HİLAL
Doğum günüm bitmişti ama kalbim hâlâ o geceki heyecanla çarpıyordu.
Konağın her köşesi sessizliğe bürünmüştü sadece dışarıdan cırcır böceklerinin sesi geliyordu.
Yatağımın ucuna oturdum, ayakkabılarımı çıkardım, sonra uzun uzun aynadaki yansımanı izledim.
Saçlarım dağılmış, makyajım hafifçe silinmişti ama yüzümde hâlâ bir gülümseme vardı.
“Ne güzel bir gündü…” dedim kendi kendime fısıltıyla.
Gerçekten de öyleydi.
Arkadaşlarım, ailem, Ebru… hepsi benim için oradaydı.
Herkesin yüzünde tebessüm, gözlerinde mutluluk vardı.
Böylesine sevilmek, bir insanın sahip olabileceği en güzel his olmalıydı.
Yatağın yanındaki sandalyeye doğum günü hediyelerimi yığmıştım.
Sırasıyla açmaya başladım.
Birinden kitaplar çıktı biri şiir, biri roman.
Ebru’dan gelen kutunun içinden renk renk bileklikler, küçük notlar ve komik fotoğraflar çıktı.
Her birine gülerek baktım.
Sonra elim küçük bir kutuya uzandı.
Üzerinde sade bir kart vardı:
“Doğum günün kutlu olsun, Hilal.”
Ne imza, ne süs, ne de bir not.
Kutunun köşesindeki küçük harflerle yazılmış ad soyadı dikkatimi çekti:
Miran ŞAH.
Bir an durdum.
Kutuyu yavaşça açtım.
İçinden gümüş bir kolye çıktı — ay yıldız figürlü, zarif bir işçilikle yapılmıştı.
Yıldızın ucunda minik bir yeşil taş parlıyordu.
Bir süre elimde tuttum, sonra gülümsedim.
“Miran abi yine incelik yapmış,” dedim kendi kendime.
Her zaman olduğu gibi, sade ama anlamlı bir şey seçmişti.
Ona hep hayran olmuşumdur her hareketinde bir ölçülülük, bir ağırbaşlılık var.
Kimi zaman fazla ciddi olsa da, insan onun yanında kendini güvende hissediyor.
Belki de Ebru’ya bu kadar yakın olmamın bir nedeni de buydu.
Kolyeyi boynuma takıp aynaya baktım.
Gümüş parıltısı ışıkta dans eder gibiydi.
“Çok yakıştı,” dedim fısıldayarak.
Sonra kolyeyi avucuma aldım, kalbimin hizasında tuttum.
O an bilmeden, onun kalbinde ne kadar derin bir yere dokunduğumu hissedemedim.
Benim için bu, güzel bir hediyeydi sadece…
Ama onun için, içinde taşıdığı en sessiz sevdanın iziydi.
Yatağa uzandım, kolyeye bir kez daha dokundum.
“İyi ki varsınız,” dedim gülümseyerek anneme, babama, Ebru’ya, Miran abiye…
Sonra gözlerim ağırlaştı.
Uykuya dalarken yıldızın ışıltısı tavanda titriyordu.
Ve Miran’ın gizli aşkı, o gece Hilal’in kalbine fark edilmeden bir adım daha yaklaşmıştı. 🌙
Bir hafta sonra..
YAZARDAN
Miran o sabah erkenden kalkmış, babasının verdiği işleri denetledikten sonra akşam Çalışma odasına geçip kalan işlerle ilgilenmişti. Ebru isegelecek misafirler için hazırlıklarla ilgileniyordu. Hilaller gelecekti.
Konağın bahçesinde masa hazırlanırken, Zerda hanım da her şeyin kusursuz olmasına dikkat ediyordu, Sonuçta aile dostları yemeğe gelecekti.
Miran işlerini bitirdikten sonra odasına çıkıp kısa bir duş aldıktan sonra rahat olmak için spor bir kıyafet giyip aynanın karşısına geçti saçlarını özenle tarayıp aynada kendine son bir kez daha baktıktan sonra aşağıya indi, farkında olmadan sadece birinin beğenisini kazanmak ister gibi...
Hilal’in.
Akşam hava kararırken, Hilal’in neşeli sesi avludan duyuldu. Miran başını çevirdiğinde, Hilal annesiyle birlikte kapıdan giriyordu. Beyaz, zarif bir elbise giymişti, rüzgarla saçları hafifçe yüzüne düşüyordu.
Miran istemsizce gözlerini ondan alamadı ama hemen kendini toparlayıp gülümseyerek selam verdi.
“Hoş geldiniz, buyurun.”
Hilal gülümseyip, “Hoş bulduk Miran abi,” dedi.
O “abi” kelimesi Miran’ın kalbinde bir yerleri acıttı. Ama dışarıdan belli etmedi.
Sofrada herkes neşeyle konuşurken Hilal, Miran’a dönüp,
“Bu arada, doğum gününde gönderdiğin kolyeyi takmadan dışarı çıkamıyorum artık, çok zarifmiş,” dedi.
Miran’ın elindeki çatal havada asılı kaldı.
“Beğenmene sevindim,” diyebildi sadece.
Hilal gülümsedi, “Hem herkes çok beğeniyor, ‘kim aldıysa zevki iyiymiş’ diyorlar,” diye ekledi.
Miran içinden, “Keşke bilseler...” diye geçirdi, ama sustu.
O akşam sofrada geçen sıradan sohbetlerin arasında, onların dünyasında görünmeyen bir bağ sessizce güçleniyordu
Hilal hâlâ çocukça gülüyordu,
Miran ise her gülüşünde biraz daha sessizleşiyordu.
Masada sohbet, kahkahalar, çatal bıçak sesleri birbirine karışıyordu. Ebru heyecanla okulda olanları anlatıyor, Hilal arada bir kardeşi Yiğit’e takılıyordu.
Herkesin yüzünde huzurlu bir ifade vardı.
Sadece Miran’ın değil.
O, her zamanki gibi sessizdi. Gözleri zaman zaman farkında olmadan Hilal’e kayıyor, sonra hemen tabağına dönüyordu.
Hilal ise Miran’ın sessizliğini fark edince gülümseyerek elindeki tabağı uzattı.
“Sen böbreği çok seversin diye biliyorum,” dedi. “Annem bugün özel yaptırmış, sana koyayım mı Miran?”
O an Miran’ın kalbi sıkıştı.
Hilal’in sesindeki o içtenlik, adını çekinmeden söylemesi, masum bir jestin bile içinde neler uyandırabileceğini unutturuyordu.
Bir an göz göze geldiler. Hilal’in yüzünde masum bir tebessüm vardı, Miran’ın gözlerinde ise bastırılmaya çalışılan bir sıcaklık.
“Teşekkür ederim Hilal… zahmet etme,” dedi kısık bir sesle, ama Hilal aldırmadı.
“Elimi mi yoracağım, sen otur.”
Ve tabağından nazikçe bir parça alıp Miran’ın tabağına koydu.
O an Miran, Hilal’in ellerine değil, o küçücük hareketin ardındaki masum sevgiye baktı.
İçinden, “Bir gün bile farkında olmadan kalbimi bu kadar karıştırabileceğini bilseydi, o da böyle rahat davranamazdı,” diye geçirdi.
Masada herkes konuşmaya devam ediyordu, ama Miran’ın iç dünyasında sessizlik ağırdı.
Hilal arada bir ona dönüp bir şey anlatıyor, gülüyordu.
Miran da gülümsüyordu, ama sadece dudaklarıyla.
Gözleri hâlâ bir şey saklıyordu.
#
Çay ve tatlı faslı başlamıştı. Büyükler salonda, yumuşak ışıklar altında sohbet ediyor, kahkahalar arada bir mekânı dolduruyordu.
Miran sessizce yan masada oturuyordu ciddiyeti ve ağırbaşlı tavrı ile konuşmalara katılıyor, ama gözleri bazen Hilal’in üzerinde takılıp kalıyordu.
Hikmet bey bir ara ciddi bir ifadeyle,
“Miran, artık askerlik zamanı geldi. Üniversiteyi bahane etmeden gitmek gerek,” dedi.
Erkan amca da onaylarcasına başını sallayıp ekledi,
“Vaktinde gitmek en iyisi. Sorumluluk erteleyerek kaybolmaz.”
Miran derin bir nefes aldı, çayından bir yudum içti. İçinden, “Biliyorum… ama her şeyi üst üste geliyor. bütün bu olanlar yetmiyormuş gibi birde Hilal’i düşünmekten bir an bile kafamı toplayamıyorum,” diye geçirdi.
Dışarıya ise sadece sakin, kontrollü bir gülümseme yansıttı.
“Evet baba, vakti gelince yapacağım,” dedi net bir sesle, sesi kararlı ama biraz da ağırdı.
---
Bu sırada Hilal ve Ebru sessizce birbirlerine bakıp gülümsediler ve Ebru’nun odasına doğru yürüdüler.
Kapıyı kapattıklarında kahkahaları odada yankılandı.
“Ebru, senin okulda hoşlandığın o kişi hâlâ var mı?” diye sordu Hilal merakla.
Ebru yüzünü buruşturup hafifçe kızardı,
“Var tabii… ama öyle söyleyeyim, çok yakışıklı biri. Hâlâ bana yaranacak diye şekildn şekile giriyor, ben de biraz takılıyorum işte,” dedi gülerek.
Hilal kendi lise hayatını anlattı
“Benim yeni sınıfım çok büyük. Öğretmenler sert, ama arkadaşlar iyiler. Hatta bir arkadaşla projede beraber çalışacağız,” dedi heyecanla.
Ebru gözlerini kocaman açtı
“Anladım… senin de ufak tefek aşk haberlerin başlayacak demek. Haha!”
İkisi bir kahkaha attı ve odada birkaç dakika sadece kız kıza, güvenle sohbet ettiler.
---
Aynı sırada avluda küçükler oyun oynuyordu.
Miran’ın küçük erkek kardeşi murat ve Hilal’in küçük kardeşi Yiğit koşturuyor, topu birbirlerine atıyorlardı.
Arada bir Yiğit bağırdı,
“Top bana, hemen!”
Miran hafif gülümseyip göz ucuyla onları izledi, sonra sessizce çayını yudumladı.
Hilal ve Ebru odadan geldiklerinde tatlı faslı hâlâ devam ediyordu.
Miran, onların gülüşlerini duymaya devam ederken kendi içinde derin bir nefes aldı.
Tatlı faslı devam ediyordu. Büyükler çaylarını yudumluyor, birbirleriyle sıcak bir sohbet içindeydiler. Miran sessizce yan masada oturuyordu, ara ara sorulara cevap veriyor ama gözleri sürekli Hilal’in üzerinde takılı kalıyordu.
Hilal elinde tatlı tabağı ile Mira'nın yan tarafında oturan Ebru'nun yanına ilerledi genç kız yeni oturmuştu ki Ebru araya girip "Hilal tatlindan birazda bana ver" dedi şakacı bir tonda, Hilal hilal elinde kendi tababğiyla Ebru'nun tabağına uzanıp tatlı koyarken yanlışlıkla bir parça tatlıyı Miran’ın tabağına düşürdü.
“Haa! Kusura bakma, istemeden…” dedi hemen utanarak.
Miran ise sadece hafifçe gülümsedi ve tatlıyı tabağında düzeltti.
“Sorun değil" dedi. Ama kalbi kan ağlıyordu.
Büyükler tatlılarını bitirip çaylarını yudumlarken, Miran da onlara katıldı.
Babam ve Erkan amca bir kez daha askerlik konusunu açtı:
“Artık vakti geldi, Miran. Üniversiteyi bahane etme,” dedi babam.
Miran içten içe nefesini tuttu, hem sorumluluğun ağırlığını hem de Hilal’i düşündü.
“Evet baba… vaktinde gidip yapacağım,” dedi sessiz ama kararlı bir şekilde.
Masada sıcak ve tatlı bir sohbet sürerken, Miran’ın iç dünyası ise fırtınalıydı.
Hilal ve Ebru kendi neşeleriyle odadan çıkıp gitmişti ama Miran hâlâ Hilal’in saf gülüşünü ve küçük jestini aklından çıkaramıyordu.
O an fark etti ki, bir yetişkin olarak her ne kadar güçlü ve olgun görünmeye çalışsa da, Hilal’in masumiyeti karşısında kalbi hâlâ savunmasızdı.