17

2159 Words
Helen yattığı yerden hafifçe doğruldu, Dilber hatun üzerindeki elbiseyi çıkarmaya çalışıyordu. Helen sağ kolunu oynatmamaya çalışıyordu. Dilber hatun yavaş bir şekilde elbiseyi çıkartıp yeni getirdiği kıyafetleri giyindirdi. Helen acıyla kendini yatağa doğru bıraktı. Omzundaki acı birazda olsa dinmişti. Sol tarafına dönderdi başını. Mustafa'nın yokluğunu fark edince üzülmüştü. Oysa Mustafa onun için odadan çıkmıştı biliyordu Helen. Dilber hatunun getirdiği ilacı içmek için yataktan doğruldu. İlacı içip yatağa tekrar uzandı. Dilber hatun tam gidecekken sol koluyla engel oldu Helen. "Bana neler olduğunu söyle?" dedi Helen. Dilber hatun kapıya doğru çevirdi başını. "Kimseye bir şey söylemem. Anlat neler olduğunu bilmek istiyorum." diye ekledi Helen. Dilber hatun yatağın kenarına oturdu. Korkulu gözleri kapıyı buldu, sonra Helen'e doğru döndü. "Halk, Hünkarımızından sizi istiyorlar. Kral öldüyse prenses de ölmeli diyorlar. Hünkarımız kızdı ama belli ki kolay vazgemeyecekler. Ülkesine sahip çıkmayan birini tabi ki öldürmek isterler." dedi Dilber hatun, Helen başını geri doğru yasladı. Şimdi her şey aklına daha iyi yatmıştı. Bu yüzden Helen'i öldürmek istiyorlardı. Helen içinden gelen ağlama duygusuna engel olamıyordu. Sol gözünden bir damla yaş aktı. Kendini bile koruyamazken halkına nasıl yardım edebilirdi ki. Bu saraya esir düşmüştü. Dilber hatun yataktan kalkıp kapıyı açtı, yemek getirmeleri söyledi. Helen'in yanına geri döndü. Helen, Dilber hatunun dediklerini duymuyor sessizce ağlıyordu. Sol tarafından görünen balkona doğru çevirdi bakışlarını. Boğazında bir düğüm vardı sanki yutkunamıyordu. Dilber hatunun dedikleri tokat gibi yüzüne vurmuştu, kendi çok çaresiz hissediyordu kendini. Mustafa odanın kapısını açıp içeri girdi. Dilber hatun hemen ayağa kalktı, odadan çıktı. Mustafa yatakta yatan Helen'in yanına doğru ilerledi. Yatağın sol tarafına oturdu Mustafa. Helen'in ağladığını anlayınca endişeli bir şekilde Helen'e baktı. Helen karşısında oturan Mustafa'yı fark edince gözlerini Mustafa'ya kaydı. "Hâlâ yaran mı acıyor?" diye sordu Mustafa. Helen'in canın yanmasını kendi canını da acıtmıştı. Helen gözlerini kapattı. Yalan söylemek istemiyordu. Sol elini karnına koydu, başını sağ tarafına doğru çevirdi. Mustafa'nın daha fazla kendisine bakmasını istemiyordu. Mustafa yatağa üstüne çıktı, Helen'e doğru yaklaştı. Yüzünü avuçları arasına aldı. Helen sıkı sıkı gözlerini kapatıyordu. Yüzünü okşuyordu nazik bir şekilde Mustafa. Helen dayanamayıp gözlerini açtı. "Beni neden vermiyorsun. Sende benden kurtulmak istemiyor musun? Senin için bir tehdit değil miyim? Öyle ise beni öldür ya da beni halkım öldürsün. Bu yükün altında ezilmek istemiyorum." daha fazla içinden tutamayıp her şeyi tek bir nefeste söyledi Helen. Mustafa, Helen'den uzaklaşıp kendini yatağın sol tarafına doğru bıraktı. Sağ elini alnına koydu. Helen'in neden ağladığını şimdi daha iyi anlamıştı. "Onların seni öldürmesi için önce beni öldürmeleri gerekir, beni öldürmeyi akıllarından geçirmeleri içinde savaş açmaları gerekir. Benim seni öldürmeyeceğimi ise çok iyi biliyorsun." dedi sonunda Mustafa. Başını sağına doğru çevirdi Mustafa. Helen'in dikkatlice kendini izlediğini görünce gülümsedi. Mustafa elini uzatıp Helen'in sol elini elleri arasına aldı. Bakışlarını gözlerinden çekmiyordu. Helen'in içindeki duygularını bilmesini, görmesini istiyordu. Gözlerine derin derin bakıyordu ki içindeki sevdayı görsün. Helen'in ilacın etkisinden gözleri yavaşça kapanmaya başladı. Elindeki eli daha sıkı tuttu, bırakmak istemiyordu. Mustafa, Helen'in uzağında duruyordu, daha rahat uyuması için. Helen'in uyuduğunu fark edince Mustafa'nın da gözlerini kapattı. ******* Helen gecenin karanlığında gözlerini açtı, Mustafa'nın yatakta olmadığını yavaşça doğruldu. Balkon kapısının kenarinda yerde oturduğunu fark edince kaşlarını çattı Helen. Ne yaptığını anlamıyordu. Helen dikkatlice Mustafa'yı izliyordu. Mustafa oturduğu yerden kalktı, önünde ellerini bağlamıştı, Helen şaşırmıştı sanki birine hürmet gösteriyor gibiydi. Dizlerini üstüne eğildi, bir daha kalktı, sonra yere eğilip başını yere koydu. Helen yavaşça ayağa kalktı. Hâlâ Mustafa'nın ne yaptığını anlamıyordu. Koskoca bir cihan padişahı nasıl olurda yere eğilir diye düşündü Helen. Arkasına kadar yürüdü. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordu, Mustafa ellerini kaldırdı, sesi fısıltı gibi kulağına geliyordu Helen'in. Merak ediyordu Helen. Gece vaktinde neyle, kimle konuştuğunu merak ediyordu. Mustafa ellerini yüzüne sürdü. Yerdeki bezi eliyle katlayıp kaldırdı. "Az önce ne yapıyordun?" diye sordu Helen. Mustafa'nın bakışları Helen'i buldu. "Bizim Allah'a karşı ibadetimiz. Daha önce duymadın mı? Namaz kılıyordu." dedi Mustafa. Helen başını sağa sola salladı, ilk defa görüyordu. "Artık sende benim dinimi kabul edeceksin. Eğitimler arasından sana da öğretecekler." diye ekledi Mustafa. Minderlerin üzerine doğru ilerledi. Elindeki tespihi çekmeye başladı. Helen, Mustafa'nın yanına doğru ilerledi. Elindeki tespihe kaydı gözleri Helen'in. Mustafa'nın yaptıkları dikkati çekmişti. Bir an önce bu dediğin, yaptığının ne olduğunu bilmek istiyordu. Mustafa'nın, Helen'in meraklı bakışlarını görünce mutlu oldu. Tespihi bir kenara bırakıp kaftanın aldı. Helen'e doğru döndü. "Bugün de başına bir olay gelmesin. Odanın içinden cikabilirsin ama sakın saray dışına çıkma, bahçe hariç." Helen başını salladı hemen. Mustafa odadan çıktı. Helen yatağa doğru ilerledi. Omzundaki ağrıyı hissetmiyordu, sanki biri sihirli bir deynekle omzunu iyileştirmişti. Dilber hatun gelip Helen'in yarasını açıp merhem sürmüş, yemeğini yedirmişti. "Bugün sultan odadan dışarı çıkacağımı söyledi." dedi hemen Dilber hatuna. Dilber hatun gülümsedi, başını olumlu bir şekilde salladı. "O zaman hemen çıkmak istiyorum. Odanın içinde kalmak istemiyorum artık." "Prenses yaranız daha iyileşmedi. Dinlenmeniz gerekli." dedi Dilber hatun. Helen başını sağa sola salladı. Daha fazla odanın içinde kalmak istemiyordu. "Peki prenses dediğiniz gibi yapalım o halde." ******* Mustafa saraydan çıkmıştı. Halkı meydanda toplanmasını emretmişti. Ahmet paşa önden gelip halkı meydanda toplamıştı. Kalabalık halkın olduğu tarafa doğru atıyla hızlıca ilerledi Mustafa. Askerle halklar Mustafa arasında bir çember oluşturdu hemen. Mustafa atından inmeden önünde duran halka baktı. Herkes korkuyla, merakla Mustafa'nın ne diyeceğini bekliyordu. "Size ülkenizde yaşama hakkı verdim. Peki siz ne yaptınız, sizi itham ettim. Ben ki Sultan Mustafa. Roma imparatorluğunu yıkıp kendi ülkeme aldım. Siz! Nasıl olurda benim dinlemezsiniz! Benim olanı benden istersiniz! Eğer tek birinizi ağzından prensesin adını duyarsam omzunun üstünde baş kalmaz!" Mustafa'nın söyledikleriyle bütün halk başını önüne eğmişti. Mustafa atından indi. Öfke dolu bakışlarını herkesin üzerinde gezdirdi. Belinden kılıcını çıkardı. "Var mı şimdi bir şey söylemek isteyen!" Herkes sessizce bekliyordu. Mustafa kimseden ses çıkmayınca çıkardığı kılıcını yerine koydu, tekrar atına bindi. Son kez halka doğru baktı. Herkes Mustafa'nın öfkesinden korkmuştu. Kendilerine bir şey olacak diye korkuyorlardı. Mustafa atını saraya doğru çevirdi. Hızla atını saraya doğru sürdü. Arkasındaki halk yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Mustafa saraya girince ilk işi dünkü adamı sordu. Silahtar adamı bulmuş zindana atmıştı. Mustafa'ya söyleyince Mustafa zindana doğru çevirdi yönünü. Zindan kendinden geçmiş adama baktı, öfkesi anbean artıyordu. İçeri girip elleri zincirlerle bagalanmış adamın önce zincirlerini açtırdı. Sonra getirilen soğuk suyu yüzüne doğru döktü. Adam neye uğradığını şaşırmıştı, gözleri açıldı hemen. Karşısında öfke dolu Mustafa'yı görünce hemen ayaklarına kapanıp yalvarmaya başladı. Mustafa ayaklarına kapanan adamı saçlarından tutup kaldırdı. Adam acıyla bağırıyor fakat Mustafa durmuyordu kasıklarına doğru bir tekme attı. Adam yere düştü. Mustafa kaftanın çıkardı üstünden yerde yatan adamın saçlarından tutup çekti belinden çıkardığı hançeri adamın kalbine sapladı. Gözleri önünde can çekişen adama baktı, adamı geri doğru ittirip zindandan çıktı. 1 ay sonra; Helen her gün eğitimden geçiyor, farklı bir dil öğrenmekten zorluk çekiyordu. Elindeki kalemi bırakıp Dilber hatuna baktı, bıkkın bir şekilde. "Yeter artık lütfen Dilgeri." bazı kelimeleri yanlış söylüyor, bazı kelimeler ise ağzından farklı çıkıyordu Helen'in. Dilber hatun gülümsedi. "Helen, ben senin adını doğru söylüyorum. Dilber bir benim adımı farklı diyorsun. Birkaç gün sonra yola çıkacağız. Devletimize gidene kadar dilimizi öğrenemen gerek." dedi Dilber hatun. Helen kalemi geri alıp kağıda bir şeyler yazmaya başladı. Gündüzleri Dilber hatun çalıştırıyor geceleri ise Mustafa ile çalışıyordu. Dilber hatun her defasında Helen'in zorluyordu. Ama Mustafa'yla çalışınca o kadar zorlanmıyordu Helen. Mustafa aklına gelince gülümsedi Helen. "Yine aklına ne geldi Helen." diye sordu Dilber hatun. Anlamıştı aklına Mustafa'nın geldiğini. "Bir şey gelmedi öyle güldüm işte." Dilber kafasını salladı, gülümsedi. Helen masadan kalktı. Artık Mustafa'yla son 1 haftadır aynı odada kalmıyordu. Mustafa birden bire faklı bir odaya geçmişti Helen neden farklı bir odaya geçtiğine bir anlam vermemişti. Kaç gecedir düşünüyordu, Mustafa'yla aynı odada kalmaya öyle alışmıştı ki. Odaya yeniden gelsin diye bir şeyler yapmaya çalışması gerekiyordu. Dilber hatun, Helen'in daha fazla calışmayacağını anlayınca masadan kağıtları topladı. Ayağa kalktı. Kenara koydu. "Sultan neden başka bir odaya geçti Dilgeri." diye sordu Helen. Dilber hatun minderlerin üzerine oturdu. Düşünceli şekilde odanın içinde dolanan Helen'e doğru baktı. "Sen cevap vereceksin ben değil. Hünkarımızın gönlünü hoş tutmadın demek ki." masanın üzerinde duran meyve uzandı Dilber hatun. Helen bakışlarını balkona doğru çevirdi. Dilber hatunun dedikleri kafasından dolanmaya başlamıştı. Helen, Mustafa'nın bir başkasına meftun olmuş olma ihtimali geldi aklına. Kalbine sanki bir bıçak saplanmış gibi hissetti. Odanın içinden hızla çıktı, Dilber hatun peşinden koşmaya başladı. Helen'e ne olduğunu soruyordu fakat Helen cevap vermeden Mustafa'nın bir hafta önce geçtiği odaya doğru hızla ilerliyordu. Odanın önüne gelince durdu, ne diyeceğini bilmiyordu. İçindeki öfkeyi azalmak için derin bir nefes aldı. "İçeri girmek istiyorum." dedi Helen kapıdaki ağalar. Biri içeri girip Mustafa'ya haber verdi. İçerdeki ağa içeri girmesi için kapıyı açtı. Helen kapıdan içeri girdi. Gözleri hemen yatağın üzerine kaydı. Kimse olmadığı için sevinmişti. Mustafa balkondan içeri doğru girdi. Helen öğrettikleri gibi eğildi. Mustafa, Helen'in yanına yaklaştı. Tek kaşını sorarcasına kaldırdı. Helen ne diyeceğini bilemiyordu, derin bir nefes alıp yutkundu. "Ben şey için geldim. Sabah güne ay olsun demek için geldim." Helen'in kurduğu cümleyle Mustafa kahkaha atamaya başladı. Helen cümleyi doğru söylemediği için güldüğünü anlamıştı. "Gün ay olsun bakalım." dedi Mustafa gülerek. Helen'in yanından geçip yatağının yanında doğru ilerledi. Kaftanını aldı üzerine giyindi. Parmağına yüzüğünü taktı. Kavuğunu alıp başına taktı. Helen ellerini sıkıyor aslı söylemek istediğini söylemediği için kendine kızıyordu. İçini kasıp kavuran soruyu sormak için kendini zorladı. "Başka birine mi gönlünüzü verdiniz?" diye sordu sonunda Helen. Mustafa, Helen'in sorduğu soruyla şaşırdı. Şaşkınlıkla Helen'e baktı. Bir an olduğu yerde durdu. Duyduklarını algılamaya çalışıyordu. Karşısında ki boş duvara baktı. Sağ tarafında kalan Helen'e doğru döndü. Helen'in yanına doğru ilerledi. Tam karşısında durdu. "Ne dedin sen?" diye sordu Mustafa. Helen gözlerini yere doğru indirdi. Mustafa çenesinden tutup kaldırdı. Cevap vermeyeceğini anladı Mustafa. "Böyle bir şey yok." Helen umut dolu gözlerle baktı Mustafa'ya. Solan gözlerinde umut dolmaya başladı Helen'in. "Aklına böyle şeyler nerden geliyor senin?" "Neden o zaman başka bir odaya geçtin." dedi Helen. Mustafa, Helen'in çenesinde elini çekti. Helen'in dediğine güldü. "Bunun yüzünden mi aklına bu soru düştü." Helen başını olumlu bir şekilde salladı. "Odamı değiştirmek zorundaydım. Bu kadar bilmen yeterli." Helen hâlâ neden başka bir odaya geçtiğini anlamasa da, kalbine de biri olmadığını anlamıştı. "Yarın için hazırlan İstanbul'a gitmek için yola çıkacağız." Helen başını salladı, Mustafa'yla birlikte odadan çıktılar. Mustafa hazırlıklar için saray bahçesine çıkmıştı. Devletin başında dursun diye Halil paşayı çağırmıştı. Dışardaki yapılan hazırlıklara baktı. Bir ordu İstanbul'dan gelmiş bir ordu ile İstanbul'a geri gidecekti. Mustafa yapılan hazırlıklara bakarken Ahmet Paşa'ya çevirdi bakışlarını. "Hazırlıklar tamam mı Ahmet paşa." diye sordu Mustafa. "Hazır hünkarım." diye cevap verdi Ahmet paşa doğru. Mustafa hazırlık yapan askerlerin arasına doğru ilerledi. Mustafa'nın geldiğini gören askerler hemen eğilmeye başladı. Mustafa hazırlıkları kontrol ederken Helen de buraya veda etmek için kaleye gelmişti. Kalenin en ucunda duruyordu. Kaç zamandır gelmiyordu, şimdi herkesten gizlice gelmişti. Kimsenin haberi yoktu, Mustafa öğrenince kızacağını biliyordu. Ama kendi ülkesinden ayrılıp ilk defa faklı bir ülkeye gidecekti. Mutlu olacak mıydı yoksa ülkesini özlem duyacak mıydı bilmiyordu. Kalenin üzerinden şehrin her yeri görünüyordu. Manzaranın güzelliğini bırakmak istemiyordu ama gitmek zorundaydı. Biri yokluğunu fark ederse hemen Mustafa'ya haber vereceklerini biliyordu. Kalenin duvarına kollarını koydu. Denizi izledi, uzaktan görünen telaş içinde olan insanlara baktı. Güneşin sıcaklığı içini ısıtıyordu. Bakışları denizin üzerinde takılıp kalmıştı, gitmek için hareketlense de ayakları gidemiyordu. Kalenin ucundan ayrılıp merdivenlerden inmeye başladı. Saray koridorunda hızla odasına doğru ilerledi. Odasına girdiğinde kimse olmadığı fark edince yakalanmadığı için sevinmişti. Herkes hazırlık içindeydi. Helen'in ise götüreceğini hiçbir şeyi yoktu. Şehir fethedildikten sonra sarayda olan her şey yakılmıştı. Bir tek boynunda annesinin verdiği kolyesi kalmıştı. Balkona doğru ilerledi. Deniz burdan daha alçakta görünüyordu. Bahçeye baktı. Mustafa'nın bahçede olduğunu görünce gülümsedi. Yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Kolunu balkon köşesine koyup izlemeye başladı Mustafa'yı. İçindeki Mustafa'ya karşı hissediği duyguları saklamıyordu artık. Mustafa'ya bunu diliyle söyleyemese hareketleriyle belli ediyordu. Mustafa'nın da kendisine karşı bir şeyler hissettiğinin farkındaydı. Mustafa'nın sesi Helen'in kulaklarına geliyordu ama ne dediğini anlamıyordu. Bahçenin ortasındaki minderlerin üzerine oturdu Mustafa. Helen yanında olmak istedi bir an. Askerler sarayın bahçesine dolmuştu. Biliyordu ki şimdi yanına giderse kızardı. Balkondan bakmaya devam etti. "Helen?" arkasından gelen sesle olduğu yerden birden sıçradı Helen. Gelenin Dilber hatun olduğunu görünce elini kalbine koydu. Korkmuştu. "Neye bakıyorsun öyle?" diye sordu Dilber hatun. Helen'in yanına gelip bahçeye bakınca Mustafa'ya baktığını anladı. Helen hemen balkondan uzaklaşıp odaya girdi. Peşinden Dilber hatunda içeri girdi. Bakışlarıyla Helen'i utandırıyordu. "Bana öyle bakmaya devam etme Dilgeri." dedi yatağın üzerine otururken Helen. "Sende bana Dilgeri demekten vazgeç o zaman. Hem ben nasıl bakıyorum ki. Her şeyi biliyormuş gibi mesela." Helen umursamıyormuş gibi yapmaya karar verdi. Başındaki tülbenti çıkardı. Yatağa doğru uzandı. Gözlerini kapatınca gözlerinin önüne bile Mustafa hayali geliyordu. Dudakları hemen iki yana kıvrıldı. Ellerini dudaklarına kapattı. Gözlerini açıp tavana doğru baktı Helen. Kalbi Mustafa'yı düşününce hryecanlanıyordu. Gönlüne Mustafa düştükten sonra hislerine engel olamıyordu. Dilber hatun yatağan yanına gelip Helen'in ayakların yanına oturdu. Helen'e bu hayallere kapılmasın diye uyarmak istiyor fakat umutları da kırmak istemediği için sessiz kalıyordu. Biliyordu ki Mustafa'nın gönlünde başka biri vardı. Paşa'nın karısını sevdiği duymuştu. Helen'e bakışlarını da görmüştü, Mustafa'nın sadece etkilendiğini düşünüyordu. Daha harem kurallarını tam olarak anlatmamıştı Helen. Öğrenince çok üzüleceğini biliyordu. Daha sonra diye diye çoğu şeyi anlatmak için ertememişti Dilber hatun. Helen uzandığı yataktan doğruldu. "İstanbul'u merak ediyorum. Ama bir o kadar da korkuyorum kendi ülkemden ilk defa çıkacağım." dedi Helen heyecanlı bir ses tonuyla. "İstanbul senin kadar çok güzel. Görenler gözünü kör eder." dedi Dilber hatun. İstanbul'u hatırlayınca ülkesini özlediğini fark etmişti. Bir an önce gitmek istiyordu. Yolun çok uzun süreceğini biliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD