Kapadokya’dan döneli neredeyse dört gün olmuştu. Yine ayrı şehirlerde, ama tek bir frekansta atan iki kalp... Gün boyu özlemle yanıp tutuşuyor, iş çıkışı telefonlar açılıyor, iki saatlik çağrı süresi dolup kapanıyor ve ardından hiç vakit kaybetmeden tekrar aranıyordu. Neredeyse her gün saatlerce konuşup günlerini, hissettiklerini paylaşıyorlardı. Ece, sabah uykusuzluğun pençesinde biraz geç kalmıştı. Şimdi bilgisayar başında, gözleri yarı açık şekilde ekrana bakarken, sabahtan beri içtiği, iki duble espresso sayesinde ayakta kalmaya çalışıyordu. Tek planı vardı: Sevgilisi bugün gelecekti ve o kokusuna doya doya uyuyacaktı. Yan masadan Burcu eğilip hafifçe dürttü. “Bebeğim, Türk kahvesi yapıyorum, sen de çağrını kapatınca gel,” dedi. Ece çağrıyı sessize alıp hızlıca yanıtladı. “Tamam kuz

