18

1997 Words
Büyük bir ordu hazırlanmış, dönüş için hazırlıklar tamamlanmış, Mustafa'nın gelmesi bekleniyordu. Mustafa saray balkonunda bekliyordu. Odaya girdi kaftanın giyindi, başına kavuğunu taktı. Odadan çıktı. Askerlerin arasından sarayın dış kapısında atının olduğu tarafa doğru ilerliyordu. Askerle başlarını eğerek bekliyorlardı. Mustafa bir hamleyle atına bindi. Saray kapısını açıldı. Mustafa açılan kapıdan çıkarken askerler doğrulup Mustafa'yı takip etmeye başladılar. Gece karanlık çökünce dinlemek için çadır kurulmuştu. Helen kaldığı çadırda tek başına oturuyor, yalnız kalması içinde korkuya neden oluyordu. Çadırdan dışarı çıktı, askerlere Mustafa'nın çadırına gideceğini söyleyince askerler çadırdan çıkmasına izin verdiler.  Bir asker Mustafa'nın çadırına kadar Helen'e eşlik etti. Helen çadırın önüne gelince durdu. Askerlerden biri içeri girip haber verdi. İçerden çıkan asker içeri girmesi için çadırı açtı. Mustafa, Helen'in yanına geldi, üzerinin çamur olduğunu görünce telaşlandı.  "Ne oldu? Bu halin nedir böyle?" diye sordu Mustafa. Helen'in üzerini gösteriyordu.  "Çadırda tek kalmak istemedim. Bende sizin yanınıza gelmek istedim, dışarda yağmur yağıyordu, etraf çamur içindeydi, üzerim ondan çamur oldu." diye açıklama yaptı Helen. Mustafa, Helen'i kendisine doğru çekip sarıldı, üzerinde çamurun kendisine bulaşmasını umursamadan.  "Çadırına gidip üzerini değiştirip gel o zaman. Üstün ıslak bu halde üşürsün." dedi Mustafa. Helen başını kaldırıp Mustafa'ya baktı. Bir daha çadıra geri girmeye korkuyordu.  "Korkuyorum ya çadıra biri gelirse, sizde benimle gelseniz." dedi Helen, gözlerini kısırak bakıyordu Mustafa'ya. Mustafa, Helen'in yüzünü elleri arasına aldı, tülbentinin içinde çıkar saçlarını okşadı. "Buna kimse cüret edemez!" sesindeki öfkeye hakim olamadan konuştu Mustafa. "Madem korkuyorsun. Geleyim bakalım."  Mustafa ellerini Helen'in yüzünden çekip çadırın çıkışına doğru yönlendirdi. Helen'in kaldığı çadırın önüne gelince durdu Mustafa.  "Ben burdayım merak etme. Seni bekliyorum." dedi Mustafa. Helen başını sallayıp içeri girdi. Havanın soğukluğu yüzüne yüzüne vuruyordu. Çadırın önünde duran askerleri gönderdi Mustafa.  Helen üzerindeki kirlemiş kıyafetleri çıkartıp temiz kıyafetleri giyindi hemen. Çadırın dışına doğru yürüdü. Mustafa'nın beklediğini görünce gülümsedi. Mustafa'nın varlığı artık Helen'e huzur veriyordu. Karanlıkta bile Mustafa'nın yüzü Helen'e güneş gibi parlıyordu. Aşkın tohumları Helen'in kalbine ekilmiş, meyve bile vermişti. Mustafa nefes kadar ihtiyaçtı artık Helen'e. Her gün her saat Mustafa'yı düşünüyordu.  Mustafa'nın kendisine doğru döndüğünü görünce hafifçe eğildi Helen. Mustafa'nın olduğu tarafa doğru ilerledi. Mustafa bakışlarıyla Helen'in yere sürülen eteğini gösterdi. Helen başını eğip eteğinin ucunu yere değmesin diye yukarı doğru kaldırdı. Başını kaldırıp baktı, Mustafa gülümseyip başını salladı. Elini Helen'e doğru uzattı. Helen tam elini uzatacakken Mustafa'nın arkasında biri gelip hançeri sırtına sapladı. Mustafa ne olduğu anlamadan yere doğru düştü. Adam hançeri çıkartıp bir daha saplacakken Helen adama doğru koşup bir tekme attı, bağırmaya başlayınca adam korkuyla önce Mustafa'ya baktı, sonra ayağa kalkıp kaçtı. Helen yerden düşen Mustafa'nın yanına koşup sırtını dizlerini üzerine koydu, düşen başını yukarı doğru kaldırdı. Yüzüne dokundu, burnuna baktı, başını göğsüne koydu, kalbi atıyor mu diye bakıyordu.  "Biri yardım etsin!" diye bağırmaya başladı. Mustafa'nın kapalı olan gözleri yavaşça açıldı. Helen elini Mustafa'nın yerde olan sırtına gitti. Nerden yaralandığını bulmaya çalışıyordu.  Askerler gelmiş etraflarını sarmışlardı. Herkes Mustafa'nın yerde yatar bir şekilde görünce şaşırmış bir şekilde kalmışlardı. Silahtar koşarak geldi, Mustafa'nın yanına diz çöktü. Helen'in kucağından Mustafa'yı aldı, bir asker yanına geldi yardım etti. Silahtar zor bir şekilde Mustafa'yı sırtına aldı. Çadıra doğru götürdü, yere serilmiş yatağın üzerine yavaşça bıraktı. Helen ellerine değen Mustafa'nın kanına baktı, Silahtar elleri arasından almıştı Mustafa'yı. Götürdükleri çadıra doğru ilerledi hemen. Çadıra girince Mustafa'nın etrafının çevrili olduğunu gördü. Silahtar Mustafa'nın başından kalkıp Helen'in yanına geldi, yüzüne sertçe bir tokat attı. Helen tokatın etkisiyle yere düştü. Elini yanağına koydu yerden silahtara doğru baktı. "Götürün şu hatunu çabuk." diye bağırdı Silahtar. Helen neden böyle bir şey yaptığını anlamadı. Anlamaz gözlerle silahtara baktı. Gelen askerler zorla Helen'i ayağa kaldırdılar. Askerlerden kollarını kurtarmaya çalışıyor ama gücü yetmiyordu. Zorla çadırdan çıkartıp başka bir çadıra götürdüler ellerini kollarını sıkıca bağladılar. Helen çadırda bir başına kalınca anlamıştı, Mustafa'yı yaralayanın kendi olduğunu düşünüyorlardı. Bağlı ellerini çözmeye çalıştı ama beceremiyordu.  Sessizce ağlamaya başladı, Mustafa'nın çadırına gitmeseydi böyle bir şey olmayacak diye düşünmeye başladı. Mustafa'yı yaralamış olmasa da kendi yüzünden olduğunu biliyordu. Kendini suçlayıp duruyordu. Mustafa'ya bir şey olmasın diye dua ediyordu. Bağlı ayaklarını kendine doğru çekti. Üzerindeki kanı gördü, Mustafa'nın kanıydı. Gözlerinden akan yaşlar durmuyordu. Mustafa'nın iyi olduğunu duymaya ihtiyacı vardı. Çadırın karanlığında bir başına kalmıştı, oysa az önce korktuğu için Mustafa'nın çadırına gidecekti.  Ağlamaktan gözlerinden artık yaş akmıyordu Helen'in. Gözleri çadırın kapısındaydı. Birileri gelsin Mustafa hakkında bilgi vermesini bekliyordu. Gün doğmuştu ama en ufak bir ses bile duymamıştı.  Ayaklarını iplerden kurtarmaya çalışıyor olmuyordu, elleri yara içinde kalmıştı. Mustafa üzeri çamur olduğu için değiştir demişti şimdi ise üzeri kurumuş kan içindeydi. Çadırın kapısı açıldı. İçeri öfkeyle Silahtar girmişti. "Ben yapmadım, ben bir şey yapmadım orda biri vardı. Sultan nasıl?" dedi Helen korku dolu çıkan sesiyle.  "Sen dua et ki hünkarımıza bir şey olmasın yoksa benim elimden seni kimse alamaz. Bir uyansın o zaman senin cezanı kendi elleriyle verecektir." dedi silahtar sonra çadırdan çıktı. Helen yine yalnız kalmıştı, Mustafa'nın yaşadığını duyunca mutlu olmuştu. Yeniden dua etmeye başladı Mustafa iyileşsin diye. Ellerindeki ipi zorladıkça gevşemeye başlamıştı. Sonunda bir elini kurtardı. Acıyan bileklerini ovmaya başladı, ayaklarında olan ipi çözdü, ipi çekmekten bilekleri kan içinde kalmıştı. Yavaşça ayağa doğru kalktı, ayaklarının üzerinde zor duruyordu. Çadırdan yavaş adımlarla çıktı, kimseye görünmeden Mustafa'nın çadırının olduğu tarafa doğru ilerledi. Çadırın önünde askerler olduğunu görünce çadırın arkasına doğru adımladı yavaşça. Çadırın arka tarafına gelip çadırın kenarını belinde olan hencerle kesti, çadırı kaldırdı. İçerde birilerinin olduğunu görünce kenarı indirdi. Dizlerinin üzerine çöküp oturdu. Artık ayakta kalmaya dermanı kalmamıştı. Sesler kesilince çadırı hafifçe yeniden açtı. Kimse olmadığını görünce kestiği yerden içeri girdi Helen. Yerde yatağın üstünde yatan Mustafa'nın yanına doğru ilerledi. Mustafa'nın solgun yüzünü görünce elini ağzına kapattı. Hıçkırık seslerini duyulmasın diye. Yere eğlip Mustafa'nın elini tuttu.  "Sen koca bir cihanın padişahı değil misin? Neden bu haldesin? Senin için inandığın Tanrıya dua ediyorum, gözlerini yeniden aç. Yeniden güçlü bir hükümdar gibi karşımda dur." sessizce konuştu Helen. Gözlerini çadırın çıkışına doğru kaydı. Kimsenin gelmediğini fark edince Mustafa'nın göğsüne doğru dokundu. Kalbinin attığını hissedince dudakları iki yana kıvrıldı acıyla.  Üzerinde örtülmüş yorganı açtı. Çıplak vücuduna baktı. Yarasının nerde olduğunu bilmiyordu. Sırtından hancerlendigini biliyordu sadece. "Su." Mustafa'nın sayıkladığını fark edince yan tarafında su dolu bardağı aldı. Mustafa'nın başından tutup kaldırdı. Mustafa gözlerini açınca Helen sevinçle baktı gözlerine. Suyu yavaşça eline alıp dudaklarına götürdü, Mustafa bir yudum içip bıraktı.  Helen yavaşça Mustafa'yı yatağını üzerine doğru bıraktı. Bardağı kenara koyup yeniden Mustafa'nın ellerini elleri arasına aldı. Boşta olan sağ elini Mustafa'nın yüzüne koydu, saçlarına gitti eli. Nazik bir şekilde saçlarını okşamaya başladı. Yeniden gözlerini açsın diye bekliyordu. Eli gözleri üzerinde duraksadı. Mustafa'yı daha fazla rahatsız etmemek için elini yüzünden çekti, tam elini elinden çekerken Mustafa sıkıca elini tuttu. Helen'in gözleri önce eline kaydı heyecanla bakışlarını Mustafa'ya doğru çevirdi.  "Git...me..." kesik kesik konuştu Mustafa. Helen elini daha sıkıca tuttu.  "Burdayım." yatağın boş tarafına doğru uzandı. Başını Mustafa'nın omzuna koydu. "Biliyorum sana bir şey olmaz. Sen koskoca bir Romayı fethetmişti padişahsın bu kadar güçlüken şimdi güçsüz olmazdın." dedi Helen sevinç dolu bir ses tonuyla. Çadırın girişinden içeri biri geldiğini fark edince Helen hemen doğruldu.  "Sen ne cüretle buraya gelirsin!" bağırarak konuşuyordu silahtar. Helen'in kolundan tutup kaldırdı. Gözleri Mustafa'nın eline kaldı. "Bırak padişahımız eli." Helen kolunu silahtarın elinden kurtarmaya çalışıyordu. "Silah....tar... bırak..... o yap...madı..." kesik çıkan sesiyle konuştu Mustafa. Silahtar, Helen'in elini bırakıp Mustafa'nın yanına oturdu. Mustafa hafifçe gözlerini açtı. "Ona bir.. da...ha... doku...nursan.... seni... kendi... ellerim...le öldürüm.." kısık çıkan sesiyle söyledi Mustafa. Silahtara başını önüne eğdi. "Hünkarım bu hatun sizi öldürmek istedi." Mustafa'ya çevirdi bakışlarını. Mustafa başını sağa sola doğru salladı. Silahtar, Mustafa'nın neden Helen'i koruduğunu anlayamıyordu. "Ona sak....ın bir da...ha.. dokun...ma.." sesi sonlara doğru kısılmıştı.  Helen yere oturdu. Silahtarın öfkeli gözleri Helen'i buldu.  "Yolunuzda boynum kıldan incedir. Bu hatunu sizin için sizden uzak tutmam gerekiyor hünkarım." dedi silahtar. Helen'in elini tutan Mustafa'nın elini ayırdı. Helen'i kolundan tutup kaldırdı.  Mustafa gözlerini hafifçe açtı, kalkıp silahtarı öldürmek istiyordu. Hareket edecekken acıyla inledi. Arkasından seslenmek istiyordu. Bağırıp haykırmak istiyordu ama gücü sanki vücudundan çekiliyordu. Helen artık silahtara engel olmuyordu. Çadırdan çıkartıp yine aynı çadıra getirdi. Ellerini kollarını yeniden bağlayıp başına bir asker dikti. Helen, Mustafa'nın iyi olduğunu görmüştü, iyileşmesi için bekleyecekti.  Başında bekleyen askere baktı. Gün doğmuş yeniden batmak üzeriydi ama bir askerden başka kimse gelmiyordu Helen'in yanına. Mustafa'nın gelmesi bekliyordu çaresiz bir şekilde. Başını dizleri üzerine koydu. Gözlerini kapattı. Uyumak istiyordu. Kollarındaki ipin acısına dayanamıyordu. Silahtar o kadar sıkı bağlamıştı sanki kolları kopacak gibi hissediyordu Helen. Kollarını oynatıyor, ipleri biraz da olsa gevşetmeye çalışıyordu, kollarını kurtarmaya çalıştıkça kanlar akıyordu. Askerden yardım istiyor ama tek bir cevap bile vermiyordu.  Gözleri uykusuzluktan kapanmak üzeriydi. Acıları uyuşmuştu, artık Mustafa'nın gelmesi için bir umudu geçmişti. İyileşmesinin uzun süreceğini anlamıştı. Son umut gözü hep çadırın çıkışındaydı.  Gözleri tam kapanmak üzeriyken gelen bir sesle başını kaldırdı. Çadırdan içeri Mustafa girdi. Helen Mustafa'yı gördüğüne sevinse de yaralarının verdiği acıyla inledi.  Mustafa önünde olan askeri eliyle ittirdi. Sırtındaki acıyı umursamadan Helen'in ayaklarının önüne oturdu. Sırtındaki yaranın verdiği acıyla gözlerini sıkı sıkı yumdu. Gözlerini açıp Helen'in bağlı olan ellerini çözdü.  Helen'in iplerle bağlı olan elleri çözülünce elleri iki yana düştü. Mustafa'nın gözleri Helen'in gözlerini buldu hemen. Ayaklarındaki ipi de çözdü. İki yana düşen ellerini yavaş bir şekilde elleri arasına aldı. Kanlar içinde kalmış kolları Mustafa'nın canını daha da acıtmıştı. Mustafa dudaklarını kollarına dokundurdu. Yaralarının üzerine küçük buseler koyuyordu. Elinden destek alıp ayağa kalktı, Helen'in kolundan tutup yavaşça kaldırdı.  Helen ayağa kalkınca sendeledi. Ayaklarını artık acıdan hissetmiyordu.  Mustafa, Helen'in kendine doğru çekti. Kolunu beline doğru doladı. Çadırdan yavaşça çıktılar. Çadırın etrafında bekleyen askerler eğilmeye başladılar. Mustafa zorla Helen'i tutuyor, çadırına doğru yavaş adımlarla Helen'le birlikte ilerliyordu.  Çadıra girince yatağın yanına bıraktı Helen'i, Mustafa da yanına zorla oturdu. Sırtındaki yara acısını arttırmıştı. "Biri hekim çağırsın hemen!" diye zorla bağırdı Mustafa. Yatağın üzerine son gücüyle yüz üstü uzandı.  Hekimler hızla içeri girdiler. Mustafa'nın kanayan sırtına baktılar. Gelen bir hekim kadın ise Helen'in bileklerine merhem sürüyordu.  Helen bileklerine dokunan kadına donuk bir şekilde bakıyordu. Kadın bileklerine merhem sürüp bir bez parçasıyla sarmıştı. Helen bakışlarını yanında uzanan Mustafa'ya doğru bakıyordu. Hekimler üzerindeki gömleği çıkarmışlar kanamış yarasını temizliyorlardı.  Helen yarasının kötü olduğunu görünce başını farklı bir tarafa doğru çevirdi. Kalbine ince bir sızı girmişti. Bir an Mustafa'nın yarasına merhem olmak istedi. Kendi yarasına merhem bile olmazken Mustafa'nın yarasına merhem olmak istemesi Helen'i gülümsetti. Acı bir şekilde gülümsemişti. Hekimler çadırdan çıkmışlardı. Mustafa sağ tarafına doğru döndü. Yani başında oturan Helen'e baktı. Kolunu yan tarafa doğru uzattı.  "Gel." Mustafa kolunu gösterdi Helen'e. Helen başını Mustafa'nın kolunun üzerine doğru koydu. Mustafa koluyla Helen'i kendisine doğru çekti.  Mustafa sol koluyla üzerindeki yorganı Helen'in üzerine doğru örttü.  Helen, Mustafa'ya iyice yaklaştı. Üşüyen vücudu yeni yeni ısınmaya başlamıştı. Gözlerini uykunun kollarına kendini bırakmıştı. Mustafa, Helen'in saçlarından öptü, kokusunu içine çekti. Gözlerini bir an bile kırpmıyordu. Helen'e birinin daha dokunmasına izin veremezdi.  Sabaha kadar gözlerini kırpmadan beklemişti Mustafa. Helen'in kıpırdanmasıyla biraz kendi uzaklaştırdı Mustafa. Helen'in yeşil gözlerinin açıldığını görünce zorla da olsa gülümsedi. Yüzüne dökülen saçlarını topladı Mustafa, kulaklarının arkasına sıkıştırdı.  Helen başını kaldırıp Mustafa'ya baktı. Bütün acılarını unutmuştu Mustafa'nın gelişiyle. Mustafa'nın ellerini yüzünden hissedince gözlerini kapattı.  Mustafa çenesinden tutup başını yukarı doğru kaldırdı. Dudaklarını Helen'in alnına bastırdı.  Geri çekilip Mustafa'ya baktı Helen. "Ben bir şey yapmadım." dedi Helen. Mustafa'nın da kendisinden şüphe etmesinden korkuyordu.  "Biliyorum." dedi Mustafa yumuşak bir sesle.  Helen'in göz yaşları akmaya başladı. Mustafa akan gözyaşlarına dokundu. Gözyaşlarını sildi.  Helen yavaşça yattığı yerden doğruldu. Üzerindeki yorganı Mustafa'nın üzerine örttü. Üzerindeki elbiseyi çıkarmak istiyordu ama Mustafa'dan başka herkes Helen'e düşmandı Helen öyle düşünüyordu.  "Ağalar!" Helen'in neden yanından kalktığını anlamıştı. Biri içeri girdi. "Elbise getirin!" asker başını eğerek çıktı dışarı.  Helen, Mustafa'nın kendine olan bakışlarında utanmıştı. Üzerindeki elbise kan içindeydi.  Bir cariye içeri girip elbiseyi Helen'e verip çıktı. Helen yatağın yanındaki elbiseye baktı. Nasıl giyinecegini düşündü.  Mustafa diğer tarafına doğru döndü. Helen ayağa kalktı. Konuşmadan anlaşıyorlardı. Üzerindeki kirli kıyafetleri çıkartıp temiz elbiseyi giyindi Helen çadırın köşesinde. Bakışları Mustafa'nın üzerinden ayırmıyor, kendisine bakacak diye utanıyordu.  Temiz elbiseyi giyince Mustafa'nın yanına doğru ilerledi yatağının yanına oturunca Mustafa'nın uyuduğunu fark etti. Sırtı Helen'e dönükdü açılan yorgandan yarası görünüyordu. Helen yorganı yavaşça üzerine doğru çekti. Mustafa uyanmasın diye ses cıkamamaya çalışıyordu.  Arkasında boş tarafa doğru uzandı Helen. Bileklerine kaydı elleri. Acısını hâlâ hissediyordu, sanki elleri hâlâ bağlı gibi sanıyordu.  Mustafa'nın hareket ettiğini hissedince hemen yattığı yerden doğruldu. Mustafa sırt üstü döndü. Helen uyandı mı diye baktı ama Mustafa'nın gözleri kapalıydı. Derin bir nefes aldı. Mustafa'yı uyandırdı sanmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD