MELİKE VE HARUN 1.BÖLÜM

1393 Words
Mayıs 1994 İzmir Harun, tezkeresini aldığı gibi son birkaç haftadır her çarşı izninde gittiği adrese gidecekti, o güzel kızın çalıştığı kitapçıya. Çarşı iznine çıktığında kitapçının olduğu sokaktaki fırında görmüştü kısa bir süre kızı ve aklından çıkaramıyordu. Sonraki hafta, izninde yine kendini o fırının önünde buldu o kızı görme umuduyla. Fırına girip biraz oyalandı. Un fiyatlarından konuyu açtı. Simidin gramajından, odun fiyatlarından... Sonra o kız girdi yine fırına. Kızın fırına girmesi, adeta etrafı aydınlatmıştı. Etrafında yıldızların hareleriyle girmiş, cennetin esintisi de kendiyle beraber fırını ferahlatmış gibiydi. Ayakları yere basmıyor da, semavi bir varlık gibi havada tüm olağanüstülüğüyle süzülüyordu adeta. Zaten böylesine mucizevi bir varlık, yere bile basmaya kıyamazdı Harun'un gözünde. Herkes silinmiş, sadece o güzeller güzeli, cennetin bu cihandaki ispatı gibi duran, gözlerinin bu yaşına kadar gördüğü tek mucizevi varlık kalmıştı. "Kolay gelsin Naci abi. Bana yine iki gevrek versene. Mustafa amcayla beraber keyif yapalım. Ali, sen de mi buradasın. Bizim dükkana iki çay bırakıver işin bitince, olur mu?" diye resmen şakıdı cıvıl cıvıl enerjisiyle. Harun'a göre konuşmuyordu bu kadın. Harun'un duyduğu şey, cennetin şarkılarıydı. Hiç bu kadar güzel bir ses duymamıştı. Keşke bir ömür sadece bu kızı duyabilseydi. Onu daha önce görmediği, daha önce duymadığı yıllarına kahretti. O kadar güzel bir sesti onun için. Ali "Olur abla." diye onu onayladıktan sonra ona her zamanki gibi uzatılan on ekmeği alıp çıktı. Genç kız da Ali'nin ardından iki simitle çıktıktan sonra Harun da "Bir gevrek lütfen." deyip, simidi alıp, kızı yakalamak için çıktı ve sokakta göz gezdirdikten sonra bir kitapçının önündeki taburede oturmuş, ton ton bir ihtiyarla çay ve simit keyfi yaptığını gördü. Kızı uzaktan güzel güzel izledi. Bütün gün, o sokakta kızı izledi çarşı izni bitene kadar. Askerlikteki son izin gününe kadar kızı hülyalara dalarak izledi. Tezkeresini aldığı gün açılacaktı kıza. Tezkeresini aldığı gibi çiçekçiye uğrayıp bir saksı mine çiçeği aldı. Koparılmış, ölmüş çiçekleri hediye etmeyi sevmiyordu, çiçek koparmayı da... Çiçekçiden çıktıktan sonra büyük bir heyecanla kitapçıya vardı. Birden bire bütün heyecanı, umutları söndü. Cesaretini kıran bu manzara karşısında dondu. Koşa koşa kendisine geldiği genç kızın kendi yaşlarında bir delikanlıya sıkı sıkı sarıldığını gördü. Daha önce görmemişti bu genç adamı. Kulak misafiri olduğu konuşmalarda da genç kızın hayatında birinin olduğunu duymamıştı. Nereden çıkmıştı bu genç adam şimdi? Harun, genç kızı unutması gerektiğine kanaat getirip, sokakta top oynayan, daha önce fırında gördüğü çaycının çırağı Ali'yi çağırıp, elindeki çiçeği genç kıza vermesini rica etti ve gözden kaybolup otogara gitti. Balıkesir'e dönerken yolda sadece o anı düşündü. Genç kızın o çocuğa sıkı sıkı sarıldığı, ona sıcacık gülücükler gönderdiği anı... Kalbi acıyordu, kendini çok talihsiz hissetmişti. Balıkesir'e döndükten sonra bir hafta evden hatta odasından dahi çıkmadı. Hayırlı olsuna gelen misafirlere rahatsız olduğunu söyleyip odasına geçiyor ve defalarca o anı düşünüyordu. Gözünün önünden hiç gitmiyordu ki o sahne. Nasıl düşünmesin? Artık böyle düşünmenin bir faydası olmadığını, bir sonuca varamadığını ve bunun kendine acı çektirmekten başka bir şey olmadığını anlayarak iş aramaya koyuldu. Üniversiteden arkadaşlarıyla telefonda görüşüp (çoğu İstanbul'daydı) onlardan iş bulma konusunda yardım istedi. Gazetelerdeki ilanları arayıp iş görüşmelerine gitti. Edebiyat bölümü mezunuydu ve ileri düzeyde İngilizce ve Fransızcası vardı. İstese pekâlâ öğretmenlik yapabilirdi fakat öğretmen olmak istemiyordu. Balıkesir'de doğru düzgün bir iş imkanı yoktu. İstanbul'a, üniversiteyi okuduğu şehre gözlerini dikti. İş tecrübesi olmasa da donanımlı biriydi. Balıkesir'e geleli tam 21 gün olmuştu. Yine o kızı düşünüyordu ve birden bir şey dikkatini çekti: Kızın parmağında yüzük yoktu. Bu umuda tutunup ertesi gece yola çıktı ve sabaha karşı yine İzmir'deydi. Yine çiçekçiye gitti, bu sefer sardunya aldı. İçi kıpır kıpırdı. Kitapçıya gittiğinde kız dükkanı yeni açmıştı. Dükkanın sahibi Mustafa amca yoktu. Harun derin derin nefesler çekip, bir cesaretle genç kızın karşısına çıktı. Kızla bir süre göz göze bakıştıktan sonra boğazını temizleyip "Günaydın." diyebildi. "Kolay gelsin. Harun ben." dedi güçlükle. "Buyrun Harun Bey. Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu genç kadın. Bu garip adamın derdini anlamaya çalışıyordu. "İsminizi bahşeder misiniz?" diye sordu Harun. Genç kadın şaşırdı ama kaba olmamak adına " Melike." dedi. "Bir isim bir insana ancak bu kadar yakışır." diye büyülenmiş gibi fısıldadı Harun. Daha sonra yaptığı şeyin farkına varıp "Yani, güzel isimmiş. Memnun oldum." dedi sıcacık ve insana güven veren bir gülümsemeyle. Melike yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştı. "Size nasıl yardımcı olabilirim Harun Bey?" diye az önceki sorusunu tekrarladı. "Melike Hanım, vaktiniz varsa bir kahve içebilir miyiz? Böyle ayaküstü nasıl söze girilir, bilm..." derken birden farkettiği detayla lafını yarıda kesti ve telaşla "Çenenize ne oldu? O iz daha önce yoktu." diye sordu, Melike'nin çene kemiğindeki iyileşmek üzere olan yarasını ima ederek. Melike şaşkınlıkla "Siz, beni daha önce gördünüz mü?" diye sordu. Harun bu soruyu es geçip ardı ardına "Çeneniz, çok acıyor mu? Neden oldu? Nasıl yani? Yoksa biri mi yaptı?" diye sorular yöneltti panikle. Melike pes ederek "Geçen gün evin bahçesinde yürürken ağaç dalı çizdi. Biraz kalın bir daldı. Önemli bir şey değil yani. Siz, bana cevap verecek misiniz artık?" dedi. "Gördüm." diye cevap verdi Harun düz bir sesle. Sonra sesini yumuşatıp "Sizi daha önce defalarca gördüm hem de... Lütfen bana sadece bir kahve için zaman ayırın. Sadece bir kahve. O zaman her şeyi rahat rahat anlatabilirim." diye sözünün devamını getirdi. Melike başa çıkamayacağını anlayıp dükkanın önüne attıkları iskemleleri gösterek "Buyrun oturun." dedi. Harun afallayan yüzüyle "Efendim?" diye sordu. Kahve teklifini pastane gibi bir yeri ima ederek yapmıştı fakat genç kızın yaptığı hamleyle umduğunu bulamadı. Melike'nin "Kahve içmek istemediniz mi?" sorusu üzerine oturdu mecburen ama oturmadan önce elindeki saksıyı sevdiği kadına uzatarak "Bu size." dedi. Melike şaşırmış olsa da kabalık yapmamak için çiçeği aldı ve "Nasıl içersiniz?" diye sordu. "Sade lütfen." Melike çaprazdaki çay ocağına seslenerek "Kamil abi bize iki sade kahve gönderir misin?" diye seslenerek yavaşça kendi taburesine oturdu ve önündeki küçük masaya çiçeğini bırakıp Harun'a döndü. "Buyrun, dinliyorum." Harun'un elleri terlemeye başladı, kalbi hızlandı, nefesleri sıklaştı... Korkuyordu. Sadece reddedilmekten değil, genç kızı rahatsız etmekten, genç kız tarafından yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. En sonunda derin bir nefes alıp söze başladı. "Ben..." dediğinde kahveler geldi. Ali'ye teşekkür edip kahvelerin ücretini ve bahşişi Ali'nin cebine sıkıştırdıktan sonra Ali, Harun'u farkederek "Aaaa! Sen o abisin! Melike abla, sana o çiçeği gönderen abi bu abiydi işte." dedi heyecanla. Melike zaten bugün eline tutuşturulan saksıdan dolayı tahmin etmişti ve şaşırmadı. Artık bu adamın derdi neyse anlatıp gitmesini istiyordu. Ali'ye dönüp "Teşekkür ederim Ali. Kolay gelsin sana ablacığım." diyerek Ali'yi gönderdi. Harun önündeki kahveleri göstererek kahve teklifini başka bir yeri ima ederek yaptığını belirtmek için "Burada olacağını düşünmemiştim." dedi. İyice çileden çıkan Melike " Bakın Harun Be-" araya giren Harun'la lafı kesildi. "Harun de lütfen." Melike derin bir nefes alıp devam etti. "Bak Harun. Ben burada çalışıyorum ve sen beni işimden alıkoyuyorsun." Harun "Size yardım ederim, hiç sorun değil." diye yanıtlayınca Melike saçını başını yolacak raddeye geldi artık. "Ben sizden yardım istemiyorum. Benimle ne konuşacaksanız bir an önce konuşun lütfen." dedi bıkkın bir şekilde. Harun artık kaçışı olmadığını anlayıp en başından yapması gerekeni yaparak söze girdi. "Peki. Şimdi... Daha önce hiç böyle bir konuşma yapmadım da... Melike Hanım, beni yanlış anlamanızdan çok korkuyorum. Şimdi ben aslında Balıkesirliyim. İzmir'e askere geldim. 23 gün önce tezkeremi aldım ve tezkeremi almadan birkaç hafta önce çarşı iznine çıktığımda sizi gördüm. Şu fırının önünde. Sonraki hafta iznimde sizi görme umuduyla fırına geldim ama yoktunuz. Bir süre bekledikten sonra sizi burada gördüm ve sonrasında da burada çalıştığınızı anladım. Her çarşı iznimde gelip sizi uzaktan izledim, gözlemledim. İnsanlara karşı tavrınızı, sokak hayvanlarına karşı merhametinizi, edebiyat bilginizi, iş ahlâkınızı, güzelliğinizi... Sizinle daha önce tanışamazdım çünkü tezkere almadan önce bir hanımla yakınlık kurmak yasaktı. Tezkeremi aldığım gün sizinle tanışmak istemiştim ama biz yaşlarda yakışıklı bir çocukla sıkı sıkı sarıldığınızı görünce cesaretim kırıldı. Elimdeki çiçeği sokakta oynayan bir çocukla size gönderip otogara gittim. İçim içimi yiyor günlerdir Melike Hanım. Sizin ona sarıldığınız an defalarca gözümün önüne geldi. Sonra bir şey farkettim." Melike'nin sol eline doğru elini uzatıp "Müsade eder misiniz?" diye sorarak Melike'nin elini tutmak için izin istedi. Melike bir anlık şaşkınlıkla onaylayınca da Melike'nin elini tutup, işaret parmağını kızın yüzük parmağının üstünde hafifçe gezdirdi. İlk temaslarıydı, genç kız şaşkın, Harun'sa heyecanlı... Sonra Harun lafına devam etti. "Burada yüzük yoktu. Bir umutla sabaha karşı otobüse atlayıp buraya geldim. Uzun lafın kısası eğer siz de isterseniz sizinle tanışmak, sevgiliniz olmak istiyorum. Zamanla anlaşırsak aramızdaki ilişki resmiyete de dökülebilir. Ben, dediğim gibi daha önce hiç böyle bir konuşma yapmadım. Muhakkak sürç-ü lisan etmişimdir, amacımı aşmışımdır. Eğer rahatsız olduysanız özür dilerim." dedikten sonra Melike'nin 23 gün önce sarıldığı çocuğu gördü sokağın başında. "Bu çocuk..." diye fısıldadı. Az önce elini birkaç saniyeliğine tuttuğu kadını ellerinden alacak olan adam karşısındaydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD