-2-

5000 Words
-YUSUF " Hocam gerek yok. Bizim evimizde de var buz. Ben hallederim. " dedi fakat sesi acı acı geliyordu. Bu halde onu bırakmaya asla niyetim yoktu ve kendi evime surdum. Yol boyunca gözleri açılıp kapanmanın arasına gidip geldi ve elini hiç başından çekmedi. Nihayet geldik evime. Arabadan indiğimde gidip kapısını açtım ve inmesine yardımcı oldum fakat yüzünde çok kötü bir ifade vardı. Cebimden anahtarlarımı çıkardığım an hemen söylenmeye başladı. " İyiyim ben gidebilir miyim? " diye mırıldandı fakat ben hemen kapıyı açtım ve içeriye girerek onu davet ettim. " Şişmeden hemen buz koyalım. Sen şöyle geç... " deyip onu salona oturttum ve hemen gidip dolaptan buz getirdim. " Bu iyi gelecektir ama ağrısı yarım saate geçmezse doktora gidiyoruz tamam mı? " dedim telaşla. Elini saçından çekti fakat kalın örgülerinden bir şey belli olmuyordu. " İstersen önce saçlarını çözelim. Hem sıkmasın... " dediğimde tedirgin bir vaziyette konuşuyordum. Elini kaldırıp saçlarını açmak için bir hamle yaptığında acıyla ekşitti yüzünü ve hemen durdurdum onu. " Sen dur, ben hallederim. " deyip buzu eline verdim ve gidip tam arkasına oturdum. Sonrada yavaşça ikili ördüğü saçlarının tokalarını çıkardım. Sonrada canı yanmadan açmaya başladım örgülerini. Gerçekten bundan daha tuhaf çok az şey yaşamıştım. Hatta daha önce kimsenin saçlarını açmamıştım böyle. Oldukça dikkatli olmaya çalışırken tamamen çözdüm hepsini ve elindeki buzu alarak kafasına götürdüm. " Burası mı? " dediğimde bana sırtı dönük haldeydi ve eliyle istemsizce elimi tutarak buzu kendi istediği yere koydu. " Burası... " dedi sonra ve hemen arkasından konuştu. " Ben tutarım, verin. " dedi. O an biraz çekinmiştim. Buzu onun eline verip hemen kendimi çektim. O ise açtığım saçlarıyla birlikte yavaşça bana döndü. Göz göze geldiğimizde biraz şaşırmıştım. Çünkü onu ilk kez böyle saçları açık görüyordum ve fazlasıyla değişikti... " Çok özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim. Nasıl oldu anlamadım. Seni görmedim bile... " diye söylendim mahcup bir şekilde. " Hocam gerçekten önemli değil. Ağrısı geçmeye başladı bile. " dedi ve bir eliyle de alnına düşen saçlarını düzeltti. O an birde hafif turuncu saçlarının yanı sıra burnunun üzerindeki çillere odaklandım. " Sana bir matematik ders anlatımı sözüm olsun o zaman. Kendimi affettirebilmek için. " dedim ve yüzünü incelemeyi kestim. Güldü. " Kedinizi bu kadar kötü hissetmenize gerek yok. Ben iyiyim. " Duru elindeki buzu masaya bırakırken ıslanan saçlarınıda elleriyle düzeltmeye çalıştı ve yüzünde burada olmaktan rahatsızlık duyduğuna dair bir ifade var gibiydi. Hemen oturduğum yerden kalktım ve derin bir nefes aldım. " Ben artık seni evine bırakayım... " dedim ve şöyle bir baktım ona. " Ben kendim giderim. " dedi hemen ve panikle çantasını kucakladı. " Saçmalama Duru ben bırakırım. Hem aklım kalır diğer türlü. Zaten kendimi kötü hissediyorum. " dediğimde birlikte kapıya doğru yürüdük. " Bu arada... Sana örgülü dediğim için hala vicdan azabı çekiyorum. " deyip yüzümü ekşittim ve birden bana elini uzattı. O an anlamamış gibi bakışlarımı kısarken hemen söze girdi. " Beni merak etmemeniz ve vicdan azabı çekmemeniz konusunda artık bir anlaşma yapalım bence. " dedi. Güldüm ve elini tuttum. " Siz bana bir matematik konusu anlatırsınız söylediğiniz gibi... Bende her şeyi tamamen unuturum. " deyip tebessüm ettiğinde elimi sıktı ve tam o sırada kapı çaldı. Zaten kapının önünde durduğumuz için hemen açtım ve Atlas ile göz göze geldik. Önce bana sonra ise Duru'ya baktıktan sonra yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. " Hocam ben kendim giderim. Evim zaten çok yakın. Her şey için çok teşekkür ederim, iyi akşamlar... " dedi Duru. Sanki kaçmak ister gibi hemen çıktı evden. Bir şey diyemedim. Sadece Atlas ile birlikte öylece arkasından bakakaldım. " Bu kim? " diye sordu merakla. Birlikte içeri geçtik. " Öğrencim... " dedim koltuğa otururken. " Öğrencinin senin evinde ne işi var peki? " diye sordu merakla. " Soru sormaya gelmiş işte. " diye geçiştirdim ve Atlas dikkatli bir şekilde gözlerimin içine baktı. " Ben senin öğrencilerini çocuk sanıyordum. " dedi imalı imalı. " Görünüşlerine aldanma, çocuk gibiler zaten... " diye geçiştirdim ve bileğimdeki tokayla oynamaya başladım... Toka... Birden gözlerim irileşti ve hemen bileğime odaklandım. Allah kahretmesin kızın tokası bende kalmıştı. Birde liseli aşıklar gibi bileğime takmıştım... Gidip akordunu düzeltmek için gitarımı aldım.  " Akşam ne yiyoruz? Balık sipariş edelim mi? " diye sordum.  " Dışarıda mı yesek ne dersin? " dediğimde Atlas hemen burun kıvırdı.  " Bugün canım hiç dışarıya çıkmak istemiyor. Erkenden yatıp uyuyacağım. " dedi ve hemen elindeki telefonla oynamaya başladı. Ben ise elimdeki gitarın akordunu yapmaya çalışırken bir türlü odaklanamadığımı fark ettim. Aklımda bir şeyler dönüp dönüp duruyordu. Aslında ilk çok umurumda olmamıştı ama şuan resmiyette evli bir adam olduğum gerçeği beni biraz ürkütmüştü. Üstelik kiminle evli olduğumu da bilmiyordum. Bu beni biraz korkutuyordu. Aniden denk gelmek ya da ne bileyim daha kötüsü eve geldiklerinde ona ulaşamamak gibi. Bence benim ne yapıp edip kızı görüp, kafamdaki soru işaretlerine bir çare bulmam lazımdı. Elimdeki gitarı duvara yaslarken sandalyeden kalkıp masamın üzerindeki son model cep telefonumu aldım ve koridora doğru yürümeye başladım. Neydi adamın adı... Bilal! Bilal'i aradım ve birazda stresli bir şekilde telefonu kulağıma götürdüm. Diğer elimde cebimdeydi. Atlas'tan biraz daha uzaklaşmak için odalardan birine girip kapıyı kapattım ve telefon çalarken pencereye doğru yaklaştım.  " İyi akşamlar nasılsınız? " diye girdim söze. Sesimi hemen tanıdı. Zaten numaramı da kaydetmişti. Birbirimizin halini hatırını sorup hemen konuya geçmek istiyordum. Ses tonumu nasıl ayarlamam gerektiği konusunda biraz tedirginlik yaşadım fakat sonra hızlı bir şekilde konuya girmeye karar verdim.  " Bu hafta evde kontrole gelebilirlermiş. Kardeşinizin evimde bulunması lazım. Nasıl yapalım? " diye sordum. Aslında gayet profesyonelce sormuştum. Sesim alçaktı ve olabildiğince kibar olmaya çalışıyordum. Çünkü kendisi fazlasıyla kaba bir adamdı.  " Ek olarak eve koymam için yani daha gerçekçi olması açısından birkaç tane fotoğraf çekinmemiz gerekli. Görüşmemiz lazım. " dedim ve söylediklerimde gayet haklıydım. Önce biraz sustu. Bende o sırada sakallarımı sıvazlıyordum ve ne tepki vereceğini merak ediyordum.  " Yarın görüşelim. Belki başka şekilde hallederiz. Fotoğrafları shop yapsanız, geldikleri zamanda markete gitti deyip geçiştirseniz bence sorun çözülür. " dedi. Bunu o kadar basit bir şeymiş gibi anlatmıştı ki sanki benimle eğleniyor sandım ve kahkaha attım.  " Maalesef o işler dediğiniz gibi olmuyor. Bunları konuştuk. Bana bir yardımcı mı olsanız acaba? 300 bin tl kuru kuruya bir imza için değildi sonuçta. Sözleşmede her şey yazıyor. " dediğimde sanki zıtlaşacakmışız gibi hissetmeye başladım ve derin bir nefes aldım. Sinirlenmeye başladığımı hissettim.  " Öğretmen bey, bunlar için erken. Ben araştırdım korkmanıza gerek yok. O kadar da cahil değilim. Halledebileceğimize inanıyorum. İçiniz rahat olsun. Yarın konuşuruz olur mu? " dedi. Bu kez o da içimi rahatlatmak ister gibi konuşmuştu. " Şöyle yapalım... Yarın akşam kız kardeşinizle beraber evime yemeğe gelin. Birbirimizi daha iyi tanımış oluruz ve de detayları konuşuruz. Ne dersiniz? " dedim. İkna olmasını bekliyordum açıkçası.  " Bilmiyorum, kız kardeşimle konuşayım size bilgi veririm. " dedikten sonra konuşmayı tamamladık.  Kabul etmelerini umut ediyordum yoksa meraktan rüyalarıma girerdi herhalde.  -DURU Abimle karşılıklı yemek yiyorduk ve o bana bir şey söyleyecekmiş de bunu yapamıyor gibiydi. Sürekli önündeki tabakla oynayıp duruyordu. Yemeyi mi sevmedi diye duşundum bir an. Halbuki çok güzel şeyler hazırlamıştım ve hatta çok da güzel haberler almıştık. Karaca'nın ameliyatı gerçekleşmişti. Hatta abim almaya gidecekti onları. Hep beraber geleceklerdi bir hafta sonra. Heyecandan içimiz içimize sığmıyordu. Allah'tan başka ne isterdik? Doktor tam zamanında yetiştiğimizi söyledi. Çok şukur artık geceleri rahatça uyuyabilecektik ve en önemlisi bir hafta sonra bu sofrada ailemle beraber olacaktım. Hepsini o kadar çok özlemiştim ki...  " Abi... Ne olduğunu söyleyecek misin artık yoksa fasulyeyi karıştırmaya devam mı edeceksin? " diye sorduğumda elindeki kaşığı yavaşça tabağının kenarına bıraktı ve su bardağını eline alarak iyice kavradı ama içmek için yeltenmedi. Biraz çekiniyormuş gibi baktı suratıma. " Seninle tanışmak istiyor. Ben hayır dedim ama... Sözleşmede de bazı maddeler vardı ya... Evi kontrole gelebilirlermiş hani. Gerçek bir evlilik gibi gösterilmesi lazımmış. Nasıl yaparız bilmiyorum. Psikolojinin bozulmasını istemiyorum. O adamla hiç tanışman taraftarı değilim. Yanlış anlama kötü birisine benzemiyor ama... Kendimi çok suçlu hissediyorum Duru. Bir parayı denkleştiremedim... Kaç yaşında adamım... Elimden hiçbir şey gelmiyor. Seni böyle bir şeye alet etmek zorunda kaldığım için kendimi hiç affetmeyeceğim... " dedi ve elindeki bardağı ağzına götürdü.  " Abi... Bende bir şey oldu sandım! Hem ne alakası var? Biz konuştuk bunları seninle? Asla duymak istemiyorum emin ol bunlar beni daha çok yaralıyor. Hem Allah aşkına Karaca ameliyat oldu hayata tutundu... Bundan daha önemli bir şey var mı? En kötü ne olabilir diye defalarca duşundum. İnan bana hiçbir şey olacağı yok... Sende artık vicdanını rahat bırak olur mu? " dedim ve masadaki eline uzandım.  " Ne yapalım o zaman? Yarın gidelim mi evine? Yemeğe davet ediyor. Emin misin? " diye sordu. Açıkçası biraz heyecanlanmıştım. Birazda gerginlik çökmüştü üzerime.  Hiç görmek istemiyordum ki... Görsem ne yaparım ya da ne yapmam gerek pek bilmiyordum çünkü. Hayatta yüzüne bakamazdım! Bakıp ne diyecektim? Abime belli etmemeye çalışsam da biraz rahatım kaçmış gibi oldu.  Akşam yemeğinin ardından abim kahveye arkadaşlarının yanına gitmek için evden çıkmıştı. Bende bulaşıkları yıkadıktan sonra öğlen yıkadığım çamaşırları katlamak için odama geçtim ki birden birisi pencereme tıklattı. Önce bir irkildim fakat daha sonra hemen yerimden kalkıp perdeyi araladım. Burak gelmişti... Yüzünde bin bir gülümseme ile penceremin köşesinde duruyordu. Biraz panik yaptım. Gözlerim hemen sağa sola çevrildi. Daha sonra pencereyi açtım.  " Senin burada ne işin var? " diye sorduğumda hem onu gördüğüm için çok mutlu olmuştum hem de birisi görür diye panik içerisindeydim.  " Seni çok özledim... " dedi sonra. O an sanki kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu. Donup kaldım... O kadar hoşuma gitmişti ki bu söylediği... İstemsiz tebessüm ederken buldum kendimi. Hemen gözlerimi kaçırdım ondan.  " Sen özlemedin mi? " diye sorduğunda elini pencereye koyduğum elime koydu.Buz gibi olmuştu. " Donmuşsun sen! Ne zamandır buradasın? " diye sordum hemen.  " Yarım saattir abinin çıkmasını bekliyordum işte. Çok olmadı... " dedi. Hafif kumral ve dalgalı saçları yine rüzgârda dağılmıştı ama bu hali bile o kadar yakışıyordu ki ona...  " Ben sana bir şey getirdim... " dedi ve cebinden minik bir hediye paketi çıkardı.  " Ne bu? " diye sorduğumda sağ eli hala elimin üzerindeydi.  " Aç bakalım... " dedi sonra. Merak etmiştim. Hemen açtım paketi. İçinde minik bir kelebek şeklinde anahtarlık vardı.  " Çok guzelmiş, çok teşekkur ederim. " dedim incelerken. Gerçekten çok hoşuma gitmişti. Ne olduğu hiçbir şekilde önemli değildi. Beni duşunup böyle bir şey almış olması dunyalara bedeldi.  " Sende bu kelebek gibisin benim için ve ben her zaman gelip kalbime konman için sabırsızlıkla bekleyeceğim. Hiç pes etmeyeceğim... Asla. " dedi ve gözlerini gözlerime sabitledi.  " Bir gun beni sevdiğini söyleyeceksin değil mi? " diye sorduğunda seviyorum zaten dememek için kendimi çok zor tuttum. " Sevdiğini biliyorum Duru... Seviyorum dediğini duymak istiyorum sadece. " deyip gülümsedi ve elini elimden çekti.  " Artık gitsen iyi olur. Birisi gelir diye korkuyorum zaten. " dedikten sonra kendisi de çok ustelemedi ve vedalaşıp gitti. Pencereyi kapatıp yatağımın uzerine geçtiğimde kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki. Burak her seferinde beni mutlu etmenin bir yolunu kesinlikle buluyordu ve her ne olursa olsun onu seviyordum hem de çok uzun zamandan beri. Onun ailesi köyun en zenginlerindendi. Kimin başı sıkışsa babasına koşarlardı. Ahmet amcada zaten çok iyi bir insandı. Bize de yardımı çok dokunmuştu. O yuzden ailecek çok severdik birbirimizi. Bu durumlar çok hoşuma gidiyordu tabii. Hatta annemde Burak'ı çok severdi. Belki sağ salim geldiklerinde onları yemeğe de davet ederdik...  Anahtarlığı alıp hemen çantamdaki anahtarlarımı çıkardım. Çokta guzeldi. Artık hiç yanımdan ayırmazdım kelebeğimi. Bu kadar basitti aslında beni mutlu etmek...  -YUSUF Atlas ile birlikte oturmuş sohbet ederken heyecanımdan olsa gerek bir şeyleri anlamıştı... " Yarın gelecekler, yemeğe davet ettim. Abi çok merak ediyorum... Merak etmem sanıyordum. Hatta hiç görmek istemiyordum ama şimdi görmezsem delireceğim... Kim acaba? " dediğimde elim çenemdeydi. Bakışlarımı da yerdeki koyu renk parkeye sabitlemiştim.  " Hadi gözun aydın. Senden çok ben merak ediyorum kim olduğunu. En çokta guzel mi onu merak ediyorum. Şahsen bu köyun kızlarının guzel olduğunu öğrenmiş olduk. " dedi gulerek. " Nasıl öğrendin? " dedim ve derin bir nefes alarak arkama yaslandım.  " Öğrencilerinden... " deyip kahkaha attı.  " Bırak dalgayı şimdi. Yarın ne yapacağım ben? Yemek hazırlamam gerekecek. Birde ne giyineyim? Evin içindeyiz rahat mı olayım yoksa? " dediğimde tek kaşımı kaldırmış Atlas'a bakıyordum.  " Yok abi şortla falan çık sen. Ne rahatı? Daha kız kim onu bile bilmiyoruz. İçimden bir ses çok guzel birisi diyor ama... Hadi bakalım. Yemek olarak da oturup ellerinle hazırlamakla uğraşma boşuna. Dışarıdan ev yemeği yapan bir yerden söylersin. Salak mısın birde uğraşacaksın öyle. " dedi. Haklıydı. Ben panikten ne yapacağımı şaşırmıştım sanırım. Acaba nasıl birisiydi? İyice meraklı melahata dönmuştum galiba...  " Hem tamamda yani ne bileyim... Kağıt ustu bir şey. Kimse duymasın istiyorsun. Daha Cavidan'ın bile haberi yok. Evine davet etmese miydin acaba? Sonradan ya başına musallat olursa? " dediğinde bir tık ciddiydi. Normalde böyle şeyleri dalgaya alırdı ama bu kez aklına farklı şeyler gelmişti sanırım.  " Saçmalama istersen. En fazla ne olabilir? Ben ne dersem o olacak şekilde bir sözleşme duzenledik biz. Macera arama kendine. Neyse ben biraz odama kaçayım. Cavidan arar birazdan zaten onla konuşurum. " deyip yerimden kalktım ve yukarı kata odama çıktım. Kendimi yatağa atıp yastığımı kavradığımda ise direkt gözlerimi kapatmak istedim. Allahtan yarın cumartesiydi. Rahat rahat uyuyabilecektim demek oluyordu bu.O sırada bileğimdeki tokayı fark ettim ve bunun hala burada ne işi var der gibi bakındım fakat çıkarmakta istemedim. İçimde bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu bilmiyordum ama ruhum sıkılıyor gibiydi. Uzandığım yerden hemen kalktım. Yatağımın yanındaki çekmeceyi açıp içinden kahverengi, oymalı kutumu çıkardım. Üzerindeki kilidi çevirip açar açmaz karşıma annemin kucağındaki bebeklik fotoğrafım çıktı. O an gülsem mi ağlasam mı ikilemine girmiştim. Üzerimde sarı bir tulum var, boynumda yakalık ve ayaklarımda patik… Saçlarım varla yok arası. Annemin de saçları hafif görünür şekilde ama bir yazma var başında. Gülmüyor fotoğrafta. Oldukça ciddi durmuş. Ben 6 aylık falanım. Sonra bir diğer resim. Sadece babamın olduğu vesikalık bir fotoğraf. Bundan neredeyse 30 sene öncesi. Tabii nasıl da yakışıklı. Bir diğer fotoğraf aile fotoğrafımız. Piknikte çektiklerimiz, gezilerde, arabalarda… Annem ve babam şimdi yurtdışındalardı. 2 senedir ikisiyle de görüşmüyordum. Babam mafya gibi bir adamdı ve benimde onun gibi olmamı istiyordu. Çevresi çok genişti, adamları vardı. En önemlisi ise silahlı adamları vardı… Ben tek oğullarıydım. Bu yüzden benden bir terminatör yaratmayı istiyordu. Psikolojisi çok iyi değildi. Kafayı benimle bozmuştu. Onun gibi mafya olmamı, hatta kötü adamları öldürmemi istiyordu. Oysa ben bir öğretmendim. Üniversiteden sonra buraya yerleşmek istediğimi söylediğimde babam beni adeta tehdit etmişti. Kendi istediğim hayatı yaşamamı istemiyordu. Bu belki de tek çocuk olduğum için böyleydi. Ailem çok tuhaf insanlardı. Annemde babam kadar olmasa da ona da çok kızgındım. Babama hiç dur demediği için, benim arkamda hiç olmadığı için, hepimizin yaşamının tehlikeye girmesine göz yumduğu için… Hatırlıyorum… Evimizi kaç kez silahlı adamlar basmıştı. Gözlerimin önünde kaç kişi öldürülmüştü… Ben onlar gibi olamazdım… Yurtdışına taşınalımız 8 sene olmuştu çünkü babamın peşinde yine kötü adamlar vardı. Onlardan kaçmak için gitmemişti ama… Onlara daha kötü şeyler yaşatmak için gitmişti. Kısacası bir mafyanın oğluydum ve babam peşimdeydi… Aslında kimsenin bilmediği gerçekte buydu. Evliliği bunun için yapmış olmam. Babamın adamları beni bulursa ve babama evli olduğumu söylerlerse benden vazgeçebilirdi. Yeni bir hayat kurduğuma inanırsa beni o pisliğin içine sürüklemekten vazgeçebilirdi. Ona bunu inandırabilirdim öyle değil mi? Belki de karşısına geçip, “ Ben evliyim, bir karım var. İşim var. Yeni bir hayat kurdum! “ diye haykırabilirdim? En kötüsü de beni bile öldürmek istemeyeceğine garanti veremiyor oluşumdu… Rezil olduğunu düşünüyordu. Koskoca Rıza’nın oğlu kaçmış dedirtemezdi kimseye. Titreyen ellerime yaş damladığında fark ettim ağladığımı ve hemen resimleri kutuya tekrar koyup ağzını kapattım. İçime bir yumruk oturmuştu. Yutkunamadım… Kutuyu çekmecenin içine ittikten sonra kapağını kapattım ve derin derin nefes almaya başladım. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Kimse ama hiç kimse bir şey bilmiyordu. Atlas bile… Vatandaşlık almak için bunu yaptığımı sanıyorlardı. Kendime bile o şekilde inandırmıştım. Oysa tek amacım babamdan bu yolla kurtulmayı denemekti. Hiç vicdanının olmadığına emindim ama belki sırf öz oğlu olduğum için işe yarardı… Öz oğlu evet… Babamın birde manevi oğlu var. Emrinde olan silahlı adamlardan ziyade birlikte büyüdüğümüz Ekin var… O babama benden daha çok bağlıydı. Hala öyle… Babam büyüttü onu. Benimle aynı yaşta. Babam onu bir asker gibi eğitti. Fazlasıyla sert, kuralcı ve disiplinli. Hep babam gibi olmak istedi hep onu örnek aldı… Sanırım oldu da. İçimden bir ses yakında onunla karşı karşıya gelecekmişim gibi söylüyor. Aldığım bazı duyumlar o yönde. Babam peşime Ekin’i takmış olabilir… Gözyaşlarımı silerken tekrar yatağıma uzandım ve çalan telefonuma dönüp bakmak bile istemedim. Cavidan arıyor olmalıydı ama ben sadece gözlerimi kapattım… Bazen dayanamıyordum. Bazen çok yoruluyordum. Hiçbir şey yokmuş gibi yapmaktan çok yoruluyordum. Ertesi sabah telefonumun alarm sesiyle gözlerimi araladım ve saat dokuz olmuştu. Hafta sonu olduğu için biraz daha uyumak istemiştim fakat bugün büyük gündü. Kalkıp kendimi toparlamam lazımdı. Önce gidip soğuk bir duş aldım. Daha sonra biraz egzersiz ve kahvaltı için mutfağa geçtim. Atlas erkenden çıkmıştı. Aslında beraber yaşamıyorduk ama çoğunlukla bir aradaydık. Tek başıma bir şeyler atıştırdım. Sırada bugün ne giyeceğimi seçmek vardı. Dolabımı açıp biraz bakındıktan sonra siyah kot pantolonumla beyaz gömleğimi çıkarıp yatağımın üzerine bıraktım. Açıkçası çok sakinim diyemezdim. Göreceğim kişiyi merak ediyordum ve tuhaf bir şekilde hayal kırıklığına uğrama ihtimalim vardı. Oysa ne hayal kırıklığına uğratabilirdi ki? Güzel olsa ne olacaktı çirkin olsa ne? Tabii birde Cavidan vardı… Günlerdir doğru düzgün konuşup görüşmemiştik. Akşam çıkıp gelebilirdi. Gelme desem yine gelirdi. Sürpriz yapma meraklısıydı. Akşam çıkıp gelirse çok kötü olurdu. Bu saatte görüşemezdim de. En iyisi aramaktı. Telefonumu alıp balkona çıktım. “ Alo canım? “ dediğimde biraz bekledi. “ Yaşıyor muydun sen? “ dedi. Sesi bir hayli trip doluydu. Yüzümü ekşittim. “ Bebeğim ne kadar işim vardı tahmin bile edemezsin. Zaten erkenden uyuyorum artık. Kendimi yatağa atar atmaz bayılıyorum desem yeridir. Ama seni çok özledim. “ dediğimde gönlünü almanın bir yolunu arıyordum. “ Özlemiş olsaydın bunu söylemek yerine gelirdin. Bu nasıl özlemek? “ diye tepki verdi. “ Tamam o zaman yarın okul çıkışı beraber bir yemek yiyelim olur mu? “ diye sordum. Aslında niyetim bugün gelme ihtimalini tamamen ortadan kaldırmaktı. “ Allah’ım hala yarın diyor… Bugün neden görüşmüyoruz? Tatil değil misin ne işin var? “ diye çıkıştı ve sesini biraz yükseltmişti. O an ne bahane arasam diye duşundum. “ Bebeğim eve tadilat var. O kadar çok şey var ki… Yoksa ben her şeyden çok istiyorum seni görmeyi. “ dedim ve telefonumun aniden kapandı. Şarjı bitmişti… Hassiktir! Şimdi yine bir ton laf yiyecektim. Gidip telefonu şarja takıp bıraktım ve üzerimi değiştirdim. Markete gidip eve bir şeyler almayı planlıyordum. Birde biraz ortalığı toparlasam iyi olacaktı. Arabanın anahtarlarını aldım ve kapıyı açıp merdivene doğru bir adım attığımda kapının önündeki zarf dikkatimi çekti. Önce biraz sağa sola bakındım. Sonrada eğilip aldım ve üzerine baktım fakat hiçbir şey yazmıyordu. Mektup olacak hali de yoktu herhalde? Zarfı aldım ve arabaya doğru yürüdüm. Arabada bakardım ne olduğuna. Gidip arabaya bindim ve zarfı açtım. İçinden katlanmış bir beyaz kağıt çıktı. El yazısıyla bir şeyler yazılmıştı. Şiirdi sanırım. “ Ben, senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen, gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi beni yaktırırsın. Odanda ocağın üstüne korsun, içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun. Şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin. Fedakarlığımı anlıyorsun. Vazgeçtim toprak olmaktan. Vazgeçtim çiçek olmaktan. Senin yanında kalabilmek için ve toz oluyorum. Yaşıyorum yanında senin. Sonra sende ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız. Kulumun içinde kulun. Ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi oradan atana kadar. Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak… Biri sen, biri de ben… -Nazım Hikmet “ Bu satırları okurken şaşkınlığımı koruyamadığım gibi birde üstüne kahkaha atmıştım. Bu da neydi şimdi? Kim, neden kapıma bir şiir bırakırdı ki? Hem de böyle aşk dolu bir şiir? Üstelik başka hiçbir şey yazmıyordu. Ne isim vardı, ne ek bir yazı… Bu köye taşınalım da çok olmamıştı. Evimi herkes bilmiyordu bile. Tamam köy yeriydi belki de çabuk yayılmış olabilirdi ama olsun. Birinin bu kadar kısa zamanda bana aşk şiirleri göndermesi nedendi? Hem de mektupla… Okulda çok popülerleştiğimi biliyordum. Belki de öğrencilerimde birisiydi. Daha önce yaşamıştım bunu. Yine olabilirdi. Ama kim olduğunu fazlasıyla merak etmiştim. Yakında çıkardı ortaya elbet. Ya da ben bir şekilde öğrenirdim… -YASEMİN Elim kalbimde koşarken yürüdüğüm yolda heyecandan ölmek üzereydim. Gelmişti… Çocukluk aşkım yeniden buradaydı… Hatırlar mıydı beni? Çok küçüktük ama olsun. Beraber okumuştuk ortaokulu. Nasılda değişmiş? Kocaman yakışıklı bir adam olmuş… Ben okuyamadım ev kızı oldum ama o öğretmen olmuş. Villa gibi de evi… Normal tabii ailesi de çok zengindi. Burak’ın öğretmeni olmuş birde… Çocukluk arkadaşım, erkek kardeşimin öğretmeni olmuş! Bu şiiri ona kuçukken bir kayalığın arkasında okumuştum. Hatırlar mı? Neden hatırlamasın..? Aradan çok yıl geçti ama ben hiç unutmadım mesela… Hem de hiç unutmadım… Geri gelmesi bir işaret belki bizim için. Yeniden bir araya geliriz belki olmaz mı? Beni görse pek hatırlamayabilir aslında… Çok değiştim çünkü. Biraz fazla köy kızı oldum ama olsun. Ah! Ne kadar yakışıklı olmuş! Hatırlarsa ulaşır bana değil mi? Bir şekilde gelir yanıma belki? Çocukluk aşkı unutulur mu hiç? Heyecandan yanaklarım kızarmıştı. İçimde kelebekler uçuşuyordu ve elim ayağım titriyordu. Sakin olmaya çalışarak gittim Duru’nun evine. Kapıyı çaldığımda adeta ağzım kulaklarımdaydı. Çok geçmeden kapıyı açtığında ise daha fazla dayanamadım ve sevinçle boynuna atladım. “ Duru! “ diye haykırırken içim kıpır kıpırdı. “ Abla… Hoş geldin ne oldu? “ dedi merakla ve beni içeriye davet etti. “ Abin yok değil mi kız? “ diye sordum sessizce. “ Hayır abim çıktı tekim. Ne oldu? “ diye sordu merakla. Hemen koltuğa geçtik. “ Bir şey olmadı. Ben sadece çok mutluyum ve mutluluktan ne yapacağımı bilemiyorum… “ deyip yanaklarımı sıktım. Gülmeye başladı. “ Dur sana su getireyim. “ deyip kalktı yerinden. Dilim damağım kurumuştu zaten. Getirdiği suyu tek seferde içip oh çektim. “ Tam detay veremem ama… Çok heyecanlıyım. Önce yemin et! “ diye çıkıştım hemen. Aslında yemin etmesine hiç gerek yoktu. Duru benim için çok değerliydi ve asla anlattıklarımı kimseye demeyeceğini bilirdim. Zaten bütün sırlarımı bilirdi. Aramız çok iyiydi. Abla kardeş gibiydik. Erkek kardeşimle birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Bende zaten Burak sayesinde samimi olmuştum. Şimdide her şeyimi anlatabildiğim nadir kişilerden birisiydi. “ Abla bu faslı geçsek olur mu? Kimseye demeyeceğimi biliyorsun.“ dedi ve yanıma oturdu. Gülmeyi bir turlu bırakamıyordum. “ Çocukluk aşkım… Buraya yeniden gelmiş! Ay bak kim falan diye sorma şimdi. Başka zaman anlatırım. Şimdi kimdir nedir bahsetmek istemiyorum. “ dedim. Çünkü aslında Duru’nun da öğretmeniydi. Ne olur ne olmaz yanlışlıkla ağzından kaçırırdı falan… “ Ben 13 yaşlarındayken beraber okuduğum bir çocuk vardı. Ben onu severdim o beni severdi. Mektuplaşırdık hep… Birde burada yaşarlardı. İşte biz hep konuşurduk birbirimize sözler verirdik. Sonra onlar taşındılar gittiler buradan. Şimdi tekrar gelmişler köye… Birbirimize şiirler yazardık çocuk aklıyla. Bugün onu gördüm. Ama nasıl değişmiş… Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Elim ayağıma dolaştı görsen. O beni görmedi ama henüz. Cesaret edip de karşısına çıkamam şimdi bu kılıkta. Biraz süslenmem kendime bakmam lazım. O nasıl karizmatik olmuş… “ diye anlattım ballandıra ballandıra. Duru heyecanla bakıyordu gözlerime. “ Abla senden iyisini mi bulacak sanki? Ettiğin lafa bak. Keşke çıksaydın karşısına. Sen zaten çok güzelsin. Gerek yok hiçbir şeyler yapmana. “ dedi ve gülümsedi. “ Kuzum öyle deme ya. Adamı görsen… Yani böyle olmaz. Ama işte dur bakalım çok heyecanlıyım. Dun duşundum biraz. Dedim ki demek bundan kısmetim kapalıydı. Evlenemiyordum ya hani. Belki de kader bunun için önümü kapatmıştır. Onunla evlenirim belki de. Bunca yıl sonra neden olmasın ki? Evlilik hayalleri kurmaya başladım bile! “ dedi kahkaha atarak. “ Tabii ya neden olmasın? Dur ben hemen çay koyayım yeni demlemiştim zaten. “ deyip kalktı yanımdan. Bende kollarımı koltuğun köşesine koyup pencereden dışarıya odaklandım. İçim o kadar huzurla doluydu ki. Yıllar sonra ilk kez böylesine umutlanmıştım. Umut bağlamazdım normalde hiç ama bu kez içimde tuhaf bir his vardı. Her şeyin en iyisi olacakmış gibi geliyordu. Neden olmayacakmış? Bir kez karşı karşıya gelsek kim bilir neler hissederdi?Duru çayları önümüze bırakırken bende şekere uzandım. “ Annemler de tanıyor zaten. Eve yemeğe davet ettireceğim. İlk orada karşılaşalım istiyorum. “ dediğimde Duru hemen gülümsedi. “ Yaaa ne güzel olur. Heyecandan çatlarım herhalde. “ dediğinde hemen koluna vurdum. “ Merak etme öyle bir şey yaparsam mutlaka senide çağırırım bize. Tek başına ne yapacağımı bilemez heyecanlanırım. Hem sen de o zaman kim olduğunu görürsün. “ dedim ve çayımı yudumladım. Sahiden yemeğe davet ettiğimizde Duru’yu da çağırırdım. Biraz şaşırırdı muhtemelen ama en azından bana bakıyor mu ya da nasıl baktı diye gözlem yapardı. Benim kesinlikle ona ihtiyacım vardı. Hem Burak’ta mutlu olurdu. “ Kız bir şey diyeceğim… Sen şimdi beni bırak da Burak’la nasılsınız bakalım? “diye sorduğumda hemen gözlerini kaçırdı benden. Duru bu konularda fazlasıyla çekingendi. Pek konuşmak istemezdi. Ya konuyu değiştirirdi ya da kaçmak isterdi. “ İyiyiz abla işte. “ diye geçiştirdi. “ İyi olduğunuzu biliyorum da… Ne düşünüyorsun hala aynı mı? “ diye sordum. İç çeker gibi oldu. “ Aynı abla, boşver. Çayını tazeleyeyim mi?” diye sordu hemen. Bende üstüne gitmek istemedim pek. Bu tepkiyi vereceğini zaten biliyordum. Pek şaşırmamıştım açıkçası. “ Yok kuzum ellerine sağlık. Gideyim ben. Evde bir suru iş var. Hem annem söylenmeye başlar birazdan. “ deyip oturduğum yerden kalktım. Sonra kocaman sarıldım ona ve kapıya doğru yöneldim. “ Annenler ne zaman geliyordu? Dun telefonda söylemiştin ama unuttum. “ dedim kapının ağzında. “ Bir hafta sonra diye bekliyoruz bakalım. Abim almaya gidecek. İnşallah hep beraber gelecekler. Karaca ile de konuştum zaten. İyi hepsi çok şukur. “ deyip tebessüm etti. “ İnşallah kuzum benim inşallah… “ -DURU Akşam olmuştu. Abim arayıp hazırlanmamı söylemişti. O gelir gelmez çıkacaktık. Bende telaşla aynada kendime bakıyordum. Üzerime beyaz kazağımı giymiş, altıma da siyah kot pantolonumu giymiştim. Kıvırcık saçlarımı da tepeden bağlamıştım ama önlerindeki kâkülleri serbest bırakmıştım. Gayet normal görünüyordum. Hem sade hem şıktım. Parfümümü de sıktıktan sonra artık tamamen hazırdım. Kapının çalmasıyla da abimin geldiğini anladım ve derin bir nefes alarak gidip kapıyı açtım. Abimle selamlaştık. “ Hazırlanmışsın…Bak eğer istemezsen gitmek zorunda değiliz. Ben bir bahane uydururum. Emin misin? “ diye sordu gözlerime bakarken. “ Eminim abi… Tek seferde gidip konuşalım. Hem doğru olan bu. Yarın öbür gün bir şey olsa… Kimmiş neymiş bilemeyeceğim. Ne olacak rahatla artık. “ dedim ve ona kocaman sarıldım. “ Annemlerle de konuştum. Haftaya almaya gideceğim. Varya… Annemle babam bu yaptığımızı duysa ağzımıza sıçar haberin olsun. 3 yıldı da nasıl saklayacağız bilmiyorum hiç. “ dedi kara kara. “ Abi Allah aşkına… Gerçekten evli değilim ki. Bunu saklamakta ne var? “ diye sordum. Ne dersem diyeyim kendini suçlu hissettiği için rahatlamayacaktı ama yine de elimden geleni yapmaya çalışıyordum işte… “ Neyse abisinin gulu. Ne kadar güzelsin maşallah. “ deyip saçlarımdan öptü abim. “ Ne zaman çıkarız? “ diye sordum. Saat sekize geliyordu. “ Ben hemen üzerimi değiştireyim çıkalım. “ dedi sonra ve odasına gitti. Bende kapının önüne çıktım. Hava esiyordu.  -YUSUF Saatimi de bileğime taktıktan sonra aynanın karşısına geçip şöyle bir saçlarımı düzelttim. Hazırdım, yemeklerde hazırdı. Dışarıdan söylemiştim ama hepsi ev yemeğiydi. Heyecandan kalbim çarpıyordu. Neden böyle oluyordu bilmiyordum. Gerçekten anlamsızdı… Bir an önce gelmelerini istiyordum. Söylemek istediğim bazı şeyler vardı. En önemlisi de fotoğraflar. Ne olur ne olmaz… Beraber fotoğraflarımızın olması iyi olurdu. Hatta belki babama bile yollardım. Derin derin nefesler almaya başladım ve aşağı kata indim. Koridorda volta atmaya başladım. Bir yandan da saatime bakınıyordum. O sırada Atlas aradı. “ Geldiler mi? “ diye sordu direkt. “ Aynen kardeşim geldiler o yüzden açtım telefonunu. “ dedim hemen. “ Ohooo çatladık meraktan. Ne zaman geleceklermiş? Aradın mı? Sonra seni satmasınlar. “ dedi. Araba kullanıyordu muhtemelen sesi uzaktan geliyordu. “ Aramadım kardeşim geliyorlardır yoldalardır işte çatlama ya! “ dedim ama asıl ben çatlayacaktım. “ Tamam tamam sakin ol. Gelirlerse mesaj at bana tamam mı? “ dedikten sonra vedalaşıp telefonu kapattık ve ben pencereye ilişip yola odaklandım. O sırada aklıma sabah arabada okuduğum şiir geldi. Kağıt hala cebimdeydi. Çıkarıp bir daha göz gezdirdim satırlarda. Sonra geçip koltuğa oturdum. Ve işte yine o his… Beni böyle saçma sapan şeyler yapmaya zorlayan o his… Bir insan babasından kaçmak için tanımadığı birisiyle kağıt ustu bir evlilik yapar mıydı hiç? Akıl işi miydi bu? Asla… Ama başka bir yol bulmamıştım artık. Bunu da deneyecektim tabii… Babamın hayatımı elimden almasına asla ama asla izin vermeyecektim… Dalıp gitmiştim ve kapının çalmasıyla irkildim. Gelmişlerdi… Hemen ayaklandım. Şöyle bir sağıma soluma bakındıktan sonra derin derin nefesler aldım ve kapıya doğru ilerledim… Daha sonra usulca açtım kapıyı… Bana arkası dönük bir kadınla karşılaştım önce. Sonra birden yüzünü bana döndü… O an Duru’nun suratıyla karşılaştım ve donup kaldım… “ Duru… “ dediğimde o da donup kalmıştı. Onu her gördüğümden daha da farklı görünüyordu. “ Matematik dersi için mi geldin? Üzgünüm ama bugün yardımcı olamam… Misafir bekliyorum. Yarın baksak olur mu? Gelmeden önce haber verseydin keşke… “ dediğimde gözlerini bile kırpmamıştı ve bir anda arkasından o adam çıktı… “ Merhaba hocam “ dedikte sonra elini Duru’nun omzuna koydu. “ Geçelim mi? “ dedi sonra. “ Anlamadım… “ diye fısıldadım elim kapıdan kayarken. “ Kardeşim, Duru… “ dedi Bilal… O an Duru ile göz göze geldik ve ben kıpkırmızı olmuştum… Kalbim yerinden çıkacak gibiydi… Ne yani şimdi ne demekti bu? Ben öğrencimle mi evlenmiştim… Adeta şoka girmiştim ve Duru birden yutkundu. Dudakları büzülür gibi oldu ve gözleri korkuyla doldu. O benden daha kötü olmuştu ve titreyen dudaklarıyla abisine döndü. “ Abi ben gidebilir miyim..? “ dedi sonra ve sol gözünü kırpmasıyla bir yaş süzüldü yanaklarından. Sonra bana yüz çevirip merdivenlerden aşağı indi. O an abisi ile göz göze geldim. “ Siz içeri geçin lütfen. Duru benim öğrencim… “ dedim şaşkınlıkla. Ben konuşup getireceğim merak etmeyin… “ dedim sonra ve Duru’nun arkasından indim. Yürümeye başlamıştı. -DURU Kalbim yerinden çıkacakmış gibiydi. Bu nasıl olabilirdi? Ben nasıl öğretmenimle evlenmiş olabilirdim ki? Şimdi yüzüne nasıl bakacaktım? Ne diyecektim… Birde derslerimize giriyordu. O kadar utanıyordum ki… Kalbim sıkışıyordu. Nefes alışlarım hızlanmıştı ve göğsüm hızla inip kalkıyordu. Gözyaşlarıma da engel olamıyordum. Ben ne diyecektim şimdi ona? Sizinle para için evlenen o kişi benim mi diyecektim? Ya derslerine nasıl girecektim? Üstelik ya birisi duyarsa bunu? Öğretmenimle evli olduğumu birisi duyarsa… Ben ne yapardım o zaman? Utancımdan yerin dibine girmek istiyordum. Ona bunu nasıl açıklardım? Hakkımda kim bilir neler düşünürdü? Abim Karaca’nın ameliyatından bile bahsetmemişti. Aklına neler gelirdi kim bilir… Aklımı oynatacaktım! Bu nasıl mümkün olabilirdi? Koşarak gitmek istiyordum. Olabildiğince uzağa kaçmak istiyordum… Yok olmak istiyordum! Başka turlu bu işin içinden nasıl çıkardım? Ellerimle yanaklarımı sildim ama bir işe yaramıyordu çünkü ağlamamı durduramıyordum. Yutkundum ve bir adım bile durmadım. Fakat o arkamdan adımı söyledi… “ Duru! “ dedi. Bu sesi duyunca pişmanlıkla durdum. Ne bir adım daha gidebildim o an ne de ona dönebildim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD