Başının içinde uğuldayan bir acıyla gözlerini araladı. Nem kokusu, rutubetle yoğrulmuş beton duvarlar, tavanda sallanan loş bir ampul… Kımıldanmak istedi ama bileklerindeki ipler derisini kesiyordu.
Nefesleri düzensizdi. Görüntüler bulanık olsa da köşede oturan silüeti fark etti.
Adam sakince sigarasını tüttürüyor, dumanını ağır ağır tavana üflüyordu. Sanki bu anı uzun süredir beklemiş gibiydi.
Meltem boğazındaki düğümü yutarak kendi kendine fısıldadı:
“Hadi kızım… toparlan. Buradan çıkarsın. Panik yok… panik yok.”
Adamın gözleri kıpırdamadan ona dikildi. Yavaşça ayağa kalktı, sigarasını metal varile bastırıp söndürdü.
— “Uyanmışsın sonunda.”
Sesi buz gibiydi. Birkaç adım yaklaştı. Meltem nefesini tuttu.
— “Adını biliyoruz. Okulunu da. Ama bilmediğimiz bir şey var…” Adam başını eğip göz göze geldi. “…Sen, o çocuğun yanında ne diye dolanıyorsun?”
Meltem’in dudakları titredi. Kafası karmakarışıktı. “Hangi çocuk?” demek istedi ama sesi çıkmadı.
Adam, tek bir kelimeyi odanın içine sapladı:
— “Altan.”
O an, loş odadaki hava daha da ağırlaştı. Meltem’in yutkunması bile duyuldu. Derin bir nefes alıp kendini toparlamaya çalıştı.
— “Benim… öğretmenim.”
Adamın dudak kenarı sinsice kıvrıldı.
— “Onu göreceğiz.”
Ampul tıkırdadı. İpler bileklerinde daha çok acıtırken Meltem kafasının içinde aynı cümleyi tekrar etti:
“Dayan. Kurtulacaksın.”
Gözleri odanın her köşesini taradı. “Ne yapıyorduk filmlerde… etrafı incele. Dur, bakayım… Ne varmış burada? …Yuh! Bunlar ne böyle, izbandut gibi adamlar.”
Kendi kendine fısıldadığı bu söz, gerginliğin içinde bile ince bir alay taşımıştı.
Villada ekranlar birbiri ardına açıldı.
Anahtar, klavyeyi önüne çekip hızla yazmaya başladı:
— “Apartmanın çevresindeki tüm kameraları tarıyorum.”
Gözcü, harita üzerinde işaretler koyuyordu:
— “Pencereyi gören kamera yok. Ama sokağın giriş ve çıkışları elimizde.”
Saatlere göre kayıtlar dizildi. Sessiz, soğukkanlılığını bozmadan konuştu:
— “Polis raporuna göre üçle dört arası. Bu aralıkta giren tüm araçları çıkarın.”
Bay Kısmet kolunu masaya vurdu:
— “Çıkış yapanlar daha önemli. O saatte trafik olmaz. Giren çıkar, ama çıkan? İşte o şüpheli.”
Dakikalar ağır ağır geçti. Yüzler sadece ekranların karanlık ışığıyla aydınlanıyordu.
Anahtar sonuçları sıraladı:
— “Giren çok, ama çıkan yalnızca üç araç var.”
Altan masanın kenarına dayanmış, gözlerini ekrandan ayırmadan sordu:
— “Hepsini takip edin. İstanbul’un neresine giderlerse gitsinler.”
Gözcü uydu görüntülerini büyüttü. Haritada üç rota belirdi. İki araç kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ama biri…
Sessiz, gözünü ekrandan ayırmadan mırıldandı:
— “Bir tanesi… durdu.”
Harita yakınlaştı. Kamera kayıtlarıyla eşleşen görüntü açıldı. Araç, şehrin dışında, ıssız bir deponun önünde durmuştu.
Altan yumruğunu sıktı.
— “Depo kimin üzerine?”
Anahtar’ın parmakları klavyede hızla dolaşıyordu.
— “Bulacağım… bulacağım…”
Gözcü nefesini tutmuştu. Bay Kısmet dişlerini gıcırdatıyordu. Sessiz, kısık bir sesle tek kelime söyledi:
— “Çabuk.”
Altan’ın gözleri alev gibi parladı.
— “Ne pahasına olursa olsun… Meltem’i oradan çıkaracağız.”