20. Bölüm

984 Words
20. BÖLÜM: SUSAN ŞEYİN NABZI Gece, kışlanın üzerine çöktüğünde herkes uyudu sandı. Ama bazı uykular sadece bedenle ilgilidir. Kalp, kendi vardiyasını tutar. Aylin (Ali), ranzasında sırtüstü yatıyordu. Tavan, gri ve soğuktu. Hiçbir şey sormuyordu. Ama kaçacak yer de bırakmıyordu. Koğuşta horultular vardı. Birinin uykusunda sayıkladığı kelimeler… Metal ranzaların arada bir inleyen sesi… Askerî düzenin sıradan gecesi. Ama Aylin’in içi, bu düzene uymuyordu. Gözlerini kapattı. Emre’nin sesi geldi. “Biz… daha önce bir yerde karşılaştık mı?” O cümle, bir soru değildi. Bir çatlağın ilk sesiydi. “Hayır,” demişti. Dudaklarından çıkan en ağır yalandı. Yalanlar bazen korunmak için söylenir. Ama bazı yalanlar… İnsanı içeriden yaralar. “Dayan,” dedi içinden. Bu kelime, artık bir umut değil… Bir görevdi. Sabah içtiması, rüzgârla başladı. Dağdan gelen soğuk, yüzlere çarpıyordu. Askerlerin nefesi buhar olup havada asılı kalıyordu. Her nefes… disiplinle alınıyordu. Emre sıranın önünde duruydu. Dik. Sessiz. Kontrollü. Ama Aylin fark etti: Bugün bakışları farklıydı. Bakmıyordu. Tartıyordu. “Bugün parkur,” dedi Emre. “Zamanla yarışmalı.” Askerlerin arasında bir kıpırdanma oldu. Ama Aylin için o cümle, herkesinkinden ağırdı. Zaman… Onun en büyük düşmanıydı. Parkur başladığında bedenler konuştu. Zihinler sustu. Toprak kaygandı. Halatlar sertti. Engeller affetmiyordu. Aylin koştu. Nefesi düzenli tutmaya çalıştı. Bandaj, omzunda kendini hatırlattı. Her adımda, göğsündeki baskıyı hissediyordu. Ama durmadı. Çünkü durmak… Onun lüksü değildi. Bir engelde ayağı kaydı. Dizini yere vurdu. Canı yandı. Ama kalktı. Çünkü düşmek, onun hikâyesinde sıradandı. Asıl mesele… Kimsenin görmemesiydi. Emre, parkurun kenarında duruyordu. Gözleri farkında olmadan Karaca’yı izliyordu. Çok hızlıydı. Çok sessizdi. Çok inatçıydı. Bu “fazlalık”, Emre’nin içini huzursuz ediyordu. Son engel duvardı. Yüksek. Soğuk. Kaygan. Aylin tırmanmaya başladı. Kolları yandı. Nefesi daraldı. Bandajın altındaki baskı arttı. Nefes, göğsünde sıkıştı. Bir an… Dünya küçüldü. Aşağıdan bir ses geldi: “Karaca!” Emre’nin sesi. Aylin’in eli kaydı. Ve düştü. Ama yere çarpmadı. Bir çift el, sertçe yakaladı onu. Denge zorla sağlandı. Çok yakındılar. Fazla. Emre’nin nefesi, yüzüne değdi. Kalbinin atışı… Hissedilecek kadar yakındı. Bir anlık sessizlik oldu. Parkur… Dünya… Sanki durdu. “İyi misin?” dedi Emre. Bu ses… Komutan sesi değildi. Aylin hemen geri çekildi. Bir adım. Sonra bir adım daha. “İyiyim komutanım.” Ama sesi onu ele verdi. Çok hızlı. Çok kesik. Emre bakışlarını sertleştirdi. “Revir,” dedi. “Emir.” Bu bir tercih değildi. Revir, soğuk ve sessizdi. Kapı kapandı. Ama kilitlenmedi. Bu bile yeterince ağırdı. “Bandaj,” dedi Emre. “Aç.” Aylin’in elleri titredi. Ama itiraz etmedi. “Komutanım—” “Omuz,” diye kesti Emre. “Sadece omuz.” Aylin açtı. Katmanlar çözüldükçe nefesi hızlandı. Sakladığı şey… Sadece bir morluk değildi. Emre dikkatle baktı. Profesyoneldi. Ama bir an… Bakışı kaydı. Göğüs kafesinin çizgisine. Nefesine. Bandajın altında kalan hafif izlere. Hemen toparlandı. “Fazla sıkmışsın,” dedi. “Bu kadar baskı, nefesi keser.” Aylin yutkundu. “Alışığım komutanım.” Emre durdu. Bu cümle… Askerî değildi. Bir savunmaydı. “Alışmak,” dedi yavaşça, “İnsanı güçlü yapmaz Karaca. Sadece sessiz yapar.” Yeni bandajı aldı. Bu kez daha gevşek sardı. Elleri Aylin’in omzuna değdiğinde, ikisi de hafifçe irkildi. Temas, yasaktı. Bu temas, hem tehlikeli hem de sıradandı. Ama Aylin, gevşekliğin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Sıkılık bir zırh, gevşeklik ise bir ifşa riskiydi. Emre geri çekildi. “Düştüğün an,” dedi, “Bir şey fark ettim.” Aylin’in kalbi hızlandı. Gözleri yerdeydi. Kalbini duyacağını düşündü. “Ne komutanım?” Emre gözlerini ondan ayırmadan konuştu: “Korkmadın.” Aylin sustu. Nefesini tuttu. “Korkanlar bağırır,” diye devam etti Emre. “Sinirlenenler küfreder. Ama sen… sustun. Sanki düşüşün kontrolündeydi. Sanki bu senin planındı.” Bir anlık sessizlik. Revirin beyaz duvarları, sessizliği katladı. “Bu iyi bir asker özelliği,” dedi Emre. “Ya da…” Durdu. Cümleyi bitirmedi. Sanki bitirmek, bir şeyi kabul etmek olacaktı. “Çıkabilirsin.” Aylin kapıya yöneldi. Her adım, bir kurtuluş gibiydi. Tam çıkarken Emre arkasından seslendi: “Karaca.” “Emredersiniz komutanım.” Emre tereddüt etti. Sesi, o komutan tonundan biraz daha yumuşaktı. “Bazı yüzler,” dedi, “insana geçmişini hatırlatır. Ama bu… hatırlamak değildir. Hatırlamak, bilinen bir şeyin geri gelmesidir. Bu ise… Tanıdık bir yabancılık.” Aylin dönmedi. Sırtı ona dönüktü. Yüzünde bir savaş vardı. “Emredersiniz,” dedi sadece. Sesi kırılmamıştı. Ama içi paramparçaydı. Koğuşa döndüğünde gürültü vardı. Kahkahalar. Şakalar. Dünyanın sıradan sesleri. Ama Aylin için o sesler uzaktı. Kulaklarında Emre’nin son cümlesi çınlıyordu: “Tanıdık bir yabancılık.” Yatağına oturdu. Sırtı duvara dayalı, gözleri kapalı. Bir süre sonra, yastığının altından küçük bir naylon poşet çıkardı. İçinde iki kimlik vardı. Birincisini açtı: Lise kimliği. Fotoğraftaki kız gülümsüyordu. Gözlerinde bir umut, bir heyecan vardı. Saçları omuzlarına dökülüyordu. Adı: AYLİN KARACA. İkincisi: Askerî kimlik. Fotoğraftaki yüz ciddi, keskin. Saçlar kısa, gözler derin. Adı: ALİ KARACA. İki isim. Tek beden. İki hayat. Tek gerçek. “Sen,” dedi içinden Aylin’e, “Onun hayaline inanmıştın. ‘Sen de asker olacaksın bir gün,’ demişti sana. O gün, bu gün oldu. Ama sen… Burada, bunun içinde kayboldun.” Gözleri doldu. Ama ağlamadı. Ağlamak, lüks değildi. Ağlamak, bandajı ıslatırdı. Ağlamak, sesini boğardı. Ve sesi… Onun en büyük sırrıydı. Emre’nin sesi zihninde yankılandı: “Bazı yüzler geçmişi hatırlatır.” Aylin kartları yerine koydu. Poşeti sıkıca bağladı. Yastığın en derinine itti. “Hatırlatmasına izin vermeyeceğim,” dedi fısıltıyla. “Çünkü hatırladığı şey, senin. Ve sen… Burada yoksun.” Tavana baktı. Gri, soğuk, sabit. Bu kez emir gibi değil… Söz gibi söyledi: “Dayan.” Çünkü en ağır sır, Söylenmeyendi. Ve en zor görev, Kendi kalbini susturmaktı. Ertesi gün eğitim farklıydı. Harita okuma. Sessizlik içinde çalışmak. Kalemlerin kağıt üzerindeki sesi. Aylin masada, Emre’nin tam karşısındaydı. Başını kaldırmadan çalışıyordu. Ama her an, onun bakışlarını ensesinde hissediyordu. Bir ara kalemi düştü. Eğildi yerden almak için. Ve o an, Emre de aynı anda eğilmişti. Kalemi o aldı. Parmakları değdi. Bir elektrik çaktı. İkisi de geri çekildi. “Al,” dedi Emre. Sesi kısıktı. Aylin aldı. “Teşekkür ederim komutanım.” Göz göze geldiler. Bir saniyeden az. Ama o bir saniye, bir yıl gibiydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD