"Patron." dedi telefonun diğer ucundaki yarı sarhoş yeni yeni aymaya başlamış tıknaz erkek sesi. "Beni bu hattan aramayalı uzun zaman olmuştu."
"Sanada merhaba Louis." Yarı alaylı bir sesle sordum. "Uyandırdım mı yoksa?"
"Hayır, hayır." Sesi telaşlıydı. "Üzgünüm patron. Merhaba."
"Şu aralar yeni bir işe ihtiyacın var mı?" diye sordum. "
"Önceki iş gibi mi?"diye tekrar etti. "Amy Nolan'dı."
"Bu seferki iş daha önemli. Hemde çok önemli." Parmaklarım telefonumu daha sıkı kavradı. "Sorduğum gibi bu aralar bir işe ihtiyacın var mı Louis?"
Güldü. "Alacağım paraya göre var veya yok patron."
Bu sefer ben güldüm. "Önceki işinden aldığının üç katı. Kulağa cazip geldiğine eminim."
Telefonun diğer ucundan ufak bir küfür mırıldandığını duydum.
Sinirlensemde Louis bana lazımdı o yüzden çenemi açıp bir şey demedim.
"Bu kadar önemli olan şeyde ne patron?" diye sordu Louis. "Bu sefer ki iş neyle ilgili?
Yada kim?
"Bir kadın." diye mırıldandım.
"Bu kadının bir ismi var mı?"
"İsmi Emelie. Emelie Owen."
"Bir kadın ve ismi Emelie Owen"
dedi. "Peki bir fotoğrafı var mı?"
Bir dakika içinde ona Emelie'nin elimdeki yıllar önce en son çektiğim fotoğraflarından birini gönderdim telefon hâla açıktı Louis'in? "Patron bu yavruda kim?" diye sorduğunu duydum.
Alt dudağımı öfkeyle kanatıcak şekilde dişledim. Kanın tadını aldığımda kaskastı olmuş çenemi gevşettim. Kan, sadece benim kanım. Dilime acı tadı bulaşmıştı. Derin bir nefes aldım."Benim için fazlasıyla önemli biri ve elbette onun için en değersiz ayyaşları bile öldürebilceğim kadarda benim için değerli."
Louis kendinden bahsettiğimi anlamıştı. Emelie'ye karşı korumacılığım aynıydı. Çenemi sıvazladım. Değerini hayatımda ki hiç bir insanla ölçemezdim. Çünkü onun kadar değerlisi yoktu. Mezarda bile. Bu benim aptallığım olabilirdi ya da zaaflarım yıllardan sonra yeniden de uyanıyordu. Elimde değildi. Göz ardı edemeyeceğim şekilde Tanrı bana merhamet etmişti olabilirdi. Belki de kader yüzüme son bir kez sırıtmayı seçmişti. Kös kös durabilecek halde değildim şimdi bile kanım damarımda istekli bir fokurtuyla kaynıyordu. Genç bir oğlanın ilk aşkıyla geçirdiği mahrem anlarda ki gibi tek fark on yıl daha yaşlıydım. Hala gençtim ama eski dinamiğim yok gibi hissediyordum. Hiçbir konuda kendimi yetersiz göremezdim ama Emelie bana kendimi sorgulatıyordu. Her anlamda hemde.
"Anladım patron."diye fısıldandı
onu korkuttuğum belliydi. "Emelie Owen ile ilgili ne kadar bilgi istiyorsun?"
"Son on yıl belki biraz daha fazla"
"Patron..."derin bir nefes aldı "10 yıldan bahsediyorsun fiyat katlanır."
"Her yıl başına önceki işte aldığın
paranın üç katı."dedim lafı daha fazla uzatmadan. "O benim için her şeyden önemli." Evet hâlâ önemliydi "Emelie Owen ile ilgili her türlü bilgiyi istiyorum kimlerle görüştüğü nereye gittiği ne içip ne yediği hemde en kısa sürede her şeyi istiyorum"
"Tamamdır patron"
"Louis."dedim telefonu kapatmadan önce. "Onu araştırmaya ilk telefon numarasından başla ve bulunca hemen bana at."
"Tamam patron."
"Ve. Ve. Elbette son bir şey daha işimiz bittiğinde sana attığım o fotoğrafı hem telefonundan hemde hafızandan silip yok ediyorsu Louise. diye küçük bir hatırlatma da bulundum.
"Peki. "dediğini duyunca telefonu kapattım.
Bu kadardı. Artık Emelie Owen benimleydi. Bir önce yaptığım hata gibi bırakmaya niyetim yoktu.
Bir daha öyle bir hatayı asla yapmazdım. Zaten yeterince zaman kaybetmiştik. Artık o olmadan bir sabah bile gözlerimi açmak onsuz tek bir saniye bile geçirmek istemiyordum. İkinci kez gitmesine izin vermezdim. Bir daha olmazdı. Ona bu kadar yakınken parmak uçlarım arasından kaçmasına bir kuş gibi kanat çırpıp gitmesine izin vermeyecektim. Saplantılı bir adam tehlikeli sayılabilirdi ne yapacagı tahminde edilebilirdi ama kalbi kırık bir adam tüm tahminleri hiçe sayarak bilinmezdi. Aşıkta kalabilirdi, kalp kırıklığı nefrete de dönüşebilirdi. Kırık parçalar birleşebilirdi. En kötü Emelie kırık parçaları bir kez daha kırıp yeniden giderdi.
●●●
Tohumdan topraklarda filizlenen kökleri ile bana sıkı sıkı mühürlenen bir zehirdi. O kadar güçlüydü ki zehrini yıllarca içime akıttı. Ruhumla bir olup bütünleşti. Aşkı bana bir zehirdi, öldürüyordu. Beni her geçen gün biraz daha öldürüyordu. Ölmek kolaydı ama asıl yaşarken nefes alırken ölü kalmak zor olan buydu. O beni yaşarken öldürmüştü. Hayattaydım ama yaşamıyordum o kadın benim sonum olmuştu. Şimdi ise yeniden başlıyorduk. Eğer ayrılık Tanrı'nın bana verdiği ceza ise yeniden birleşmemiz lütuftu. Gözlerimi yumdum. Tüm bu olanlara hâlâ inanamıyorum diye düşündüm. Daha öncekiler gibi bir kabus veya rüya olabilir miydi? Kabuslar başımda bekleyen işkence etmeyi seven azap bekçileriydi. Rüyalar ise cennetten yeryüzüne düşmüş melekler kadar güzel olabilirdi. Eğer öyleyse bir rüyada isem sonsuza kadar bu uykuda kalmak isterdim.
Her gece ki azap sonra biraz huzur fena olmazdı. Buna ihtiyacım vardı. Geçmişte yaptıklarımdan sonra biraz huzur. Bana bu huzuru getirecek olan Emelie'ydi. Hâlâ beni bırakmasının nedenini bilmiyordum. Bir hatam yoktu veya suçum. Onu bir kez bile üzmemiştim onu bir kez bile kırmamıştım.En kötü zamanlarında ve en kötü zamanlarımda biz hep birlikteydik. Annemin öldüğü gece en kötü zamanımdı ve Emelie oardaydı. Yanı başımda. Ona hissettiğim bağlılık o kötü geceden sonra daha da güçlenmişti. Küçük erkek çocuğunu teselli eden o küçük kız çocuğu...
Emelie'nin ortada beni terk etmesi için hiçbir neden yoktu. Ama ben kendime hep Neden? diye sorup duruyordum Suçlu olan ben olmalıydım o değil o her zaman beni sevmişti bense hâlâ onu seviyordum. Ondan ne kadar nefret etsem bile hâlâ bir o kadarda nefretim kadar onu seviyordum. O beni istemese bile ben onu geri alacaktım. Bu saplantı sayılabilirdi ama kim sevdiği ile bir şansının olduğunu bile bile bu şansı kaçırırdı ki?
"Bay Shawn geldik." dedi ön tarafta oturan şoför. Bana aralanmış panelden bakıyordu. Adama baktığımda gömleğinin yakasını gevşetti. Dazlak kafasında terler birikmişti.
"Evet?" dedim ona soru sorar gibi.
"İstediğiniz yere geldik efendim."dedi yüzünde tiksinir gibi bir ifade vardı. Çevreden rahatsız olduğuna emindim. New York'un ara sokaklarından birindeydik.
"Bir sorun mu var?"diye sordum şoföre.
"Burası pek tekin bir yere benzemiyor efendim."diye cevap verdi. "Siz burada güvende olacak mısınız?'
"Evet öyle."dedim yan kapımı açarak. "Sorun olmayacak."
Tekin bir yer olmadığını biliyordum. Buraya gelen bir insanım ilk izlenimi kendini normal olarak güvensiz bir ortamda hissetmesi olurdu. Suç oranının yüksek yeri sayılabilirdi. Genelevler, ufak çaplı uyuşturucu çeteleri ve dahası. Ceketimi ve kravatımı hızlıca çıkarıp arka koktuğa bıraktım. Arabadan inerken, "Beni bekleme ve tüm öğleden sonra izinlisin" diyerek kapıyı iner inmez kapattım. Araç sokağın sonuna kadar gidip gözden kaybolana kadar olduğum yerde sabit kaldım. Köşe başında ki bardan gelen yüksek metalik müziğin sesini duyabiliyordum. Kulak tırmalıyıcıydı. Sokağın karşı tarafındaydı yönümü değiştirip bara doğru yürümeye başladım. Burası geceleri daha güzel oluyordu. Bara yaklaştıkça. Barın önünde dikilen Koca Bob'u - badigartı gördüm.Koca Bob lakabını aşırı iri ve bir kas yığını oluşundan almışti.
"Merhaba Bob."dedim omzuna hafifçe vurarak.
Koca adam bana gülümsedi. "Merhaba evlat."
Bana Bay Shawn denilmeyen nadir yerlerden biriydi.
"İçerisi dolu mu?"
"Hayır. Her zaman ki gibi barın ıssız olduğu sattlerde geldi."dedi ve kapıya iki kez aralıklarla vurdu. Kapı içerden 3 vurma kilit sesinden sonra aralandı. Bob, "Edward geldi"diye seslendi içeriye.
Kapı aralanıp sonuna kadar açıldı.
Mike beni gördüğünde yüzüne büyük bir gülümseme yayılmıştı "Hey dostum ne zamandır uğramıyorsun bir yıl mı?"diye sordu.
"Geçen ay burdaydım Mike." diye cevap verdim sırıtarak."Ama sen sarhoştun ve bir fahişeden tokat yiyordun."
Pis pis sırıtıp, "Evet dostum." dedi içeri gelmemi işaret ederek. "Alışık olduğum bir durum. Bilirsin kadınlar."
Metalik müzik sesini daha iyi duyar olmuştum beni geniş ve büyük aynalı bir kolidor karşılamıştı. Tavandaki kırmızı ledler metalik müziğin ritmine göre yanıp sönüyordu. Koridordan geçip önüme çıkan büyük salona geldim.Dans pistinden geçiyordum. Ciğerlerime anında alkol ve sigara kokusu dolmuştu. Saat daha erken olduğu için fazla insan yoktu. Ama bazı çiftler azlığı fırsat bilip dans pistinin etrafındaki localarda s*x yapıyorlardı.Başımı önüme eğip bar kısmına doğru ilerledim. Louise oradaydı. Barmen olan kızla işi pişirmişe yakın gibi benziyordu. Yanlarına gelip sesli bir şeklilde yüksek bar taburesini çekip oturdum. Demir ayaklıkları zeminde müziği delerek gıcırdadı.
"Erkencisin Louis."
Barmen kız benim ani gelişimden ürküp geriye doğru kaçmıştı.Louis'de hafif kızgın meşrep bir sesle "Sen geciktin patron." dedi. Sesine rağmen elindeki büyük bira bardağı da titriyordu "Ne zaman geldin?"
Dirseğimi bar tezgahına yaslayıp, "Şimdi Louis."dedim "Şimdi geldim."
Rahat bir nefes aldığında bedeni gevşedi elindeki kadehi kaldırıp bana selam verdi. "Beni korkuttun patron."
Gülümseyerek kolumu bar tezgahına yasladım. Rahattım sadece biraz daha sabırlı olmam gerekiyordu. Barmen kız araya girip, "Ne içersiniz?" diye sordu.
"Votka."
Kız bir dakika içinde raftan aldığı şişeyle önünde tezgahta duran bardağa iki buz attıktan sonra votkamı doldurmuştu. Yanımızdan giderken Louis'e gülümseyip göz kırpıp bizden uzaklaştı. Louis ise baygın baygın kızın üzerine her an atlıcakmış gibi bakıyordu.
Taburesine hafifçe tekme attım. "İşimize dönelim."
"Evet patron!" Birazda olsa kendini toplayabilmişti. Kadehindeki içkiden bir yudum alarak başını geriye attı. Benim yanımda böyle rahat davranabilmesi canımı sıkıyordu. İlk çalıştığımız zamanlarda ki saygısı yada korkusu yoktu. Bu alkolik herif ile tanışalı nerdeyse beş yıl oluyordu. Ona fazla yüz vermiştim ancak bu yüzsüzlüğün rağmen en iyi çalışan adamlardan biriydi.
"Neler buldun?"diye sordum.
Louis ceketinin cebinden bir zarf çıkardı. Parmaklarının titriyor olduğunu görünce sırıttım. Hâlâ korkuyordu. "İşi bana vereli bir kaç saat oldu patron ama sen çok fazla sabırsızsın. En fazla son bir kaç günün bilgilerine ulaştım" diye açıklama da bulundu. Esmer saçlarını kaşıyıp kadehini iki eli arasına aldı. "Kadın hakkında fazla haber var ama çoğu cidden abartılı magazin kurmacasından ibaret."
"Telefon numarasını buldun mu?"
Asıl telefon numarasını bulup bulamadığını merak ediyordum. Emelie'ye ulaşabilmemin en hızlı ve pratik yoluydu.
"Evet. Bulabildiğim her şey zarfın içinde." dedi çenesiyle işaret ederken. "Aynı zamanda kimlik bilgileri önümüzdeki pazartesi Paris' aldığı geri dönüş bileti-" derken sert bakışlarım Louis'i susturmuştu.
New York'a sadece üç günlüğüne mi gelmişti? Artık kesindi babasının Owen markası için verdiği davete gelmişti. Buraya bana geri döndüğünü pişman olduğunu düşünecek kadar aptaldım. O Emelie'ydi. Gözümde onu büyütüyordum. Elbette eskisi gibi olamazdı. Değişmiş olmalıydı. Büyümüş genç bir kadın. Ürkek bir ceylandan vahşi bir aslana belki de. Onu görene ve hayatına dahil olana kadar hiçbir olasılığın aklımı karıştırmasına müsade edemezdim. Belki de Sharon'dan farksız bir kadın olmuştu. Fiziksel olarak annesine benzediği doğruydu ama yumuşak huylu ve ağır başlı halini babasından edindiğine şüphem yoktu. Karakterinin nasıl birine dönüştüğünden emin olamıyordum. Zamanım kısıtlıydı. Hızlı davranmalıydım. Sonrasında birbirimizi yeniden tanımak ve en başta tanışmak için çok zamanımız olacaktı.
Louis, "Patron."diye bana seslenince kafamın içinde çekili namlu patladı.
"Bana daha fazlası lazım son on yıl!" dedim. On yılda benden daha leş bir hayat yaşamadığına emindim ama yine de bilmek istiyordum. Şu andan itibaren. "Emelie Owen'nın son on yılını bilmek istiyorum."
Yüksek çıkan sesim barın içinde çalan müziği bile bastırmıştı.
Louis korku dolu gözlerle bana bakarken bar tezgahına bıraktığı zarfı alıp votka dolu bardağı diktim. İtiraf etmeliyim ki bana epey bir iyi gelmişti. İkincisinide içmek isterdim ama gideceğim davet beni bekliyordu.
"Patron." dedi titrek bir sesle. "Alınma ama seni uzun zamandır tanıyorum yanında şimdiye dek hiçbir kadın görmedim. Bu kadının önemi ne?" Gevezeliği tutarak ekledi. "Tanrı şahit güzel hatun."
Yumruğumu tezgaha geçirdim. "Güzel olması seni ilgilendirmez. Benim için olan önemi de anlayamayacağın konularda beynini zorlama." Oturduğum tabureden ayağa kalktım "Sadece istediklerimi yerine getir ve çalış."
"Ya param?"diye sordu birden.
"Hesabına göndereli çok oldu. İdareli harca." Gitmeden öncede Louis'e "Eğer o kızdan hoşlanıyorsan telefon numarasını istemekle başla." dedim.
Telefon numarası istediğin kadını elde etmenin ilk adımı gibi bir şeydi.
Louis birasından içerken dediğimi başıyla onayladı. Arkamı dönüp giderken elimdeki zarfa ilgilendim.
Demek kimlik bilgileride içindeydi kesinlikle işime yarayacaktı.
İşe bu gece o davete gitmek ve sonrada Emelie Owen için Paris uçuşunu iptal etmekle başlayacaktım. Barın aynalı koridoruna geldiğimde telefonum çaldı burada müzik sesi daha azdı.
"Brandon."diye mırıldandım arayan eski arkadaşımdı. Neden aradığı hakkında hiçbir fikrim yoktu aam zamanında aramıştı. Ona bu akşam yanına bira içmeye gelemeyeceğimi söylemeliydim. Eski dostumla bira içmek bizim günlük rutinimiz gibi bir şeydi. Gelenekte diyebilirdim. "Brad."diyerek telefonu açtım.
"Edward konuşmalıyız!"diye hemen konuya girdi. Sesi de oldukça ciddiydi. Aldığı art arda nefesler telaşlı olduğunu ele veriyordu.
"Sarah veya Anais'e bir şey olmadı değil mi?"diye sordum.
"Hayır.Onların her ikiside iyi."
"Ya sen?"
"Bende iyiyim. Sorun biz değiliz."
"Peki konu ne?" diye sordum. Önemli bir konu olsa iyi olurdu. Çünkü bugün uğraşacağım çok mesele vardı.
"Emelie." dedi. Bir an yanlış duydum sandım. Ama hayır Emelie demişti. Bir isim kalbi kanatabilir miydi? Kanatıyordu. "Konu Emelie o buradaydı. Sarah'ın cafesinde."
"Ne?" dedim çatallaşan sesimle. Nefesim boğazıma yumruk gibi oturdu yutkunamadım. Nefes de alamadım. "Neden?"
"Gelsen iyi olur."dedi. "Bu sorunu Sarah cevaplar."
"Geliyorum."dedim telefonu kapatıp.
Neler oluyordu böyle?
Sarah ve Brad'i de mi ziyaret etmişti?
●●●
Karanlıktım. Işığını kaybetmiş en zifiri gece kadar karanlıktım. Kör bir insan kadardım. Ne gittiğim yol ne geldiğim yol belliydi. Tek hissettiğim boşluktu. Bir şey yoktu. Karanlık kadar ötesiz ve derin bir boşluk vardı içimde.
Korku güç müydü? Korku ile yönetilebilir miydi? Acizdim ve korkunun, korkulmanın güç olacağını sanacak kadar ahmaktım.
Kan bulanmış ellerim yerdeki ruhu benimki gibi çekilmiş ceset, boş bakan gözler, solmuş ten ve soğumuş et parçası... Ölmüştü. Öldürmüştüm. Katil olmuştum. yirmi bir yaşında ilk cinayetimi işlemiştim. Yerde yatan cesede baktım masum olmayan günahkar bir ruhun canını almak vicdan azabı çektirmiyordu ama afallatıyordu.
Korkum yoktu ama korku vardı etrafımda. Her insan bir katilden korkardı. Yirmi bir yaşında birini öldüreceğimi asla düşünmezdim. Ama yerde yatan ceset benim eserimdi. Namludan yükselen barut kokusunun cılız dumanı doldu ciğerlerime. Başlangıcım yasemin kokulu bahçelerdi, sonum cesetlerle dolu ölüm kokan mezarlık oldu.
Mezarlıkları ben kazdım o cesetleri o mezarlığa bir bir ben gömdüm her bir mezara kinimi kısarak tükürdüm. Öldürdüğüm her insan benden bile kötüydü. İlk öldürdüğüm pic genç bir kadına tecavüz etmişti şerefsiz boşta durmamıştı küçük bir kızıda taciz etmişti. Ölmeyi çoktan haketmişti. Cezasını da bulmuştu. İlk tecrübem olduğu için işkence etmek aklıma gelmemişti tek pişmanlığımda bu olmuştu. Sonrakiler yalvara yalvara ölmüştü can çekişe çekişe son kez o leş kokan nefeslerini bu yeryüzüne vermişlerdi.
Acıma yoktu.
Vicdan azabı yoktu.
Pişmanlık yoktu.
Huzur veriyor muydu? Hayır. Böylelerin olduklarını bildikçe öldürme isteğim daha da artıyordu.
Karanlığım kızıla bulanıyordu. Siyaha biraz renk lazımdı.
Yalnız kalmak bana iyi gelmiyordu. Siktiğimin geçmişi uygun zamanı bulunca zihimdeki düşüncelere kara bir leke gibi bulaşıyordu. Bu bir hastalıktı. Dermanı olmayan ve her geçen gün dert batağına gömen bir hastalık. Kendi mezarımı kendim kazdım toprağı üzerime kendim attım. Kendi karanlığımı ışığımı kaybettikten sonra kendim yarattım.
Dikiz aynasındaki aksimle göz göze gelince gördüğüm yüze nefret büründü. Direksiyondan ellerimi çekip sırtımı koltuğa yasladım. İki saatlik yolu bir saat bile sürmeyecek bir zamanda gelmiştim. Bu hız rekorum sayılmazdı ama bir kaç tane trafik cezası yediğim kesindi. İki trafik lambası kırmızıdan yeşile dönmeden geçmiştim ve bir kaç hatalı sollamam vardı. Hatalarıma rağmen yayalara ve araçlara son derece dikkat etmiştim. Kimse zarar görmemişti. Arabadan inerken Brad ile göz göze geldik. Cafenin kapısının önünde dikilmiş bana bakıyordu. Karşı kaldırıma geçtiğimde Brandon huzursuzca omuzlarını silkti. O on üç yıllık dostumdu yakın arkadaşımdı. Sırf düşük çenesi yüzünden çok kavga edip dayak bile yemiştik.
"Geldim." dedim omzunu kapıya yaslayıp açılması için ittirdi. "Gel hadi Sarah içerde kuduruyor." Oflayıp iç çekti "Eme-" İsmini anmazdık. Sertleşen bakışlarım Brandon'ı susturdu. "O." Yutkundu. "O hepimizi şoka uğrattı ama Sarah dehşet, felaket halde bana kin kusuyor. Tek yaptığım senin nişanlı olduğunu söylememdi yemin ederim başka bir şey demedim."
Siktir!
Nişanlı olduğu mu biliyor muydu?
Lanet olası düşük çenesi! Yüzüne bir tane vuracaktım ama ensesine bir tane yapıştırdım. "Gerzek herif! Ne demek ona nişanlı olduğumu söyledin!" diye kükredim. Herşey yetmezmiş gibi birde bu durumla mı uğraşacaktım. Birinden duyacaksa benden duymuş olmalıydı. Ona doğru olanı söylerdim. Sebeplerimi.
"Özür dilerim ağzımdan kaçtı." dedi Brandon. "Hem öğrense ne olur ki?"
Tepemi attırıyordu. Burnumdan soludum. "Herşeyin içine ettin!" Dedim sakin kalmaya çalışmak zordu. Emelie illa nişanlı olduğumu öğrenecekti ancak benden Brandon'dan değil.
"Ne? Ne? Ne?" xiye sordu ard arda. Gözleri büyümüştü. Bana afallamış hali ile baktı. "Aklında ne var senin?"
"Ne gibi Brad! Aklımda ne olabilir ki?" Hata ediyordum. Emelie konu bahis olunca şu tüm duygu karmaşası yüzünden ani tepki ve reflex olan davranışlarıma mani olamıyordum. Bunlara gür sesim ve sert davranışlarım ile sinirlenmem de dahildi. Boğazımı sıvazlayıp yutkundum. Yüzüne bir tane geçirmek isterken konuşmak zordu.
"Yine mi?" diye sordu Brad.
"Ne yine mi!? Taksit taksit konuşma!" diye gürledim. "Ne diyeceksen direk de!"
"Ona kendini yine mi kaptıracakın?" diye sordu. Anlamaz bir ifadeyle yüzüne baktım. Brandon daha demin ensesine vurduğum yeri kaşıyordu. "Aklında ne var bilmiyorum ama tahmin etmek o kadar da zor olmasa gerek. Sen ve o?"
"Ben ve o ne? Beni buraya çağıran sendin Brad. O yüzden içeri gir ve Sarah ile birlikte konuşalım."
Omzuma vurup geri çekildi "Seni sadece uyarıyorum Edward. Huylu huyundan vazgeçmez onunla yeniden denemek istersen seni tekrar bırakır. Bunu biliyorum. Senin o gittikten sonra nasıl bir hale düştüğünü de biliyorum o yüzden aklını başına al."
Kolundan tuttuğum gibi dükkanın içine soktum. Benden daha kısa ve birazda sıskaydı. Sarah'a selam verirken homurdanarak Brad'in duyacağı tonda söylendim. "Ne yapacağım beni ilgilendirir ama şunu bilki Emelie'yi senin onu tanıdığından daha fazla tanıyorum."
●●●
Konyak, viski ve birayı karıştırırken yıllarca geliştirdiğim özel karışımımı şişeye uygun oranları koyarak yapıyordum. İnsanı sarhoş etmek yerine kafasını açıyordu bu gece bana uyumak yoktu. Brad masaya yumruğunu vurup "Sen beni dinliyor musun?"diye sordu.
"Ah evet duydum dostum. Emelie burdaymış Sarah'ı ziyarete gelmiş evet anladım." Brad ve Sarah bana herşeyi en başından anlatmışlardı. Emelie Sarah'ı ziyaret için gelmiş onunla sohbet etmiş ve gideceği an Brad ile karşılaşmıştı. Ve ağzının ortasına yumruğumu gömmek istediğim sevgili dostum hâlâ aşık olduğum kadına nişanlı olduğumu söylemişti.
Yaptığım karışımın olduğu şişeyi kafama diktim.Tadı acıydı ve genzimi yakmıştı ama buna değerdi. Sarah "Belkide ambulansı aramalıyız" dedi Brandon'a. Karı koca ammada pinpirikliydi. "O bir tür şok halinde olabilir veya kriz geçiriyorda olabilir. Gerçi kafayı bulmayada çalışıyor olabilir."Tahminleri yanlıştı. Oldukça itiydim ve aklım gayet başımdaydı. Sadece gece için yaptığım planın ufak tefek ayrıntılarını düşünüyordum. Kadını korkutmamam gerekiyordu. Lanet olası yaradan kesin tiksinirdi. Ben bile aynada kendime bakarken yaradan iğreniyordum. Brandon Sarah'ın dedikleri üzerine başını hayır anlamında salladı ve sonra bana dönüp "Edward." dedi. Sesi temkinliydi. Düşünmeden konuşan bir aptal olsada Emelie'nin en hassas tarafım olduğunu bilecek kadar aklı başındaydı."Hiçbir şey yapmayacak mısın?" diye sordu. Elbette, hiçbir şey yapmamı tercih ederdi. Ama öylece duramayacaktım.
Sarah kocasının kolundan tutup sıktı. "Kızı azarlayıp ona Edward'ın nişanlı olduğunu söyleyen sendin."diye tısladığında Emelie'nin yanında olduğunu anladım. Bunu bilmek nedensizce beni sevindirmişti. Sarah ve Emelie hâlâ arkadaş olabiliyorsa bizim içinde hâlâ bir çözüm yolu var demek oluyordu. "Brandon hödük olduğun bazı zamanların birindesin şu anda."
Brad'e ters ters baktım. Elimde tuttuğum şişe nerdeyse parçalanacaktı. Brandon "Onu görmenin şoku ile ağzımdan kaçıverdi." dedi yeniden. "Öyle karşıma çıkınca şaşırdım ve ona kızdım."
Burun kemerini tutarak, derin bir iç çektim. "Peki ne tepki verdi?" O en kötü zamanlarda bile soğuk kanlılığını korurdu. Bana göre kriz ortamını daha iyi yönetirdi. Nişanlı olduğumu şimdi öğrenmesi işimi biraz zorlaştırıcaktı. Ama önemi yoktu. Ben onca şeyden sonra bunuda atlatacağıma emindim.
Sarah, "Sadece bize gülümseyip cafeden çıkıp gitti."diye cevap verdi bana.
Kendime dediğim doğruydu kendini kontrol altında tutabilirdi. Yine de anlamszdı. Silkindim. "Ne yani o kadar mı?"
Brandon başıyla onayladı.
"İşim garibi gerçekten mutluydu."
Mutlu muydu?
Ondan gerçekten vazgeçtiğimi düşünüyordu olmalıydı. Ama yanılıyordu bunu ona
kanıtlayacaktım. Ben gözümü onda açmış hayatı onunla hissetmiştim. Kendime bir sözümde vardı ve bu söz hayatımın sonuna son nefesime dek Emelie'ye adanmış bir hayattı. Sözlerimi her zaman tutardım. En can yakanıda buydu; Sözlerini tutan hep ben olmuştum. Elimle yüzümü sıvalayarak tek kaşımı kaldırdım. Emelie tepkisiz kalmıştı ve benim için mutlu olmuştu. Benim hayatımda göstermelik bir nişanlı vardı. Ya sözlerini bozan eski sevgilimin hayatında da biri varsa? Onu seven başka bir adam. Zamanını geçirdiği, mahremini paylaştığı, özel anlarını birlikte geçirdiği diğer adam... Bu düşünceyle birlikte kin ve öfkeyle doldum. Düşünmek anlamsızdı. Beni böyle öfkelendirecek düşüncelerden kaçındım.
Arka taraftan, mutfaktan gelen Anais'in seslerini duyduk. Brad homurdanıp ayaklanarak "Ben bir ufaklığa bakayım " dedi.
"Siz ikinizde normal değilsiniz!" Dedi Sarah tüm ciddiyetiyle. Omuzlarını dikleştirip karşımda büyüklendi. "Biri mutlu biri sakin. Delisiniz siz."
Geniş geniş memnunca sırıttım. Kesinlikle doğru söylüyordu. Brandon karısının dediklerini başı ile onayladı. "Lise zamanını hatırlasana. Sevgili olduklarını nasıl ilan ettiklerini hatırla. Yemekhane de Edward kızı çekip herkesin içinde öpmüştü." O anı hatırlayınca gülmeden edemedim. Emelie bir ay boyunca başından kapüşonunu çıkarmadan okulda dolanıp derslere öyle girmişti. Bense sanki övünülecek bir şey yapmışım gibi o zaman gerim gerinmiştim. Hiç pişman olmamıştım. O zaman ki hallerimi inkar edemeyecektim. Tam bir fırlamaydım.
Sarah, "Sen Ana'ya bakmaya gitmiyor muydun?" diye kocasını tersledi ve Brad Sarah ile benim yanımdan omuzlarını düşürerek uzaklaştı. Kocası gider gitmez, "Edward al şunu!"diyerek elime birden kağıt tutuşturmuştu. Ne olduğunu anlatmamıştım. Katlanmış küçük beyaz bir kağıttı.
"Nedir bu?" diye sordum kağıda bakara.
"Sana bir not bıraktı ama okumadım bana sadece senin okumanı söyledi. " diye fısıldadı. "Sanırım sana özel bir şey."
Bir not?
Ona yıllardır yazdığım mektuplara karşın küçük bir not. Çok bencilsin Emelie ama bende hâlâ seni isteyecek kadar bencilim. Notu açmadan cebime koydum.Yalnız kaldığımda okuyacaktım.
"Okumayacak mısın?"diye sordu.
Sandalyeden kalktım."Yalnızken okuyacağım."dedim. Benim için gitme vaktiydi. "Sonra görüşürüz Sarah."
Arkamı ona dönüp giderken Sarah seslendi. "Edward!"
Ona dönerek, "Evet Sarah?" dedim.
"Nereye? Daha konuşuyorduk?"
"Gitmem gerekiyor. Üzgünüm."
"Edward." dedi bir kez defa."Sana her şeyi anlattık ama o seni sevmediğini söylese bile hâla sana aşık. Bunu gözlerinde gördüm. O hâlâ eski Emelie. Ama sen... Eski Edward değilsin değil mi?"
Sadece gülümsemekle yetinip cafeden dışarı çıktım. Ben eski Edward'ı aşalı çok olmuştu. O da o mezarlıktaydı. Servisten yeni aldığım Ferrari'ye bindim. Sarah, umarım doğru söylüyordu. Umarım Emelie bana yıllar geçse bile hâlâ aşıktı. Gazı kökleyip hızlıca yol aldım tekerlekler asfaltta vahşice dönüp sürtünürken gür sesler çıkarttı. Kısa bir telefon görüşmesi yapmalıydım. Rehberden arayacağım numarayı bulup açmasını beklemeye başladım. Bu bir dakika bile bana oldukça büyük bir zaman kaybı geliyordu.
"Alo Ed!"diye telefonu açtı. Tiz ve cırtlak sesi.
"Merhaba Amy." dedim resmiyetle.
"Merhaba sevgilim."dedi yeniden o tiz sinir edici sesiyle. "Beni bu kadar çabuk mu özledin mi?'
Son söylediğini duymazdan geldim. "Şu davete gidiyorsun değil mi?"
"Evet Edciğim hatta şuan elbisemi deniyorum!" dedi "Harika görünüyorum."
"Fikrimi değiştirdim bende geleceğim. Beni bekle. Seni alırım." dedim Amy'ye. Onunla geçecek bir araba yolculuğu... Tanrı beni sınıyor olmalıydı.
"Ne?" Sesi heyecanlıydı. "Beni almaya mı geleceksin?"
Sesi tedirginleşmişti.Kim bilir o sürtük yine hangi piç kurusunun yanındaydı? Kendimi bozmadım. Louis'den onu araştırmasını istememin sebebi tam olarak buydu. Amy'den sadık olmasını beklemiyordum ama adıma leke sürmesine de izin vermezdim. Nişanı iptal edene kadar bir gözüm onun üzerinde kısa bir süre daha kalacaktı.
"Sorun mu var?"diye sordum.
"Kendim gelebilirim. Davet binasına yakınım orada görüşürüz Ed."
Asla ısrar etmezdim. "Peki sen nasıl İstersen " dedim. "Davette görüşürüz Amy."
O görüşürüz demeden telefonu kapattım. Sesini bir saniye bile duymaya tahammülüm yoktu. Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. Kafamı sürücü koltuğuna yasladım. Umut hissinin neye benzediğini unutmuştum yeniden hatırlatılana dek. Emelie beni hayatına almayı kabul ederse, yeniden başlama şansımız olacağıma inanıyordum. İnanç ve umut kahrolası iki duygu... Hayallere kanmazdım. Gerçeklerle hareket eder ve hedeflerimi her koşulda planlardım. Ancak bir adamın hayatında bir kadın varsa her daim hayal kurmak adam için tatlı bir zorunluluktu. Gökyüzü kararmaya başlamıştı. Saatime baktım. Kalbim göğüs kafesimde ağırlaştı, atış sesleri kulaklarımda uğulduyordu. Sesli bir şekilde kahkaha atmamın ardından gülümsedim. Dikiz aynasında belirginleşen gamzelerime düştü gözlerim. Gülümsemem sırıtışa dönüştü. Emelie ve ben, ikimiz içinde epey uzun, yorucu ve sarsıcı bir gece olacağa benziyordu.
BÖLÜM SONU.