-YUSUF
Arabaya binmiş Duru’nun gelmesini bekliyordum. Yine kaçacağını sanmıyordum ama gittikçe benden uzaklaşmaya çalışacağı aşikardı. Tabii bunu yapabilirdi ama asla izin vermeyecektim.
Arabanın kapısını açtığında hiçbir şekilde gülmüyordu ve oldukça mutsuz bir şekilde binip kemerini taktı.
“ Hoş geldin. “ dedim tebessümle.
“ Sağ olun hocam. Ne yapıyoruz şimdi? “ diye sordu. Bunu sanki zorunluymuş gibi sormuştu. Arabayı çalıştırdım ve kısık seste bir müzik açtım.
“ Önce ders çalışacağız. Söz verdiğim gibi… Tabii okuldan çıktık. Yemek yeriz beraber. Sonra da gider fotoğraf işini hallederiz diye duşundum. Bakalım vaktimiz yetecek mi? “ dedim ve şöyle bir baktım Duru’ya.
“ Şiir okumak pek hoşuna gitmedi anlaşılan. “ dedim hemen.
“ Böyle şeyler yapmak zorunda değilsiniz. Sizden kaçmamla bir alakası yok. Ben şiir okumak istemiyorum. Birde herkesin içinde… “ dedi sitemkar bir sesle. Gülümsetti bu hali.
“ Daha önce hiç şiir okudun mu? “ diye sordum merakla.
“ Hayır okumadım. “ dedi net bir şekilde.
“ Tamam işte… Belki seviyorsundur. Nerden biliyorsun. Öğrenmiş oluruz işte. “ dedim ve eve doğru surdum arabayı. O sırada Duru’da boynundaki kolye ile oynuyordu.
Aslında onu merak etmiyor değildim. Göründüğünden fazlası olduğuna emindim. Bir kere çok zekiydi. Kesinlikle çok iyi yerlere gelirdi. Ayrıca aile hayatında da sevilen bir çocuk olduğu aşikardı. Arkadaşlarıyla da arası iyiydi ama bunlar sıradan şeylerdi… Benim onda görebileceğim çok farklı şeylerin olduğuna emindim…
Eve geldiğimizde kapıyı açması için anahtarları ona verdim. Bende bilgisayar çantamla kitaplarımı elime aldım ve birlikte merdivene çıktık. Elinde 3 tane anahtar vardı. Önce şöyle biraz bakındıktan sonra doğru anahtarı tahmin etti ve kapıyı açtı. Beraber içeriye girdik. O kabanını çıkarıp askılığa astı. Bende elimdekileri çalışma odasına götürdüm. Sonra bende ceketimi çıkardım. Duru da okul çantasını salona bıraktı çünkü şuan için sadece orayı biliyordu. Ellerini yıkaması için ona banyonun yerini gösterdim. Bende üzerimi değiştirmek için odama çıktım. Tekrar dışarı çıkacağımız için sadece gömleğimi çıkardım ve yerine sweatlerimden birini giyip aşağı indim. Duru’da öylece dikilmiş sağına soluna bakınıyordu.
“ Yabancı gibi durmana gerek yok. Gel mutfağa geçelim. “ dediğimde tebessüm etti.
Bu tebessüm sizden çekiniyorum ama ne yapayım öğretmenimsiniz tebessümüydü. Beraber mutfağa geçtik. Ben dolabı açtım. Tabii ki yemek yoktu.
“ Harika makarna soslarım var. Hangisini yapalım? “ diye sordum ve gelip buzdolabına baktı.
“ Pesto? “ dedi sonra.
“ Zevklisin… “ diye fısıldadım ve pesto sosunu dolaptan çıkardım. Daha sonra da makarnayı çıkardım ve ocağa sıcak su koydum.
“ Benim yapmamı istediğiniz bir şey var mı? “ diye sordu.
“ Biraz salata yapabilir misin? “ diye sordum.
Hiç tereddüt etmeden buzdolabına yöneldi ve salata için birkaç malzeme çıkardı. Ben de onu seyretmeye başladım. Önce sebzeleri yıkadı ve daha sonra kesme tahtasını aramaya başladı.
“ Ne arıyorsun? “ diye sordum ama kendisi bulmak istiyordu.
Fakat bulabilecek gibi olmadığı için ona yardım etmek istedim. Aynı anda ust kapağa yöneldik ve benim elim onun elinin üstünde kaldı. Kafasını kaldırıp bana baktığında ise o kadar masum görünüyordu ki…
“ Tamam… “ dedim sakince ve ellerimi çektim. Biraz sersemler gibi oldu ve kesme tahtasını dolaptan indirdi. Daha sonra da sebzeleri doğramaya başladı.
“ Elini kesme dikkat et. Bıçaklarım çok keskin. Yurtdışından getirdim. “ dedim ve beni hiç tınlamadı. Oldukça prensipli çalışıyordu.
“ Bence o makarnaları artık atın. “ dediğinde gözlerimi üzerinden çektim ve ocağın başına geçtim.
“ Bir şiir denemesi yapalım mı? “ diye sordum.
“ Gerek var mı? “ diye sordu hemen. Saygılıydı ama hırçındı da.
“ Bence var… Seni her şekilde dinleyeceğim. Bence baş başayken dinlemem daha iyi olabilir. Okulda utanacağını biliyorum. “ dedim. Aramızdaki diyalog biraz onu sinir etmeye ve bundan zevk almaya kayıyor gibi olmuştu.
“ Peki o halde… Sizi tatmin etmek için bir kez okurum. Zaten nasıl okuduğumu görünce vazgeçersiniz bana şiir okutmaktan. “ dedi ve baharatların olduğu yere doğru uzandı. Bende makarnanın sosunu hazırlıyordum.
“ Ya çok beğenirsem? “ dedim ve bakışlarımı devirdim.
“ Şiiri okuduktan sonra benimle uğraşmayı bırakır mısınız? Ne bileyim derse gelmedim diye merak etmeyi ya da evimin önünden beni almayı gibi? “ dediğinde fazlasıyla sitemkardı. Kahkaha attım.
“ Haklı olduğumu düşünüyorum. Benden kaçmaya yer arıyor gibisin. Yine söylüyorum, konuşurken göz teması bile kurmuyorsun. “ dedim ve dişlerini ısırdı ama bana belli etmemeye çalıştı.
Daha sonra limonu kesmek için bıçağa yeltendi ve tam keserken limon kaydı, bıçak parmağını kesti. O an buna canlı canlı şahit olurken ufak bir çığlıkla bıraktı elindekileri. Hemen gidip bileğinden kavradım ve eline odaklandım.
“ Biliyordum keseceğini… “ dedim panikle.
“ Bekle burada yara bandı olacaktı. “ deyip çekmeceden bir yara bandı çıkardım.
“ Çok derin kesmedim hocam tamam… “ diye mızmızlandı hemen ama çok kan akıyordu elinden. Bende elini tutup musluğun altına götürdüm ve suya tuttum.
“ Biraz sızlar ama kanı gitsin… “ diye fısıldadım. Daha sonrada önce peçeteye sarıp kuruladım. Birazda bastırdım ve yara bandı ile güzelce sardım.
“ İstersen geçip oturabilirsin, ben hallederim. Hazır zaten her şey, teşekkür ederim. “ dedim ve onu mutfaktan uzaklaştırmaya çalıştım. Ancak inatçıydı.
“ Hocam parmağım kopmadı. Tabakları hazırlayayım bari… “ dedi ve dediğini de yaptı.
Beraber her şeyi hazırladık ve masaya götürdük. Sonra karşılıklı oturduk. Ben ayranı doldurdum o makarnayı tabaklara koydu.
“ Çok güzel görünüyor. “ diye fısıldadım makarnanın kokusunu içime çekerken. Gerçekten fazlasıyla acıkmıştım. Bence Duru’da acıkmıştı.
“ Ellerimize sağlık hocam. “ dedi.
Bunu demesi hoşuma gitmişti. Yemeğe başladık. Ben onun yaptığı salatayı da çok beğenmiştim. Her şey çok güzeldi. Bende çok rahattım. Biraz yemek yiyor, birazda benimleyken biraz olsun rahat mı diye ona bakıyordum. Sanırım birlikte vakit geçirdikçe aramızdaki bu anlaşmayı törpüleyebilirdi. Bende zaten fotoğrafları çektirip kendimi sağlama aldıktan sonra fazlasıyla rahatlayacaktım.
Bu sabah bazı haberler almıştım… Ekin’in yurtdışından döndüğüne dair. Niye olduğu ortadaydı. Beni bulmak için, babama haber götürmek için. Ya da bilmem… Belki de onların utanç kaynağı olduğum için beni öldürmek istiyorlardı. Her şey olabilirdi… Son kozumdu evlilik… Eğer birazcık vicdanları varsa, peşimi bırakırlardı. Beni onlar gibi bir mafya yapmanın derdine düşmezlerdi artık…
“ Kardeşim için… “ dedi birden. Dalıp gittiğim için doğru anlayıp anlamadığımı bilemedim.
“ Efendim? “ dedim ve Duru’ya odaklandım. O da elindeki çatalla makarnasını karıştırırken söze girdi.
“ Aklınıza nelerin geldiğini bilmiyorum. Ama sanki abim para için beni kullanmış gibi görünüyor. Öyle bir şey yok. Bunu yapmamı abim hiç istemedi. Onu ben ikna ettim. Kardeşim… Karaca aylardır hastanede… O çok kötü bir hastalıkla savaşıyor. Daha doğrusu savaşıyordu… Doktorlar onu kurtaracak olan ameliyatın çok pahalı olduğunu söylediler. Ameliyat olmazsa ölecekti… Artık son günlerini yaşıyordu. Biz parayı bulamadık… Herkes gecesini gündüzüne kattı ama o parayı bir turlu bulamadık… Sonra abim sizden bahsetti. Evleneceğiniz kişiye para verecekmişsiniz… Abim çok sinirlendi, saçmada buldu bunu…Ama bizim başka bir çaremiz yoktu. O paranın çok acil bulunması lazımdı yoksa kardeşim gittiği yerden gelemeyecekti. Ben istedim sizinle evlenmeyi. Kim olduğunuzda umurumda değildi. Amacınızda ya da her hangi bir şey. Siz benim kardeşimin hayatını kurtardınız. Her ne kadar bu karşılıksız bir şey olsa dahi… Ben size çok teşekkür ederim… “ dedi ve ben o an donup kaldım… Yutkunamadım bile… Kardeşi için mi kendini feda etmişti…
“ Haftaya gelecekler. O iyi, ameliyatı çok güzel geçti. “ dediğinde sesi titremişti. O konuşurken gözlerimin dolduğunu hissettim. Ne diyeceğimi de bilemedim tabii. Ne denirdi ki?
“ Ben… “ dediğimde Duru hemen söze girdi.
“ Sizde doyduysanız derse geçelim mi? “ dedi ve masadan kalktı…
Benim hiç aklıma böyle bir şey gelmemişti… Çok kötü olmuştum fakat moralinin bozulmasını istemediğim için konunun üzerinde duramadım. Zaten o da izin vermedi buna… Beraber masayı topladık. Ortalıkta soğuk rüzgârlar eser gibi oldu. Sonra çalışma odama geçtik. Duru’da çantasın alıp geldi ve kitaplarını çıkardı. Birde anlamadığı ya da eksik olduğunu düşündüğü konuların bir listesini yapmış. Onu da önüme koydu ve birinden başlamamı istedi. Bende öyle yaptım. En basit olandan en zor olana doğru konuları sıralayıp kendisine en basit yönden anlatmaya başladım. Oldukça dikkatliydi. Bir şeyi söyleyince tekrar etmeme hiç gerek kalmayacakmış gibi davranıyordu. Kendi yöntemlerini de ortaya koyup, mantık yürütmeye çalışıyordu. Bir ara gidip ikimiz içinde kahve yaptım. Biraz mola verelim istedim ama o buna çok yanaşmadı. Ya hemen bitsin istiyordu ya da gerçekten matematiğe aşıktı. Ama bence ilki daha mantıklıydı. Bitirip benden kaçmak, kurtulmak… Kulağa daha hoş geliyor olmalıydı.
Nihayetinde ona dersle ilgili güzel ipuçları vermiştim ve dersimizi tamamlamıştık. Bu sırada saat öğlen 4 civarıydı. Bence fotoğraf çekimine yetişebilirdik. Belki de Duru haklıydı. Her şeyi tek seferde yapıp bitirmek daha iyi olurdu. Bu yüzden bende ona ayak uydurmaya ve hatta gerekirse onun gibi davranmaya karar verip ne derse onaylamayı planlıyordum. Bu yüzden önümdeki matematik kitabını kapatır kapatmaz ayağa kalktım. Sonra da saatime baktım ve Duru’ya seslendim.
“ Artık gidebiliriz. “ deyip gülümsedim.
O da derin bir nefes alarak eşyalarını topladı. Daha sonra beraber aşağı indik. Kabanını giymek üzere hazırlandı. Bende eşyalarımı aldım ve klasik olarak sağı solu kontrol ettikten sonra kapıya yanaştım. Dışarıda hava nasıl bakmak için de kapıyı açtığımda yine aynı şekilde merdivende bir zarfla karşılaştım. O an hemen dışarıya çıkıp sağa sola bakındım fakat yine kimseyi göremedim. Zarfı yerden alır almaz üzerini kontrol ettim. Hiçbir şey yazmıyordu. O sırada Duru geldi ve arkama dikildi. Hiçbir şey çaktırmadan faturalar diye mırıldandım kendi kendime. Sonra birlikte evden çıktık. Ben kapıyı kilitlerken Duru’da merdivenden aşağı indi. O sırada yine birisini görürüm umuduyla sağa sola bakındım fakat kimsenin olmadığına emindim.
Arabaya gittim. Duru yine biner binmez çantasını dizlerinin üzerine koyup kemerini taktı. Daha sonra da penceresini açtı ve bende zarfı torpido gözüne bıraktıktan sonra radyodan bir şarkı açtım ve arabayı merkeze doğru surdum. Aslında sabah saatlerine nazaran Duru şimdi biraz daha rahat gibiydi. En azından şarkıyı sessizce mırıldanıp parmaklarıyla hafifçe ritim tutabiliyordu. Pek sus pus bir havası yoktu. Bu benim için çok iyi bir şeydi.
Merkeze gelmiştik ve ışıklara yakalandığımızda sol tarafımdaki mağazaya gözüm çarptı. Mankenlerin üzerinde oldukça çekici, şık ve havalı duran elbiseler insanı içinde birini hayal etmeye zorluyordu… O sırada kafamı tekrar çevirdiğimde Duru’nun üzerindeki okul kıyafetini gördüm ve hemen panik oldum.
“ Kıyafetlerin… Okul kıyafetlerinle mi çekim yapacağız… “ diye sitem ettim kendi kendime.
Duru hiçbir şey anlamadı. Ne yapacağını da bilemediği için susup kaldı. Şimdi tekrar eve dönsek en fazla ne giyebilirdi? O bir öğrenciydi… Geriye tek bir çare kalıyordu. Arabayı az önce gördüğüm mağazaya doğru surdum ve uygun bir yere park ettim.
“ Duru çekim için daha farklı şeyler giymen gerekiyor. Ne bileyim mesela davet elbiseleri gibi. Şimdi buradan bir elbise ve ayakkabı alalım olur mu? “ dediğimde Duru şaşkın şaşkın suratıma bakıyordu.
Aslında bunu pek istemiyor ama itirazda edemeyecekmiş gibi bir havası vardı. Üzerindeki okul elbisesine biraz bakındıktan sonra ne demek istediğimi daha iyi idrak etti ve arabadan indi. Birlikte mağazaya girdik. Bir bayan hemen yanımıza geldi ve bize yardımcı olmak istediğini söyledi. Duru’nun elleri önünde bağlı şekildeydi ve sağa sola bakma gereği bile duymuyordu. Belki de utanmıştı. Bu yüzden kıyafet seçme işi bana kalmış gibiydi. Mağazanın içinde bakınmaya başladım ve Duru’yu da göz önünde bulundurarak ona en çok yakışacak kıyafeti aradım. Daha sonra siyah, bordo ve zümrüt yeşili başta olmak üzere 3 tane elbiseyi seçtim.
“ Bunları dener misin? “ diye sorduğumda ise Duru şöyle bir elimdeki elbiseleri inceledi.
“ Bunlar bana yakışmaz ki… “ dedi sonra.
Nasıl da yanılıyordu. Aksine o kadar güzel olurdu ki, ben gözlerimde bile canlandıramamıştım. Fakat onu bu düşünceden kurtarmam gerekiyordu. Bu yüzden güldüm.
“ Önemli olan okul kıyafetlerinden kurtulman. Bir tiyatro sahnesinde olduğunu ve oyun için giyindiğini duşun. “ deyip konuyu çevirdim. Daha sonrada kıyafetleri Duru’ya verdim ve soyunma kabinin önündeki koltuğa oturup beklemeye başladım. Saat beşe geliyordu. O sırada aklıma yüzükler geldi ve neyse ki ceketimin cebindelerdi. Bir an unuttum sandım ve bir tedirginlik yaşadım. Neyse ki yanımdalardı.
“ Duru, bir sorun mu var? Olmadıysa bedenini değiştirelim. “ diye seslendim çünkü içeriden çıkmaya pek niyeti yok gibiydi.
“ Yok hocam da… “ diye seslendi. O an hocam deyişine kahkaha atmak istedim ve gülmeye başladım.
“ Sorun ne o zaman? “ diye sordum merakla.
“ Tamam çıkıyorum… “ dedi sonra ve bakışlarımı siyah kadife perdeye sabitledim.
Sonra birden elini gördüm. Yavaşça perdeyi açtı ve dışarıya doğru bir adım attı… Siyah saten bir elbise… Sol tarafında bir miktar yırtmaç vardı, ince askıları, drapeli göğüs detayı ve pırlanta taşları olan siyah saten bir elbise… O an resmen donup kalmıştım… Gözlerim ne gördüğüne inanamazken nefes alışlarım durmuş, kalp atışlarım ise hızlanmış gibiydi… Yutkundum, bir elbise bir insana bu kadar mı yakışabilirdi? Sanki onun için dikilmiş gibiydi. Gözlerimi alamadım… O sırada görevli personel bir çift bilekten bağlamalı ayakkabı getirdi ve Duru’nun önüne bıraktı. O da ben bu topuklularla yürüyemem der gibi baktı bana. Tebessümle kalktım yerimden.
“ Şey… Immm…Tamam çok şey yapmaya gerek yok. Bu elbise iyi. “ dedim kekeleyerek ve Duru’nun önünde eğilip ayakkabının bağcığını çözdüm. Sonra da ayağını bana uzatması için başımı kaldırıp gözlerine baktım.
“ Ben külkedisi değilim… Kendim giyerim hocam… “ diye fısıldadı telaşla.
Fakat elbisesinin buna pek müsaade etmeyeceğini anlayınca ne yapacağını şaşırdı ve oldukça mahcup bir şekilde bana ayağını uzattı. Bende ayakkabıları giydirip ince bileğine sardım. Sonrada eğildiğim yerden kalktım. Gözleri kocaman kocamandı. O kadar utanıyordu ki bakarken. Bense sadece deli gibi gülüyordum. Bu benim elimde olan bir şey değildi anlayamıyordum. Sonra Elimi ördüğü saçlarına attım ve kulağına fısıldadım.
“ Bu elbiseye bu saçlar gitmez değil mi? “ dedim.
O sırada kokusu doldu burnuma. Çilek gibi kokuyordu… Sanki kendimi kaybediyor gibiydim. Kalp atışlarımın hiç durası yoktu. Sonra yavaşça saçlarını çözdüm ve dağıttım… O kadar yakışmış, o kadar güzel olmuştu ki. Duru şaşkınlıktan ve utancından hiçbir şey söyleyemezken cebimden çıkarttığım yüzük kutusunu açtım ve sol elini tuttum…
“ İyi bir oyun oynamalıyız… “ dedim sonra ve göz kırptım.
Yüzüğü de yavaşça parmağına geçirdikten sonra kokusunu son bir kez derince çektim içime ve çok güzel olduğunu yüzüne karşı söylememek için kendimi zor tuttum… Daha sonra gidip kasaya kartımı verdim ve ödemeyi yaptıktan sonra öylece çıktık mağazadan. Duru topuklularla pek yürüyebilecek gibi durmuyordu ama neyse ki fotoğraf çekimi için sadece birkaç dükkân ileriye gittik.
-DURU
Kendimi o kadar başkası gibi hissediyordum ki birisi adımı söylese dönüp bakmazdım bile… Hayatımda ilk kez bu haldeydim. Ayna da kendimi tanıyamamıştım resmen. Çok güzel olduğuna emindim ama o kadar utanıyordum ki… Yusuf hocanın yüzüne bakamıyordum resmen. Birde ellerim titriyordu. Tabii tanıdık birisine denk geliriz diye de çok korkuyordum. Parmağımda yüzük vardı üstelik. Bayılmak üzereydim ve fotoğrafçıya girdiğimizde içeride kocaman süslü bir bahçeyle karşılaştık. Ben şaşkın şaşkın etrafı seyrederken Yusuf hoca da fotoğrafçıyla konuşuyordu.
“ Eşimle ilk yılımız. Bir fotoğraf çekimi yapmak istiyoruz da. “ dediği an irileşen gözlerimle döndüm suratımı ona. Eşim mi demişti?
Kıpkırmızı olduğuma emindim… Yutkundum ve fotoğrafçıya da rol yapmak zorunda olduğumuzu anlayıp tebessüm ettim. Sonra Yusuf hoca bana doğru gelerek gülmeye başladı.
“ Hayatım… Gel şöyle geçecekmişiz. “ dedi sonra ve bana elini uzattı.
Hayatım mı demişti? Elimi tuttu ve birlikte bahçeye geçtik. O sırada kulağıma sessizce fısıldadı.
“ Bu çekim çok önemli. Bir kere yapacağız… Olabildiğince gerçekçi bakmaya çalışman yeterli. “ dedi.
“ Gerçekçi? Nasıl gerçekçi bakmam gerekiyor?” diye sorduğumda kameramanda ışıkları ayarlıyordu. Sonra Yusuf hoca gözlerime baktı ve gülümseyerek şöyle dedi…
“ Aşkla… Yani aşıkmış gibi… “ deyip tebessüm etti.
Aşıkmış gibi mi? Ama öyle nasıl bakabilirdim ki? Kalbim hızlanmaya başlamıştı. Nasıl bakmam gerektiğini bilmiyordum. Panik olmuştum. Her şeyi mahvedecekmişim gibi geliyordu, korkuyordum. Çok tedirgindim.
“ Hazırsanız ilk pozunuzu alalım. “ dedi fotoğrafçı.
Ben ne yapacağımı hala anlamamıştım ki Yusuf hoca birden elini belime sardı ve beni kendine doğru çekti. O an şaşkınlıkla ona dönerken göz göze geldik.
“ Böyle kal… “ dedi sonra, yutkundum.
“ Sen de elini onun ceketinin yakasına koy. “ dedi fotoğrafçı.
Titreyen ellerimi Yusuf hocanın yakasına koyarken o kadar yakındık ki… Resmen bana sarılıyor gibiydi. Göğsüm hızla ini kalkıyordu. Kalbimin sesini duyacak diye ödüm kopuyordu. Ona bu kadar yakın olmam beni çok tuhaf bir hale sokmuştu.
“ Çekiyorum. “ diye seslendi fotoğrafçı.
O sırada Yusuf hocanın bakışları yüzümde gezinmeye başladı. Fakat sanki çok farklı bakıyor gibiydi… Bakışları çok değişikti… Yoksa… Yoksa aşkla bakmak dediği bu muydu?
“ Pozunuzu değiştirebilirsiniz. Mesela Yusuf bey eşinizin arkasına geçin ve ona sarılın. Hanımefendi sizde ona yaslanın ve elinizi eşinizin suratına koyun. “ dedi.
O an Yusuf hoca ile birbirimize baktık ve ben anlamamış gibi boş boş suratına bakarken o benim arkama geçti ve usulca belime sarıldı. Bende başımı göğsüne yasladım ve elimi yanağına getirdim.
“ Biraz çekici bakar mısınız hanımefendi? “ dedi fotoğrafçı.
Utanç dolu bakışlarımı çevirmeye çalıştım hemen. Bu işin daha fazla uzamasını istemediğim için elimden geleni yapmaya çalışıyordum işte…
“ Şimdi eşinizin omzundan öper misiniz? “ dedi fotoğrafçı…
O an Yusuf hoca arkamda olduğu için yüz ifadesini göremiyordum ama böyle bir şeyi yapmazdı herhalde? Hiç Hareket etmedim ve bir şey demesini bekledim… Bunu kabul etmezdi herhalde? Titriyordum, gözlerim fotoğrafçıda kulağım ise Yusuf hocadaydı. Daha neler demese bile başka bir poz verelim diyebilirdi değil mi? Bence o da ne yapacağını bilmez haldeydi. Korkmaya başlamıştım ve birden Yusuf hocanın yavaşça omzuma doğru eğildiğini hissettim… İşte şimdi kalbim yerinden çıkacak bende yerin dibine girecektim… Gözlerimi büyük bir utançla kapatırken Yusuf hoca da usulca sol omzumdan öptü…Fotoğraf makinesinin şık şık sesleri doldu kulağıma. Bu sahne gerçek miydi sahiden…
“ İsterseniz birde dudak dudağa alalım? “ dedi fotoğrafçı. Artık dayanamadım ve aniden öne doğru bir adım atıp haykırdım.
“ E çuş yani! “ diye bağırdım birden. Yusuf hoca kolumdan tutarken fotoğrafçıyı dövmek üzereydim.
“ Kızmayın efendim, genelde böyle poz çektiren çok oluyor onun için… “ dedi ve ben yumruğumu sıkıyordum.
“ Sağ olun o tarz şeyler bize biraz ters böyle her ortam içinde… Bu pozlar yeterli bence. Bunları alalım biz.” dedi ve belime sarılarak beni sakinleştirmeye çalıştı.
Sinirden delirmek üzereydim ve daha fazla fotoğrafçıda durmak istemeyerek kapının önüne çıktım. Yusuf hoca da adamla bir şeyler konuştu. Sesleri geliyordu. Fotoğrafları bir saat sonra alabileceğimizi söylüyordu. İnanamıyordum ya… Resmen omzumdan öpmüştü! Ben tepki koymasam kesin dudağımdan da öperdi! Kollarımı birbirine bağdaştırmış beş karış suratla beklerken Yusuf hoca çıkıp geldi. Biraz trip atıyor gibi görünebilirdim ama haksız değildim.
“ Tamam biraz sakinleşebilirsin bence… “ dediğinde gözlerine bakmıyordum.
“ Yine gözlerini kaçırıyorsun. Seni öpmezdim biliyorsun. Hem adam nereden bilsin gerçekten karı kocayız sandı. “ dedi sitem edercesine ve tutamadım kendimi.
“ Omzumdan da öpmezsiniz sanıyordum! “ dedim sitemle. O an biraz tuhaf oldu ama sonra hemen gevşedi.
“ Gerçek bir öpücük değildi. Sadece muş gibi yaptım… Öpüyormuş gibi… Sende nasıl bir his bıraktı bilmiyorum ama… “ dedi ve tek kaşını kaldırdı. Yutkundum, kıpkırmızı olmuştum. Ne diyeceğimi bilemedim ve bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarımı araladım.
“ Ben sen bir şey demeyince… Özür dilerim yine de. “ dedi sonra.
Birlikte arabaya doğru yürüdük. Saatine baktı. Sanırım resimleri beklememiz gerekiyordu. Normal saatlerde şimdiye kesin eve gitmem gerekiyordu ama abim geç geleceği için biraz olsun içim rahattı.
“ Şurada bir şeyler içelim mi? “ diye sordu. Üzerime bakındım…
“ Böyle mi? “ diye sordum. Tekrar süzdü beni ve evet anlamında başını salladı. Sonrada tutmam için elini uzattı. Sokaktaki insanları da inandırmak zorunda değildik değil mi?
“ Düşebilirsin. “ dedi sonra. Bende bana madam gibi davranmasını istemediğim için elini tutmadım ve usulca koluna girdim…
Birlikte biraz yürüdük. Ben ne kadar gerginsem o da o kadar rahat duruyordu aslında. Kafeye girdik. Manzarası güzel bir köşeye geçtik ve oturduk. İki tane menü geldi önümüze. Yusuf hoca şarapların olduğu kısmı açtı direkt. Şaşırmıştım ama hiç belli etmedim. Ben de limonatalara bakıyordum. Çabuk karar verip menüyü kapattım. Garson geldiğinde ise bir limonata birde şarap söyledik.
“ Sarhoş olmaz mısınız? Araba kullanacaksınız. “ dediğimde biraz meraklı gibiydim, güldü.
“ Hayır olmam. Dozunda içeceğim zaten normalde de çok sarhoş olan birisi değilim. Açıkçası şuan bu haldeyken şaraptan başka bir şey içemezdim. “ dedi.
Ne varmış halimizde demek istedim ama ses etmedim. Sonra içecekler geldi. Yusuf hoca telefonu aldı eline. Bir şeylere bakmaya başladı. O sırada ortam çok sessizleşti ve ben normalde sormamam gereken daha doğrusu beni hiç alakadar etmeyen bir şey sormak istedim.
“ Sevgiliniz var mı? “ dedim birden.
Yusuf hoca başını telefondan kaldırırken bir an duraksadı. Sonra telefonunu usulca masanın üzerine bıraktı ve şarap bardağını kavrarken biraz düşünür gibi oldu. Birkaç saniye sonra ise dudaklarını konuşmak için araladı.
“ Hayır, yok. “ dedi net bir şekilde ve şarabı ağzına götürdü. Başka bir şey demedim. Zaten gerçekten sevgilisi olsa neden benimle sahte bir evlilik yapmak zorunda kalsın ki? Ne kadar saçma ve mantıksız düşündüğümü hissettim.
“ Neden merak ettin? “ diye sordu. Omzumu sirktim.
“ Hiç “ dedim sadece, hiç… Neden merak edeyim ki? Laf olsun diye sormuştum.
“ Senin? “ diye karşılık verdi.
“ Yani öğretmenimle böyle bir şeyi konuşmak istemezdim. “ dediğimde güldü.
“ Ben bir cevap verdim ama? “ dedi sonra. Limonatamdan içtim.
“ Tercihinizdi… “ deyip tebessüm ettim.
Bir müddet farklı şeylerden konuştuk. Bu sohbet içerisinde Yusuf hocanın biber yiyemediğini, çekirgeye alerjisi olduğunu, kahvesini orta şekerli içtiğini ve geceleri saat 2 gibi durduk yere mutlaka uyandığını öğrendim. Bütün bunlar karışık ama zararsız bilgilerdi. Ayrıca müzikle de uğraştığını ve çok iyi bir sporcu olduğunu da söyledi. Sporcu kısmı inanılır derecedeydi ama müziğe çok şaşırmıştım. Hem bütün bunları yapıyor oluşu da çok ilginç gelmişti bana. Hangi birine yetişiyor acaba dedim içimden. Biraz güldük. Bir ara da birer dilim pasta söyledik. O çikolatalı istedi ben çilekli. Çilek çok sevmiyorum dedi ama pastamın da tadına baktı. Çoğunlukla ben dinledim onu. Zaten benim anlatacak çok şeyim yoktu. Hem onun hayatı daha eğlenceliydi. Benim hayatım gibi değildi ki. Benim hayatım dramdı. O komik ve eğlenceli bir yaşama sahipti. Üstelik konuştukça aramızdan bir şeyler kalkıyor gibi olmuştu. Yani en azından yanında suspus olmak zorunda değilmişim gibi bir şey hissettim.
Daha sonra çok zaman harcadığımızı fark ettik ve resimleri almak üzere kafeden kalktık. Ben arabaya geçtim, o da resimleri alıp geldi. Açıkçası utandığım için resimleri Yusuf hocanın yanında bakmaya cesaret edemedim pek. O yüzden de görmek istemedim. O da üstelemedi pek ve arabayı surdu. Yine bir şarki açmıştı radyodan. Bende camı indirmiş, saçlarımın havalanmasına izin vermiştim… Köye biraz yaklaşınca ise arabayı sağa çekti ve durdurdu.
“ Bir şey mi oldu? “ diye sordum merakla ve torpido gözünden bir zarf çıkardı. Zarfı açıp inceledikten sonra bana doğru uzattı.
-Yusuf
Kağıdı Duru’nun ellerine verdiğimde o da şöyle bir göz gezdirdi ve bana döndü.
“ Ne yapacağım ben bunu? “ diye sordu.
“ Şiir provası yapacaktık… “ diye fısıldadım. Müziğin sesini kıstım sonra ama tamamen kapatmadım. Zaten slow bir şeyler çalıyordu. Dışarısı kapkaranlıktı ve sadece arabanın ışığı yanıyordu. Duru elindeki kağıdı yavaşça katlayıp bana geri uzattığında şaşırdım.
“ Ben bunu ezbere biliyorum zaten. “ dedi. Sonra gülümsedim ona ve bakışlarımı sanki hiç kırpmayacakmışım gibi gözlerine sabitledim. Neden bilmiyorum ama heyecanlanmıştım. O da öyle görünüyordu. Dudağının kenarını ısırdı ve derin bir nefes aldıktan sonra başını çevirmesini beklerken gözlerini bana sabitledi…
“Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmakta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte....
Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu'nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil..
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil...”
Gözlerini bir kez bile ayırmamıştı gözlerimden. O kadar güzel, o kadar etkileyici okumuştu ki şiiri… Adeta aklımı başımdan almıştı. Sanki içerisi 50 dereceymiş gibi yanmaya başlamıştım. Hiçbir satırında bakışlarını kaçırmamıştı… O ses tonu… Rüzgar estikçe gelen kokusu… İçimde bir şeyler oluyordu sanki ama bilmiyordum ne?
“ Hiç kırpmadın… “ diye fısıldadığımda sesim güçlükle çıkmıştı. O an yüzünde çok ciddi bir ifade vardı.
“ Bakışlarımı sizden kaçırmayınca bana inanacaktınız. Bu yeteri kadar inandırıcı olduysa eğer… Bir daha beni düşünmenize hiç gerek yok. Bence geriye başka bir şey kalmadı. Resimlerde tamam olduğuna göre… Unutabiliriz değil mi? Bu oyunu… “ dedi ve parmağında yüzüğü çıkardı.
“ Hocam, artık sadece sizin söylediğiniz üzere eve gelecek olurlarsa yollarımız kesişir. Bende kendi hayatıma daha rahat bakabilirim. “ dedi ve yüzüğü elime verdi, yutkundum. Biraz tuhaf olmuştum… Hemen toparlanmaya çalıştım ve arabayı çalıştırdım.
“ Tabii! Çok teşekkürler her şey için. En azından bugünkü sabrın için. Zaten bir daha böyle bir şey olmaz. Bu resimler bizi epey bir idare eder. “ deyip zorla gülmeye çalıştım.
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da… Sesi kulaklarımda yankılandı o an. Sesi de şiir gibiydi… Hiçbir şey söylemedim yolun devamında. Susmayı tercih ettim. Ya da onun vereceği tepkiyi bilemediğim için çekindim bilmiyorum.
Evinin önüne geldik. Işıkları yanmıyordu.
“ Abin evde yok mu? Anahtarın var mı? “ diye sordum. O sırada çantasında anahtarlarını aradı.
“ Abim geç gelecekti ama birazdan gelir. “ dedi ve çantasından anahtarlarını çıkardı. Fakat çıkarır çıkarmaz benim gözüme çarpan kelebek şekli olmuştu. O an durup anahtarlığa şöyle bir baktım. Ben bu anahtarlığı biliyordum.
“ Anahtarlığın güzelmiş. “dedim bırakırken.
“ Evet hocam. “ diye geçiştirdi hemen. Ben bu anahtarlığı Burak ders de oynayıp ses çıkarıyor diye alıp iki gün dolabımda saklamıştım…
“ İyi akşamlar… “ dedi ve indi arabadan. Ben ise bir tebessümle uğurladım onu ve eve gittim. Tek sorun her zamankinden çok daha değişik hissedişimdi ama nedenini bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum…
-DURU
Evin kapısını kapatır kapatmaz elimi kalbime koydum ve nasıl attığını hissettim… Fakat bu şekilde salonda oyalanacak halim yoktu. Bir kere üzerimdekilerden kurtulmam gerekti. Abimin karşısına böyle çıkamazdım. Muhtemelen bunları da elbise dolabımın en altına saklardım. Hemen banyoya koştum. Önce ayağımdaki topukluları çıkardım. Gerçekten ayaklarım şişmişti. Allah’tan çok fazla yürümek zorunda kalmamıştım bunlarla. Fakat elbiseyi çıkarmadan şöyle bir aynanın karşısına geçmek istedim ve bu halim gerçekten inanılmaz görünüyordu. Güldüm kendi kendime. Derken elim omzuma gitti ve yine istemsiz gözlerimi kapattım. Sanki o anı tekrar tekrar yaşıyormuşum gibi…
“ Şimdi eşinizin omzundan öper misiniz? “ dedi fotoğrafçı…
O an Yusuf hoca arkamda olduğu için yüz ifadesini göremiyordum ama böyle bir şeyi yapmazdı herhalde? Hiç Hareket etmedim ve bir şey demesini bekledim… Bunu kabul etmezdi herhalde? Titriyordum, gözlerim fotoğrafçıda kulağım ise Yusuf hocadaydı. Daha neler demese bile başka bir poz verelim diyebilirdi değil mi? Bence o da ne yapacağını bilmez haldeydi. Korkmaya başlamıştım ve birden Yusuf hocanın yavaşça omzuma doğru eğildiğini hissettim… İşte şimdi kalbim yerinden çıkacak bende yerin dibine girecektim… Gözlerimi büyük bir utançla kapatırken Yusuf hoca da usulca sol omzumdan öptü…Fotoğraf makinesinin şık şık sesleri doldu kulağıma. Bu sahne gerçek miydi sahiden…
Gözlerimi hızla açarken suratıma bir iki tane minik tokat attım. Kendine gel Duru! Kendine gel kızım! Delirdin mi? Unutman gerekirken neler düşünüyorsun… Kızmıştım kendime. Tamam evet içimde değişik bir his ve heyecan vardı ama o da normaldi. Yani sonuçta bir oyunun içindeydim ve birazda oyun oynamak zorunda kalmıştım.
Derin bir nefes alarak üzerimdeki elbiseyi çıkardım ve kenara koydum. Sonra da suyu açtım ve parmaklarımla sıcaklığını kontrol ederken bir anda altına girdim… Sıcak su tenime değdiği gibi beni rahatlatmaya yetmişti sanki… Gözlerimi kapattım ve kendime gelmeye çalıştım. Tabii birde hayatımın arka planında bir şarkı çalıyordu. Fakat bir dakika… Neden gözlerimi kapattıkça onu görüyordum?
“ Bu çekim çok önemli. Bir kere yapacağız… Olabildiğince gerçekçi bakmaya çalışman yeterli. “ dedi.
“ Gerçekçi? Nasıl gerçekçi bakmam gerekiyor?” diye sorduğumda kameramanda ışıkları ayarlıyordu. Sonra Yusuf hoca gözlerime baktı ve gülümseyerek şöyle dedi…
“ Aşkla… Yani aşıkmış gibi… “ deyip tebessüm etti.
Bence artık beni rahat bırakırdı. Yani sonuçta işlerimiz bitmişti. Ee inanmıştı da! Ondan kaçmayacağıma… Kaçmam ki! Zaten kaçmıyordum da! Kafasında kurmuş her şeyi. Bu alt tarafı bir imza, gerçek bir evlilik değil ki. Yani bu durumda neden kaçacakmışım? Tamam biraz utanmış olabilirim ama hadi ama! Kaç kiş öğretmeniyle evlenir ki? Hiç kişi…
-Yusuf
Soğuk suyu açıktan sonra üzerimi çıkardım ve bir anda altına girdim. Su buz gibi olduğu için önce bir afalladım ama o kadar iyi geldi ki… Adeta beni kendime getirdi. Biraz sersemletti fakat oldukça iyiydi. Bugünü başka şekilde kapatamazdım zaten. Ellerimi saçlarıma attım ve tam o sırada parmağımda unuttuğum yüzüğü fark edip duraksadım.
“ İyi bir oyun oynamalıyız… “
Gülmeye başladım. Duru’nun o utangaç ama bir o kadarda tatlı halleri geldi gözlerimin önüne. Dudaklarını aşağı doğru kıvırışı… Fotoğrafçıya saldırıya hazırlık anı… Topuklularıyla mücadelesi ve elbisenin içinde o muazzam hali…
“ Tamam çıkıyorum… “ dedi sonra ve bakışlarımı siyah kadife perdeye sabitledim.
Sonra birden elini gördüm. Yavaşça perdeyi açtı ve dışarıya doğru bir adım attı… Siyah saten bir elbise… Sol tarafında bir miktar yırtmaç vardı, ince askıları, drapeli göğüs detayı ve pırlanta taşları olan siyah saten bir elbise… O an resmen donup kalmıştım… Gözlerim ne gördüğüne inanamazken nefes alışlarım durmuş, kalp atışlarım ise hızlanmış gibiydi… Yutkundum, bir elbise bir insana bu kadar mı yakışabilirdi? Sanki onun için dikilmiş gibiydi. Gözlerimi alamadım… O sırada görevli personel bir çift bilekten bağlamalı ayakkabı getirdi ve Duru’nun önüne bıraktı. O da ben bu topuklularla yürüyemem der gibi baktı bana. Tebessümle kalktım yerimden.
Gerçekten çok iyiydi… Yani her anlamda. Beni dinleyişi bile çok farklıydı. Sanki ne dersem diyeyim ne saçmalarsam saçmalayayım hiç unutmayacakmış gibiydi. Söylediğim her ayrıntıyı kafasına yazıyor gibi dinlemişti beni. Belki de ben öğrencim olduğu için öyle sanıyordum. Ya da o, beni dinler gibi değil de, bir öğretmeni dinler gibi dinlemiş olabilirdi. Ah tabii… Neyse ki istediğim olmuştu. Artık benden kaçmayacağına emindim en azından. Yani gözlerime bakarak şiir okuyuşundan anlamıştım bunu. Tabii ya şiir! Ses tonu da gerçekten çok güzeldi ya da bana bir şey olmuştu ve ben Duru’nun her şeyini harika bir şeymiş gibi görmeye başlamıştım. Birde aptal aptal gülme olaylarıma çok acil bir son vermem lazımdı. Özellikle fotoğrafçının üzerine yürüdüğü sahne… Tam bir fiyasko!
Bornozuma sarılıp duştan çıkar çıkmaz yatak odama geçtim ve saçlarımı kurulamaya başladım. Tam o anda yatağın üzerine bıraktığım çerçeveleri gördüm. Henüz açıp bakmamıştım bile. Merak da ediyordum açıkçası. Elimdeki havluyu bırakırken yatağın üzerine oturdum ve paketi dikkatli bir şekilde açtım. Resimlerin birer tanesini aynı zamanda çerçeveletmiştim. İlk karşıma çıkan ise Duru’nun omzunu öptüğüm fotoğraftı. Fotoğrafı siyah beyaz yapmışlardı ve görünce inanamadım. O kadar efsane olmuştu ki tıpkı manken gibi duruyorduk… Ya da tıpkı gerçek bir çift gibi… Üstelik Duru’nun gözleri kapalıydı. Fotoğrafçı ona bunu söylememişti…
“ Tamam biraz sakinleşebilirsin bence… “ dediğinde gözlerine bakmıyordum.
“ Yine gözlerini kaçırıyorsun. Seni öpmezdim biliyorsun. Hem adam nereden bilsin gerçekten karı kocayız sandı. “ dedi sitem edercesine ve tutamadım kendimi.
“ Omzumdan da öpmezsiniz sanıyordum! “ dedim sitemle. O an biraz tuhaf oldu ama sonra hemen gevşedi.
“ Gerçek bir öpücük değildi. Sadece muş gibi yaptım… Öpüyormuş gibi… Sende nasıl bir his bıraktı bilmiyorum ama… “
Bir diğer resimde en az bunun kadar havalı duruyordu ve hepsi beni çok etkilemişti. Bunları Duru’nun da görmesini isterdim ve hatta özellikle burada gözlerini neden kapattığını sorardım… Gülmeye başladım ve komodinimin üzerine koyduğum saç tokasını aldım elime. Örgülü… Gerçekten saçlarını serbest bırakmalısın, cidden...