-EKİN
Hayatım boyunca hep iyi yerlere gelmeyi hayal etmiştim. Belki de hayal ettiğim şey iyi bir yere gelmek değil, en güçlü kişi olmaktı. Çünkü eğer hayatta tek başınaysan, ya güçlü olmak zorundasındır ya da ne bileyim zengin falan… İşin tuhafı zenginlik ve gücü asla aynı şey olarak görmemem sanırım. Mesela şuan çok zenginim ama yeteri kadar güçlü olup olmadığımı bilemiyorum. Kendimi kanıtlamam gereken bir şey olmadı çünkü. Tamam birkaç kişi yakalamış ya da dövmüş olabilirim. Ya da topuğuna sıkmış ve de rehin almış… Hiçbirisi beni onun gözünde yüceltmeye yetmez. Şimdi önümde kocaman bir fırsat var tabii… Oğlunu önümde diz çöktüreceğim. Bana minnet edecek. O zaman ne kadar büyük olduğumu görecek. Tabii önce oğlunun eline de bir silah verecek ve hangimizin daha cesur olduğunu görecek. O zaman vazgeçecek oğlundan.
Gözümdeki güneş gözlüğünü düzelttikten sonra arabanın hızını da biraz düşürdüm ve radyodan bir şarkı açtım. Havalar soğuktu. Burası Fransa’ya benzemiyordu. Tabii sevdiğim çok yanı vardı. Mesela peynirli gözlemesi meşhur olan yaşlı bir teyze vardı. İlk onu görecektim. Heyecanlıydım biraz yalan yok. O teyzeyi çok severdim. Küçükken teyze derdim tabii. Nine olmuştur şimdi. Çok tonton pamuk gibi birisiydi. O hırçınlığıma rağmen bana düşkün olan ve karşılıksız seven tek kişiydi. Ben bir annenin saçlarımı okşaması nasıl bir his bilmezdim ama o kadının eli annemin eli gibiydi. Zaten koskoca şehirde ve belki de ülkede görünce yüreğimin sızladığı, hemen gözlerimin dolduğu tek kişiydi kendisi. Benim merhametim bir tek onda işlerdi. Ondan başkasına acımam yoktu. Vicdansızdım belki de. Bir kötüde olması gereken her şeye sahiptim. Rıza babam izin verseydi adam da öldürürdüm ama henüz o yetkiyi vermedi bana. Verince idam edeceğim o kadar çok insan olacak ki. Ne kadar namussuz insan varsa kapatacağım defterini.
Bu hayat herkese adil değil. Sokaktan geldim ben. Öğrenmem çok zor olmadı o yüzden. Hayat bazen insanı döve döve öğretiyor gerçekleri. İşin kötüsü tokatın nerden geldiğini bilmiyorsun. Bilsen karşılık vereceksin ama göremiyorsun. Ben artık görüyorum… Görmek içinde yıllarımı harcadım.
Arabayı iyi bir yere park ettikten sonra indim ve iner inmez siyah kabanımı geçirdim takımımın üzerine. Dükkân biraz değişmişti. Yine vintage görünüyordu ama biraz renkleri parlatılmış gibiydi. Sonra yine masalar kapının önündeydi. Ha masa dediysem yer masası… Sofrayı açılan ama minik ayakları olan yuvarlak masalar. Burada böyle yerdi herkes. Heyecanlandım biraz. Pamuk teyzemi görünce biraz gözlerim dolabilirdi. İçeriye girmeden önce bir sigara yakmak istedim. Cebimden çakmakla bir dal sigara çıkardım.
Sigarayı dudaklarıma götürürken şöyle bir bakındım içeriye. Çok kalabalık değildi. Akşam saatlerinde kimse gözleme yemezdi. Benim için daha iyiydi. Bol bol sohbet ederdik.
Sigaranın dumanını derince çektim içime. Birine sarılmayalı o kadar çok zaman olmuştu ki… Birine sarılmayı, sarılınca hissedilen o huzuru ya da şefkati o kadar çok unutmuştum ki. Şimdi bana sarılırsa muhtemelen onu hiç bırakmak istemeyecektim. Çünkü… Çünkü o bana bu hayatta sarılan tek kişiydi. En son 5 yıl önce ziyarete gelmiştim onu. Boyu çok kısaydı. O belime sarılırdı muhtemelen.
Sigaranın dumanını gökyüzüne doğru üfledim. Sanki yağmur yağacakmış gibi bir hava vardı. Yalancı bir hava…
Sigarayı attım, ayağımla ezdim ve derin bir nefes alıp dükkândan içeriye doğru girdim. O kadar hevesliydim ki… Bir çocuğa dönüşmem sadece birkaç saniyemi almıştı… Kalbim hızlandı, gözlerimin içi parladı, hissediyordum… Ben bu hissi çok özlemiştim…
Bir garson kız yaklaştı yanıma.
“ Hoş geldiniz ama gözleme saatimiz bitti. Sadece çorbamız ve içeceklerimiz var. “ dedi.
“ Yok ben birine bakmıştım da. “ dedim ve sağa sola bakınmaya başladım.
“ Pamuk teyze nerede? Eve mi gitti? “ diye sordum titreyen sesimle. Neredeyse heyecandan kekeleyecektim.
“ Pamuk teyze… “ dedi yüzündeki ifade bir boşluğa dönüşürken.
“ Evet nerede o? Ben onu görmeye gelmiştim. “ deyip hemen arkasından elime vurdum.
“ Tuh! Çiçekleri arabada unuttum dur dur! “ dedim panikle ve hemen arabaya koştum.
Daha sonra arka kapıyı açtım ve onun için aldığım bir buket çiçeği kucaklayıp tekrar dükkâna girdim. Bu kez kızın yanında birde adam vardı. Bu adamı hatırlamıştım. O beni çok bilmezdi, muhtemelen de hatırlamazdı ama Pamuk teyzenin yeğeniydi. Çok değişmemişti ama saçları falan dökülmüştü işte. Elimde çiçeklerle dikildim karşılarına.
“ Pamuk teyze nerede? “ diye sordum adama. Onunda yüzünde aynı boşluklu ifade oluştu.
“ Teyzem geçen sene öldü. Kalp krizinden… “ dedi.
O an sadece gözlerine odaklandım. Sadece gözlerine… Ve elimdeki çiçek yere duştu. Birkaç saniye kaldım öyle. İdrak etmeye çalıştım ne demek istediğini. Hiç kıpırdamadım. O kadar ciddi duruyordum ki… Yutkundum sonra, kalbim… Kalbim sıkışır gibi oldu. Nasıl nefes alacağımı unutur gibi oldum ama sadece karşılarında beş karış suratımla dikildim. Sonra biraz ellerim titrer gibi oldu. Öksürdüm de biraz. Çok sıcak oldu…
“ İyi misin kardeşim? “ dedi. Yüzünde ufaktan telaşlanmaya başlayan bir ifade vardı…
“ Şey… “ dedim sonra yutkunurken.
“ Sigaran var mı? “ diye sordum.
Önce biraz duraksadı. Sonra cebinden sigara paketini çıkarttı ve bir dal uzattı. Cebimden çakmağımı çıkardım. Sigarayı dudağıma götürdüm. Çakmağı bir iki sefer çaktım. Zor yandı bu kez… O an bir damla yaş süzüldü yanağımdan. Hissettim ama görmemiş gibi yaptım… Hemen elimin tersiyle sildim yüzümü.
“ Eyvallah… “ dedim sonra ve arkama bile bakmadan çıktım dükkândan…
Dışarıdaki hava bir tokat gibi çarptı yüzüme. Derin derin nefes almaya başladım. Yumruğumu sıkıyordum. Sigaranın dumanını üfleyip durdum. Sonra yürümeye başladım. Bıraktım arabayı. Elimde sigara boğazımda bir düğüm yürüdüm. Bilmiyordum, ben dünyada bana sarılacak son kişiyi kaybedince ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir daha doldu gözlerim. Bir daha dudağıma götürdüm sigarayı. Sonra adımlarımı hızlandırdım. Duruşum daha dikti ama içimde bir şeyler iki büklüm olmuştu. Elimde küçülen sigarayı attım bir su birikintisinin içine ve kimsenin olmadığı bir ara sokağa girince çöktüm kaldırıma.
Tıpkı çocukken olduğu gibi. Ayağımda ayakkabının sırtımda kazağın olmadığı günlerdeki gibi oturmuştum. Kollarımı dizlerimin üzerine koydum. Artık bu dünyada benden daha yalnız kimsenin olmadığını haykırabilirdim. İşte şimdi bir başımayım. Yağmur yağmaya başladı. Öyle hafiften de değil… Çiselemedi hiç. Birden bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı tepeme. Kılımı bile kıpırdatmadım tabii. Yağmurdan kaçacak gücüm bile yoktu çünkü. Ayağa kalkmaya hevesim bile kalmamıştı. İçimde koca bir boşluk türedi birden. Gülmeye başladım. Biraz kıkırdadım… Sonra kahkahalar… Ağlıyor muydum? Belki ama artık bunu bilemezdim. Yüzüm yağmurdan sırılsıklam olmuştu bile.
Telefonumu çıkarıp adamlarımdan birini aradım.
“ Yerimi ayarladınız mı? “ diye sordum.
“ Evet efendim. 5 yıldızlı bir otelde yerinizi ayırttık. “ dedi ve kapattım telefonu.
-Yusuf
Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey yatağımın başucunda benle birlikte uyuyan resimlerimizdi. Gülmeye başladım. Bu neydi şimdi sabah sabah… Kalktım hemen, sınav vardı bugün ve okula gidip hazırlık yapmam gerekiyordu. Önce soğuk bir duş aldım. Sonra kıyafetlerimi giydim ve resimleri çekmeceye sakladım. Daha sonra da mutfağa inip kendime bir filtre kahve hazırlamaya başladım. Oldukça dinlenmiş hissediyordum oysa dun çok yorucu bir gündü. Üstelik neredeyse gece rüyamda görecektim. Yani evet ilk başlarda biraz utanıp çekinsem de öğrencimle böyle bir işin içinde olmak çok da kötü gelmemeye başlamıştı. En azından aramızdaki statü farkı yüzünden eğlenceli ilerliyordu. Bu Duru için ne durumdaydı bilemezdim ama… Derken yine o şiiri okuyuşu geldi aklıma. Tebessümle baktım kahve makinasına ama bunu çok doğru bulmuyordum. Yani durup durup aklıma gelmesini. Hiç etik değildi.
Kahvem hazırdı, yanına birde çikolata açtım ve içmeye başladım. Aynı zamanda da sosyal medyada geziniyordum. O sırada Cavidan geldi aklıma. Hiç aramamıştı beni. Hatta mesaj bile atmamıştı. Neden? Belki de geçen gece çok fazla gerginlik yaratmıştım. Haklı olduğuma emindim ama kalbini kırmış olabilirdim. Şuan bir mesaj atmakla olmazdı. Bugün okul çıkışı yanına gidip gönlünü alsam iyi olacaktı.
Artık hazırdım, ceketimi giydim ve çıktım evden. Tabii yine ilk işim merdiven basamağına bakmak oldu. Ve evet… Yeni bir şiir zarfı daha vardı. Gülmeye başladım. Sanırım artık bundan zevk alıyordum. Zarfı açıp içindeki mektubu çıkarırken merdivenlerden indim ve arabaya yürüdüm. Okumak için sabırsızlanıyordum doğrusu. Acaba bugün hangi şiir vardı? Genelde zarfın içinden hep bildiğim şiirler çıkıyordu. Bakalım bunu bilecek miydim?
“ Ne zaman seni düşünsem, bir ceylan su içmeye gider. Çayırları büyürken görürüm. Her akşam seninle, yeşil bir zeytin tanesi, bir parça mavi deniz alır beni. Seni düşündükçe gül dikiyorum elimin değdiği yere. Atlara su veriyorum, daha bir seviyorum dağları… -İlhan Berk “
Yine güne havalı bir başlangıç yapmıştım. Mutlu da oldum tabii. Birde kimin bıraktığını bilsem daha mutlu olacaktım ama zamanla illa ki yakalardım. Yakalayınca ne yapacaktı bakalım? Okula surdum arabayı. Geçerken de biraz peynirli poğaça aldım. Radyoya da bir müzik ve çok geçmeden okuldaydım. Öğrenciler 3. derstelerdi. Benim sınavım beşinci dersti. Gidip fotokopi çektirmem gerekiyordu. Birde sınıf listelerini kontrol etmeliydim. Öğretmenler odasına çıktım. Dolaptan bardağımı alıp sıcak bir çay koydum önce. Sonra masama geçtim ve dosyalarımı çıkardım.
“ Hocam… “ diye seslendi birisi. Başımı çevirip baktığımda Hayri hoca ile göz göze geldim. Merhabalaştık önce. Sonra gelip yanıma oturdu.
“ Dun akşam sizi bir restorantta gördüm. Bir hanımefendiyle… Özel bir geceydi sanırım. Ben sizin karşınızda oturuyordum. Hanımefendinin yüzünü pek göremedim. Bizim öğretmenlerden birisi miydi yoksa? “ diye sordu merakla. O an resmen kas katı kesilmiştim. Bir sure donup kaldım. Gerçekten Duru’yu görmemiş miydi yoksa yalan mı söylüyordu? Gerilmiştim.
“ Hayır hocam bu okulla bağlantısı olan birisi değildi, arkadaşımdı. Ben sizi görmedim. Keşke gelip selam verseydiniz. “ dediğimde nazik olmaya çalışıyordum ama bu saçma sorular karşısında bu pek de mümkün değildi. Gülmeye başladı.
“ Ağır giyinmiştiniz. Özel bir geceye benziyordu hiç rahatsız etmek istemedim. Okulda çok popülersiniz. Herkes sizi konuşuyor. Ben de gençken böyleydim. “ dedi ve arkasına yaslandı.
“ Estağfurullah hocam. Hiç haberim yok gerçekten. Neyse benim sınav sorularını çıkartmam lazım görüşürüz sonra. “ dedim ve hemen odadan çıktım.
Derin bir nefes alıp kurtulduğuma sevinirken teneffüs zili çaldı ve 3. Derste bitmiş oldu. Gidip sınav kağıtlarını çoğaltmaya başladım. Birkaç öğrencim yanıma gelip selam verdi. Biraz konuştuk ayak ustu. Öğrencilerime elimden geldiği kadar sıcakkanlı olmaya çalışıyordum. Ayrıca kolay kolay kızan ya da sinirlenen birisi değildim. En azından öğrencilerime karşı bu böyleydi. Ya da korkuyordum. Bu da olabilirdi. Öfkeye, kızgınlığa dair her şey bana babamı hatırlatmaya yetiyordu çünkü. Hayatın birtakım acımasız gerçekleri diyelim. Ya da travmaları desek daha hoş olurdu.
Nihayetinde elime aldığım yazılı kağıtlarla birlikte öğretmenler odasına geri döndüm. Masaya broşürler konulmuştu.
“ Hocam, bu nedir? “ diye sordum incelerken.
“ Yılsonu gösterisi için. Davetiye gibi bir şey. “ dedi. Broşürü alıp bilgisayar çantama koyduktan sonra işime geri döndüm. Daha sonra ders zili çaldı ve öğretmenler yavaş yavaş yukarı çıkarken bazı öğrencilerde aşağı iniyordu. Aralık kapıdan merdiveni görebiliyordum.
“ Hatice hocam, öğrenciler kapıda sizi bekliyor herhalde. “ dediğimde gülümseyerek kalktı yerinden.
“Yılsonu gösterisi için dans edecek çiftleri seçtim. Şimdi gidip onları ikna etmem lazım. Hiçbirinin haberi yok. Çoğu karşı çıkacak ama tabii ki iyi bir sözlü notu içinde her şeyi yaparlar biliyorum. “ dediğinde güldüm.
Sonra şöyle bir bakındım kapıdaki öğrencilere ve birden Duru’yu görür gibi oldum. O da kapının önünde bekliyordu. Önümdeki dosyayı kapatıp hemen dışarı çıktığımda direkt yanıma çağırdım. Beni bekliyordu diye duşundum.
“ Bir şey mi oldu? Bir şey mi soracaktın? “ dedim hemen. Başını iki yana doğru sallayıp reddetti.
“ Hayır hocam. Hatice hoca çağırdı. Onun için geldik. “ dedi ve başını hafifçe çevirdiği yöne döndüm. Burak’ta yanındaydı.
“ Öyle mi… “ dedim yutkunurken. Sonra sustum, bir şey diyemedim. Muhtemelen bunu kabul etmezdi. Ucunda ne olursa olsun Duru dans etmeyi asla kabul etmezdi.
“ Dans sever misin? “ dedim birden. Gözleri irileşti.
“ Hayır hocam, asla. “ dedi ve yüzünü ekşitti.
Sevmediğinden değil, utandığındandı biliyordum. Güldüm ve Burak’a şöyle bir baktıktan sonra öğretmenler odasına tekrar girdim. Bu çocuğun sürekli Duru’nun etrafında gerçekten ne işi vardı merak ediyordum. Sevgili gibi gelmişlerdi bana ama… Emin değildim ya da emindim… Bilmiyorum. Sadece Duru’nun etrafında dolaşmayı çok seviyordu. Ya da belki ben ne zaman baksam onlara denk geliyordum. Peki Hatice hoca? O neden ikisini çağırmıştı?
“ Hocam, Duru ve Burak’ın diğer ders sınavı var. Anlatacaklarınız uzun sürer mi? “ diye sorduğumda fotokopi makinasının başındaydı.
“ Hayır hocam, sadece ne yapacağımızdan bahsedeceğim. Dans etkinliklerimiz daha sonra başlayacak. Bir iki güne… “ dedi.
“ Öğrencileri çift olarak mı seçtiniz? “ diye sordum ve elimdeki kalemle oynarken devam ettim.
“ Duru ve Burak mesela… “ dedim ve biraz öksürdüm.
“ Tabii ki, birbirine en çok yakışan öğrencilerimi seçtim. Dansta benim için görsellik de çok önemli. “ deyip gülümsediğinde ben hiç gülümsemedim.
Sonra kapının köşesinde Burak’la konuşan Duru’ya odaklandım ve nasıl bambaşka biri olduğunu duşundum. Üzerindeki okul kıyafeti, yakasına taktığı dereceli gözlüğü, örgülü saçları ve spor ayakkabıları… Tıpkı bir kul kedisi gibiydi. Saat 12’den sonra nasılda değişmişti öyle… Fakat ne giyerse giysin, ne konumda olursa olsun bakışları hiç değişmeyecekti, sadece bunu iyi biliyordum…
-DURU
Hatice hoca bizi konferans salonuna aldığında Burak sürekli örgülü saçlarımın ucuyla oynayıp duruyordu. Bizi neden çağırdığını ve burada ne işimiz olduğunu bilmemekle birlikte diğer ders olacak olan matematik sınavını düşünüyordum. Çok çalışmıştım ama Yusuf hocanın ilk kez bir sınavına katılacağım için zorluk derecesini hiç bilmiyordum. Sadece içimden bir ses diğer hocalara nazaran çok daha kolay sorabileceğini söylüyordu. Gergindim…
Hepimizi tek sıra halinde sandalyelere oturttu ve karşımıza geçip eline bir kalem aldı. O sırada kapı çaldı ve Hatice hoca girin dediğinde odaya Yusuf hoca girdi.
“ Hocam, boştum bende geleyim dedim olur mu? “ dedi gülerek.
Hatice hocanın hemen ağzı kulaklarına vardı ve minnetle davet etti içeriye. Yusuf hoca şöyle bir bakındı bize ve gidip arkaya bir yere oturdu. Yani bir şey demek istemiyordum tabii de… Yine de bilerek mi peşimde acaba diye düşünmeden edemiyordum. Tabii çok da sanmıyordum. Sonuçta işimiz bitmişti. Benimle uğraşması için bir sebebi de kalmadı. Ona ondan kaçmadığımı da kanıtladım. Bu kez de o mu bir şeyleri kanıtlamaya çalışıyor acaba diye duşundum. Sonra tabii saçmaladığımı fark ettim. O bir öğretmendi ve böyle şeyler yapması çok normaldi işte…
“ Sizleri buraya çağırdım çünkü yılsonu gösterisi için dans ekibi olarak sizleri seçtim. “ dedi. Benim gözlerim irileşirken Burak’la birlikte şaşkınlıkla birbirimize döndük. Sınıfta sesler bir hayli yükselmişti. Kimisi buna çok sevinip heyecanlanmış kimisi imkansız olduğunu söyleyip mızmızlanıyordu. Hemen başımı iki yana doğru salladım.
“ Asla böyle bir şey yapmam. “ dediğimde oldukça ciddiydim. Burak pek öyle değildi tabii.
“ Bence çok güzel olur, eğleniriz… “ dedi heyecanla ve gözlerini gözlerime sabitledi.
“ Burak sen dans edebilirsin ama ben hayatta böyle bir şey yapmam! Başka bir partner bulursunuz! “ dedim hiddetle. Hemen çıkıp gitmek istiyordum sınıftan.
Hatice hoca biraz masasına tıkırdatıp sınıftaki yoğun sesi kısmaya çalıştı ve birazda sesini yükselterek herkesi odak noktası yaptı.
“ İtiraz edenlere söyleyeceğim tek bir şey var… Bu dans gösterisi sonrasında istediğiniz bir dersten notunuz kaç olursa olsun sözlü ile geçeceksiniz. “ dedi. O an sınıftaki sesler daha da yükseldi. Açıkçası bu teklif bana da cazip gelir gibi olmuştu ve oflayarak elimi alnıma vurdum. Burak’ta hemen kolumdan dürttü ve beni sakinleştirmeye çalıştı.
“ Duru, en fazla ne olabilir? Hem yanında ben olacağım. Biyoloji dersin yerlerde. Tek zayıf dersin o değil mi? Tek seferde geçeceksin işte. Bence inat etme. Bu fırsat asla elimize geçmez. Abartıyorsun birde… Ben varım, ben. “ dedi. Hiçbir şey demedim.
Hatice hoca bunun avantajlarından bahsetmeye devam ettikten sonra hepimize döndü ve yüzünde bizi ikna ettiğine dair emin bir gülümseme ile söze girdi.
“ Şimdi kabul etmeyenler, çıkabilir. “ dedi ve eliyle kapıyı göstererek bekledi. Hepimizin gözlerine tek tek baktı ve tebessüm etti.
“ Güzel, o zaman şu kağıdı imzalayın. “ dedi ve bize bir liste uzattı. O sırada arkalardan gelen Yusuf hoca kapıya doğru ilerledi.
“ İyi çalışmalar hocam. “ dedi ciddi bir ifadeyle ve sınıftan çıktı…
Daha sonra bizde kağıtlara imza attık ve sınıftan çıktık. Yine sırama oturur oturmaz gözlerimi kapattım ve hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Son zamanlarda uğraştığım tek şey buydu. Hiçbir şey düşünmemeye çalışmak. Çünkü beynim sürekli bir şeyleri tekrar tekrar canlandırmak, hiç unutmayayım diye elinden geleni yapmak istiyor gibiydi. Üstelik bunlar çok saçma şeylerdi. Yusuf hocanın bana örgülü dediği andan, bileğine tokamı takmasına kadar. Her şey zihnimdeydi. Gerçekten psikolojim bozulmuş olabilir miydi peki? Peki ya bana neden dans eder misin diye sormuştu?
Nihayetinde matematik dersine gelmiştik ve Yusuf hoca sınıfa girdiği an herkesi bir tedirginlik kaplamıştı. Açıkçası sınavına iyi çalışan kimse olmamıştı. Yine döküleceklerine emindim. Sıramızın üzerinde silgi ve kalemden başka hiçbir şey yoktu ve herkes mesafeli bir şekilde oturuyordu. Bu kez yanımda Burak vardı. Nedense Yusuf hocayı sürekli ona imalı bir şekilde bakarken buluyordum ama bunu Burak’la göz gözeyken yapmıyordu. Kimse görmezken falan… Ya da bana öyle geliyordu ah… Gerçekten kafayı yemiş olmalıyım.
“ Herkese başarılar diliyorum. “ dedikten sonra sınav kağıtlarını dağıtmayı bitirip masasına geçti ve suremizin başladığını söyledi. Önce şöyle bir hazırladığı sorulara göz gezdirdim. Panik olmuştum. Kalemi çok sıkı tutuyordum ve derin bir nefes alıp ilk sorudan başladım.
-EKİN
Şuanda okuldaydı. Aptal… İnsan neden kaçmak için eski yaşadığı köyü tercih ederdi ki? Biraz olsun zeki olduğunu sanıyordum ama… Ya da aslında tam tersi. Hiçbir şeyi zorlaştırası yoktu ve bana karşı çıkabilecek kadar kendinden emindi?
Her zamanki gibi güneş gözlüğüm gözümdeydi ve ellerimde kabanımın cebinde… Evinin etrafında turluyordum. Üstelik karnım acıkmıştı ve henüz hiçbir şey yememiştim. Bugün ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Onun karşısına hemen geçmeyecektim. Biraz takip etmem gerekiyordu. Hakkında iyice bilgi edinmeliydim ama insanlardan değil, gözlemleyerek…
“ Birine bakmıştınız? “ dedi birisi.
Arkamı döndüğümde 25 yaşlarında bir adamla karşılaştım. Üzerinde bir gömlek ve kazak vardı. Altında da kot pantolon ve eskimiş ayakkabılar. Onu baştan aşağı süzdüm. Ellerinin önünde birleştirmişti birde iki ekmek vardı. Usulca gözümden gözlüğümü çıkardım.
“ Yemek yiyeceğim bir yer arıyorum. Çok acıktım da, buralarda restoran var mı? “ diye sordum. Biraz ciddi konuşmuş olabilirdim.
“ Buralarda restoran ya da yemek yiyebileceğiniz bir yer yok. Hepsi merkezde. Burası minik bir köy. Zaten merkezde yarım saat uzaklıkta. “ deyip tebessüm ettikten sonra elindeki ekmek poşetine baktı.
“ Ama eğer zor durumdaysanız sizi evimde ağırlayabilirim. Bizim köyde kimse açlığa tahammül edemez. “ deyip güldü. İyi birisine benziyordu ama benim aç kalmaya muhtaç olmayacak kadar havalı göründüğümün de farkında gibiydi.
“ Aslında olur, gerçekten çok acıktım ve sandığınız kadar yabancı değilim buraya. Bir iş yeri kurma fikrim var da… “ dediğimde yürümeye başladık.
“ Ya öyle mi? Ne üzerine? “ dedi. Sesi heyecanla doldu birden.
“ Çiftlik yumurtası… “ deyiverdim birden. Hadi ama! Köy olduğu için direkt bunu demiş olamazdım değil mi?
“ Çok ilginç… Nasıl bir proje bu? “ diye sordu merakla.
“ Eviniz çok uzaksa arabam şurada. “ deyip sorularının önünü kesmeye çalıştım.
“ Hayır buraya çok yakın. “ dedi. İşime gelirdi…
-DURU
Nihayetinde ders bitmişti ve artık evlerimize dağılıyorduk. Bu kez yolda tek başıma yürüyordum. Tabii kulağımda kulaklık vardı ve şarkılarda bana eşlik ediyordu. Karnımda çok acıkmıştı. Abim bugün tost yapacağını söylemişti. Bence eve daha hızlı gitmeliydim. O sırada birisi aniden koluma girdi ve irkilerek geri çekildim.
“ Ah Yasemin abla! Aklımı oynatıyordum neredeyse… “ dedim panikle ve gülmeye başladı. Elinde de birkaç tane poşet vardı.
“ Çok heyecanlıyım Duru! Annemler yarın eve davet edecekler onu… Akşam! Bende bugün çarşıdan bir şeyler aldım kendime. Yarın güzel olmam lazım! Saçlarımı maşalayıp makyajımı yapar mısın! “ dedi sevinçle. Güldüm.
“ Çok heyecanlıymış gerçekten. Yarın büyük gün demek ki. Tabii ki elimden geleni yaparım. Okuldan sonra üzerimi değiştirip gelirim. “ dedim ve yürümeye devam ettik.
Açıkçası kim olduğunu çok merak ediyordum. Uzun yıllardır görmediği ilk aşkı. Anlattığına göre çok değişmiş ve çok yakışıklı olmuş. Peki ya o da aynı şeyleri düşünür mü? Ne bileyim artık insanlar statüye çok önem veriyor mesela. Yasemin abla okumadı. Bunlara takılmaz değil mi? Şimdiki aşklar böyle işte. Doğrular bunlar ne diyeyim ki?
Evimin önüne geldiğimde ayrıldık ve tam içeriye girmek üzere olduğumda bir çift erkek ayakkabısı ile karşılaştım. Biraz duraksadım. Misafirimiz mi vardı? Anahtarlarımı çıkarıp kapıyı açtıktan sonra oldukça sessiz olmaya çalışarak içeriye girdim. Salondan bazı sesler geliyordu. Yanlarına gitmeden önce üzerimi değiştirip elimi yüzümü yıkadım ve daha sonra yavaşça salona girdim. Misafirin bana arkası dönüktü. Abimle göz göze geldik.
“ Duru, hoş geldin. Senin içinde tost yaptım mutfakta. Çay da hazır. “ dedi gülümseyerek ama o adam hiç istifini bozmadı.
“ Hoş geldiniz… “ dedim kısık bir sesle.
“ Kardeşim. “ dedi abim. Yine dönüp bakmadı bana.
“ Hoş buldum “ dedi sadece. Saygıdan mı böyle yapıyordu? Şaşırmıştım. En azından suratıma bakabilir gibi gelmişti. Neyse…
Gidip mutfağa kendime bir çay koydum ve aç tavuk gibi yemeye başladım. Gerçekten çok acıkmıştım. Daha sonra da odama geçtim ve sınavlarım bittiği için kendimi keyifle yatağıma attım. Sonra dolaplarımı karıştırmaya başladım ve bayadır yazmadığım eski bir günlüğü bulup çıkarttım yerinden. En aşağılara sakladığım bir günlük. Yasemin abla sayesinde geldi aklıma… Benimde lisenin ilk zamanları çocukça aşık olduğum birisi vardı… Sayfaları çevirmeye başladım ve rastgele birisini durdurup okudum. Aynen şöyle yazmıştım…
Bayadır yazmıyorum selaaammm ama nasıl mutluyum maşallah gör beni… Sana neler neler anlatacağım. İlk kez böyle karşılıklı bir şey hissediyorum belki de ve de ilk kez hiç tereddütsüz yazıyorum sana. Tabii bunları yazarken kalbimin nasıl hissettiğini de bir bilsen şok olursun! Kerem ile çıkıyor gibiyiz… Ortada seni seviyorum yok, benimle çıkar mısın hiç yok ama elimi tuttu falan… Neler neler! Ya bak en başlara alayım… Unutuyorum arada biliyorsun ama çok takılma oralara. Birlikte sinemaya gittik, ilk filmimiz oldu bu. Saat iki buçukta girdik. Okuldan hemen sonra. Didiştik film boyunca görmen lazım çok komikti. O kadar eğlendim ki. Neyse filmde kolunu dürtüyorum diye elimi durdurmak için biranda tuttu ama öyle normal bir tutmak değildi bu. Yani parmaklarını geçirip tutmadı, çekinmiş gibiydi diyelim. Sonra film bitti ve aşağı indik. Bir şeyler yiyecektik. Aslında dışarıda yemek yemeye çok alışkın değilim. Hatta neredeyse hiç dışarıda arkadaşlarımla bir şeyler yediğim olmadı ama bu da benim için unutulmaz bir andı. Ben orda Kerem’e çok güzel şeyler söylerken garson geldi falan komikti baya. Çikolata yedik ve elimiz çikolata oldu elini sildim onun, oda benim elimi sildi. O sahne o kadar romantikti ki… Heyecandan kalbim çıkacakmış gibi oldu biliyor musun? Sonra durağa gittik ve otobüsü beklemeye başladık. Abimden önce evde olmam gerekiyordu. O sırada Kerem ateşim var mı bir baksana falan dedi. Bende elimi alnına, yanağına falan koyunca sevdim böyle. Ama beni bir gör… Nasıl güzel yüzü vardı kaldım öyle çocuğun yanağında. Sonra o bana konuşmayalım sadece gözlerine bakmak istiyorum falan dedi. Bir otobüs geldi dedim ki binmeyelim buna… Binmedim. Sonra elini versene bir dedim. Verdi elini ve avucundan öptüm. Tepkisi o kadar şaşkındı ki. Elimle falan uğraştı biraz. Ne doğru düzgün tutuyor ne bırakıyor hesabı. Ertesi gün yine okuldan sonra buluştuk. Bir şeyler falan içtik. Biz buluşunca genelde didişiyoruz hep. Ya birde ben konuşurken yüksek sesle konuşuyorum hep galiba uyarıp duruyor deli oluyorum ona da bozuluyorum baya. Her neyse sonra kafede de biraz elimi tutar gibi oldu. Sonra birlikte otobüse bindik. Ben onun arkasına oturdum o benim önüme. Uğraşıyordum falan derken köşeden elimi uzattım elimi tuttu. Sonra ben çektim felan. Gel yanıma otur diye ısrar ettim gelmedi. Sonra ben yanına oturdum ve birden elimi tuttu…. Ama nasıl mutluyum anlatamam… Baya bir elimi tuttu sonra biri görür diye ben tekrar arkaya geçtim. Geri benim inmeye yakın mesaj attı. Son kez elini ver diye. Bende uzattım tuttu ama bırakmadı inerken zorla çektim elimi. Neyse işte her şey normal iyi güzel derken kursum yoktu pazartesi günü. Buluştuk yine. Bir arkadaşıyla tanıştırdı beni. Sevgilisinden ayrılmış oda ama iyi çocuktu. Onunlayken de didiştik baya. Neyse sonra kalktık biz okula girdik daha yarım saat vardı. Okula girdik bir banka oturduk. Kerem elimi falan tuttu sonra ben baya yanağını sevdim felan oda benimkiniiii Sonra işte baya yakındık biz. Ben kendimi parçaladım ama bir türlü seni seviyorum, sana aşığım falan diyemedim.
Biraz daha okuduktan sonra günlüğü kahkahalar içinde kapattım. İnanılmazdı. Bunu gerçekten ben mi yazmıştım? Peki ya hangi kafayla? Bu kadar ergen miydim yani? Peki Kerem o ne yapıyordu? Bilmiyordum çünkü iki sene önce taşınmışlardı. Yine de ilişkimiz 8 ay sürmüştü. İlk aşk için bence inanılmaz bir sure. Şimdi ise bütün bunlara o kadar uzaktım ki… Sadece uzak mı? Aşk kokusu alınca koşarak kaçmak isteyecek kadar. Hatta bu yüzden Burak’la arama mesafe koymaya çalışıyordum ama bir yandan da başarılı olamıyordum. Duygularım varla yok arasıydı çünkü hiçbir zaman oturup onu gerçekten sevip sevmediğimi düşünecek kadar aşka vakit ayırmamıştım. Sonucundan korkuyor da olabilirdim tabii. Bu da bir alternatifti sonuçta. Ah hayır… Ben aşık olamam.
Bakışlarımı tavana sabitleyip yatağıma uzandığım o an yine arka planda bir müzik çalmaya başladı.
“ Duru… “ dediğimde o da donup kalmıştı. Onu her gördüğümden daha da farklı görünüyordu.
“ Matematik dersi için mi geldin? Üzgünüm ama bugün yardımcı olamam… Misafir bekliyorum. Yarın
baksak olur mu? Gelmeden önce haber verseydin keşke… “ dediğimde gözlerini bile kırpmamıştı ve bir
anda arkasından o adam çıktı…
Ah! Yine o sahne! Sinirle ovuşturdum gözlerimi. Matematik dersiymiş! Beni ders için geldim sanmıştı… O saatte niye ders çalışmak için senin yanına geleyim ki!
Sanırım misafirimiz evden gidiyordu. Sesleri geliyordu bende biraz kulak misafiri olduktan sonra odadan çıktım.
“ Abi bu kim? Akraba falan mı? “ diye sordum. Birlikte oturma odasına girdik.
“ Tanımıyorum. Yol da karşılaştık. Uzun hikaye. Amaaaan buraya iş yeri kuracakmış falan. Epey bir şeylerden konuştuk arkadaş olduk. Tanrı misafiri anlayacağın.” Dedi. Çok anlamamıştım ama bir şey demedim.
Daha sonra annemleri aradık. Ben hepsiyle tek tek konuştum. Sonra abime verdim telefonu. Yarın okulda dans provası olacaktı… Ah! Nereden çıkmıştı bu böyle! Çok sinir bozucuydu ama yapacak bir şey yoktu tabii… Her şey biyoloji dersinden geçmem içindi. Bu yıl notlar çok önemliydi. Yılsonu notumuz üniversite sınav puanımıza yansıyacaktı yoksa asla böyle bir şeyin içine girmezdim… Üstelik nasıl dans edilmesi gerektiğini de bilmiyordum…
-YUSUF
Cavidan ‘la bir şişe şarap aldıktan sonra eve geldik. Bir şekilde gönlünü almam gerekiyordu ve dışarıda da oturmak istemedik. Film izleriz diye duşunduk. Bu yüzden eve girer girmez kabanlarımızı çıkardık ve birlikte salona geçtik.
“ Ben mısır patlatacağım ve gece için bir şeyler hazırlayacağım. Sende filmi seç bir tanem. “ dedikten sonra mutfağa girdim. Cavidan da hemen dvd lerin başına koştu.
O sırada bir şarkı açtım. Duman-Dibine kadar. Sesi sonuna kadar açtıktan sonra bir tencere çıkardım ve içine yağ koydum. Sonra da mısırları attım ve bolca da tuz attıktan sonra ocağın altını yakıp tencerenin üstünü kapattım. Her ne kadar bir şey yokmuş gibi olsa da kafama bir şeyler takılmış gibiydi ama ne olduğunu bilmiyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Ruhumu daraltan bir şey vardı. Bir şeyi… Bir şeyi düşünmemek için diretiyormuşum gibi. Beni bu kadar ne etkileyebilirdi ki?
Aldığımız 3 çeşit cipsi tabaklara dökerken derin bir iç çektim. Neden hiç keyfim yoktu? Üstelik bugün sınavlarımda bitmişti. Tabii ya en zoru… Okuyacaktım tek tek. Acaba Duru kaç almıştı? Bizzat ben çalıştırmıştım… Aklım yazılı kağıdına gitti bir an. Sonra önemsemiyormuş gibi yaptım ve bir tabağa da çikolataları koydum. Mısırlar çoktan patlamaya başlamıştı bile.
“ Canım buldun mu film? “ diye sordum.
“ Harika bir şey buldum. “ diye seslendi ve gülmeye başladı. O sırada gözüm sürekli mutfak masasına bıraktığım çantama takılıyordu. Gerçekten en çok onun kaç aldığını merak ediyordum…
Gidip şarap şişesini aldım ve sonra asık yüzümle mutfak dolabına yaslandım. Gözlerimi de boşluğa sabitledim.
“ Şimdi kabul etmeyenler, çıkabilir. “ dedi Hatice hoca ve hiç kimseden ses çıkmadı
“ Güzel, o zaman şu kağıdı imzalayın. “
Gerçekten dans mı edeceklerdi? Artık emin gibiydim. Burak Duru’nun sevgilisi olmalıydı. Yoksa sürekli dibinde olmasının başka ne amacı olabilirdi ki? Sanırım benim bunu Duru ile konuşmam lazımdı. Evet neden kafama taktığımı anladım. Tabii ya… Eğer sevgilisiyse aramızdaki bu anlaşmayı ona söylemiş olabilirdi ya da her an söyleyecek de olabilirdi. Buna engel olmam lazımdı öyle değil mi? Kesinlikle… Ne de olsa bu anlaşmanın bir kuralı vardı ve Duru şuan bunu çiğnemeye çok müsaitti. Kesinlikle. Yarın gidip sormalıydım. En azından sevgilisine dahi söylememesi gerektiğini bilmeliydi…
Mısırlar tamamen patlayınca ocağın altını kapattım ve onu da tabaklara koyduktan sonra şampanyanın kapağını açtım. Cavidan’da yanıma geldi.
“ Her şey hazır mı? “ dedi ve arkamdan sıkıca belime sarıldı.
Şarap bardaklarını indirdim. Sonra beraber hazırladığım şeyleri salona taşıdık. Işıklar kapalıydı ve Cavidan mumları yakmıştı. Koltuğa geçince bardakları doldurdum. Nedense bugün çok fazla içesim vardı.
“ Hangi filmi hazırladın? “ diye sorduktan sonra arkama yaslandım ve Cavidan’da göğsüme yattı. Sonra filmi başlattı. Romantik bir şeyler açmıştı. Daha önce izlemediklerimden. Bende elimle arkadan saçlarıyla oynamaya başladım.
Sonra Elimi ördüğü saçlarına attım ve kulağına fısıldadım.
“ Bu elbiseye bu saçlar gitmez değil mi? “ dedim.
O sırada kokusu doldu burnuma. Çilek gibi kokuyordu… Sanki kendimi kaybediyor gibiydim. Kalp atışlarımın hiç durası yoktu. Sonra yavaşça saçlarını çözdüm ve dağıttım… O kadar yakışmış, o kadar güzel olmuştu ki. Duru şaşkınlıktan ve utancından hiçbir şey söyleyemezken cebimden çıkarttığım yüzük kutusunu açtım ve sol elini tuttum…
“ İyi bir oyun oynamalıyız… “ dedim sonra ve göz kırptım.
Ellerimi hemen gözlerime götürdüm ve sanki gerçekten görüyormuşum gibi kapatmak istedim. Dünden beridir neler oluyordu bana? Bu saçmalığa bir an önce son vermem lazımdı. Yani çok anlamsızdı tamam mı! O benim öğrencimdi… Ondan etkilenmiş olamazdım herhalde! Yok canım daha neler! Hepsi yorgunluktan ve de saçmalıktan!
“ Siktir… “ diye fısıldadım kendi kendime. Gerçekten canım sıkılmaya başlamıştı artık.
“ Ne dedin canım? Bir şey mi oldu? “ dedi Cavidan ve elini birden yanağıma koydu…
“ Pozunuzu değiştirebilirsiniz. Mesela Yusuf bey eşinizin arkasına geçin ve ona sarılın. Hanımefendi sizde ona yaslanın ve elinizi eşinizin suratına koyun. “ dedi.
O an kalbim hızla atmaya başladı ve eli yanağımda olan Cavidan’ın gözlerine odaklandım. Cavidan… Evet, sevgilim…
“ Aşkım? “ dedi merakla ve ben birden onun dudaklarına yapıştım.
O da bunu bekliyor gibiydi ve elimi beline atarak onu kendime doğru çektim. Sonra iyice sardım ve elimi yüzüne getirirken daha istekli öpmeye başladım. Bir şey kanıtlamaya çalışıyormuş gibiydim kendime… Mesela sevgilime çok aşık olduğumu…
Onu belinden kavradım ve bir hamleyle kucağıma oturmasına sağladım. Aynı zamanda da öpmeye devam ediyordum ve elimi gömleğinin düğmelerine attım. Tek tek açmaya başladım. Bu sırada Cavidan da benim üzerimdeki gömleğin düğmelerini çözmeye çalışıyordu. Üzerindeki gömleği tamamen çıkarttığımda iç çamaşırıyla kaldı ve bende gömleğimi tamamen çıkarttım. Sonra boynundan öpmeye başladım ve elimi göğüslerine attım. O sırada şehvetle fısıldadı kulağıma.
“ Odana geçelim mi? “ dedi ve onu kalçalarından tutarak kucaklayıp öperek odama götürdüm ve ayağımla kapıyı kapattıktan sonra yatağa yatırdım. Daha sonra pantolonumu çıkardım ve yatağa geçip onun da eteğini çıkardım. Sonra da ellerini sıkıca tutup başının üzerinde birleştirdikten sonra boynundan başlayıp göğsüne kadar indim. Yavaşça çamaşırını çıkardım.
“ Seni seviyorum. “ diye fısıldadı o an bana.
“ Sevgiliniz var mı? “ dedim birden.
Yusuf hoca başını telefondan kaldırırken bir an duraksadı. Sonra telefonunu usulca masanın üzerine bıraktı ve şarap bardağını kavrarken biraz düşünür gibi oldu. Birkaç saniye sonra ise dudaklarını konuşmak için araladı.
“ Hayır, yok. “ dedi net bir şekilde ve şarabı ağzına götürdü. Başka bir şey demedim. Zaten gerçekten sevgilisi olsa neden benimle sahte bir evlilik yapmak zorunda kalsın ki? Ne kadar saçma ve mantıksız düşündüğümü hissettim.
“ Neden merak ettin? “ diye sordu. Omzumu sirktim.
“ Hiç “ dedim sadece, hiç… Neden merak edeyim ki? Laf olsun diye sormuştum.
Aklımı kaçırmak istemiyordum. Öğrencimin saçma bir şekilde zihnimde dolaşmasını istemiyordum. Sanki bir yılan gibiydi ve vücudumda geziniyordu. Bunu nasıl yapıyor olabilirdi? O kadar saçmaydı ki… Alt tarafı bir gece elbisesi giymişti.