Barlas Yağızefe

2128 Words
Yetimhane duvarı sanki hapishane hissi veriyordu. Duvarın arkasında ilk görüşte insanı kandırmaya yetecek tüm güzellikleri barındırıyordu. Kocaman bahçesinde yeşilin en güzel tonuyla süslenmiş çimler , üzerlerinde baharın simgesi papatyalar ve üç katlı binayı saran petunya çiçekleri… Bir gün dikkatle petunya çiçeklerini incelerken öğretmenim yanıma gelmişti. ‘’Barlas, bu çiçeğin adını biliyor musun? ‘’ dedi. Ben ise kafamı iki yana sallayarak bilmediğimi ifade etmekle yetindim. ‘’Petunya. Umudun çiçeği. Her şeyi kaybedebilirsin ama umudunu asla. Belki şuan asla bir ailen olmayacağını yeni gelen ailelerin ise asla seni seçmeyeceklerini düşünüyor olabilirsin. Ama belki de petunyalar senin içinde bir gün açacaktır. Petunyalar açtığı sürece umut hep olacak ve senin içinde zamanı gelecektir.’’ Ben beklemek , umut etmek ile yıllarımı geçirmeye başlamıştım bile. Ama ne beni merak edip gelen bir ailem ne de her gün gelen koruyucu ailelerden biri bana sahip çıkmak istiyordu. Yıllar yaşıma günler , aylar yükledikçe bu umutlarım da gittikçe tükeniyordu. Yetimhanelerin hepsi benim ki gibi sanıyordum kurallara uymazsan dayakla çok şanslıysan da ceza alarak kurtuluyordun. Ben ceza almaktan daha çok korkuyordum. Çünkü cezaları karanlık odada geçirilen günlerdi. İlk bu cezayı aldığımda 4 yaşlarındaydım ve suçum sadece gece tek yatmamak için sakladığım oyuncaktı. Televizyon izlerken anne- babasına ya da oyuncağına sarılan çocukları görünce belki aitlik duygusu verir diye düşünsem de sonunun benim hayatımı etkileyecek karanlık oda olacağını hiç düşünmemiştim. İşte böyle böyle hapishane olduğuna inandığım bu yerde ne arkadaş ediniyor ne de kimseyle konuşuyordum. Pek çok sefer denesem de kendilerini korumak için tüm mızıkçılıklarını benim üzerime atıyorlar ve sonrasında o odaya ben gidiyordum. Dersler dışında konuştuğum ya da aktif olduğum başka hiçbir şey yoktu. Artık benimle sessizlik öyle özdeşmişti ki  koruyucu aileler konuşamıyorum zannedip hızlıca vazgeçiyorlardı benden. Bense beni her şeye rağmen alacak olan aileyi bekliyordum. Okuduğum kitaplarda hep öyle sevgiler sonsuza kadar sürüyordu. Bende ailemin beni herşeyimle sevmelerini kabullenmelerini bekliyordum. Ama bu bekleyiş bir türlü bitmiyor ve zaman acımasızca çok hızlı ilerliyordu. Bahçede yine büyük duvarların arkasında ki dünyayı izlerken öğretmenim Feride yanıma geldi. Gerçekten tüm öğretmenler arasında en iyisi kendisiydi. Bizlerin ne yaşadığını anlıyor kırılmayalım diye çok hassas davranıyordu. Yetimhanemizin disiplin ve cezalarının ağırlığı karşısında dolan gözlerine pek çok sefer şahit olmuştum. Bir keresinde ders çalışırken yatakhanede kendi içinde gruplaşan çocuklardan bir kısmı yanıma gelip benden notlarımı istemişti. Bense sadece yüzlerine bakıp hiçbir cevap vermemiştim. Çünkü küçükken benden elime aldığım her oyuncağı isterler sonra vermeyince döverler birde öğretmen gelince de suçu benim üzerime atarlardı. Ceza her zaman benim olurdu. Artık akıllanmış ve onlarla konuşmayarak kendi içimde bir dünya kurmuştum. Uzaklara bakıp hayal kurduğum parkta arkadaşlarımla oynadığım ailemin sonra seslenişi ‘’Barlas hadi eve oğlum’’ . ‘’Eve’’ nasıl bir duygu olduğunu asla bilmediğim o yer. Kendimi bildiğimden beri buradaydım. Hiçbir şekilde dışarı çıkmamış ve buradan kaçmayı düşünsem de kendimde o gücü bulamamıştım. Nasıl bulayım ki kendi güçsüzlüğümde güçlü kalmaya çalışıp buradaki bir grup çocukla bile başa çıkamazken koskoca İstanbul ile mi başa çıkabilecektim? ‘’Bana bak Barlas. Tüm sınavlardan en yüksek notu sen alıyorsun. Şimdi o kusursuz notlarını bize vereceksin.’’ ‘’Vermeyeceğim.’’ ‘’Duydunuz mu arkadaşlar bana ‘’vermeyeceğim’’ diyor. Sanırım karanlık odaya doyamadın özledin orayı. Şimdi ya ver ya da bu gecenin orada geçmesi için elimden ne gelirse yaparım.’’ Tehditleri işe yarıyordu çünkü gerçekten karanlık korkum gittikçe büyüyordu. Elimdeki not defterini yenilmişliğimi kabul edercesine uzattım. Yüzünde o gülümseme vardı. Kazanmış ve mutlu. Tam tutmak için oda elini uzattığında ‘’Bununla başa çıkabilirsin Barlas’’diye kendi içimdeki bene seslendim ve hemen defterimi geri çektim.   ‘’Artık olmaz! ‘’ diyerek kalacağım karanlık odayı kabul ederek ilk hayatta ki başkaldırı mı o gün yapmıştım. Okul müdürü gelip beni götürürken Feride hoca ile yine göz göze gelmiştim. Gözleri dolmuş benim için neredeyse ağlamak üzereydi. Ama ben bu sefer çok mutluydum. Bu ezilmiş ruhtan bağımsız bir kere olsun cesaretli bir hareket etmiştim. Tüm gece korkup yine gizli gizli ağlasam da bir yanım da güçlü hissetmişti.   İşte hep böyle oluyordu. Feride hocamı ne zaman görsem onun benim için dolan gözleri hep aklıma geliyordu. Bende bu yüzden bir tek ona kuruyordum cümlelerimi. Bazen susup anlaşıyorduk bazense sözcüklerle.   ‘’Barlas, sanırım sana aile bulduk.’’   Öyle şaşırmıştım ki ne yapacağımı bilememiş nasıl tepki vereceğime karar verememiştim. Öğretmenime direk sarılmıştım.   ‘’Nasıl yani? Benim artık bir ailem olabilecek mi hocam?’’   ‘’Evet ve şimdi seninle tanışmak istiyorlar. Onlarla benimle olduğu gibi konuşmayı dener misin? ‘’   Buna hiçbir cevap veremezdim çünkü bunun cevabını maalesef bilmiyordum. Feride öğretmenim ile toplantı odasına doğru ilerledik. Bu defalarca olmuştu ama bu sefer Feride öğretmenin heyecanından sanırım kaynaklanan o his bende de büyük bir ümit yaratmaya yetmişti.  Odaya girdiğimde gerçekten filmlerdeki gibi zengin adam rollerindeki bir adam ve bir kadın bana bakıyorlardı. Anne ve baba olmak için değil ananane ve dede olmak için sanki gelmişler gibiydi. Adam 1.70-1.75 boylarında , üzerinde gerçekten fazlasıyla kaliteli duran takımı ve mendili vardı. Gömleğinin iki yakasına tutturduğu metal bir aksesuarla gerçekten çok şıktı. Gözleri mavi, kır saçlarının altında pırıl pırıl bir his bırakıyordu. Parfümlerinin kokusu tüm odayı sarmıştı. Eşi ise perma olduğunu düşündüğüm açık kumral saçları , filmlerde izlediğim Türkan Şoray’ın o eşsiz kirpiklerine benzer kirpikleri ile gerçekten çok derin bakıyordu. İlk adımda bu zarafeti her halinden belli olan kadından geldi.   ‘’Merhaba , sizinle tanışmaktan mutluluk duydum. İsminiz?’’   Yine konuşamıyordum ama bu sefer beni böyle kabul etsinler diye değil bu sefer bu aile beni neden almak ister ki düşüncesiyleydi. ‘’Peki şöyle yapalım ben adım Semra Yağızefe buda eşim Tahsin Yağızefe.’’ ‘’Yalnızca Feride hanım biz bu genç delikanlıyı biraz daha küçük bekliyorduk. ‘’ dedi. İşte o anda tüm dünya başıma yıkılmıştı. Kim yetimhaneden 17 yaşında bir çocuğu almak isterdi ki. İşte şimdi vazgeçeceklerdi. İşte şimdi yine odama dönecek kendi küçük dünyamda kalacaktım.   ‘’Tahsin ne dediğine dikkat et lütfen.’’ Diyerek beni işaret etti. Sanki benim üzülmem onun için önemli ve değerliymiş gibi yüzüme sıcacık bir gülücük attı. İçimin ısındığını kabul etmeliyim. Dolan gözlerimden yaşlar akmaması için çabalarken acaba bana şans verirler mi diye yine de umudumu kesmedim.   ‘’Tahsin bey, siz benden akıllı, başarılı, saygılı ve en önemlisi sadık- idealist bir genç adam istediniz. Bu özellikleri tek barındıran yıllardır burada her hareketiyle gurur duyduğum Barlas’tır efendim. Eğer Barlas’a bir şans verirseniz onun ne kadar akıllı bir çocuk olduğunu göreceksiniz.’’ Sanki ben orada yokmuşum gibi konuşmalarına devam ediyorlardı. Odadan onlara hiç bir şey demeden çıktım. O sırada kapıyı kapattığımda  Semra hanım’ın sesini duydum .   ‘’Feride hanımcım, bu genç delikanlı acaba konuşma konusunda bir engeli mi var? Ah güzel yüzlü çocuğum bakışları ile nasılda etkilendi bizim söylediklerimizden bunu anlamamak imkansızdı. Tahsinciğim sende bazen yerinde konuşmuyorsun. Onun kırılabileceğini görmüyor musun?’’ işte buydu. Aradığım anne! Öyle hızlı koşmaya başladım ki merdivenlerden hemen inip bahçeye çıktım. Arkama nedensizce baktığımda camdan bana baktıklarını gördüm. Elimi okulun bahçesindeki Petunyalar’ın dikili olduğu toprağa daldırdım. Zarar görmesinden korkarak kucağıma köküyle beraber alıp koşarak yeniden binaya girdim Nefes alışverişim kulağımdaydı. Gögsüm hızımdan nefes alırken acıyordu. Odanın kapısını yeniden tıklatıp girmem söylendiğinde girdim.   ‘’Semra hanım, bu çiçeği sizin için almak isterdim ancak gördünüz ki bahçeden sizin için kendi ellerimle getirebildim. Köklerine zarar vermeden yeniden ekerseniz sevginiz ile daha güçle büyüyeceğine inanıyorum.’’ Semra hanım şimdi benim ona baktığım gibi dolu dolu gözlerle gözlerime bakıyordu. ‘’ bu çiçeğin ismini ve anlamını biliyor musunuz Tahsin Bey?’’ diyerek sorumu bu sefer Tahsin beye yönelttim.   ‘’Hayır genç adam bilmiyorum.’’ Dedi. ‘’ Bu cicek Petunya’dır. Umudun çiçeğidir. Solar ama yeniden açar. Umut hiç bitmez. Ben bu çiçeklerle bir gün buradan aile kelimesini öğrenerek bir soyadım olarak çıkacağımı hep umut ettim. Evet gün geldi soldum. Ama her solduğum günde daha çok çalıştım. Daha çok çabaladım ki umut ettiğim ailem geldiğinde onları zorlayacak bir çocuk olmamalıyım diye.’’   Tahsin bey’in ne kadar etkilendiğini görebiliyordum. Artık öğretmenim Feride Hanım da gözyaşlarını saklamıyordu. Artık öğretmenim Feride Hanım da gözyaşlarını saklamıyordu. Beni evlat edinmeseler de duygularımı bilmelerini istemiştim. Artık görünmez değil görünmek istiyordum. Bana birilerinin inanmasına ihtiyacım vardı.   ‘’Evlat ileride ne olmak istiyorsun? ‘’ ‘’ Mesleğinin gereklerini layığı ile yapan başarılı bir avukat. ‘’ Tahsin bey oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp yanıma geldi. Göründüğünden daha heybetli bir yapısı vardı. Açıkçası beklemediğim anda böyle bana doğru gelişi beni korkutmuştu. Yanlış bir şey mi söylemiştim? Bir anda elini kaldırınca yetimhanede yediğim dayaklardan kaynaklı olmalı ki hemen başımı eğdim. Ancak iri ve tombul elleri saçlarımı sevince yukarı doğru baktım. ‘’İleride herkes seni tanıyacak. Avukat dendiğinde ilk akla sen geleceksin. Barlas Yağızefe.’’   Ne ! Ne ! Doğru mu duymuştum. Bana Barlas Yağızefe mi demişti? Kendi soyadı ile mi seslenmişti.  Bir Tahsin Bey’e bir Semra hanım’a bakıyordu; Feride hanım ise mutluluktan Semra hanım’a sarılıyordu.  Benim artık bir ailem olmuştu. Yıllardır özlemini çektiğim bu duyguya ulaşmıştım. ‘’Ben şimdi ne yapmalıyım bilmiyorum Tahsin bey lütfen bana ne yapmam gerektiğini şuan nasıl davranmam gerektiğini söyler misiniz? ‘’dedim. Çünkü yapacağım hareketin onları kararlarından geri döndürür ihtimalinden bile ölesiye korkuyordum.   ‘’Bana baba , Semra’ya da anne diyerek sarılabilirsin oğlum.’’  belki 17 yıllık hayatımda ağlıyor ancak ilk  kez mutluluktan ağlıyordum. Tahsin babamın elinden öpmek istediysem de o beni kolları ile kucakladı. Benim ona gitmemi beklemeden benim gibi ağlayan gözlerle Semra annem de geldi ve beni kucaklarken kulağıma ‘’hoş geldin oğlum.’’ dedi.  … Artık eve alışmış odamın tadilatı bitmiş herşey göründüğünden daha güzel olmuştu. Evi ilk gördüğümde öylesine kocaman gelmişti ki iki kişi için ne kadarda büyük demiştim. Bu evlere yalı dendiğini işte o zaman öğrendim. Boğazda deniz ile yan yana bir balkonu vardı. Arka tarafta bahçesi ve benim eve girdiğim ilk günden beri ilk arkadaşım Dost vardı. Dost siyah beyaz melez bir ırk köpekti. İri gözleri ile öyle masumdu ki hiçbir hayvan ile tanışmamış olan ben bile hiç korkmadan ona dokunabilmiştim. Annem ve babam evin tüm hazırlıkları bittikten , gerekli tüm alışverişlere götürüp almayın desem de kocaman bana bir giyinme dolabı yaptıktan sonra evde bir hoş geldin partisi düzenlemek istediklerini söylediler. ‘’Bu beni çok mutlu etti. Ancak ben parti hakkında ne yapılır bilmiyorum. Hiç doğum günüm bile olmadı. Sizi zora sokacak bir davranışta bulunmak istemem.’’   ‘’Bak oğlum, sen bizim oğlumuzsun ve çok akıllı bir genç adamsın. Gelecek tüm misafirlere kendin olman yeterli. Biz seninle gurur duyuyor olacağız. O zaman yarın hem doğum günün olsun hemde hoş geldin partin anlaştık mı? Bundan sonra senin doğum tarihin 21 Eylül ‘’ dedi Tahsin babam şen kahkasıyla gülerek. Umut ettiğimden bile güzeldi bu aile. Fazlasıyla sıcak. Parti günü gelmişti bile ve böyle nice partileri bitirmiştik ailemle. Artık onların hayatlarına iyice alışmış hatta onlardan biri olmuştum. Normalden daha fazla çalışıyor eve gelen tüm özel öğretmenlerimi sorularımla boğuyordum. Yurtdışına gitmem için destekleyen babamın fikrine saygı duyuyor ama onlarsız geçen yıllarıma onlarsız yeni günler eklemek istemiyordum. Ancak kariyerim için bunu yapmamın önemini vurguluyorlardı. Artık çoktan 24 yaşıma gelmiştim. Hukuk üniversitesini birincilikle bitirmiştim. İtalya’dan gelen başvuru kabul mektubuyla artık ailemden ayrılma günüm yaklaşmıştı. Bu seferde veda etmek için toplanmıştı tüm çevremizdeki insanlar bana. Hepsi babamın ve annemin gözlerine girmek istercesine yarışıyor bana onların yanlarında bir prensmişim gibi davranıyorlardı. Ta ki içecek bir şey almak için barın oraya gittiğimde fısıltıyla olan konuşmalarını duyana kadar.   ‘’Bakar mısın? Allah’ın yetimi geldi tüm servetin üzerine kondu. Akıllı çocuk paranın kokusunu aldı tabi bırakır mı? Tahsin anlayacak bu çocuk onları batırır da işte çok güveniyor görmüyor. Sanki gerçekten evlatlarıymış gibi davranışlarını gördün mü? ‘’ diyerek kahkahalar atıyorlardı. ‘’Yetim’’ , ‘’evlatlarıymış gibi’’ bu kelimeler yıllardır unuttuğum kelimelerdi. O sırada mutlulukla gülümseyen aileme baktım. Elimdeki alkol bardağımı tek seferde dikip hakkımda konuşan bu kişilerin masasının olduğu yere şiddetli bir şekilde vurarak bıraktım.   ‘’Ben yetim değilim. Ben evlatları gibiymiş de değilim. Ben BARLAS YAĞIZEFE’yim !’’ annem koşarak gelse de yanıma artık gözüm dönmüştü. Anne bırak hava almaya ihtiyacım var diyerek arkamda meraklı gözleri bırakıp babamın mezuniyet hediyesi spor arabama atlayarak arabayı plansızca sürmeye başladım. Tam o sırada önüme biri atladı. Öyle şiddetli bir fren yaptım ki arabanın durmamasından korktum ve tahmin ettiğim gibi de çarpmıştım. Yere düşen kişiye bakmak için hızla arabadan indim ve koşarak yanına dizlerimin üzerine çöktüm. Daha bir çocuktu. Sarı saçları yere dağılmıştı. Gözleri kapalıydı. Bir yeri kanıyor mu diye bakarken gözlerini açıp bana baktı.   ‘’Ben iyiyim.’’ Diyerek yerden kalkmaya çalıştı. Kollarından tutup destek olmak istesem de izin vermedi. Hiç bir şey demeden sahile doğru topallayarak yürümeye başladı. Peşinden onu takip etmeye başladım. Az önce arabayla vurmuştum nasıl hiçbir şey demeden öylece gidebiliyordu. Bulduğu ilk banka oturdu. Öylece denizi izledi. Dayanamayıp yanına oturdum.   ‘’Merhaba , Küçük hanım. Az önce size çarptığım için özür dilerim. Bir yerinizde bir şey yoktur umarım.’’ Yine aynısı yüzüme baktı ve geri denize döndü.   ‘’İyi misiniz? Bu saatte burada olmanız pek güvenli değil sizi evinize bırakmamı ister misiniz?’’   Sessizlik.   Belki de saatlerce öyle durduk. Bir sürü soru sorsam da cevaplamıyor. Ne ağlıyor ne gülüyordu. Suratında tek bir ifade belirtisi bile yoktu. Sadece tek bir an o yüzü endişeyle bana döndü. Birileri sesleniyordu bir kadın ve bir erkeğin sesini duyabiliyordum.   ‘’Başak ‘’ diye bir isim çıkıyordu. Kadının sesi ağlayarak , adamın sesi ise panik içindeydi. ‘’Başak sen misin?’’ 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD