The Neighbourhood
-Afraid-
İMPERİUM
•4• SIR
Babam iyi bir adamdı annem öyle söylüyordu, iyi biliyordu ama gerçek bambaşkaydı. Babam hainlerle müttefik olacak, kızından yıllarca tüm gerçekleri saklayacak, on altı yaşında bir kızı öldürüp ardından talihsizlik diyecek türden bir adamdı. Babama kötü biri değildi. Hayır. Kötü tanımı onun gibi bir adam için yetersiz bir kavramdı. Belki annem şimdi yaşasaydı fikri değişirdi.
Nova, "Mia." diyerek kendini kucağıma bırakırken pullu taştan derisini okşadım. Siyaha düşen bir hilal ve milyonlarca beyaz noktalı gökyüzüne baktım. Sky ve Amarok daha dönmemişlerdi. Güneş batmış melekler şehrine zifiri bir karanlık çökmüştü. Kedi başını karnıma koyup yüz üstü bacaklarının üstüne uzandı. Nova bir kediden farksızdı. İlgiyi seviyordu. Bazen de tıslıyordu ve çok sevimliydi.
Başını okşarken gülümsedim. "Bizi daha sık ziyarete gelmelisin Mia." dedi ve gözlerini kapayarak mırladı. Bu küçük taştan iblis tam bir ev kedisiydi. İlgimi bir kaç dakika için dağıtabilmişti. Ancak benim aklım nefil de kalmıştı. Neden saatlerdir ortalıkta yoklardı? Dimitry beni üçüncü kez içeri çağırıyordu. Bu durumda hoşnutsuzdu.
Lux da özellikle bir gökdelenin en üstünde bu kadar yüksekte olmak benimde hoşuma gitmiyordu ama Sky gelene kadar buradan ayrılmayacaktım. Nova ayaklarını havaya kaldırıp sırtının üstünde bacaklarıma uzandı. Bağdaç kurup belimi dikleştirdim. "Söylesene Nova hep böyle miydin?"
"Nasıldım?" diye sordu kedi başını yana eğerek. Taştan gözleri merakla yüzümü süzdü. Ejder kuyruğunu havada sallıyordu. Pençelerini birleştirip çenesine yasladı. "Hep bu bedende miydin? Sen, Orsa ve Agnus..."
"Biz, ateş ve kayadan yaratılan antik cehennem varlıklarıyız." dedi. "Doğrusunu söylemek gerekirse pek fazla bir şey hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda ruhumu bu bedeninin içinde bulmuştum."
İnsanlara benzerdiler. Biz insanlarda rahimde ve doğduğumuz zamanı hatta bebeklik zamanlarımızı bile hatırlayamazdık. Benim sekiz yaşından öncesi de buğulu bir camdı. Daha gerisi bulanıktı, görünmüyordu. "Demek öyle." diye mırıldandım. "Ya cehennem? Mesela bir anneniz babanız yada bir aileniz var mı? "
"Pek hatırladığım söylenemez. Bunu sorgulamıyorum da." dedi düşünceli bir sesle. "Tek bildiğim cehennem. Cehennem, iblisler için cennetten farksızdır ama siz faniler için işkence diyarıdır."
Sadistçe gülünce tüylerimin dikenlendiğini hissettim. Soğuktan da olabilirdi. Kollarımı kendime sarıp sıvazladım. Üzerimde gömleğim ve eteğim vardı. Ayaklarım bile çıplaktı. Buraya ilk geldiğimiz de kurtarmasalar aşağıya düşeceğim yerde oturuyordum. Nova gibi cehennem iblisleri, cehenneme gitsem bana orada kıyak geçebilirlerdi sanırım. Cadde de karınca misali görünen arabaları izlerken gargoyle kendini boşluğa bırakıp kanatlarını çırparak etrafımda bir kaç kez döndü.
"Bir aileniz yoksa, Sky yeryüzüne düşerek gelmişti ya siz nasıl geldiniz?" diye sordum.
"Paradisus da ki cehennem yarığından." Sorarcasına havada yüz üstü uçan gargoyle baktım. "Taştan beynim anı tutma konusunda pek iyi değildir. Biz taş iblisler günlük yaşarız. Tek bildiğim efendimizin bizi azap veren karanlıktan kurtarıp bir ev vermesi."
"Sky iyi biri." dedim. Gargoyle garip garip baktı. "Yani sanırım. Bir şeytana iyi biri demek ironik ama Sky iyi biri."
"En başta acımasızdı ama sonra yumuşadı. Birden değişiverdi."
Hayret ettim. "Ne? Gerçekten mi?"
Gargoyle sessizce başıyla onayladı.
"Sen artık içeri girsene! Hasta olursan nefilin çenesini çekmek istemiyorum!" Dimitry gürleyip dururken ayağa kalkıp eteğimdeki tozu silkeledim. Bir şey demeden sessizce yanından geçerken perdeyi kaldırdı. "Sonunda." dedi bir zafer kazanmış gibi.
Kaşlarımı çattım. "Bir köle, efendisine nasıl emir verir?!"
"Şimdi köleliğini değil korumalığını yapıyorum."
Nova ve Dimitry dışında ortalıkta kimseler yoktu. Orsa ve Magnus da kayıplara karışmıştı. Kimseden haber alamamak canımı sıkıyordu. Sky bile en azından arayabilirdi. Dert ettiğim kişi oydu ama ya babam. Zarar gören taraf değil de zarar veren taraf olacağını düşünüyordum. Kaynağını bilemediğim bir şekilde babam gözüme çok güçlü görünüyordu.
"Neden sende onlarla değilsin?" diye sordum. Kanepeye oturup, kucağıma kırlentlerden birini alıp sıkıca sarılmıştım.
"Sana kim bakıcılık yapacak?" Diye sordu. Nova da içeri girdikten sonra kapıyı kapatıp perdeleri çekti.
"Korumaya ihtiyacım yok benim."
"Oradan ben olmasan seni kim kaçıracaktı, yada Sky ve Amarok olmasa seni kim koruyacaktı. Daha kendini tek başına koruyacak kadar gücün yok..." Dişlerimi sıktığımı görene kadar konuşmaya devam etmişti. Öfke kontrol derslerini hatırla. Derin nefes al, derin nefes ver. "Ve, sol gözün." Parmağı ile gözümü işaret etti. "Hâlâ yeşil ve birazda korkutucu. Geçer demiştin ama geçmiyor."
"Bilmiyorum." dedim. "Şu an gözüm umurumda değil. Sky ve Amarok düşünebildiğim tek şey onlar..."
Dimitry sinirlenmişti. "Biri şeytanın oğlu, diğeri dokuz sürünün alfası sence de baban için endişelenmen gerekmez mi?"
"Babamı onlara göre daha güçlü buluyorum." Bunları söylerken başım önüme eğilmişti. "Sen bilmiyorsun ama babam Sky'ı öldürmeye fazlasıyla yaklaşmıştı..."
"Oradaydım görmüştüm de ama inan bana Sky'ı kolay kolay kimse öldüremez." Dediğini başımla onayladım. Yine de insan endişe etmeden duramıyordu. İç çekmesini duydum. "Kasvetli havan insanı boğuyor... Neden biraz dinlenmiyorsun? Gidip Sky'ın odasında biraz kestir."
"Kasvetli havam mı?" Gülüp etrafa neşe saçmamı mı bekliyordu? Gümüş kaşık kafayla daha fazla aynı dört duvar arasında kalmak istemediğimden ayağa kalkarak oturma odasından çıktım. Zaten mutfak, banyo ve oturma odasından sonra fazladan bir oda vardı. Sky'ın odası olmalıydı. Nova peşimden gelmek istese de Dimitry onu ikaz edip peşimden gelmesini engellemişti.
Odaya girip kapıyı kapatırken gözlerim içeride geziniyordu. Bir yatak ve bir dolap dışında mobilya diyebileceğim pek bir şey yoktu. Odayı kaplayan büyük kağıt yığınından bahsetmiyordum bile. Yığının yanına gidip eğildiğimde rastgele bir kağıt parçası çekip baktım. Kara kalem çizilmiş yarım bir kanat vardı. Karşımdaki aynada aksimi görünce afalladım. Eminim ki bu ayna karşısında yansımasını saatlerce izleyip kendini övüyordu.
Buna emindim, kıkırdamadan kendimi tutamadım. Yatağa uzanana dek kağıtlara çizdiklerini incelemiştim. Kanatlar, değişik daha önce görmediğim varlıklar, insanlar, kilise ve Kadetral benzeri yerler... Başımı yastığa koyar koymaz üzerime bir ağırlık çöktü. Yastığa sinen kokusu burnuma çarpınca nefesimi tutarak yüzümle ellerimi kapattım. Ne hallere düşürmüştü beni? Üzerime yorganı çektim, ağlamayacaktım. Çünkü içimden bir damla yaş dökmek gelmiyordu. Ölmeyeceklerdi, biliyordum. Ağlamama gerek yoktu.
"Lütfen iyi ol nefil..." diye mırıldandım kendimi okyanusuma bırakmadan hemen önce.
Çayırın ortasında küçük bir ev vardı. Günün ortasında gibiydik. Saçlarımı arşınlayan rüzgara karşı çevirdim yüzümü. Sıcak esinti saçlarımı alıp götürecekmiş gibi arkama savunuyordu. Ben neredeydim, burası neresiydi bilmiyordum ama oldukça huzurlu hissettiriyordu. Eve tekrar baktım. Kırmızı kiremitleRle örülmüş bir çatısı, ağaçtan yapılma kirişleri veranda ve duvarları vardı. Veranda da ki kapı ve duvarlardaki pencereler ev küçük olmasına rağmen oldukça geniş ve büyüktü. Görünürde kimse yoktu. Çayır uzanabildiğine kadar yeşil ve yeşildi.
"Mia, Mia yavaş ol bücür." dedi genç bir erkek sesi. Evin verandasına baktığımda genç bir oğlan gördüm benim yaşlarımda görünüyordu. Yere çömelmiş küçük iki yaşlarında bir kız çocuğunun ellerinden tutup onu yürütüyordu. En azından yürütmeye çalışıyordu. "İnsanın yarım asırdan daha fazla bir zamandan sonra kardeşi olunca oldukça tecrübesiz oluyor." İç çekti sonra kız çocuğunu kucaklayıp havada döndürdü. Bebek el çırpıp cılız ve tiz bir sesle gülüyordu.
"Daha hızlı, daha hızlı!"
Tatlı, yumuşak bir ses çınladı kulaklarımla. "Dur Milan, düşüreceksin kardeşini."
Anne?!...
"Bırak anne eğleniyoruz şurada." dedi çocuk. Anneme, anne demişti.
Bir hıçkırık boğazımda yükselerek nefesimi tıkadı. Tuzlu gözyaşları gözümü yakıyordu. Annem gülerek söylendi. "Önceki sefer gibi yediklerini üzerine çıkarırsa bu sefer sen kız kardeşini temizlersin." Milan, elleri arasında ki kız bebekle birlikte durdu. Bebeğe daha dikkatle baktım. Tepeden toplanmış bukleli saçlar, tombul yanaklardan oluşan pembe yanaklar ve bebek olmasına rağmen annem ile büyükanneme benze iri mavi gözler... Bu kesinlikle bendim.
Bebek el çırpmaya devam ederken annemin Milan dediği çocuk bebeği kollarının arasına alarak sıkıca sarıldı. "Bu kadar sevimli bir varlıktan nasıl öyle kötü şeyler çıkabiliyor?" diye sordu kendi kendine.
Annem sorusuna gülümsemekle yetindi ve bebeği "Anneciğine gel Anna Maria Mia." diye tam ismimi fısıldayarak. Bebeği kucağına alarak buklelerine bir öpücük bıraktı. Yanlarında bir kişi daha belirdi
"Evlat, anneni yine mi kızdıyorsun yoksa?" diye sordu alaycı adam sesi. Annem Rosalyn başını hayır anlamında sallayıp kucağında huysuzlanan bebeğin eline denk gelen sırtını sıvazladı. Sarışın bir anne ve esmer bir babanın iki çocuğu. Her ikisine de pek fazla benzemiyorduk. İkimizde kumral ve açık tenliydik. Milan'ın bir gözü maviyken diğeri yeşildi. Bu ayrıntı yüzümü buruşturmama neden olmuştu. Daha şok edici olanı bir abim vardı! Tek çocuk değildim. Gerçekse eğer... Annem ve abim benimle bebek halimle ilgilenirken siyah gözler direkt bana baktı. Babam farkımda olmalıydı. Bu lanet olası yer onun zihniydi. Doğrusu daha karanlık ve kanlı bir yer bekliyordum.
Her şey bulanık bir hale gelip silinirken son gördüğüm dört kişilik mutlu çekirdek bir aileydi. Omzumda bir ağırlık hissetim. "Biz eskiden böyleydik." dedi, üzgün çıkan sesiyle. "Mutlu bir aile."
Yüzümü, kederli bakan gözlere çevirdim. Omzumu sertçe silkip tutuşundan kurtuldum. "Aileymiş, hâlâ nasıl bir oyun oynuyorsun baba?"!
"Sana geçmişteki birçok anıdan bir anı gösterdim sadece." Kaşları gerildi. "Böyle onlarcası var."
"Geçmiş demek. Bir anne bir baba ve bir abi sözde bir aileyiz öyle mi!?" diye burnumdan öfkeyle soludum. "Öyleyse neden ben o, onlarca anıdan bir tanesini bile hatırlamıyorum baba?!"
"Rosa, Zihin taşını kullanıp hafızanı silmişti."
"Neden hafızamı sildi?" diye sordum hemen ardından devam ettim. "Belki de benim seni hatırlamamı istemediği içindir. Belki de annem ölmeden önce senin gerçek yüzünü görmüştür." Babam öylece yüzüme baktı. "Dediğim, kabul edilebilir bir cevap." dedim boğazımda düğümlenen nefesi yutarken. "Ama, bu neyi değiştirir ki? Annem öldü, sen masumları öldüren Rulingler ile iş birliği yapan bir katilsin. Oğlunun senden hiçbir farkı olmayacağına eminim. Sonuçta onun babası sensin."
Kafasını ağır ağır salladı. "Bir noktayı kaçırıyorsun Mia, ben senin de babanım."
"Ebeveynliğini reddediyorum." dedim. "Zaten bu zamana kadar pek bir yararı olmamıştı. Bundan sonra bana pek bir yararı da dokunmayacak. Geçmişte iyi bir adam olman yada yaşadığınız ama annemin bana unutturmayı seçtiği anılarda şimdi ki gerçekleri değiştirmeyecek."
"Benden ve annenden vazgeçtiğiniz göre, abini merak etmiyor musun?" diye sordu. "Öz kardeşini."
"O, beni hiç merak etti mi?" Avuç içime saplanıp kalan tırnaklarım etimi deşiyordu. "Tüm on sekiz yıl boyunca yada yollarımız ayrıldıktan sonra ne kadar sene geçtiyse. O da senin gibiyse benim için bir önemi yok."
"Bir şey bildiğin yok Mia." dedi babam iç çekip, başını bu sefer iki yana sallarken. "Sen, sadece gördüklerin ve sana söylenenlerle sınırlı bırakıldın. Sana son bir şans vereceğim, yarın eski evimizin önüne gel. Akşam vakti, bu son şansın. Babana güvenmiyorsun değil mi?"
"Güvenmek mi? Aramızda böyle bir şeyin olma olasılığı imkansıza eşit. Birde bana son bir şans veriyorsun öyle mi baba?..." Omuzlarımı dikleştirdim ve babama meydan okurcasına baktım. "Artık peşimi bırak. Başta kurtlar, seni öldürmek isteyen bir çok kişi var. Bir sonraki seferde şanslı olmayabilirsin. Dikkat et ve uzak dur. Baba."
"Öyleyse," dedi babam omuz silkerken. ",artık kızımda benim düşmanım." İşaret parmağı alnıma dokundu ve gülümsedi. "Kızımla düşman olmak farklı hissettirecek."
Okyanusa düşüş ve uyanış. Ani ve hızlıydı. Keskin bir soğukluk hissederken titremeyle gözlerimi açtım. "Düşmanmış." diye sayıklarken gözlerimi sertçe ovuşturuyordum. Bir abimin olması, benim gibi başka bir insanın olması... Eğer öyleyse? Böyle bir ihtimal varsa ve o yaşıyorsa Ruling ailesi neden beni öldürmek istiyorlardı?
Bu adil değildi. Onunda cinsiyeti ve gözleri dışında pek bir farkımız yoktu. O benim erkek versiyonum gibiydi. Bildiğim tek şey babama güvenmemem gerektiğiydi. Beni zihnine çekip Psişik Zihnenya da yaptığı şey bir tür illüzyonda olabilirdi. Karanlık Işık, taşı ile bunu başarabilirdi. Her ihtimalli süzgeçten geçirsem iyi olacaktı.
"İyi uyudun mu?"
Yataktan üzerine atlayıp, ona sarılabilirdim ama kendime engel oldum.
"Hım..." dedim gerinip esnerken. Ellerimi ensemde birleştirdim. "İdare eder. Yatağın rahat ama içim hiçte rahat değil." Gözlerim odada dolandı onu bulduğumda yerde kağıt yığının yanı başında oturuyordu elindeki kâğıda alt dudağını dişlerken bir şeyler karalıyordu. Aniden kalkıp ellerimden destek alarak öne doğru eğildim. "Sen, ne zaman geldin?"
"Bir saatten fazla oluyor."
"Ya babam... Amarok?"
"Kendimi iyi bir kavga için motive etmiştim ama baban olacak o herif daha biz bir şey yapamadan ortadan tüydü. Sana taşlar hakkında konuşurken bahsetmiştim." Sky taşlardan nefret etse de benim onlarla ilgili olan sorularımı hiç bıkmadan cevaplıyordu. Bu görev Aaron'a ait olsa da onu çok geçmeden yıldırmıştım. Benim en çok ilgilenmediğim taş Ruling ailesine ait olandı. "Karanlık Işık taşı illüzyonlar, kara büyüler ve tılsımlar yaratabilir. Ruling ailesi bu bakımdan oldukça güçlü."
Bunları biliyordum, asıl merak ettiğim başkaydı. "Zihinle oynayabilir mi?"
"Benim gibi güçlü zihinlerde hayır ama insan zihinlerinde illüzyonlar yada hayali sanrılar oluşturabilir." Elindeki kalemi topuzuna sıkıştırdı. "Neden soruyorsun?"
"Sadece meraktan." Yatakta oturur pozisyona geçtim ve hâlâ bağlı olan kravatı gevşettim. Okul müfredatı kıyafetler içinde oldukça hassas ve katıydı. Bir bacağımı diğerinin üzerine atıp ayak bileğimi ovuşturdum. "Neden saatlerdir ortalıkta yoktunuz?" diye sordum. Onu sorguya çekiyor olmak istemezdim ama onunla ilgili her konuya meraklıydım.
"Sokak Köpekleri yine kuyruklarını işime soktular. Naomi, babasını gördü." dedi neredeyse anlattığından zevk aldığına emindim. "Ama son anda ona sahte bir isimle tanıttım. Tyler. Gerçeği söylemek gerekirse Amarok'un ihtiyar ve genç hali arasında hiç alaka yoktu."
Doğru söylüyordu. Ben bile Amarok'u ilk gördüğümde tanışmamış başka biri sanmıştım ama gözleri kim olduğunu ele vermişti. "Naomi ile nasıl karşılaştınız ki?" Sky tek kaşını kaldırarak beni süzdü. Nedense anlamadığım bu durumdan hoşnut olmuş gibiydi. "Evet merak ediyorsan bu bir sorgu ve ben kötü polisim."
Dediğime güldü ve ellerini döşemeye yaslayarak ayaklarını öne uzattı. "Hah, demek kötü polissin?"
"Birinin kötü polis olması gerekiyor." dedim sönük ve cansız bir kahkaha atarak. Yüzüm duygu ve hislerden yoksun duvara dönüşene kadar Sky bana gülümseyerek bakıyordu. Ondan bir şey saklayamayacaktım. Ayaklanıp yanına gelerek ona üstten baktım. Başını kaldırıp bana alttan alttan baktı. Bakışlarında ki o saf kötülükten hiçbir iz yoktu bunlar tek başına bir halde tamamen saf bakışlardı. Ellerimi dizlerime koyup ona doğru eğildim.
"Ne çiziyordun kedicik?" diye sorarken Sky elindeki kağıdı buruşturarak arkasına sakladı. "Bak sen saklayınca, ben daha bir merak ettim." diyerek, yapmam dediğimi yapıp üzerine atladım.
İkimizde yeri boylayıp boğuşurken Sky kağıdı benden kaçırmak için elinden geleni yapıyordu. Son bir hınçla üstüne çıkıp kağıdı elinden kaptım. Kâğıt buruşmuştu ancak hâlâ çizdiği şey belli oluyordu. Benim yüzüm... Bak sen, maharetlerini beni çizmek için harcıyordu. Üstüne oturdum. Bir bacağımı kendime çekmiş başımı dizime yaslamıştım.
Esneklik konusunda benden daha iyisi yoktu. Kağıttaki çizimi incelerken yüzümde sersem bir sırıtış vardı. Neden saklama gereği duyuyorsa, oldukça güzel çizmişti. Hatta hoşuma gitmiş ve beni mutlu etmişti. "Kötü polismiş." dedi eliyle yüzünü kapatmış anlamadığım şeyler mırıldanıyordu. "Bu durumda bende iyi polis mi oluyorum?"
Dediğine gülmekle yetinip çizimi yüzüne tuttum. "Bu benim olabilir mi?" diye sordum masum masum. "İlk kez portre tarzı bir resmim çiziliyor." Dedim.
"Eğer istiyorsan..." Utanıyor muydu?
Gülümsedim. "Utanma kedicik."
"Gözün." Aynı anda konuşmuştuk. Ben susmayı tercih etmiştim o ise konuşmaya devam etmişti. "Sen uyurken icabına bakmayı denedim ama rengi eski haline dönmüyor."
Sol gözümü kapatıp, göz kapağıma dokundum. "Sorun değil. Canımı acıtmıyor, kısa bir süre içinde geçecektir." Elimi gelişi güzel salladım. "Kafana takma nefil." Yüzümün birden düştüğünü biliyordum. Yeşil en nefret ettiğim renk olmuştu. Görmeye bile dayanamıyordum. Babam her ne yaptıysa bir an önce geçerdi. Hızlıca konuyu değiştirdim. "Sky, kardeşin var mı?"
Gözleri büyüdü ve aniden doğruldu. Bu soruya böyle anı tepki vereceğini bilsem sormazdım. Boğazını temizledi sesi benim beklediğimin aksine daha gür çıktı. "Hayır, yok. Neden sordun ki?" Gerilmişti.
"Sadece meraktan sordum. Benim de bir abim varmış-" Yüzü renkten renge girerken ağzı bir karış açık kaldı. Şeytanım neye bu kadar şaşırıyorsa, ben bile bunu söylerken oldukça soğuk kanlıydım. Çünkü diğer ihtimalleri düşünüyordum. Zihin oyun oynayabilecek en kolay yerdi ve babamın zihin oyunları yapabilecek kadar zeki olduğuna emindim. Karanlık Işık taşının çi enerjisine sahipti. Taşa bile mühürlü değilken bunu nasıl yapabildiğini hâlâ bilmiyordum. Ben sadece gücü bir an içimde toplayıp babama yansıtmıştım .
"Abin, bir abin var öyle mi?! Bu nasıl mümkün olamaz." Nefil'e göre ben şaşırma duyumu kaybetmiş gibi hissediyordum yada bir tür şoktaydım.
"Sana yapılma aşamalarını mı anlatmamı istiyorsun ?" Yüzünü buruşturup başını olumsuz anlamda salladı. "Babam bir abim olduğunu söyledi benden önce doğmuş başka bir bebek. Biyolojik annem ve babamdan olma bir abi."
"Bunu nasıl bilebilirsin?" diye sordu.
"Babam, o zihnimdeydi. Benim rüyama girdi yada ben onun rüyasına girdim. Kim bilir... Bildiğim tek şey bir abim varmış. Benim gibi dört ailenin kanından gelen başka bir oğlan. Benden önce doğan." Sky kaşlarını çattığında alnı kırışmıştı. "Sen ve annemi iyi sırdaş sanırdım. Neden sana bir oğlu olduğundan bahsetmedi?"
"Bilmiyorum." dedi. Gözleri boşluğa düşmüştü ellerini yumruk yapmıştı. Bu duruma benden daha fazla tepki vermişti. "Asıl soru şu olmalı. Ruling ailesinin yanında senin gücünde başka biri varsa ve aynı senin gibiyse neden seni öldürmek istiyorlar?"
"Cevabı basit. Ellerindeki güce karşın, karşı bir güç istemiyorlar." dedim sakin bir sesle. En mantıklı cevap buydu. Başımı eğip resmimin çizili olduğu kâğıtta işaret parmağımı gezdirdim. "Ve bir şey daha var. Babam beni düşmanı ilan etti."
"Korkmuyor musun?" Bakışları benimkilerle kesişti. "Yada üzülmüyor musun?"
"Hayır ne korkmuyorum, ne üzülmüyorum.. Babamla aramda asla manevi bir ilişki olmadı. Bana her zaman soğuk ve mesafeliydi." Derin bir nefes aldım. Babama karşı yaşadığım hayal kırıklığının sivri uçlu parçaları içime batıyordu. "O yüzden başına ne gelirse kendi hataları yüzünden gelecek. Onu kızı olarak son kez uyardım, uzak durmasını söyledim."
"Amarok onu öldüreceğine yemin etti." dedi Sky bakışlarını bende sabit tutarak. "Buna rağmen baban için-"
"Endişeleneceğim kişi Amarok olur." dedim sözünü keserek. "Babam bir kurt insan ile karşılaştırılırsa zihnen de fiziken de çok güçlü bunu hissettim. Bana hissettirdi."
"Benden güçlü olamaz herhalde." dedi dudakları kıvrılırken. Kollarını kaldırılıp pazularını belli edecek şekilde sıktı.
Başımı hiç etkilenmemiş gibi olumlu anlamda salladım. "Sen daha güçlüsün, sanırım." dedim. "Ama ne olursa olsun, riske atılmaya değmez." Elimdeki kağıda bakarken kucağından kalktım. Nefil başını kaldırıp bana bakıyordu. Ellerimi dizlerime koyarak yüzüne doğru eğildim. "Beni anlıyorsun değil mi Sky?"
"Elbette anlıyorum çocuk gibi mi görünüyorum?" diye sordu. İşaret parmağı ile kendini işaret ediyordu.
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Elbette hayır." dedim. Elimi başına koyup okşadım. "Ama sana bir çocuk gibi davranmayı seviyorum." Elimi çekmek istedim ama bileğimden yakalayıp okşarken dağıttığım saçlarına bastırdı. "Bir şey istesem...?"
"Yapabileceğim bir şeyse?"
"Saçlarımı okşamaya devam eder misin? Bana ilgi göstermen hoşuma gidiyor." Başını iyice öne eğmişti. Saçını kulağının arkasına sıkıştırıp çenesinden tuttum. "Tam bir kedisin ha?" Yavaşça başını kaldırdım. "Saçını okşarsam benim için mırlar mısın?" Yanaklarımı kızarmıştı? Bekle, kulakları bile kızarmıştı. Gözlerini kaçırıp duruyordu. Tam tersi durumda olmamız gerekmez miydi? Tekrar sordum. "Mırlayacak mısın?"
"Ruhumu satarım, daha iyi."
"Fiyat ver." dedim alayla.
"Saçlarımı okşayacak mısın, okşamayacak mısın?" diye sordu, daha doğrusu tısladım Nefesin yanaklarında toplandığında, yanakları en az benim kadar tombullaşmıştı.
"Okşayacağım."