses saraydan kaçmış..." dedi asker büyük bir suç işlemiş gibi bakıyordu Mustafa'ya. Mustafa sinirle ayağa kalktı. Tahtın yanındaki kavuğunu alıp başına taktı. Hızlıca çıktı. "Hangi oda da kalıyordu Prenses." diye sordu Mustafa. Asker kaldığı odayı gösterdi. Mustafa odaya girdi. Pencere açıktı. Camın kenarına gitti. Camla yer arasında fazla mesafe vardı. Mustafa hayret etmişti kızın bu camdan atlamasına. "Sarayda bir yerde olmalı. Bu kadar askeri geçtiyse eğer. Herkes burda boşuna duruyor." dedi Mustafa, sesli bir nefes verdi. Mustafa arkasına döndü, odadan çıktı. Daha önceden tahmin etmeliydi. Bu aralar bazı şeyler yolunda gitmiyordu ve bu Mustafa'yı çok sinirlendiriyordu. Saray bahçesine çıktı. Has bahçeden sesler gelince kılıcını çıkartıp bahçeye doğru koştu. Helen 4 5 askeriyle dövüşüyordu. Askerlerini her hamlesiyle yere yıkıyordu. Askerler yeniden kalkıp Helen'e saldırıyordu. Mustafa yaklaştıkça Helen'in hamlelerine daha da dikkat ediyordu. Kızın hamleleri bir savaşçı hareketleri gibiydi. Hayretle olduğu yerde durdu. Her defasında askerleri yere seriyordu. Yoruluyor ama pes etmiyordu. Askerler artmaya başlayınca Mustafa eliyle durmalarını işaret etti. Helen yere düşen askerin kılıcını aldı. Askerler doğru savurdu elinde kılıcı. Askerler geri doğru çekildi. Helen geri geri gidiyor, askerler üzerine doğru yürüyorlardı yavaş adımlarla. Mustafa eliyle geri çekilmelerini emretti. Kılıcını kaldırdı. "Eğer beni yenersen, seni serbest bırakırım." dedi Mustafa heyecanla. Bir kızla ilk defa dövüşecekti. Helen'in gücünü merak ediyordu. Helen kılıcı hızla Mustafa'ya doğru savurdu. Mustafa elindeki kılıçla gelen kılıca engel oldu. Kılıçla kızı ileri doğru itti. Helen geri geri gitti. Kılıcı bir daha kaldırdı. Bu sefer bağırarak Mustafa doğru kılıcını hızlıca savurdu. Mustafa kızın bu kadar güçlü olduğuna inanamıyor, Helen'i denemeye çalışıyordu. Mustafa kılıcıyla Helen'i geri doğru yine ittirdi. Helen geri geri sendeledi. Kılıcı yere düştü. Hemen kılıcı yerden aldı. Yerden Mustafa'nın boynuna dayadı. Bir eliyle de Mustafa'nın kılıç olan elini tuttu. "Bırak kılıcını sultan." dedi Helen. Mustafa elindeki kılıcı attı. Helen kılıcı Mustafa'nın can damarı üzerinde tutuyordu. Kılıcın keskinliği Mustafa'nın boynunu biraz kesmişti. Askerler şaşkınlıkla olanlara bakıyorlardı. "Sen laflarına güvenmem ben artık sultan. Ya beni burdan cikartırsın ya da boynun bedeninden şimdi hemen ayrılır." dedi Helen, nefes nefeseydi. "Çekilin!" Diye bağırdı askerler. Sarayın başında okuyla Helen'i hedef almış Osman'ı gördü. Mustafa sol elini kaldırdı. Elini yapma der gibi geri doğru doğru salladı. Osman olduğu yerde durdu. Okunu indirdi. "Ayağa kalk ve ileri doğru yürü. Askerlerine gitmelerini emret. Tek bir yanlışını hissedersem boynunu bir dakika bile düşünmeden keserim. Senin babama yaptığın gibi." dedi Helen, kızgın çıkan ses tonuyla. Mustafa yavaşça kalktı. Öne doğru döndü. Helen arkasında kılıcı ise Mustafa'nın boynundaydı. Mustafa sağ elini ön tarafına doğru götürdü. Hançerini aldı. Ani bir hamleyle Helen'in elindeki eliyle düşürdü. Helen'in boynuna hançeri dayadı. Yavaşça hançeri aşağı doğru çekti. Helen tiz bir çığlık attı. Boynuna ince bir çizik atmıştı Mustafa. "Kılıcımı yere düşürmeni ben istediğim için düşürebildin. Ne yapacağını merak ettigimden. Birinin boynuna kılıç dayıyorsan eğer. Ona kalkmasını söylersen yenilgini ilan etmiş olursun." dedi Mustafa alayla çıkan sesiyle. Helen yutkumaya korkuyordu. Boğazının tam üstündeydi hançer. "Öldür beni Sultan. Ya beni serbest bırak ya da beni öldür." dedi bir cesaretle konuştu Helen. Mustafa hançeri geri çekti. Yerdeki kılıcı ayağıyla ittirdi. Helen'in kolunda tutup askerlerin eline verdi. "Eğer bir daha kaçarsa öldürmekten kimse cekinmesin. Eğer kaçarsa bir daha kendiniz öleceğinizi bilin." dedi Mustafa. "Bırakın beni! Bırakın!" diye bağırıyordu Helen. Mustafa elini boynuna götürdü. Boynunda ki kanı koluyla sildi. Dişlerini sıktı. Etrafta olan askerler baktı. "Tek bir yanlış daha olmasın!" dedi hızlı adımlarla saraya girdi Mustafa. Helen'in boynuna kılıç dayanması hem Mustafa'yı etkilemiş, hem de gururunu kırmıştı. İlk defa hemde bir kıza karşı savunmasız kalmıştı. Odasına doğru yürüdü Mustafa. Odasına girince balkona çıktı direkt. Bugün olanlar aklını yeterince meşgul etmişti. Helen onlar için tehdit oluşturuyordu. O kızı hareme almakla yanlış yaptığını düşünüyordu. İçinden bir ses Helen'i bırakmasına engel oluyordu. "Ne var bu kızda büyü falan mı? Ne diye böyle değişik şeyler içimde dolanıp durur" Sol elini balkon kenarına yasladı. Balkon kenarına doğru yavaşça vuruyordu. Aklından neden böyle değişik düşünceler geçiyordu. Kendi kendine kızıyordu. Balkondan az önce dövüştükleri yere bakışları kaydı. Dudakları iki yana kıvrıldı. Helen'i ilk bulduğu gün geldi aklına. Balkonun köşesine baktı. Başını iki yana salladı. İçeri girdi. Karnının çıktığını hissedince askerlere yemek getirmelerini emretti. Minderlerin üzerine oturdu. Biraz sonra ellerinde tepsilerle askerler içeri girdiler. Mustafa yemeklere baktı. Hepsinden çok çok yemek istiyordu. Midesi sanki boşalmıştı. Yemeğini yedikten sonra. Bugün çizdiği çizimler aklına geldi. Çizimleri alıp yeniden üzerinde çizimler yapmaya başladı. Aklındaki caminin tasarımı şimdi elleri arasındaydı. Elindeki kalemi bırakıp kağıda dokundu. Gözlerini kapattı. Ellerindeki caminin hayalini kuruyordu. Gözlerinin önündeki hayal mutlu olmasına sebep oldu. Gözlerini açtı, çizimleri kitapların arasına koydu. Yatağına doğru ilerledi. Üzerindeki elbiseleri çıkardı. Yorganı kaldırıp içine girdi. Bugün yorgunluğunu yatağa girince hissetmişti. Derin bir nefes alıp sırt üstüne döndü. Tavana bakmaya başladı. Gözlerinde uyku akıyordu. Ama gözlerini kapatınca yeşilleri görmeyi istemiyordu. İçinde merak artacaktı. Sağına döndü. Ellerini yastığının altına koydu. Yavaşça gözlerini kapattı. Bu sefer gözlerinin önüne yeşil gözler değil, Helen'in yüzü gelmişti. Gözlerini açmak istemedi Mustafa. Kızın yüzüne dokumak onu izlemek istedi. İçine huzur veriyordu sanki. Sol tarafından görüyordu. Birden Helen yüzü döndü. Yeşilleri gözlerine değdi. Mustafa yeşiller içinde bir denizin içinde boğuluyor gibi hissedip gözlerini açtı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD