PARÇALANMIŞ RUH 3/1

3296 Words
? Henry Moodie|You Were There For Me • Bu en güçlü irade dahi olsa tanıdık olan o hissi anımsadığı anda karşısında boyun eğmeye, diz çökmeye ve yenilmeye mahkumdur. • 3. BÖLÜM PARÇALANMIŞ RUH Gecenin alacakaranlığı ayı koynuna almıştı. Gökyüzü ve okyanus bir olmuştu sanki. Biri gökyüzüne yada okyanusa aksini gösteren bir ayna tutmuştu. Şehir çok güzeldi... Kötü geçmişi içinde benimle birlikte bir sır olarak saklayan bu şehir çok güzeldi. İçinde iyi olan anlarla birlikte bende hasar bırakan kötü geçmişinde taşıyıcısıydı. Karanlığın geceyi kuşattığı gibi kötü anılarda benim zihnimi kuşatma altına almışlardı. Onun yüzümü gözümün önüne geldikçe yaptığım seçimin bir bara olduğu fikrine kendimi inandırmaya başlamıştım. Geçmiş karabasan gibi üzerime çöreklenmişti. Tamamen iyileşmemiştim. İyileşmediğimi de biliyordum. Bir parçam her zaman bu şehirde kalmıştı. Kalbimin yarısı gibi yada ruhumun. Bile bile çektiğim acımın kaynağına yaklaşmak delilik gibiydi. Deli olmadığımı da söyleyemezdim. Kim deli olduğunu kabul ederdi ki? Ben. Hiçbir şeyi olmadığı gibi deliliğimi de inkar etmiyordum. Bir tarafım her zaman deli doluydu küçük bir çocuk gibi yada özgürlüğü seven bir genç gibi diğer bir tarafımda olgundu kendini bilen aldığı kararları sorgulayan bir yetişkin. Üçüncü bir taraf daha vardı orası bilinmezlerle doluydu. O tarafıma uyarsam ne yapacağımı ben bile bilemezdim. Kalbim şehre her saniye biraz daha yaklaştığımızı bilir gibi daralmaya başlamıştı. Karabasanı üzerimden atmak istedim ama bir sis gibi üzerime bir kez çökmüştü. Zihnimde İlerisi görünmüyordu. Düşünemiyordum. Panik olduğum doğruydu elim ayağım birbirine karışırdı ve kesinlikle sakarlığım tutacaktı. Hâlâ gece şehre hakimdi. Karanlıktan nefret ediyordum. Eğer uçaktaki gece lambasına benzer küçük ampul olmasaydı nefes bile alamayacak kadar kötü bir durumda olurdum. Uçak iniş yaparken zelzele olur gibi sarsılmaya başladığında annem Sharon uykusundan sıçrayarak uyandı. Göz bandını çıkardığında sersemlemiş gözlerini bana dikti. Gülümsedim "Bonjour*. New York'a geldik Bayan Øuuen." *Günaydın. Kısık sesiyle anlaşılmazca mırıldandı. Uzandığı koltukta yerinde durmadan o kadar hareketli bir uyku uyumuştu ki bu yüzden saçı dağılmış ve giysileri kırışmıştı. Esneyip başını yana yatırdı. Gözlerini ovuşturdu. "Sen hiç uyumadın mı?" Bitmiş üç tane kahve karton bardağını referans yaparak gösterdim. "Hayır uyumadım." "Bak bu bir ilk. Alkol almamışsın." Kendince yaptığı espriye gülmüştü. Uçak bir kez daha sarsıldığında annem yerinden sıçradı. Uzanıp benim gibi camdan dışarıya baktı. Kuş bakışı manzarayı inceliyordu. "Geldik işte bu kabus şehre." "Evet." dedim derinden bir iç çekişle. "Tüm kabusların rüya şehri New York." New York, John F. Kennedy Uluslararası Havalimanına indiğimizde bizi yine basından bir yığın magazinden paparazzi karşılamıştı. Kim onlara haber veriyordu? Bu kadar kalabalığa maruz kalmak istemiyordum. Onlara anlatacak bir şeyim bile yoktu. İlgi çeken annemdi. Bende onun gölgesi altında kalan kişiydim - ki bu durumda annemin şöhretine minnettarım- sadece basit bir her insan gibi sıradan bir vatandaştım. Tek istediğim biraz uyku ve belki bir iki kadeh alkoldü. Sharon paparazzi ordusundan korunmanın yolunu her şeyin bir yolunu bulduğu gibi yine parlak bir fikirle bulmuştu. Kılık değiştirme. Bu çözümü daha önceki seferlerde de kullanmıştık. Milano, Londra, İstanbul ve bir çok şehirde... Herzaman da işe yarıyordu. Saniyeler içinde Da Gaulle havalimanında göründüğü giysileri değiştirdi. Ona göre daha basit ve salaş kıyafetler tercihiydi. Bu giysiler ve annemin tarzı arasında çok fark vardı. Normal zamanlardada Sharon'ın başına silah tutup bu giysileri giymesini söyleseniz öldürülmeyi seçerdi. Yüzünü gizliyecek büyük kare çerçeveli gözlükler ve o kızıl renkteki peruğu taktığında ben bile gerçekten Sharon Øuuen'i tanıyamazdım. Sokaktan geçen bir yabancıdan farksızdı. Çevresinde dönüp üzerindeki salaş bluzu havalandırdı. "Nasılım?"diye sorduğunda gözlüklerinin üzerinden bana bakıp göz kırptı. Kızıl saçlarını sağ omuzunda toplamıştı. Kendimi gülmemek için zor tuttum. Annemin cilveli halleri kötü bir mizah anlayışı olmasına rağmen her zaman bana komik gelirdi. "Kötü yorumlarsan bütün gün asık suratım sana eşlik eder." "Evet oldu. Sharon Øuuen'den daha çok basit ve sıradan bir turist gibisin" "Sıra sende." dediğinde bir adım kadar geriye çekildim. O yanında taşıdığı peruklardan birini kafama geçirmeye niyetli değildim. En son saçımdan o döküntülü astarı ayıklamak için galonlarca su harcamıştım. Kılık bile değiştirmek istemiyordum. Eminim ki eğer annem yada babam olmasa ben önemsiz basit bir insandım. "Sadece şu fular yeterli olacaktır." Sırf fotoğraf çekmek isteyen bir kaç paparazzi yüzünden kendimi komik bir duruma düşürmek istemeyeceğim bir şeydi. Boynunda ki fuları çözdü ve bana verdi. Saçlarımı dağınık bir topuz yaptım. Fuları bir taç gibi bağlamış ve annemin yedek gözlüğünü takmıştım. "İşte oldu." dedim. Bu kadardı. Montumu fazla sıcakladığım için çıkarmıştım ama siyah kapüşonlum üzerimdeydi. Fermuarını çektim gerekirse kapüşonu da takardım. Valizlerimizi kalıcağımız otele önden götürmüşlerdi geriye kalan tek şey Cedric Owen'ın otele gitmek için bize gönderdiği arabaya ulaşmaktı. Paparazzilerin yanından geçerken yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. Bu klişe yöntem hep tutardı. Bizi tanımamışlardı. Arabaya ulaştığımızda rahatça omuz silkip koltuğa yerleştim sonra otele doğru yola çıktık. Sharon arka camdan bakarak arkada bıraktığımız gazetecilere kıs kıs gülerken kızıl renkli peruğunu başından çıkarttı. Rahat bir nefes alıp sevinçle alkış tuttu. Ona gözlüklerinin üzerinden soru sorar gibi baktım. Gözlüğünü çıkarıp soru soran bakışlarıma "Cedric Owen ile ilişkimizi nasıl gizli tuttuğumuzu sanıyorsun."diye cevap verdi. "Baban seksenli yılların en gözde bekarıyken ve bir moda imparatorluğunun varisiyken ilişkimizi gizli tutma çabalarımızdan bir çok tecrübe edindim. Tabi bu eskidendi." Sessizliğimi korudum. İkizimizinde geçmiş yaşanmışlıkları da kötü sonlara sahipti. Sadece otele gittiğimde çekiceğim uykunun ve tadacağım votkanın hayalini kuruyordum. Sarhoş olana dek içecektim. ●●● "SHARON ØUUEN VE KIZI NEW YORK YOLCUSU Øuuen dergisinin sahibi Sharon Øuuen yeni markalar arayışında. Paris' te yaşayan ünlü dergi sahibi kızı Emelie Owen ile New York'a geliyor. New York'a Hoş Geldin Emelie Owen. Diye ilk haberi okudu sonrada haber başlıklarını. Sesi kulağımın dibinde art arda patlayan bir taramalıya eş değerdi. NEW YORK'A HOŞ GELDİN OWEN'S KRALİÇE VE PRENSES PARİS'TEN NEW YORK'A GELİYOR KUMRAL GÜZEL NEW YORK'TA "Dieu aide moi!*" diyerek uyuduğum yatakta sıçrayarak uyandım. Sharon'ın tiz sesi ile uyanmak gerçek hayata bir kabusa başlamaktı. Ki uykumda yeterince kabuslarımla baş başaydım. Sersemlemiş bir halde etrafıma bakındım. New York şehrini bir rönesans tablosu gibi içine alan boydan boya cam duvarlı otel odasındaydım. Sırf babamın yanında kalmamak için bu suite bir servet ödemişti. Onun bu vurdum duymazlığının muhasebesini tutamazdım ama Kral Dairesinden sonra Sharon Øuuen etkisiyle Kraliçe Katı isminde oteller arası yeni bir deyiş ortaya çıkmıştı. *Tanrım yardım et! "İtiraf edeyim seni biraz kıskandım." diye gururlu mırıldanısı duydum. Yastığı kulağımın üzerine gelecek şekilde başıma dayadım. Ama sesini duymama engel olmadı. "Tüm haberlerde sen varsın Emelie Owen!" İsmimi imayla söylemişti. Sharon'ı duymazlıktan gelmeye çalışmak faydasızdı. Yastığı başımdan çektim. Bir faydası olmuyordu. Gözlerimi etrafta gezdiriyordum. Vitrininde ve raflarında çeşitli içkilerin, büyüklü küçüklü kadehlerin olduğu bar tezgahı, otel odasının köşesine yerleştirilmiş büyük koltuklarla kaplı oturma yerini, her yerde çeşit çeşit çiçekler çikolata ve hediye kutularıyla birlikte renkli giysiler ve de bir çok meyve sepetini tek tek inceledim. Benimle iş yapmak isteyen markalar ve sponsor olmak isteyen şirketlerden gelen alışagelmiş hediyelerdi. Bunların hepsini bu odaya tek başına özenle taşıyıp yerleştirdiğine inanamıyordum. "Sharon." Saten geceliği ile yanı başımda yatağın ucunda elinde gazete ile oturuyordu. Bacak bacak üstüne atmıştı. Yüzünde yeşil renkli bir yüz maskesi vardı. Tanrım Shrek'e benziyordu. Yüzünü gördüğümde elimi başımın arkasına koydum. Yarım bir yağışla öylece uzanıyordum. "Burada paparazzi yok yüzünde ki maskede neyin nesi?" "Sanada günaydın Emelie." Yüzündeki maskeden anlayabildiğim kadarıyla gülümsüyordu. Bu kadın çılgının tekiydi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Meşhur olmak benim suçum değil ama şöhretimin bedelini bir şekilde ödüyorum işte." "Günaydın ve neden odamdasın anne?" Gözlerimle suit içi yığınlarda dolaştı. "Bunlarda neyin nesi?" Elindeki gazeteleri yanıma bırakarak ayağa kalktı. Ellerini iki yana açtı. "Hepsi sana gelmiş." "Geri yolla." Derince esnedim hâlâ yeni uyandığım uykunun etkisindeydim. Dinlenememiştim bile. Hâlâ üzerimde uykunun tatlı sersemliği vardı. Bıraksa uyurdum. "Tüm gazetelerde ilk sayfadasın benden bile pek fazla bahsedilmemiş." Bu güzeldi hemde çok güzelm Gelişim ne kadar çok duyulursa benim için o kadar iyi olacaktı. "Heryerde sen varsın tüm New York'ta hemde." O kadar neşeliydi ki. Sinirimi bozacak kadar. Beni aptal magazin manşetlerini okumak için mi uykumdan kaldırmıştı. İki gün sonra unutulacak haberlerdi. Yüzümü ovuşturdum.Yatakta bağdaç kurup oturdum ve yüzüme bir sırıtış ekledim. "Ne o Sharon Øuuen sonunda seni memnun edebildim mi?" diye sordum. "Ve söyler misin bu manşetler için gazetelere ne kadar ödedin?" "Elbette para ödemedim. Reklam yapmaya ihtiyacım yok." dedi huysuzlanarak. "Beni kısmen memnun ettin. Ama eğer bu gecede herkesi etkin altında bırakıp kendini Sharon Øuuen'in kızı olduğunu ispat edersen o zaman beni daha çok memnun edersin. Sen benden sonra gelecek Øuuen'sin." Ah bu yüzden normalden bile kat ve kat mutluydu. Gece olacak davet için heyecanlıydı. Ben sadece babamı göremek istiyordum. Babamı özlemiştim. Babamı bazen göz attığım moda dergileri dışında başka bir yerde görmemiştim. İletişimimiz koptuğu andan itibaren onu aradığım güne kadar birleşmemişti. Cedric Owen geçen on yılda yaşlanmıştı ama hâlâ yakışıklıydı. Konuşacağım anda, "Ve! Evet! En büyüğünü sona sakladım!" diyerek koşar adım gitti bir kaç saniye sonra geri geldiğin de elinde saten ince askılı uzun ve derin yırtmacı olan kırmızı bir elbise ile geri dönmüştü. Bu elbise gözüme fazla iddialı görünmüştü. Herkeste bırakacağı ilk izlenim bu olurdu. Ateş kırmızısı canlı rengi baba şehvet duygusunu anımsatmıştı. "Ne için bu?" "Bayan Russo'nun kariyerini başlatan özel tasarımı. Bu parçayı bulmak için aylardır uğraşıyordum." Neşesi ile heyecanı görülmeye değer tiyatral bir zevkti. "Bu akşam olacak davet ise mükemmel bir zamanlama. Bunu davette giymeni istiyorum." Bu bir rica değil emirdi. Kraliçe emrediyorsa emrine uymalıydım. "Hayır." diye mırıltılı itirazlarda bulundum. "Biliyorsun kendi çizgimin dışına çıkmam. Kendime yıllar içinde oluşturduğum gardrobuma güveniyorum." Sharon omuz silkti. "Sana uygun. Özelikle seveceğin türde bir parça seçtim. Eminim ki güzelliğin bu elbiseyi gölgede bırakacak. Bir kaç aksesuar, doğru makyaj ve güzel bir saç modeli ile tamamlanacaksın. İnat etme." "Babamın tasarımlarını giymeyi tercih ederim. Eminim ki bana bir şeyler yollamıştır." Elimi saçlarımın arasından geçirdim. "Üstelik bir başkasının tasarımını giymek babama yapacağım bir saygısızlık olur. Öyle olmasa bile ben böyle hissederim." "Babanın tasarımlarını her zaman giyebilirsin ama bu elbise sana yeni kariyerinin devamı olacak." Alaycı bir sesle "Neden sen giymiyorsun." diye teklifte bulundum. "Cidden soluk ten rengini canlandıracak bir parça." "Ben mi? Ben zaten zirvedeyim benim bu elbiseye ihtiyacım yok ama sen, sen tahtımı bırakacağım varisimsin." O bunları söylerken sesinde ki gurur kibre dönüşme raddesine dayanmıştı. "İhtiyacın yok ama izlenim her şeydir. Kusursuzluk gözler önündeyken takındığın bir maske olmalı.c "Sende söylüyorsun ihtiyacım yok. " diye ayak diremeyi sürdürdüm. O kadar abartılı ve dikkat çeken bir elbiseyi bu gece yanlış bir adım olurdu. Şu anlık dikkat çekmek lehime sonuçlanabilirdi. Ben dikkat çekmek istemiyorken Sharon bu parçayı sanki bilerek kasten seçmişti. "Küçük bir çocuk gibi davranmayı kes." "Küçük bir çocukmuşum gibi davranmayı kes." "Elbiseyi giyeceksin buna binlerce dolar ödedim." "Kendin giy. F"dedim yataktan kalkarken. "Hem benim kendi elbiselerim var." "Hangi elbiseler?"diye sordu odadaki büyük ahşap giysi dolabına ilerleyip kapağını açtı dolabın içi annemin tarzı olan kıyafetlerle doluydu. Saten, kadife, ipek, keten... Hepsinin marka ve kaliteli giysiler olduğu uzaktan bakılınca anlaşılıyordu. Dolaptan bir askı alıp o ince askılı kırmızı elbiseye geçirip dolaptaki elbiselerin yanına koydu. "Giysilerim nerde?"diye sordum. "Hangi giysiler?" diye sordu. Dolabı işaret etti. "İşte giysilerin burada tatlım. Sana küçük hediyelerim." "Sharon..." Susmamı işaret etti, "Hepsi babandan içlerinde Bayan Russo'nun tasarımlarıda var. Bu gece herkesi kendine hayran bırakıcaksın." Küçük bir alkış tutup suit kapısına doğru ilerledi. İç çektim. Anneme söx geçiremiyordum. Topuklu sesleri uzaklaşırken, "Otelin kahvaltı salonuna gel. Cedric orada bizi bekliyor olucak."dedi. "Harika!"diye bağırdım arkasından. "Babamı özlemiştim!" Babam gerçekten buraya gelecek kadar cesur muydu? Ben onu kendi iş yerinde ziyaret ederdim diye düşünmüştüm ama buraya geldiğine göre kahvaltı yapmakta kulağa hoş geliyordu. Gecelikten kurtulup hemen duşun altına kendimi attım. Uykumun açılmasına ve uçak yolculuğunun yorgunluğunu üzerimden atmama yardım etmişti. Duşta on dakikadan fazla kalmamıştım. Saçımı kuruttum ve taradım. Banyodan çıkarken gözlerim yatağın üzerinde ki gazetelere gitti pek umursamadan yanlarından geçip gitti.Ün veya şöhret umrumda değildi. Sadece nihai hedefimiz önüne taş koyuyorlardı. Bornozumu çıkarıp temiz iç çamaşırları giydim. Gözüme uygun görünen bir kaç parça çıkardim Annemin benim davette giymem için seçtiği kırmızı saten elbisede aralarındaydı. Koybalsa yada yırtılsa ne olurdu? Elbette olmazdı! Beni mahvederdi. O sinirli halini hayal ederek güldüm. Seçtiğim parçaları üzerime geçirdim. Giysi dolabının aynasından gözlerimi alıp New York şehrine baktım. New York'ta! Cam duvara dokunup şehrin ötesine baktım. Onun olduğu şehirde olmak inanılmaz hissettiriyordu. Hâlâ uyanacağım anı bekliyordum. Dokuz milyon insanın yaşadığı bu şehirde onun için atan kalbimin hâlâ sahibi tek bir insan. Başımı iç çekip cama yasladım. Elim camın üzerinde gezindi. Şehir ayaklarımın altındaydı. Neden bu şehre gelmiştim ki? Babamı görmek için bu sebeple kendimi kandırıyorum... Sanki ona geri dönmüştüm. Hayır. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Ellerim belimde yeniden rolüne bürünmek otuz saniyemi aldı. "Emelie!" diye seslendi Sharon. "Geliyor musun?" "Geliyorum." diye yanıtladım. Güçsüz değildim sadece onu düşündüğümde güçsüzleşiyordum. Anneme döndüğümde yüzünde ki şaşkın ifade ile karşı karşıya kaldım "Sorun ne?" "Vay canına!"dedi hayranlıkla. "İşte bu güzel kızım Emelie Owen!" Kapıyı sonuna kadar açtı. "Gidelim hadi baban seni görmek için ölüyor." Sanırım cidden böyle olmasını isterdi. Heyecanla tebessüm ettim. "Gidelim." ●●● "Baba!"diyerek kollarına atıldım kollarımı boynuna sarıp ona sıkı sıkı sarıldım. Daha kapıdan içeri girer girmez verdiğim ilk tepkiydi. Yetişkin bir kadın olsamda içimde ki kız çocuğuna söz geçirememiştim. Sharon baba diye bağırdığımda yerinden sıçramıştı. Arkamızdan söyleniyordu. Onu umursamadan babama daha da sıkı sarıldım. Cedric de belime kollarını dolayıp bana sıkı sıkıca sarıldı. Babamı haal sevebiliyor bu duyguları yaşabildiğim için biraz şaşırmıştım. Onu özlemiştim. Onunda beni özlediğine emindim. Babam ile son anım bir anda aklıma geldiğinde başımı omzuna yasladım. Onu annemden boşandığı için suçlamıştım. Benim hayatımı da zindana çevirdiğini söylemiştim. O an öfke gözünün bürüsede sözlerimden kırıldığını biliyordum. Yaklaşık on yıl kadar... "Merhaba Emelie." Sesi şefkat doluydu. Sarılmamıza son verirken benden ayrıldı. Elimden tutup bir kezde beni etrafımda döndürmüştü. "Küçük güzel kızım büyümüş ve genç bir kadın olmuş." Babamdan uzaklaşırken gözlerim anneme gitmişti. Sharon ise çoktan yemek masasındaki yerini alıp gorsana siparişini vermişti. Babam el bileklerimden tutup gözleri ile inceledi. Bileklerimde sadece ince çizikler vardı. Bileklerimi gevşek taktığım için tam olarak bileklerime oturmamışlardı. Üstelik dikkatli bakılmazda belli bile olmuyorlardu. Ellerimi babamdan kurtardım. "Sorun yok baba.Bir daha bileklerimi kesmedim" "Çünkü hizmetlilere evdeki tüm delici kesici ve parçalayıcı aletleri kaldırmalarını emretmiştim."diye bize masadan söylendi. Bardaktaki sudan büyük bir yudum aldı. "Anne olmak ve annelik yapmak zor bir meslek." Babam omuz silkti. "Hâla aynı hiç değişmemiş" "Dinliyormuş gibi yap ve her dediğini başınla onayla."diye babama taktik verdim. "Beş yıl boyunca evliliğimizde ne yaptığımı sanıyorsun."dedi birden ciddileşerek sesi fısıltılı ve sadece benim diyebileceğim ölçüdeydi. Evet eski Cedric Owen geri dönmüştü.Babamda değişen şeyler zamanla biraz daha kırışan yüzü ve siyah saçlarına eklenen beyazları dışında geri kalan ciddiyeti mesafeli oluşu sanırım kızı hariç herkese karşın taş kalpli olması her şeyi aynıydı. Hiç değişmemişti. "Masaya gelin." diye emretti annem. Babam masaya benimle birlikte yürürken, "Hâlâ aynı kadın." dedi benim duyabildiğim homurdanışıyla "Hâlâ ona bir zamanlar nasıl aşık olduğumu sorguluyorum." Babamın anneme karşı nefret dolu sesiyle söyledikleri içime gülün dikenleri gibi batan bir his yaratmıştı. Babam annemi gerçekten sevmişti ama annem babamı sevmiş miydi işte hu büyük bir soru işaretiydi. Sanırım bu sorunun cevabı karşısında Tanrı'nın varlığı bile daha kesin olabilirdi. Her ikiside sessizti. Önlerine gelen kahvaltılarını büyük bir dinginlik ve sakinlikle yiyorlardı. Arada sırada birbirlerine sert, soğuk, nefret dolu bakışlar atıyorlardı. Annem babam ile her göz göze geldiğinde kaşları çatılıyor Cedric Owen, Sharon Øuuen'in sert bakışlarından nasibini alıyordu. Babam ise soğuk bakışları ise tüylerimi diken diken ediyordu. Daha kimse konuşmamıştı. Sessizliği normalde severdim ancak bu sessizlik şu an ş bir işkenceden farksızdı. Annem ve babam benim yüzünden birbirlerine katlanmak zorunda değillerdi "Davet bu akşamdı değil mi?" diye bir konu açtım. Boğazlarına bıçak dayasam bıçak zoruyla bile konuşmazlardı. Cedric başıyla onayladı ve kahvaltısına döndü. Sharon ağzını bile açmamış hatta sorumu bile umursamamıştı. Parmağında takılı büyük elmas yüzük ile ilgileniyordu. "Kaç yıl oldu baba?" diye sordum "Owen markasının kuruluşunun kaçıncı yıl dönümü?" Babam iş ile ilgili saatlerce konuşabilirdi. Annem ile bu yönleri ile benziyorlardı. İkisi de iş kolik mesleklerine bağımlı insanlardı. "Elli." dedi babam gururla. "Büyük, büyük babanın kurduğu bir atölyeden şimdi ki markaya. Elli yıllık uzun bir başarı öyküsü. Ve umarım seninle bir elli yıl daha devam edecek Emelie. Belki de senin torunlarınla." Sharon iğneleyici bir sesle sordu. "Evlenmeyi düşünüyor musun Emelie, bebeğim?" "Kim bilir ama kesinlikle hayır anne." Babam omuz silkerek, "Erkek." dedi. "Yani hayatında bir erkek var mı? Belki bir sevgili?" "Ne?" Şaşırdım ama sonra hemen toparladım. "Hayatımda öyle özel biri yok." Annem alaycıl bir şekilde göz devirdi. Yirmi beşimdeyken nisanlanma durumum gündeme geldiğinde tarihimizin en büyük kavgasını etmiştik. Annemin fransız aksanlı bağırışları hala kulağımda bir mazi çınlamasıydı. Camiasından bana ilgi gösteren tüm genç erkek ve adamları reddetmiştim. Söz konusu bile olamazdı. Bir başkası! Başka bir adamın yatağına o hala aklımda ve kalbimdeyken girebilmek midemi bulandırmıştı. Ekşi tat ağzımı doldururken bir kaç yudum meyve suyu içtim. Annem ile göz gözeydik aklımdan geçenleri sanki okurmuş gibi bakışları kaygılıydı. Sharon'ın umursamaz ifadesi beni öfkelendirmişti. Biraz olsun fedakarlık yapıp, ilgili davranabilirdi. Babam ile birbirlerini birazdan öldürecekmiş gibi attıkları bakış bardaktaki suyu taşıran son damla olmuştu. "Neden böylesin?"diye sorduğumda ikisi de aynı anda bana baktı. Meyve suyu dolu bardağı elimden sertçe masaya bıraktım. "En azından biraz daha iyi rol yapsanız yada en azından biraz daha az birbirinizden nefret etseniz." Cidden sohbet benimle ilgiliyken bile birbirlerinden haz etmedikleri açıkça ortadaydı. "Bir aile olmak için geç kaldık biliyorum ama en azından keşke birbirinizden daha az nefret edebilseniz." Sesizliklerini korumuşlardı. İki yine birbirlerine yine nefret dolu bakışlar atmışlardı. Sandalyemde sırıtarak arkama yaslandım. "Boş verin. Ayrı ayrı görüşsek daha iyi olurdu. Bir daha benden habersiz plan ve program yapmayın." diyerek masadan kalktım. "Baba seni yarın iş yerinde ziyaret edebilirim. Öylesi daha iyi olur." Babamda benimle ayağa kalktı. "Emelie kal lütfen." "Gerçekten baba buraya gelmek zorunda bile değildin." Dişlerimi sıktım. "Ben zaten seni ziyarete gelecektim." "Lütfen kal Emelie. Kendim istediğim için burdayım." "Hayır baba isteğin için burada değilsin." dedim. "Bu sadece vicdan azabını eyleme dökülüşü. Bir aile yemeği." "Emelie." dedi Sharon. Babam ve benim gibi ayağa kalkmıştı. "Yerine otur ve bir tatsızlık çıkarma. İnsanlar bize bakıyor. Rezil olacağız." "Senin için önemli olan bu." dedim "Yerinde beni burada tutmak için daha fazla uğraşmazdım. Yoksa asıl rezillik şu anda başlayacak." "Emelie?" dedi babam."Zorunlu olarak burqda değiliz kızım. İnan bana. Seni görmek için buradayım." "Sana inanıyorum baba. Ama gördüğüm şeyde apaçık ortada ve ben buna daha fazla maruz kalmak istemiyorum." "Emelie..." "Sonra görüşürüz baba." Masadan uzaklaştım ve yanlarından ayrıldım Eğer biraz daha o masa da oturucak olsaydım babam ikimizin kavgasını ayırmak zorunda kalacaktı. Otel restorantından alelacele çıkarken annemin arkamdan gelen topuklu seslerini duydum. Sharon kolumdan tutup çekip beni durdurdu "Nereye gidiyorsun? Masaya geri dön." diye emrettiğinde kaşlarım çatıldı. Ondan nazik bir rica beklemiyordum elbette. "Bu olmayacak." "Bak senin için o adama katlanıyorum. Bu büyük bir fedakarlık en azından biraz minnettar olsan." Gülümsedim. "Minnetliğimi sakin kalarak gösteriyorum ya anne." "Geri dön hadi şu masaya." "Bakışlarınız da bile nefret var sizin. Ben bunu görmeye katlanamıyorum. Benim için yalan söylememize yada rol yapmanıza gerek yok!" Kolumu sıktı ve güldü. Tane tane konuştu. "Şu lanet masaya geri dön dedim sana." "Eski bir arkadaşımı ziyaret edeceğim." Tepki verecekken kolumu tutan elini kavrayarak annemi kendime çektim. Sanki hoş bir sohbetin ortasında gibi kısık bir kahkaha attım. Annemi kollarımla sararak çenemi omzuma yasladım. Fiziksel olarak ondan daha güçlüydüm ve istesem narin ince boynunu bile kırabilirdim. "Aklına kim varsa unut onu. O değil. Sadece eski bir dostu ziyaret edeceğim." "Eski dost?"dedi soru sorar gibi. "Evet eski arkadaş grubumdan." "Olmaz." "O davete gelememi istiyor musun?" "Elbette." "O zaman bırakta gideyim." Kısa bir an susuverdi. "Üzerimde ki otoritenin benim istediğim görünürlükte olduğunu biliyorsun. Ne dersen de gideceğim. Şimdi beni ağırlayan sevimli anne rolüne bürünürsün ya da daveti unuttursun." Omuzlarından tutarak onu kendimden ayırdım ve yüzüme içten bir gülümseme yaydım. Kolları serbest kalınca burnunun kemerinden tutup derin bir iç çekti. "İki saat! Bir dakika bile geçse korumaları tekrar peşine takarım." "İstediğim zaman zaten kaçabilirim anne." dedim. "Ruhunun Bike durmayacağı şekilde ortadan da kaybolabilirim." Cevap vermedi ve bana arkasını dönüp gitti. Her zaman olduğu gibi şimdi de gidiyordu. Arkasında bıraktıklarını asla umursamazdı. Kısa bir an kollarını göğsümde kavuşturdum. Sharon'ı böyle ehlileştirmek sadece öz kızının yapabileceği bir hareketti. Bizi bir kaç dakikadır izleyen korumaya başımı salladım ve yanıma gelerek beni başıyla selamladı. "Talimatlarımı diğer çalışanlara da ilet. Yakınından bir saniye bile ayrılmayın. Şüphenizi çeken bir kadın bile olsa müdahale etmekten geri durmayın." Koruma başıyla onayladı. Sharon beni koruduğunu sanarken onu koruyan bendim. "Cedric Owen içinde iki güvenilir adamını eski evime ve iş yerine yerleştir. Annemde olduğu gibi babamıda adım adım izleyin."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD