15

2284 Words
Helen'i elini kaldırmaya çalıştı, elinde bir el hissetti. Gözlerini yavaşça açtı. Yan tarafa doğru döndü. Mustafa'yı görünce saşkınca kalakaldı. En son köşkte uyuduğunu hatırlıyordu. Buraya nasıl geldiğini bilmiyordu Helen. Helen başını yeniden yanında uzanmış Mustafa'ya doğru çevirdi. Gözleri Helen'in üzerindeydi Mustafa'nın. Gözlerinin altında siyah halkalar olmuşmuş, gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Helen'in tuttu elini bıraktı. Yataktan doğruldu. Mustafa üzerindeki gömleği çıkardı, yatağın kenarına konulmuş kıyafetlerini aldı. Helen yataktan doğrulmaya çalışırken üzerindeki ince bir bez parça olduğunu fark edince yorganı üzerine iyice çekti. Gözleri Mustafa'yı çevirdi. Mustafa'nın çıplak sırtını görünce yorganı başına kadar çekti. Mustafa kıyafetlerini giyinip Helen'in yanına doğru ilerledi. Yorganı başına kadar çekmesine bir anlam verememişti. Yorganın ucundan tutup yavaşça kaldırmaya çalıştı, Helen yorganı sıkı sıkı tuttuğu için yorganı açamadı. "Neden yorganı kafana kadar çektin, ateşin mi çıktı yine." diye sordu Mustafa. İki eliyle tutup yorganı açtı. Helen'in yüzü kızarmıştı. Mustafa yeniden ateşi çıktı sandı, elini Helen'i alnına yüzüne dokundurdu. Yüzü alev alev yanıyordu. "Ağalar hekim kadına çağırın hemen!" yorganı iyice açmaya çalıştı Mustafa. Helen yorganı bırakmayınca Mustafa, Helen'in ellerini tuttu. "Bıraksana ne diye açıyorsun. Üzerimde bir şey yok." yorganı açmaması için direniyordu Helen. "Ateşin var, üzerini örtersen daha fazla ateşin çıkar." Helen'in ellerinden yorganı kurtarıp açtı. Helen elleriyle önünü kapatmaya çalışıyordu. Kapı vurulunca Mustafa arkasına doğru döndü. "Gel!" diye seslendi Mustafa. Hekim kadın ve cariyeler içeri girdi. Mustafa yataktan kalktı. Hekim kadın Helen'in yanına gelip yüzünü kontrol etti eliyle. "Neden ateşiniz çıktı ki? Vücudunuz normal ama yanaklarınız biraz sıcak sadece." hekim kadın neden olacağını düşünüyordu. Mustafa yatağın kenarından Helen'e baktı. Az önce olanlar aklına gelince dudakları iki yana kıvrıldı. Helen utandığı için yanakları ateş almıştı. Mustafa'nın tebessümü büyüdü. Kahkaha atmaya başlayınca cariyeler Mustafa'ya baktılar. Mustafa'nın gözleri Helen'i buldu. Helen'in, Mustafa'nın kendine baktığını fark edince yorganı eliyle tutup üzerine doğru örttü. Mustafa, Helen'in haline hâlâ gülüyor, kendine gülmekten engel olamıyordu. Cariyeler ve hekim ne olduğunu anlamamışlardı. "Ateşi yok hekim kadın. Birazdan ben çıkınca geçer." Mustafa'nın dediği şeyler cariyeler gülümsemsediler kendi aralarında. Mustafa kaftanın alıp odadan dışarı çıktı. Helen yavaşça yorganı kaldırdı. Mustafa'nın ne dediğini anlamamıştı. Cariyelere bakınca gülümsediklerini gördü. Hekim kadına baktı. Hekim kadın yatağın yanında bir şişe aldı, kaşığa birkaç damla içindeki ilacı döküp Helen'e doğru uzattı. Helen, kadının elindeki kaşığı alıp ilacı hiç tereddüt etmeden içti. İlacın acı tadıyla yüzünü ekşitti Helen. Kaşığı yanında duran cariyeye uzattı. Dilber hatun kapıdan elinden tepsiyle girdi. Minderlerin yanındaki masaya tepsiye koydu. "Prenses, bir şeyler yemeniz gerekiyor." masayı gösterdi Dilber hatun. Helen bakışlarıyla cariyeleri gösterdi. Dilber hatun dışarı çıkmalarını söyledi. Onlarla birlikte hekim kadında çıkmıştı. "Üzerimi giyinmek gerekiyor." Dilber hatun başını sallayıp odadan çıktı. Helen yorganı üzerinde iyice kaldırıp yataktan çıktı. Biraz sonra kapı yeniden açıldı, Dilber hatun elinde kıyafetlerle geldi. Kıyafetleri Helen'e doğru uzatıp kapının arkasına geçip arkasını döndü. Helen üzerindeki ince örtüyü çıkartıp Dilber hatunun verdiği kıyafeti giyindi. ******** Mustafa saraydan çıkmıştı, çizimini yaptığı caminin temelleri atılmıştı. Saraydan çıkmaya gönlü el vermiyordu ama caminin atıldığı ilk temelleri görmesi gerekiyordu. Helen'in bu sefer saraydan kaçmaması için güvenliğini arttırmıştı. Yeniden Roma sokaklarında ilerlerken insanlar Mustafa'nın ismini haykırıyorlardı. Mustafa caminin temelini atıldığı bölgeye geldi. Atından inip temelin atıldığı bölgeye doğru yürüdü. Temeli atılmış camiye baktı. Elini kaldırdı yüzüne vuran güneşe engel olmak için. Temel etrafında bir kez döndü. Peşindeki caminin yapımı için görevlendirdiği Mehmet Efendi geliyordu. Mustafa arkasına doğru döndü. Mehmet efendi başını eğdi. Endişeli bir şekilde ne diyeceğini bekliyordu. "Temelleri çok iyi atılsın ki yüzyıllarca kalsın. Bizden sonrakilere de görmek nasip olsun. Şimdiye bakılınca her şey istediğim gibi." dedi Mustafa, temelle yeniden bakışlarını gezdirdi. Mehmet efendi başını iyice eğdi. Mustafa çalışan kişilere baktı. Kürekle çalışan birinin yanına doğru ilerledi. Adam hemen eğildi. Mustafa adamın elindeki küreği aldı eline. Temelin yapımında kendisininde bir emeği olsun istiyordu. Alnından bir damla dahi olsun ter aksın istiyordu. Etrafdaki kişiler Mustafa'nın çalışmasını şaşkın gözlerle izliyorlardı. Mustafa'nın yanındaki askerler elindeki küreği almak için yeltendiklerinde Mustafa küreği kimseye vermedi. Yorgunluktan nefes nefese kalınca elindeki küreği az önce çalışan adama doğru uzattı Mustafa. Alından akan teri eliyle sildi. İçinde bir huzur doğmuştu. "Atımı getirin." diye seslendi askerlerine Mustafa. "Her şeyin dediğim gibi olmasını istiyorum. En kısa sürede bitirmeye bakın Mehmet efendi." "Emriniz başımla beraber padişahım." dedi Mehmet efendi. Mustafa'nın önünde eğildi. Çizimleri bire bir aynısını nasıl yapacağını düşünüyor, Mustafa'ya bununla ilgi bir şey diyemiyordu Mehmet efendi. Mustafa gelen atına bindi. Atın üstünde son kez atılan temele baktı. Mehmet Efendiye gözlerini çevirdi. Düşünceli halini görünce gülümsedi Mustafa. Çizimleri yapamayacağını düşünüyordu anlamıştı Mustafa. Bir şey söylemedi. Çünkü Mehmet Efendiye kendisinden daha çok güveniyordu. İçindeki korku hızlı yaptırmasını sağlayacak, yapamama duygusu ise en iyisini yaptıracaktı, en azından Mustafa öyle düşünüyordu. Mustafa saraya doğru ilerlerken yolda durdu. "Bugün yemekler yapılsın herkese dağıtılsın. Kimse aç açıkta kalmasın. Halka altın akçeler dağıtılsın!" diye bağırdı ardından ki askerlerine doğru. Halkın içinde Mustafa'nın ne dediğini anlayan kişiler Mustafa'nın önünde saygıyla eğildiler. "Sultan Mustafa çok yaşa!" diye bağırmaya başladı askerleri. Roma halkı ise "Mustafa" diye bağırıyorlardı. ********* Helen ne olduğu anlamaya çalışıyordu. Mustafa'nın kendisini nasıl bulduğuna akıl erdiremiyordu. "Sultan beni nasıl buldu. Ben buraya nasıl geldim." diye sordu karşısında oturmuş Dilber hatuna. Dilber hatun gülümsedi. "Sizi nasıl buldu bilmem ama getirdiğinde çok da iyi bir durumda değildiniz. Sabaha kadar başınızda uyumadan bekledi. Carilerin dediğine göre." Dilber hatun yüzünü çevirince Helen tek kaşını sorarcasına kaldırdı. "Sizin ateşini düşürmek için bizzat kendi ilgilenmiş, hamama kadar sizi götürmüş." Helen, Dilber'in söyledikleriyle utanmıştı. Mustafa'nın kendisiyle neden böyle yakınen ilgilendiğini bilmiyordu. "Prenses sizin yerinizde olsam bir daha kaçmaya yeltenmezdim. Padişahımız merhametli biri olduğu kadarıyla acımasız biridir de. Eğer onu daha fazla sinirlendirseniz size karşı bu kadar nazik davranmaz. Bir de bir an önce dilimizi öğrenmenizi istiyor. Yarından sonra eğitimlere başlayacağız." Helen ne diyeceğini bilmiyordu, Dilber hatun başka bir şey demeyince ayağa kalktı. Dilber hatunda ayaklandı hemen. Helen balkona doğru ilerlerken Dilber hatun durdurdu. "Padişahımızın kesin emri var. Balkona çıkmanız da yasak." dedi Dilber hatun, koluyla balkona çıkmaması için engel olmaya çalışıyordu. Helen kapıya doğru ilerledi, kapıyı açtığında ağalar dışarı çıkmasına engel oldular. "Oldu o zaman padişaha söyleyin beni burda boşuna tutuyor zindana atsın. Sultan! Nerde! Söyleyin gelsin!" Helen koridora doğru bağırmaya başlayınca ağalar şaşkınlıkla baktılar Helen. Dilber hatun kolundan tutup içeri doğru çekti Helen'i. "Size padişahımızı zorlamayın diyorum ama siz ne yapıyorsunuz. Eğer böyle yapmaya devam ederseniz bu daha kötü şeyler olur." dedi Dilber hatun, sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. Eğer Helen tek bir yanlış daha yaparsa bunun sonucuna Dilber hatun da katlanacaktı. Dilber hatun bunun farkındaydı ama Helen'in yaptıklarına engel olamıyordu. Helen her defasında yeni yeni dertler açıyordu başına. Helen, Dilber hatundan kolunu kurtarıp yatağa oturdu. Mustafa aklına geldikçe sinirlerinden deli oluyordu. Kapıya ağaları dikmiş, içeri Dilber hatunu koymuş, bir de balkona çıkmasını yasaklamıştı. Yatağın üzerindeki yastığı alıp yere doğru fırlattı. Yatağın kenarındaki tülleri eliyle çekti, yırttı. "Ne yapıyorsunuz!" Dilber hatun, Helen'e engel olmaya çalışınca Helen bu sefer bağırmaya başladı. Deli gibi bağırıyordu. Kapı hızlıca açıldı. Cariyeler içeri doluştular. Helen eline gelen her şeyi yere fırlatıyordu. Valide sultan odaya girince herkes odadan dışarı çıktı, Dilber hatun kalmıştı. "Ne yapıyor bu hatun delirmiş mi?" diye sordu Dilber hatuna. "Valide Sultanım bende anlamadım. Birden bire böyle etrafı dağıtmaya başladı." diye cevap verdi Dilber hatun. Valide Sultan, Helen'in yanına doğru ilerledi. Yatağın üzerinde oturmuştu. Helen başını kaldırdı. Valide sultanın görünce ayağa kalktı. "Bir daha böyle bir şey yaparsan eğer bunun hesabını ben senden çok kötü bir şekilde sorarım." dedi Valide sultan, Helen bir şey diyecekken Valide sultan odadan çıktı hızlıca. Dilber hatun dışardan birkaç cariye içeri alıp odayı toplamaya başladı. Mustafa olanları duyunca hızla saraya girdi. "Lala Alessandro hadım oldu mu?" diye sordu Mustafa. "Oldu padişahım." diye cevap verdi lala. Mustafa önce Alessandro'nun odasına doğru ilerledi. Yatakta yatan Alessandro, Mustafa odaya girince doğrulmaya çalıştı. "Derhal hazırlan! Helen'i ancak sen idare edebilirsin. Yoksa sarayı başımıza yıkacak." dedi Mustafa sinirle. Alessandro'yu, istemese bile Helen'i idare etmek için ona ihtiyacı vardı. Alessandro hazırlanınca Mustafa odaya doğru ilerledi. Arkasindan gelen kişiler Mustafa'nın hızına yetişemiyorlardı. Mustafa odanın kapısını hızla açıp içeri girdi. Odanın dağınıklı dikkatini çekmişti. Kapıyı kapatıp içeri girdi. Cariyelere başıyla çıkmalarını işaret etti. Cariyeler hızla dışarı çıktılar. Mustafa, minderlerin üzerine oturmuş Helen'e baktı. Oturduğu yerden yavaşça kalktı Helen. Mustafa ellerini avuclarına bastırdı. Her gün bir olay çıkarması artık Mustafa'yı daha da sinirlendiriyordu. "Sana bunlar son ikazım dedikçe her defasında başka bir olay cıkartıyorsun." dişleri arasından konuşuyordu Mustafa. Helen duvara Mustafa'nın sinirli sesiyle arkasındaki duvara sindi. Dilber hatunun dedikleri gelince aklını gözleri dolmaya başladı. Mustafa'nın kendisine bir şey yapmasından korkuyordu. Mustafa başındaki kavuğu çıkardı. Ayağının önündeki minderi aldı, başını sinirle Helen'e çevirdi. Helen'in korkuyla kendine baktığını görünce sakin olmaya çalışmak için balkona çıktı. Balkon kenarlığından sinirlenirini çıkartıyormuş gibi sıkıca tutuyordu. Helen balkondan çıkan Mustafa'ya baktı. Duvardan uzaklaşıp dağıttı odayı toplamaya başladı. Daha fazla sinirlendirmek istemiyordu Mustafa'yı. Etrafa fırlattığı minderleri alıp yerine koydu. Yatağın sol tarafına düşmüş yorganı yatağın üzerine koydu. Yerden tülleri alacakken tül üzerine basılan ayakla duraksadı. Başını kaldırdı Helen. Mustafa'nın olduğunu anlayınca elinde tuttuğu tülü bıraktı. Ellerini önünde bağladı, başını önüne eğdi. Mustafa, Helen'e doğru yaklaştı. Helen'in çenesinden tutup başını kaldırdı. Gözleri gözlerine denk gelince iyice yaklaştı Helen'e doğru. Helen'in nefesini nefesinde hissediyordu Mustafa. Aklında diyeceklerini unutuverdi. Helen'in kendisini bu kadar etkisi altında kaldığı için korkuyordu. Helen'e meftun olmaktan korkuyordu, aşkın esiri olmaktan çekiniyordu. Mustafa, Helen'e karşı içinde oluşan hisselere artık engel olamıyordu. "Bir daha sakın bir olay daha çıkarma. Bu seni son ikazım. Ağalar!" Mustafa'ya, Helen'den uzaklaşıp kapıya doğru ilerledi. Kapı açılınca Alessandro içeri girdi. Mustafa'nın önünde eğildi. Alessandro arkası dönük olan Helen'e baktı. Mustafa'nın gözleri ise Alessandro'nun üzerindeydi. Yanına yaklaştı. "Yakına yaklaşmayacaksın, önce eğitimden geçeceksin. Her şeyi öğrendikten sonra korumaya başlayacaksın prensesini. En ufak bir hatandan omuzlarının üzerinde bir baş kalmaz." dedi Mustafa. Helen duyduklarıyla arkasını döndü. Mustafa bir daha Alessandro'ya sarılmasın diye ikisininde önünde duruyordu. Helen, Mustafa'nın sert bakışları altında eziliyordu. Alessandro'ya doğru ilerleyecekken Mustafa kolundan tutup kendine doğru çekti Helen'i. "Yakınlaşma yok. Unutma sen benim haremimsin. Yanlış yapmak yok bundan böyle." dedi Mustafa, kaşlarını kaldırarak. Helen, Mustafa'nın dediğini yapmış Alessandro'ya yaklaşmamıştı. Sevincini Mustafa'ya belli etmekten korkuyordu Helen. Mustafa, Helen'in kolunu bıraktı ama aralarından çekilmedi. Alessandro, Helen'in karşısında hafifçe eğilip selam verdi. "Prenses eğitimler tamamlandıktan sonra yeniden yanınızda görev alacağım." Helen mutluktan yerinde duramıyordu. Alessandro dediklerinden sonra Mustafa'ya olan öfkesi bir kuş olup uçmuştu. Helen, Alessandro'ya sarılamayacağını anlayınca yanındaki Mustafa'nın boynuna atıldı. Mustafa önce şaşkınla kalakaldı. Sonra kolunu Helen'in beline koydu. Alessandro başıyla kapıyı gösterdi. Alessandro başını eğerek dışarı çıktı. Helen, Mustafa'dan ayrıldı. Gözleri ışıl ışıl bakıyordu, Mustafa'ya. "Teşekürler ederim. Bundan sonra sözünden çıkmayacağım." dedi Helen, eğilip yerdeki tülü aldı. Etrafı heyecanla toplamaya başladı. Artık etrafindan tanıdığı biri olacağı için çok sevinçliydi. Mustafa, Helen'in bu haline gülümsedi. Bir daha yeni bir olay çıkarmasın diye Alessandro'yu kabul etmişti. Helen'in sevinciyle bu kararı verdiğine doğru mu yoksa yanlış mı yaptığı bilmiyordu. Mustafa kapıya doğru ilerleyip odadan çıktı. Kalbinin atışını yavaşlamıyordu, sağ elini göğsünün üstüne koydu. Eliyle sıktı. Derin bir nefes alıp koridorda yavaşça ilerledi. Helen, Mustafa odadan çıkınca yatağa oturdu hemen. Ablasını düşündü, üvey kardeş de olsalar Helen ablasını kardeşi gibi seviyordu. Burda olsaydı şimdiye kurtulurlardı diye düşündü Helen. Gözleri doldu, her şeyini bir anda kaybetmişti. Mustafa düşmanıydı ama tek bir iyiliği ile ona minnet duyuyordu Helen. Helen'in göz yaşları akmaya başladı, dudakları iki yana kıvrıldı. Hem mutlu olması hem ağlaması Helen'e komik gelmişti. Göz yaşlarını silip yataktan kalktı. Dağıttı odayı yeniden düzenlemeye başladı. Odayı düzeltince kapıya doğru baktı, neden kimse gelmedi diye düşündü Helen. Sonra umursamadan balkona doğru ilerledi. Balkona çıkınca gidecek başka bir yerinin olmadığı aklına geldi. Bir oda içinde hapis olmuş, balkonunda ise nefes alıyordu. Kapının kenarlarında perde asılı değildi. Mustafa'nın önlem alması Helen'i güldürmüştü. Bu saraydan istese binlerce yol bulup kaçabilirdi ama her defasında Mustafa'ya yakalanmaktan yorulmuştu. Başına kötü bir şey gelebilirdi bundan sonra. Kapının açılmasıyla Helen düşünceleri uçup gitti. Dilber hatun içeri girip Helen'in yanına geldi. "Prenses bugünden sonra eğitimlere başlayacağız. Padişahımız öyle emir verdi." Dilber hatun başıyla odayı gösterdi. Odadan içeri cariyeler girdi. Yeni bir masaya getirmişlerdi. Helen'in öğretilen seyler sonra kafası karışmış, hiçbir şey anlamamıştı. Boş gözlerle karşısında konuşan Dilber hatuna bakıyordu. "Sen ne diyorsun ben hiçbir şey anlamadım. Ne kadar zor öyle öğrenmesem olmuyor mu?" Helen masum gözlerle bakıyordu Dilber hatuna. Dilber hatun başını iki yana salladı. Yeniden kağıtlarda bir şeyler anlatmaya başladı. Helen ise ne dediğini dinlemiyordu. Aklına gelen soruyu Dilber hatuna sormak istedi. "Sultanın adı ne?" aklındaki soruyu sordu Helen. Dilber hatun gülerek Helen'e baktı. "Sultan Mustafa." dedi Dilber hatun kendi diliyle. Helen kaşlarını çatarak baktı Dilber hatuna. "Sul.... M.. ne?" kafasını karışmıştı yine Helen'in. Dilber hatun tekrar söyledi. Helen tekrar ediyor fakat bir türlü söyleyemiyordu. Öğrenmene kadar tekrar etmeye başladı. "Sülten Mütefe." diye bilmişti en sonunda Helen. Dilber hatunun gülmekten yanakları ağrımıştı. Helen söyleyemediği için üzüldü. Dudaklarını büzerek Dilber hatuna baktı. "Sul... tan... Mus... ta... faaaa.." diye hece hece söyledi Dilber hatun. Gülerek bakıyordu Helen'e. Helen kafasından söylediği cümlesini düşündü, sonra içinden tekrar etti. "Sul..tan... Musstaafffaaa..." aksanıyla söyleyince ağzından faklı bir şekilde çıkmıştı Mustafa'nın ismi. Helen doğru söylediğini anlayınca sevindi. Tekrar tekrar söylemeye başladı. Unutmamak için devamlı söylüyordu. "Oldu işte. Değil mi? Sultan Mustafa!" Mustafa'nın ismini bağırarak söylemişti. Kapının açıldığını duymamıştı. Dilber hatun, Mustafa'nın geldiğini görünce hemen ayağa kalktı. Helen'in sırtı kapıya dönük olduğu için Mustafa'nın geldiğini fark etmemişti. Mustafa'nın ismini kendi dilinde kağıda yazıyordu bir daha unutmamak için. "Sultan Mustafa." Mustafa ismini Helen'in ağzından duyunca gülümsedi. Başıyla Dilber hatuna çıkmasını işaret etti. Dilber hatun başını eğerek çıktı odadan. Mustafa masanın yanında oturmuş Helen'in yanına doğru yaklaştı. Kağıda yazdığı İtalyanca harflere baktı. Helen'in yanına eğildi. "Helen." Mustafa Helen'in ismini söyleyince Helen ürperdi. Başını arkaya doğru çevirdi. Mustafa bir nefes kadar yakındı Helen'e. Gözleri buluştu önce, sonra Mustafa'nın gözleri Helen'in dudaklarına kaydı. İçindeki Helen'i öpme isteğine engel olamadı. Dudaklarını yavaşça Helen'in dudaklarına dokundurdu. Helen'in nefesi sanki Mustafa'ya hayat veriyordu. Helen gözlerini kapattı, kalbi sanki ağzının içine gelmiş gibiydi. Mustafa dudaklarından ayrılınca Helen gözlerini açtı. Mustafa, Helen'in çenesini tuttu, eliyle yanaklarına dokundu. Parmakları sanki Helen'in yüzünü keşfediyordu. Dudakları üzerinde durdu. "Adımı yeniden." diye emir verdi Mustafa. Helen, Mustafa'nın ne dediğini anlamamıştı. "Unuttum." deyince Mustafa gülümsedi. "Demek ki aklını başından alıyorum." elini Helen'in yüzünden çekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD