Gün ağrımaya başlarken Mustafa uzandığı yerden doğruldu. Güneşin doğduğu yere doğru baktı. Etraf adınlanmaya başlayınca şehre doğru yürümeye başladı. Tepeden inmesi kolay olmuştu ama Mustafa'nın yürümeye dermanı kalmamıştı. Ayaklarını üstünde zor duruyordu.
Şehrin yakınlarına geldiğinde durdu. Üzerindeki hale baktı, kıyafetlerini değiştirmesi gerektiğini düşündü. Yakında bir ev görünce oraya doğru yürüdü. Evin bahçesinde genç bir kadın gördü.
"Hatun!" diye seslenince genç kız korkup geri doğru çekildi. Üstü başı kan içinde kalmış bir adam, genç kadını korkutmuştu.
"Pelerin gibi bir şey var mı?" diye sordu Mustafa. Evin etrafı çitle örülmüştü. Çitin kenarına kadar geldi Mustafa. Genç kadın başındaki tülbenti yüzüne doğru çekti, ağzını kapattı. Mustafa'nın bir şey yapmasından korktu. Başını yavaşça salladı. Evine girip bir pelerin getirdi. Mustafa'ya doğru uzattı.
Mustafa pelerini aldı, belinde bir kese çıkartıp kadına uzattı. Kadın alıp almamakla tereddüt içinde kaldı. Sonra keseyi eline aldı. İçininin altın dolu olduğunu görünce gözleri parladı kadının. Mustafa pelerini üzerine giyindi. Başını örttü.
"At var mıdır? Geri göndereğim hatun." Kadın koşarak eve ilerledi. Evin arkasında siyah renkte bir at getirdi. Mustafa belinden bir kese daha çıkardı kadına verdi. Ata bindi.
Hızlıca şehrin içine doğru sürdü atını. Etraf da olan kişiler Mustafa'ya tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Mustafa pelerini başını açmak istese de. Yüzünün kötü bir halde bildiği için açmadı.
Sarayın kapısına geldiğinde pelerini başını açtı. Kapının önündeki askerler Mustafa'nın halini görünce şaşırdılar. Kapı açtılar hemen.
Mustafa atını saray bahçesine doğru ilerletti. Askerler, Mustafa'nın geldiğini görünce saray bahçesine doğru toplandılar. Mustafa atından indi. Üzerindeki pelerini çıkarttı.
Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Başlarını eğip bekliyorlardı. Silahtar koşarak bahçeye girdi. Mustafa'nın önüne gelip eğildi.
"Hünkarım." tam konuşmaya devam edecekken Mustafa susması için elini kaldırdı. Silahtara kenara doğru çekilip sustu. Elindeki pelerini yere bıraktı. Saraya doğru yürüdü. Valide Sultan kapıdan oğlunu görünce hızlıca oğluna doğru gelirken Mustafa onu da eliyle durdurdu. Valide sultan bakışları Mustafa'yı sinirlendirmişti. Acıyarak bakıyordu Mustafa'ya. Kimsenin bir şey demesini dinlemeden odasının yolunu tuttu.
Koridor da Helen'i görünce adımlarını hızlandırdı. Helen'in yanında geçip giderken kolundan bir el hissedince durmak zorunda kaldı.
Helen, Mustafa'nın boynuna sarıldı. Mustafa'ya bir şey olmadığı için sevinmişti, sevinci gözyaşlarına karıştı.
Mustafa, Helen'in kollarından tutup kendinden uzaklaştırmak istedi ama yapamadı. Saçlarını kokusunu burnuna değince Mustafa için ayrılmak daha zor olmuştu. Üzerindeki kanın Helen'e geçmesin diye dikkat etmeye çalışıyordu. Ama Helen sımsıkı sarıldığı için üzerindeki her şey Helen'in üzerine de geçmişti.
Helen geri doğru çekilip ellerini Mustafa'nın yüzüne koydu. Mustafa'nın yüzü toz toprak içinde kalmıştı. Helen eliyle yüzünü sildi. Saçlarında ki yaprakları aldı. Hasretle bakıyordu Mustafa'nın yüzüne.
Helen'in nefesini Mustafa'nın yüzüne vurdukça Mustafa'nın bakışları Helen'in dudaklarına değdi. Etrafa birilerinin topladığını fark edince Helen'den zorla ayrıldı. Hızlı adımlarla koridordan odasına doğru yürüdü. Arkasında ağlayan bir Helen bırakmıştı Mustafa.
Odasına girince üzerindeki kıyafetleri çıkardı Mustafa. Hamamı hazırlamalarını söyledi.
Helen ise Mustafa'nın arkasından öylece bakakaldı. Valide Sultan'ın yanına geldiğini fark edince hafifçe eğildi. Valide Sultan, Helen'e doğru iyice yaklaştı.
"Belli ki oğlum sana karşı derin şeyler duyuyor ama bunu gizli tutmaya çalışıyor. Benim yanımda olursan eğer bu senin için iyi olur. Ama beni kullanırsan ölürsün." dedi validen sultan sessizce Helen'in kulağına doğru. Helen başını kaldırıp Valide Sultan'ın gözlerine baktı. Başını salladı. Valide Sultan tebessüm etti, Helen'in yanından ayrıldı.
Helen ne yapacağını bilmez bir şekilde karşında olan Dilber hatuna baktı.
"Dairenize geçmek zorundasınız." diye uyarıda bulundu Dilber hatun. Helen, Mustafa geldiği için huzur doluydu. Odasına gidebilirdi ama neler olduğunu da bilmek istiyordu. Mustafa'nın gittiği tarafa doğru döndü. Mustafa'nın yanında olmak istiyordu. Odasına doğru ilerledi. Mustafa'nın kendisine davranış şekli hoşuna gitmiyordu. Oysa buraya gelmeden önce Helen'e âşık bir adam gibi davranıyordu. Helen birden bire nasıl böyle değiştiğine saşırıyordu.
Odasına girdi. Yerdeki masanın yanına oturdu. Dilber hatun hemen kağıt ve kalemi getirip Helen'in önüne koydu.
"Daha iyi konuşmanız ve bizi anlamanız gerekiyor." dedi Dilber hatun. Helen kağıtlara bakınca Mustafa'nın kendisi için yazdığı kağıt geldi aklına. Zamanı gelince vereceğim demişti ama unutmuştu. İçinde merak düştü. Kağıtta ne yazdığını bilmek istiyordu fakat Mustafa artık yüzüne bile bakmıyordu Helen'in.
Dilber hatun ayağa kalkıp odadan çıkınca Helen şaşırmıştı. Az önce çalışması için kağıtları önüne koyup neden odadan çıktı diye düşündü.
Biraz sonra elinde kıyafetlerle içeri girdi. Helen o an üstüne baktı. Üzerindeki kan lekelerini yeni fark etmiş gibiydi. Hemen ayağa kalktı. Mustafa'nın yaralanmış olması aklına düştü. Kapıya doğru ilerlerken Dilber hatun, Helen'i durdu.
"Bence oda kalmanız daha doğru." dedi Dilber hatun fakat Helen dinlemedi. Koridorda hızlıca ilerledi. Dilber hatun, Mustafa'nın odasını göstermişti. Koşar adımlarla Mustafa'nın doğru yürüdü.
Mustafa'nın odasına hızlıca girdi, kapıdaki askerler engel olamamıştı. Odanın içinde Mustafa'nın olmadığını fark edince dışarı çıkıp askere sordu. Ama askerler cevap vermedi. Koridorda doğru ilerledi yeniden. Nereye gitmiş olduğunu düşündü.
"Helen, hamama gitti. Ama senin gitmen doğru olmaz. Hadi dairene geri dönelim." arkasına doğru döndü. Dilber hatunu görünce yanına gitti.
"Hamam nerde söyle bana?" Helen'in bu haline dayanamayıp Helen'i hamama doğru götürdü.
Hamamın kapısındaki askerler içeri girmesini izin vermediler. Helen çaresiz bir şekilde geri döndü. Odasına yeninden girince üzerindeki kıyafetleri değiştirdi. Mustafa'yı görmediği her saat için kendine kızıyordu. Mustafa'nın neden kendisini reddettiği bilemiyordu.
*****
Mustafa hamamdan temizlenip odasına geri döndü. Kendisi için bir hekim bekliyordu. Elindeki yarayı gösterdi hekime. Hekim bir merhem sürüp yarayı bezle sardı. Silahtar odada bekliyordu. Mustafa odasında beklemesini söylemişti. Hekimin odadan çıkmasını bekledi Mustafa. Hekim odadan çıkınca Mustafa, silahtara doğru baktı.
"Beni böyle mi koruyorsun Silahtar. Dün az daha beni orman içinde öldüreceklerdi. Yolumu şaşırttılar. Tuzak kurdular."başından geçen her şeyi silahtara anlattı Mustafa.
Silahtar kimin böyle bir şey yapacağını düşünüyordu. Bu zamana kadar buna kimse cüret edememiş şimdi nasıl böyle şeyler oluyor diye düşündü. Fikrini Mustafa'ya söylemek istiyor fakat çekiniyordu.
"Hünkarım, prensesleri saraya getirmekle hata etmiş olabiliriz. Prenses Lucrezia çok tehlikeli bir hatun. Sizi içerden zehirlemeye çalışıyor olabilir." dedi silahtar. Helen içinde söylecekleri vardı ama onun adını anınca başına geleceklerden korktuğu için sessiz kaldı.
Mustafa düşünüyormuş gibiydi. Lucrezia böyle bir şey yapıyorsa buna çok kuvvetli yakından biri yardım etmesi gerekirdi. En azından Mustafa bu fikre kapıldı. Aklına Beyazıt geldi, Lucrezia'yı görmemişti böyle bir şeyi yapması için yakında bir yerde olması gerekirdi. Ama Beyazıt, Amasya'daydı. Mustafa başını olumsuz bir şekilde salladı. Silahtarın yanına yaklaştı.
"Böyle bir şey yapması için arkasında büyük bir gücün olması gerekir. Öyle bir gücü var mı burda Lucrezia'nın?" diye sordu Mustafa. Silahtara başını yere doğru eğdi. Aklından geçenleri söylemek istiyordu.
"Kız kardeşi var hünkarım. Eğer birlik olurlarsa....
Konuşmaya devam etmeden Mustafa susması için elini kaldırdı. Silahtara iyice yaklaştı. Sağ elini kaldırıp Silahtarın omzuna koydu, sıktı.
"Bir daha sakın Helen'i suçlamayı bile aklından geçirme silahtar. Aklında olanları bile öldürürüm." dedi Mustafa dişleri arasından.