●
Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir der Tolstoy. Her iki olasılıkta yeni bir tanışmasıyla sonuçlanır. Ama bu hikaye birbirine yabancılaşan iki tanıdığın hikayesi.
Ve muhteşem bir hikaye mi?
Bundan emin değilim.
-Lal Asrın
1. BÖLÜM
GEÇMİŞİN GÖZYAŞLARI
2011
"Biz, birlikte büyüdükçe hislerimiz değişti. Eski çocukluk arkadaşları değiliz artık." dedim kendimi tükenmiş hissederken. Sıfırı tüketiyordum. "Eskisi gibi olmak için de çok geç. Çünkü yaşadığımız bu ilişki ikimizi geri dönülemez sınırların içinden çıkardı."
"Emelie." dedi sakin bir sesle. Kafası karışmıştı ama bana sersemce gülümseyerek bakmaktan vazgeçmedi. "Ben anlayamıyorum."
Omuzlarım söylediğim sözlerin ve söyleyeceğim sözlerin ağırlığıyla aşağı devrildi. "Birbirimize bu kötülüğü neden yaptık ki?" Soru ruhumu acıya boğarken nefesimi boğazımda tutsaklaştırdı. "Neden bana aşık oldun? Neden beni kendine aşık ettin? Beni sadece arkadaşın olarak göremez miydin? Aşık olmak zorunda değildin. Duygularını saklayabilirdin. Böylece beni de bu duyguların içine sürüklemezdin."
"İstedim ama yapamadım." dedi, sesi titremişti. "Neden birden böyle davranıyorsun Emelie, güzelim?"
"Birden değil. Çok düşündüm. Kez ve kez düşündüm hemde." Her şeyin sebebi o değildi. Bendim. "Sen bana sadece zarar veriyorsun!" diye bağırdım aniden. Derin bir nefes alırken, kalbimin ızdıraplı atışlarına dayanamamıştım. "Annesini kaybetmiş o küçük oğlan çocuğuna olan acıma duyg çok yanlış yerlere geldi. İçine sürüklendiğimiz bu ilişkinin başlamasının sebebi beni ilk kez öptüğün zamandı. Vazgeçersin sanmıştım ama senin bana olan sadakatini gördükçe bu bekleyiş kendimden nefret etmemi sağladı. Sabrım ve gücüm yok. Seni ve kendini kandırmayı bırakmalıyım."
"Emelie baştan sona titriyorsun. Neyin var?" derken kızarmış yüzüme beni koruma isteği ile uzattığı ellerine vurdum.
"Bunu artık yapma! Dokunma! Öyle bakma! Sevme beni!"
"İyi değilsin." dedi korkuyla. Ellerini havaya kaldırmış aramızdaki mesafeyi koruyarak bir adım uzağımda duruyordu. "Dokunmuyorum, bakmıyorum istemediğin sürecede yapmam bunları ama seni sevmemi engelleyemezsin. Benim sana karşı olan duygularımı engelleyecek gücüm yok."
"Kandırma kendini." diye fısıldadım, yaşlı gözlerle bana bakmayan gözlerine bakarak. "Sen sadece annesini kaybetmiş acıdığım o çocuktun. Küçükken bile sadece sana acıyordum. Hepsi bundan ibaretti. Sen acımayı aşk sandın. Burada her şeyi bitiriyorum. Ayrılalım."
Bayılmak üzereydim. Başım yüksekten düşermişim gibi bir baş dönmesiyle beni etkisine alırken kalbimi içinde biriken acı ve pişmanlıklarla kusmak istedim. Artık nefes alamıyordum. Titrek titrek iç çekiyordum. Bedenim yere devrilene kadar iç çekişlerim sessizliğimizde yankılanmıştı. Düşmeme ramak kala benim için yine o an, orada olan kolları bedenimi tuttu ve kendine bastırdı. Ellerimden biri göğsünün üzerine sıkı sıkı kapanırken, diğer elimle ağzımı kapattım. Bedenim psikoljim gibi bu zaman için O kadar güçsüz düşmüştü ki ayakta durmamın tek sebebi bana sıkı sıkı sarılmasıydı. Titreyen ellerim üşüyordu, göğsümün ortası işe mahşer alanıydı. Eğer ayrılmayı mı ölmeyi mi tercih etsen diye sorsalardı ölümü tercih ederdim. Ölüm anda yaşadığım acıdan daha fazla acıtmazdı.
Kötü bir kabus olmasını her şeyden daha çok diledim. Tüm önceki dileklerimden bile çok. Sıcaklığını yeniden hissedememe düşüncesi beni öyle bir korkuya mahkum etmişti ki, kalbim göğüs kafesimde gümbür gümbür atıyordu. Bir şeyler söylüyor beni ikna etmeye çalışıyordu. Sorular soruyordu. Ailemi suçluyordu. Ancak ben artık onu duyamıyordum. Kulaklarımda içinde atan ikinci bir kalbin uğultusu vardı sanki. Kendime çok kızgındım. Yine sıcak kolları arasında teselli arayışım bir kez daha beni kendimden nefret ettirmişti. Benim için aşktan daha önemli bir şey benliğimde hayat bulmuşken, bizi hiçe saymalıydım. O an bir ayrılık konuşmasından daha fazla yapmam gerektiğini gördüm. Bizden önce korumam gerekenler öncelikliydi. Bu yüzden atan kalbinin üzerini okşadığım göğsüne ellerimi yerleştirdim ve ittirdim. Sıcaklığı, titremelerimden uzaklaştı.
Kahverengi gözleri suçlu suçlu bakıyordu ama suçlu değildi belkide en masum oydu. Ondan sakladıklarımı bilseydi, ondan saklamak zorunda kaldıklarımı bilseydi beni ne pahasına olursa olsun asla bırakmazdı. Eğer öğrenseydi de daha kolay olurdu. Ancak bir şeyler için çok geç kalınmıştı. Kararlar verilmiş, seçimler yapılmıştı. Elimde gelen ben giderken ona duygularından ve zaaflarından arınmış bir kalp bırakmaktı. Kanadı kırık kuşun, kanadı her zaman kırılırdı. Çırptığı kanadın kemiğide ihanet edebilirdi kuşa, umutla güvendiği özgürlük hisside. Her şeyiyle kopardığım bağlardan, daha can yakanı onunda benimle birlikte ağlamasıydı. Yüzümü ellerinin arasına alarak, gözyaşlarını silerken kendi yaşları ıslatıyordu yanaklarımı.
"Emelie."dedi yalvarırcasına. Sesi ölücekmiş, son nefesini verecekmiş gibi tınılarla kıvranıyordu. Çaresiz haline şahit olmak katlanılamaz acıyı yığın haliyle üzerime yığdı.
Dayanacak ne gücüm nede kudretim vardı. Son günlerde yaşadığım psikoljik yıkımlardan sonra bir hastalık gibi hayatında yer tutmaya devam etmek büyük bir hata olurdu.
Terk etmek yapabileceğim tek çözüm gibi görünmüştü. Uzlaşarak ayrılmak yeniden denemeye ve ikinci şanslara açık bir kapı bırakırdı. Bunu istemiyordum. Yüzümü daha da kavradı. Bana doğru eğilip alnını alnıma dayadı. Korumam gerekenler için bizi kaybetmeye mecburdum. Benden daha fazla öyle büyük bir acı gördüm ki gözlerinde benimkinden daha büyük bir acı olmamalıydı onunki. Bir kez daha ittirdim. Geri çekilmek zorunda kaldı. Halâ bir nefes yakınımda olması her şeyi zora sokuyordu. Bu sefer beni koruyamazdı. Beni korumasına izin veremezdim. Sevgilimi kurtaracak olan bendim. Elimi havaya kalktı ve yanağına sert bir tokat attım. Tokat attığım yanağına kapandı avcu.
"Evcilik oyunumuz zevkliydi." dedim acımasızca. "Hatta bana evlenme teklifi bile etmen." Gözüm parmağımdaki gümüş alyansa gitti ve yüzüğü parmağımdan çıkardım. "Az kalsın unutuyordum." Parmaklarım arasında ki yüzüğü boş elindeki avcuna bıraktım elini, avuç içindeki alyansı parçalayacak kadar büyük bir güç kullanarak sıktı. "Eclilik hayalleri bile kurmuştuk bir ev çocuklar. Kızımız olursa adı Love olucaktı. Kulağa gerçekten aptalca geliyor... Öyle değil mi sevgilim?"
Sesi buz gibiydi, bıçak gibi keskindi can yakıcıydı. "Emelie, defol. Git."
O kadar iyi oynamıştım ki her insan bu hakaretleri ve can yakan itirafları duyduktan sonra karşısındaki insandan yani canavardan nefret ederdi. Son sözlerimden yeterince inandırıcıydı. Kapıya doğru ilerledim son kez ona baktığımda aşkımızın inancıyla bakan gözlerinde nefreti gördüm. O beni kovduktan sonra ikimizde hiç konuşmadık. Sessizce birbirimize baktık. Nefret dolu bakışlarını bir an bile olsun üzerimden çekmemişti. Şimdi böyle olsa bile benden kolay kolay vazgeçmeyecekti. Onu tanıyordum bana karşı olan duygularını çok iyi biliyordum. Giderken ağaç evimize son kez baktım. Çocukluğumuzun ve gençliğimizin bir kısmının geçtiği bizim ev diyebileceğimiz ağaç evimize...
Giderken yanımda bizden küçük, güzel ve bize ait bir parça götürüyordum.
Verdiğim savaşta içimde bizden, güzel eşsiz bir parça.
Rahmimde taşıdığım bebeğimizi
-Ekim 2022 /Paris-
Bebeğin suskunlukta çınlayan ağlayış sesleri mezarlıkta yankı bulurken çıplak ayaklarımla toprakta koşuyorum. Bebeğin ağlayış seslerine karışan, annenin bebeği için Tanrı'ya yalvaran yakarış seslerini de duyuyorum. Sesler birbirine karışıyor. Renkler soluyor ve ruhlar kararıyor. Yağmurun etkisiyle çamurlaşan toprağa bata çıka koşmaya sürdürüyor. Masum minik ruh yaşasın diye. Amansızca koşmayı sürdürürken nefes nefese kalmış, keskin soluklarım ciğerlerimi parçalayacak sertlikte dudaklarım arasında geçip gidiyor. Bu anlamsız yaşam savaşını bebeği için kazanmak isteyen bir annenin son yakarışları yine o boş mezarda bitiyor. Mezar boş. Ağlayış sesleri sükut buluyor. Tanrıya yalvarış. Annenin yakarışlarında sadece Tanrıya cevapsız yalvarışlar var.
Annenin bedeni boş mezara düşüyor ve toprak bedenini içine çekip alırken tanıdık toprak kokusu ruhuna kadar iğrenmesine sebep oluyor. Ellerinde kan, rahminden akan kanı durdurmayacak kadar aciz olduğu için kaderinili kabulleniyor. Gökyüzüne başını kaldırıp umutsuzca bakarken, düşen çi taneleri bile günahları gibi üzerine bulaşmış kanı temizliyemiyor. Mezarın içine bir adamın gölgesi düşerken, gölge tüm karanlığıyla titreyen kadının bedenini sarıp sarmalarken toprak, kan ve karanlık boğuyor çaresiz ruhunu. Elleri kalbinin üzerine gidiyor ve yapılabildiği tek şey sessizce ağlamak oluyor. Yağmur şiddetini arttırıp, yıldırımlar koyu göğü inletirken, adamın salt nefret dolu sesinden kendi ismini duyuyor.
"Emelie."
Sarsıcı bir irkilmeyle birlikte yattığım yataktan sıçrayarak uyanmak... Sırtımı ve çarşafı sırılsıklam eden can havliyle döktüğüm soğuk terler... Beni sarsan kabuslar ardından yeni günün ilk ışıklarıyla birlikte bu şekilde uyanmak rütinimdi. En azından bu sefer tüm koridoları, odaları kaplayan duvarlarda yankılanacak, hatta insanların kafa taslarının içinde bile çınlayacak bir çığlık atmamıştım. Bu o kadar alışagelmiş bir vaziyettiki artık kimse çığlıklarımı anormal bulmuyordu. Herkes evin büyük kızının geçmişe dayalı psikolojik sorunları olduğunu biliyordu. Bildikleri - bilmelerine izin verdiğim şey buydu. Yine geçmişimde yaşadığım anıların yansıması olan kötü kabuslardandı.
Sadece kabustu. Geçmişin ve gerçeklerin yansıması olan kötü bir kabus.
Bizden bana kalan bir kaç şeyden biri kötü kabuslardan çektiğim işkencelerdi. Geçmişte birlikte yaşadığımız anılar sadece çektiğim işkencelerin sessiz şahitleriydi. Diğer şey ise; Geçmişin zerrelik bir kısmından kalan hafif tebessüm ettiren anıları düşünmekti. Hiçbir yaşımda, ölene kadar o tebessüm ettiren anıları düşünmekten vazgeçemeyecektim. O anıları düşünmek benim için bir bağımlılıktı ve insan bağımlılıklarından kolay kolay kurtulamazdı. Kurtulmak istemiyordum. Unutmak ya da iyileşmiş olmak... Bağımlılık ulaşılabilir olduğunda herkese zevk veren, ulaşılamadığıı zamanda ise insana acı çektiren türden ilginç bir şeydi. Geçmişten olduğu gibi bağımlılıklarımdan kaçmayı bırakmıştım ve elbette kaçmayı hiç denemiş miydim, emin olamıyordum.
Dirseğimi terli yastığına gömerek, yattığım yerden doğruldum. Elim istemsizce karnıma gitmiş, parmaklarım karnımı okşamıştı. Tikimdi. Bu tikimden vazgeçmeliydim. Ya da her seferinde olduğu gibi içimden bir düşünce olarak geçirmekle yetinecektim. Vücudum kasıklarıma kadar ter içinde olduğu için yatak odam fazla soğuk olmadığı halde titriyordum. Hâlâ gördüğüm o kabusun etkisinden çıkabilmiş değildim. Nefret dolu sesten duyduğum Emelie diyişi kulaklarımda çınladı. O zamanda da olduğu gibi şimdi de acı veriyordu. Acı benden bir parçaydı. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ yaram, acım ilk gün ki kadar tazeydi.
Yara kanayıp duruyordu. Kanayan yaranın kabuk tutmasını istedim bekledim ancak tutmadı. Kanadı. Yarayla da acıyla da yaşamayı öğrendim. Aslında yaşamayı değil umursamamayı öğrenmiştim. Ona olan aşkım ise hâlâ kalbimde hâlâ yaşıyordu. Yıllar geçmiş olmasına rağmen ilk gün ki hatta ilk günden bile daha fazla aşıktım. Benim yerimde başka biri olsa ne yapardı bilmiyorum ama hislerimden vazgeçememek bağımlılığımdı. Ona karşı olan bağlılığında bunda etkisi vardı. İç çekerek dudaklarımı ısırdım. Acı beni kendine getirirdi. Kan tadını alınca dilimle dudaklarımı yaladım. Ve işte ayıktım.
Doğrulup, oturur pozisyona geçtim. Bağdaç kurup kambur bir halde yatağımda oturdum. Her yerim milim milim ağrıyordu. Kaslarım kas katı kesilmişti. Pek iyi ve rahat bir uyumamıştım. Doğru dürüst uyuduğum bile söylenemezdi. Baş ağrısına iyi gelebilecek iki seçenek vardı. Biri duş ve diğeri kuvvetli bir ağrı kesiciydi. Üçüncü seçenek migrenimi bir günlüğüne geçirdikten sonra yeniden tetikleyecek olan alkoldu. Başımı şiddetle iki tarafa salladım. Üçüncü seçenek beni daha beter yapardı. Yaklaşan ince topuk seslerini duydum ve yatak odamın kapısı aniden, üstelik izin alınmadan açıldı. Kaşlarımın ortasında derin bir sinir çukuru oluştu ama ona sinirlenemezdim. Derin bir nefes aldım ve uykulu halime yaraşır saf bir surat ifadesi takındım.
O benim isminin tersine zıttı küçük sarı şeytanımdı.
Üvey kardeşim Ange odama baskın verir gibi dalmıştı. Sol elinde altın rengi ince askılı bir elbise sağ elindede kırmızı mat renkli hafif dekolteli bir elbise tutuyordu. Kendine has fransız aksanı ile benim ana dilimde konuştu. "Günaydın! Yani sana tünaydın desem daha doğru olur ablacığım. Saat öğleyi çoktan geçti."
Angela'nın her zamanki haliydi annem gibi laf sokmadan veya birini eleştirmeden duramazdı. Neyseki annemin sadece bu huyunu talihsizce edinmişti. Bu huy dışında Angela ve ben asla tartışmazdık. Kız kardeşim bana kıyasla hep iyimser ve güler yüzlüydü birazda çenesi düşük olandı. Altın sarısı, günün her saati dalgalı olan saçlarıyla odama ışık saçmayı başarabilmişti. Ablasının diğer gecelerden kaldığı gibi geceden kaldığını anladığı an onaylamaz bir şekilde minik kafasını iki yana salladı. Kaşları çatıktı. Bense yakalanmış mahcup biri gibi olmak yerine tek kaşımı kaldırarak, "Çeneni kapalı tutsan iyi olur sarı şeytan." diye fısıldadım. "Yoksa sana ablalık yapmaya başlarım."
"Benim bir şey söylememe gerek kalmayacak." Havayı kokladı. "Zaten annem bir mil öteden alkol kokusunu bile aldığında içtiğini anlayabilir abla."
"Çözüm basit. Duş." Gözlerimle kapıyı işaret ettim. "Sen gittiğinde duş alacağım."
"Nasıl biliyorsan öyle yap." dedi beni kınayarak. Yaptığı aykırıklarının bir listesini çıkarsam, bir kaç madde de kesin hapise girerdi. "Ama lütfen abla annemle kavga ederken, evi başımıza yıkmayın."
"Bunun için söz veremem." Parmağımla sonuna kadar açılmış kapıyı gösterdim. "Beni boşver de odama dalma sebebini söyle ufaklık?"
Ellerini iki yana açıp, ellerini belirli bir açıyla yükselterek elbiseleri gösterdi ve sordu. "Sence hangisi kırmızı mı altın sarısı olan mı?"
Esneyip yorgun gözlerle ona baktım gözlerimi ovuşturup "Bu elbiseler ne için?" diye sordum. Gerçekten elbiseleri umursamıyordum. Zaten kardeşim ne giyerse giysin yakışıyordu.
"Anneme söyleme ama Julian ile bu akşam buluşacağız." dedi fısıldayarak. Kız kardeşimin yüzündeki sevimli heyecanlı ifade bana bir zamanları hatırlattı.
Hayret edermiş gibi davranarak, "Onunla ayrılmamış mıydınız?" Diye sordum ve imayla ekledim. "Bininci kez."
"Ve bininci kez barıştık." dedi elbiseleri yeniden bana göstererek.
Cevabını almadan gitmeyecekti ve aldığı cevaptan memnun da olmayacaktı.
"Kırmızı olan o zaman." dedim. Sabah sabah ya da öğlen öğlen bu tartışmayı sürdürmeye niyetli değildim. "Eminim ki sana yakışacaktır."
"Annem kesinlikle haklı sen zevksizsin o yüzden goldu seçiyorum." dedi.
Kibirli tarafının anneme çektiğini unutmuşum.
Omuz silkip ilgisiz bir sesle,"Sen bilirsin." dedim. "Ama bence kırmızı elbise daha güzel ve hoştu."
"Tamam." diyerek dış kapıya yöneldi. Tam kapıyı kapatacağı sıra, "Kafam nerde benim!" diye homurdandı", Annem seni çağırmıştı. Odasında bekliyor."
Migrenim yüzünden çatık olan kaslarım havalandı. "Neden?"
"Belki kahvaltıyı kaçırdığın ya da dün gece korumalardan kaçıp eve geç bir saatte döndüğün içindir."
Pis pis sırıtıp. Kim bilir küçük şeytanımın o sinsi aklından neler geçiyordu? Ama imakar bakışlarının arkasında saklanan sinsi düşünlerinin hiçbiri gerçek bir olasılık degilki. Geceyi sokak arası bir barda geçirmiş ve bir kaç kadeh viski içmiştim. Bunun dışında hiçbir şey olmamıştı. Teklifler sunulmuştu ancak insanları tersleyerek kendimden uzaklaştırmıştım. Ange'ye yatağımdan aldığım yastığı fırlattım ama son anda yastık ona gelmeden kapıyı kapattı. Yastık kapattığı kapıya çarpmış ve parke kaplı zemine düşmüştü.
"Sarı şeytan. "diye mırıldandım yatağımın üzerinden kalkarken. Ayağıma boş bira şişesi çattığında onu sert bir tekmeyle dolabın yanındaki yığına fırlamıştım. Oda fazla dağınıktı.
Kapalı kapının arkasından gelen tiz ses beni yerimden sıçrardı. "Sonra bana tüm gece maceranı anlatacaksın!" Kıkırdadı. "Annem seni hemen görmek istiyor! Onu çıldırtma. Evimi seviyorum. Yıkılmasını istemeyiz."
Üzgünüm Ange, annemi çıldırtmak sevdiğim hobiler arasında en üst sırada. Kendimi bu zevkten mahrum bırakamazdım. Uzaklaşan adım seslerini duydum. Ben de topuklarımın üstünde dönüp aksi yöndeki banyoya doğru gittiim. Banyoya girince kapıyı kapattım. Aynanın karşısına geldiğimde gece içip, sabah uyandıktan sonra karşılaştığım o tanıdık kadınla karşılaştım. Siktir. Geceden kalmaydım. Makyajım hâla yüzümdeydi dün gece dalgalandırdığım saçlarım birbirine girip karışmıştı. Gece sarhoş olsam bile saten takımı giymeyi başarabilmiştim.
Açtığım musluktan akan soğuk suyla yüzümü yıkayıp yüzümde ki dağılan makyajdan kurtuldum. Üzerimdeki saten gecelik takımını çıkardım. Yıllardır bileklerimin sakini olan gümüş bilekliklerimi çıkarıp kutularına özenle yerleştirdim. Duşa yönelirken suyun baş ağrıma iyi gelmesini umdum. Yorucu bir gecenin ardından duşun bana iyi geleceğini düşünüyordum. Bedenini soğuk suyun altına atınca anca üzerimdeki sersemliği atmaya başlamıştım. Tüm soğukluk bedenime yayıldı aynı uyandığımda titrediğim gibi titriyordum. Umursamamaya çalıştım. Ama o kadar güçlü değildim. Musluğu sıcak su ayarına getirdim. Bedenimin eskisi kadar dirençli olmadığını unutuyordum.
Güçsüzdüm.
Geçmişi her düşündüğümde göz yaşlarımda bana eşlik ediyordu. Bu acının artık geçmesi gerekmiyor muydu? Unutmayı çok kez denememiş miydim? Neden unutamıyordum ? Sadece geçmişi tüm temiz ve kirli ayrıntılarıyla unutmayı istiyordum. Yüklerimden pişmanlıklarımdan kurtulmak mümkün olmalıydı. Kendimi tutamıyordum. Yine ve yine gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı. Çömelip kollarımı kendime sardım. Ağlama krizimin geçmesini bekleyerek bir kaç dakika geçirdim.
Duşu kısa kesip, gümüş bilekliklerimi eski yerlerine taktım. Kollarıma bornoza geçirip kendime sarındım. Banyo tezgahından aldığım açık krem rengi havlu ile saçlarımı olabildiğince kuruladım. Bunları yaparken kızarık gözlerle kendimi izliyordum. Banyoda işim bitince yatak odama? ordanda giysi odasına geçtim. Renk renk, çeşit çeşit bir sürü farklı markadan oluşan kıyafet ayakkabı ile aksesuar oluşan askılar ve raflarda gezindi gözlerim. Özel davetler ve partiler dışında hiç birini fazla kullanmıyordum Tüm bunları es geçip duvara gömülü beyaz şifonyere ilerledim. İç çamaşırlarımı giydikten sonra dolaptaki raftan kendim için sade bir bluz ve bol bir eşofman alıp seçtim.
Saçlarım nemli olduğu için öylece toplamadan doğal haline bırakıp odamdan dışarı çıktım. Benim için gayet normal bir şeydi ancak moda tasarımcısı ve bir moda dergisinin sahibi olan o kadın için bu özentisiz giysiler delirme sebebiydi. Annem kesin bu halime çıldırıcaktı.Keyiflenmem yakındı. Binlerce dolarlık tablo ve vazolarla dolu uzun koridorda ilerleyip koridorun sonunda bulunan odanın kapısının önüne kadar geldim. Korumalar - bekçiler etrafta görünmüyordu. Sanırım aşağı katta ve evin yani malikanenin bahçesinde nöbet tutuyorlardı. Büyük, oymalı ahşap kapının önüne geldiğimde durdum ce derin bir nefes aldım. En fazla ne kadar daha başım ağrıyabilirdi ki? Elimin tersiyle üç defa art arda kapıya vurdum.
"Gel." Annemin sesi alışılmadık bir tınıyla duru ve sakindi.
Kapıyı açtım ve içeri girdim. Yüzümde geniş bir sırıtışla kapıya sırtımı vermemle geri kapatmıştım. Umarım menteşeler sağlamdı. Çünkü gür kapanış sesi annemi yerinden sıçratacak kadar korkutmuştu. Püsküllü pufunun üzerinde oturmuş makyaj aynası karşısında makyajı ile ilgileniyordu. Yanına kadar girişimin zıttı olarak, sessizce yürümüştüm. Yansımasının yanında yansımamı görünce dudaklarına sürdüğü rengi capcanlı olan kırmızı rujunu dışarı taşırdı. O gür ses bile rujunu taşırmasına sebep olmamıştı. Elbette ki kılığım onun tüm dikkatini dağıtan asıl etkendi. Komik yüz ifadesini takındığında dudaklarımı gülmemek için bibirine bastırdım. Kahverengi gözleri iki kat açılmıştı. Beni bu halde görünce çıldırıcağını biliyordum ama şaşkın hali ikramiyem olmuştu.
"Ne bu hal?" diye sorarken, diğer bir yandan da çekmeceden aldığı beyaz ipek mendil ile dudağından dışarı taşmış rujunu temizledi. "Kötü görünüyorsun."
Lanet olsun bu ses tonu da neydi Sadece oldukça sade ve gündelik giysiler tercih etmiştim. Ama bu hâline kızmak yerine ellerimi belimde birleştirip yüzüme neşeli bir gülümseme dağıtıp, "Sanada günaydın anne." dedim. Sesim yapmacık gülümsemem kadar neşeliydi. Dağılan rujunu temizleme işini bitirince oturduğu puftan ayağa kalktı. Üzerinde dar siyah bir elbise ayaklarında ise yüksek topuklu sivri burunlu stilettoları vardı. Siyah genelde iş görüşmelerinde tercih ettiği renkti.
Kollarını tepkisini göstermek anlamında iki yana açıp, "Bu hal ne, diye sormuştum?" diyerek sorusunu yineledi. Tek yaptığım eski duygusuz halime dönerek, omuz silkmekle yetindim. Bu etabı hemen geçerek bir şeyler atıştırmak istiyordum. Bileğimden tutup beni peşinden boy aynasına kadar sürükledi. Bu kadının derdi neydi? Cinayet işlememiştim.
Sadece gündelik sade giysiler tercih etmiştim.
Parmağı ile aynadaki yansımamı işaret etti. "Şu haline bir baksana. Resmen kendini katlediyorsun."
"Bakıyorum da epey güzelim." dedim ve güldüm. Böyle neşeli pozitif hallerim nadir görünürdü. Anneme sahte olsada nadiren gülümserdim.
"Hayır. Kötüsün." Dişlerini gıcırdattı. "Kendine hak etmediğin değeri verecek kadar kötüsün."
El bileğimi ondan kurtardım. "Beni buraya neden çağırmıştın anne? Kısa keselim. Başım çatlıyor."
Bir an önce alanından çıkıp kendi odama gitmek ve bu sebpsiz aptalca tartışmayı sonlandırmak istiyordum.
"Ya sen dün neredeydin?" diye sordu.
"Bir barda bir kaç kadeh bir şeyler içtim. Bunlarla sınırlı kaldım."
Yaptığım hiçbir şeyi saklama gereği duymuyordum.
Saçımdan tutarak burnuna yaklaştırdı ve kokladı. Yüzünü buruşturmuştu.
"Evet. Hâlâ alkol kokuyorsun." dedi. Yüzü dehşete düşmüştü. "Korumalardan kaçmayı nasıl başardın? Lanet olsun Emelie."
Sırttım. "Tuvalet penceresi."
"İğrenç..." diye mırıldandı.
"Senin kızınım."
"Evet. " dedi iç geçirerek. Sanki beni yaptığı ana en azından doğurduğu güne pişmanmış gibiydi sesi. "Benim kızımsın ama istediğim gibi değilsin."
Etrafımda dönmeye başladı. Arkama gelince durdu topukluları sayesinde boyumu birazda olsa geçiyordu.Onu aynadaki yansımasında izliyordum. Zarif bir balerin edasıyla boynunu kaldırmış yürürken sopa yutmuş gibi duruyordu. Uzun ojeli tırnakları etime battı parmakları omuzlarımı sıkı sıkı kavramıştı. Buna katlanmamın tek sebebi kardeşimdi. Küçük Şeytanım Ange. Kulağıma, "Keşke birazda bana benzesen."diye fısıldadı. "Bir bak kendine eşsiz bir güzeliğin var. Daha çok gençsin annen ve baban tanınmış insanlar. Zenginsin bir çok insana göre üstün bir eğitim aldın. Üniversiteyi geç bile olsa dereceyle bitirdin. Başarılı olabilirsin ama sen sırf bana inat olsun diye başarısız olmayı seçiyorsun."
"Beni ne zaman istediğin kalıplara sokmaktan vazgeçeceksin anne?" Kolumun üzerinde ki elinden tutarak sıktım. "Çünkü o hayalindeki parlak kız olmayacağım."
Her cümlesine ve davranışına karşın verdiğim karşılıklar bunlardı. Ne olup bittiğini ve nasıl değiştiğimi bende biliyordum. Başarısız olmayı seçmeyi de annemden aldığım bir intikam olarak görüyordum. Beni gördüğü hal buydu. Başarısız. Hayattan tamamen vazgeçmiş. Umutsuz. Piskolojik rahatsızlığı olan alkolik sorunlu kız. Dağılmışta olsa her ailede biri illa sorunlu olmalıydı. Buz dağının görünen kısmında bunlar yaşanırken, görünmeyen diğer kısımda ise bambaşka şeyler vardı. Çenemi yükselterek aynada ki yansımamda ki Emelie ile gözlerim kesişti.
Sakinleşir gibi geçirdi ve sonra sesi birden sertleşti. " Yirmi sekiz yaşındasın. Senin yaşındayken şu anda sahibi olduğum derginin müdürüydüm ben. Ya sen?" Yaşasın. Yine başlıyordu. Öğütler ve öğünmeler. "Başarısız olmaktan vazgeçmiyorsun. Şu ana kadar sana gelen en iyi markalardan mankenlik ve iş tekliflerinin kabul etseydin iyi bir konumda olabilirdin. Ama sen hepsini reddettin. Kabul etseydin başarılı olabilirdin. Benden bile daha zirvede."
Omuzlarımı acıtarak sıkmaya başladığında, inleyerek ondan uzaklaşmıştım. "Üzerimde sadece babamın tasarımlarını taşımayı seviyorum." diye bağırdım. Anneme doğru dönerek, kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Yeter anne. Ben sen değilim."
"Babasıymış..." dedi homurdanarak "Yıllardır babanla görüşmüyorsun ki sen. Ondan bile uzaklaştın. İletişimi tamamen kopardın."
"Anne. " Sabrımın son demindeydim. "Neden bana ilk başta söyleyeceğin şeyi söylemiyorsun bende bir an önce burdan si-" Küfür edecekken cümlemin orta yerinde durdum.Sharon Øuuen'nin yanında asla küfür edemezdim. "Bir an önce gitmem için beni buraya çağırma sebebini söyle anne."
Öfkeli hali bir anda yüzünden kaybolmuş yerini keyifli bir gülümseme almıştı. Onu tanımasam kahkaha atacaktı nerdeyse.
"Söyle hadi anne."
Kollarını göğsünün altında benim gibi birleştirip omuzlarını dikleştirdi tek kaşını kaldırdı"Bu gece saat dokuzda ikimizin uçak yolculuğu var."
"Nereye gidiyoruz?"diye sordum.
Daha geçen hafta İtalya'ya bir moda gösterisi için gitmiştik. İşin kötüsü beni peşinden zorla sürüklemişti. İstemeye istemeye gitmiştim. Tüm basın fotoğraflarını çekip magazinde ilk haber ve gazetelerde ilk sayfa olarak paylaşılmıştı. Ben kendimi bir şekilde basından korumayı başarmıştım. Yüzümün görünmesi, benim için tehlikeliydi. Ve bu tehlike ufak bir saplantılı hayran olayıda olmazdı. Sharon Øuuen ise ilgiye ve hayranlığa olan açlığı ile patlayan her flaşa büyük bir gösteriş merakı ve zevkle poz vermişti. İlgi meraklısı annem herkes önünde mükkemel bir iş kadını, idol ve anne profili çizerken şu yanında duran kadın bir baskıcı bir diktatörden farksızdı.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum anneme tekrardan.
"Amerika'ya doğdun şehre ve onun yanına-"
"Sakın!" diye bağırdım. Sesim anında sertleşirken. "Sakın onun ismini söyleme. Ağzına adını bile alma."
İsmini duymak istemiyordum. Duymak acı verecekti. Biliyorum. Kontrolümü kaybetmek istemiyordum. Kayışlar koparsa, şartellerim atarsa, anneme zarar vermeden kendimi durduramazdım. Sınırlarının içinde kal Emelie. Sınırlarımın içinde on yıl boyunca zaman zaman kalabilmiştim. O zamanlardan biri de bu zaman olmalıydı. Ellerimi yumruk yaparak, sıktım. Daha önce defalarca bu konu hakkında evi darmadağın edecek şiddetli kavgalar yaşamıştık. Daha geçtiğimiz ayda yaşadığımız kavga da o bana kristal bir vazo fırlatırken bende ona masada ki tabakları atmıştım. Kimse yaralanmamıştı. Ange ise bizi ayırmak yerine olan biteni kameraya kaydetmişti. Ne anne ve vefakar kardeş ama. Şimdiyse yine öyle bir şeyin yaşanmasına engellemeye çabalıyordum
"Onu terk etmenin üzerinden yıllar geçti artık unutmuş olman gerekirdi değil mi?" diye sordu.
Dinlemeye sesini yada ismini duymaya tahammülüm yoktu. Sabrım taşmıştı. Haddinden bile anneme fazla sabır göstermiştim. Öfke problemim asla olmamıştı. Sakinliğimi her daim korurdum. Ancak ben de insandım ve bazı insanlar gibi insanlığımdan cayacağım zamanlar arada sırada olurdu. İnsanlığımdan caymak annem varken hayatımda kaçamayacağım bir raddeydi. Yeniden başlamak yoktu. Sharon her ne kadar hak etmesede onun her şeyine sabır göstermeliydim. Sessiz kal. Sakin ol. Sinirlenme. Öfkelenme. O bunu istiyor. Sharon Øuuen benimde kendi gibi olduğumu görmek istiyor. Birbirimize benzeyen iki ortak nokta yüzlerimiz ve iki yüzlülüğümüzdü.
Sharon yakınıma geldi. Kollarımdan sıkı sıkı kavradı ve beni sarstı "Kendine gel artık. "dedi. "Topla kendini On yıl oldu. Tam on yıl. Hayatını mahvetmene daha fazla izin vermeyeceğim."
Önüme geçti. Yüzümü elleri arasına aldı. "Kendin için sen yapmıyorsan, ben yapacağım. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama seni geçmişinden kurtaracağım."
Sesim bir ölü kadar ruhsuztu. "İyiliğin için bir kez olsun susmalısın anne."
Dudakları cümlemle eş zamanlı olarak aynı anda oynadı. Tüm karşı çıkmalarıma ve onu uyarmalarıma rağmen onun ismini söylemişti.
"Edward."
Beni kurtaracağını söylüyordu ama beni kurtarabileceğini söylerken, böyle işkence ediyordu.