Averiel’in adımları şimdi daha kararlıydı. Artık mühürlerin taşıyıcısı değil, onların anlamını değiştirecek kişiydi. Gölgeyle bir olmak, yalnızca içsel bir zafer değil, yaklaşan kaosun öncesindeki son sükûnetti. Çünkü artık sırada gölgelerden bile eski olanlar vardı: Mühürlenmemişler. Dengeye hiç dahil edilmemişler. Nefiller.
Elaris Vadisi’ni terk ederken gökyüzü kırmızıya döndü. Hava ağırdı, toprağın üstündeki otlar solmaya başlamıştı. Cassian sessizdi ama gözleri çevreyi tarıyordu. Doğa artık sadece uyarı vermiyordu. Kendini savunuyordu.
Averiel, avcunu toprağa koydu. İçinden bir mühür yankısı yükseldi. Bu ses tanıdık değildi. Sekiz mühürden biri değil, daha derin bir şeydi. O an hissetti: Bozulmuş bağların yankısı.
“Geliyorlar” dedi fısıltıyla. “Toprak bile onları dışlıyor.”
Cassian başını kaldırdı. Ufukta bir toz bulutu yükseliyordu. Ama bu, sıradan bir rüzgâr değildi. İçinde şekil değiştiren gölgeler vardı. Bedenleri netleşmeyen ama varlıkları inkâr edilemeyen varlıklar. Yarı melek, yarı insan, tam anlamıyla hiçbir şeye ait olmayanlar: Nefiller.
Onlar, göklerden düşen meleklerin çocuklarıydı. Ne mühürlenmişlerdi ne de bağışlanmışlardı. Zamanın başında terk edilmiş, isimleri kutsal metinlerden silinmişti. Ama şimdi, mühürlerin çatlamasıyla birlikte yeniden doğuyorlardı. Her biri, unutuşun içinden bir çığlıkla yükseliyordu.
Averiel, Cassian’a baktı. “Onlarla savaşamayız.”
Cassian kaşlarını çattı. “Ne demek bu? Onlar saldırmaya geliyor.”
“Hayır. Onlar doğduklarından beri bize saldırmak istiyor gibi görünüyor ama aslında sadece duyulmak istiyorlar. Onlar... mühürlenmeyen hakikatin yankısı.”
Toz bulutu yaklaştı. Ve içinden ilk yüz netleşti.
Yüzü yanık izleriyle kaplı, gözleri simsiyah, ama bakışlarında çocuk gibi kaybolmuş bir korku taşıyan bir figür: Nael. Nefillerin öncüsü.
Averiel ileri çıktı. Tüm mühürleri içsel bir nabız gibi atıyor, ama bu kez kalkan değil, ışık gibi yayılıyordu.
Nael durdu. Arkasındaki nefil kalabalığı da onunla birlikte yavaşladı. Bir sessizlik oldu. Sanki iki eski dünyanın sınırıydı burası. Ve ortasında Averiel duruyordu.
Nael konuştuğunda sesi derinden geldi. Çoğul bir yankı gibiydi. “Sen, ışıkla gölge arasında yürüyensin. Ama bize ışık da vermediler, gölge de. Biz... unutulmuşuz.”
Averiel bir adım daha attı. “Hayır. Siz bastırılmışsınız. Sizi mühürlemediler çünkü size bile şans tanımadılar. Ama ben... sekizinci mühürle doğdum. Gölgeyle var olmayı seçtim. Artık siz de seçebilirsiniz.”
Nael’in gözleri büyüdü. Arkasındaki nefiller dalgalandı. Fısıltılar yayıldı. Onlar, bin yıldır ilk kez bir taşıyıcının sesiyle karşılaşıyordu. Ama bu ses, emir değil, çağrıydı.
Cassian temkinliydi. “Onlara güvenebilir misin?”
Averiel yanıtladı. “Onlara kimse hiç güvenmedi. Şimdi ilk kez biri güvenirse... belki kaderleri de değişir.”
Nael, kollarını yavaşça kaldırdı. “Biz mühürlenmek istemiyoruz. Ama var olmak istiyoruz. Biz de yaşamak istiyoruz. Bu dünyada... bir iz bırakmak.”
Averiel içindeki tüm mühürleri serbest bıraktı. Işık, gölge, merhamet, inanç, acı... hepsi gökyüzüne yükseldi. Nefillerin üstüne bir perde gibi yayıldı. Nael’in gözleri doldu. Dizlerinin üzerine çöktü.
“Bu his... bu ses... biz... ilk kez birine aitiz.”
O an gökyüzü çatladı. Ama bu kez karanlık bir delik değil, yeni bir damar açıldı. Kırmızıdan altına dönen bir çizgi. Zaman, yeni bir sayfa açıyordu.
Ve Averiel sessizce fısıldadı:
“Artık mühürsüz olan da, mühürlü kadar var olabilir. Bu benim dönüşümüm. Bu onların doğuşu.”
Gökyüzünde altın bir damar gibi açılan o çizgi, sadece bir umut değil, aynı zamanda bir uyarıydı. Averiel, Nefillerle kurduğu bağın ardından başını göğe çevirdiğinde, havanın değiştiğini hissetti. Toz gibi parlayan ışık tanecikleri yeryüzüne iniyor, ama onları ne sıcaklık ne de huzur taşıyordu. Bu, kutsal düzenin nabzıydı. Ve şimdi o nabız Averiel’e odaklanmıştı.
Nael’in arkasındaki Nefiller başlarını kaldırdı. Onlar da hissetti. O güne kadar kendilerini yok sayan ışığın şimdi üzerlerine titreyen bir tehdit gibi düştüğünü biliyorlardı.
Cassian bir adım ileri çıktı. “Bu gelenler... gök muhafızları olabilir.”
Averiel gözlerini kısmadan göğe baktı. “Hayır. Onlar daha eski. Mühürlerin ilk bekçileri. Bizi yargılayanlar.”
Ve o anda gökyüzü açıldı. Parlak bir halka, sonsuzmuş gibi uzanan bir ışıltıyla belirdi. İçinden yedi figür ağır ağır indi. Kanatları parlayan saf beyaz, zırhları yansımasız gümüştü. Yüzlerinde ne öfke ne merhamet vardı. Yalnızca karar. Sonsuz, değişmeyen karar.
Önde yürüyen figür konuştu. Sesi gökyüzünü deldi, taşları titretti.
“Taşıyıcı Averiel. Sekizinci mühürle bütünleştiğini gördük. Mühürsüz olanlarla temasa geçtiğini, onlara ait olma hakkı tanıdığını...”
Averiel başını dik tuttu. “Çünkü onlar da bu dünyanın parçası. Onları dışlamak, yarım bir düzen kurmaktır.”
Figür, yere bastı. Ayaklarının altında toprak bembeyaz kesildi. “Sen bir taşıyıcısın. Kuralları uygulamakla yükümlüsün. Onları sorgulamakla değil.”
Averiel'in sesi duruluydu. Ama içinde, gölden aldığı o bütünlükle kuvvetlenmişti. “Ben artık sadece taşıyıcı değilim. Mühürleri değiştirenim. Ve ilk kez bir düzen, dışlananları dinliyor.”
Arkada duran başka bir muhafız ilerledi. Yüzü yoktu, sadece ışık. “Denge, dışlananlarla kurulmaz. Denge, uyumla olur.”
Nael o anda ileri atıldı. “Biz doğduğumuz günden beri yok sayıldık. Hiçbir zaman uyum sağlama şansımız olmadı. Bize ait olmayan bir sessizliği yıllarca taşımamızı istediniz.”
Bu sözler muhafızları sarstı. Işıkları bir an titreşti. Averiel, Nael’in omzuna dokundu. “Bırak. Bu savaşı onların diliyle kazanamayız.”
Önceki figür bir adım daha atarak Averiel’e yaklaştı. “Senin ruhun artık mühürlerle sınırlı değil. Bu tehlikeli.”
“Tehlikeli olan, değişimin inkâr edilmesidir” diye karşılık verdi Averiel. “Ben mühürlerin içindeki korkuyu değil, dönüşüm ihtiyacını taşıyorum.”
Gökyüzündeki ışık daha da yoğunlaştı. Muhafızların arkasından devasa bir simge ortaya çıktı: İlk Mühür. Tüm düzenin kaynağı, yasaların kökeni, sadakatin ve itaati temsil eden sonsuz çember. Bu, Averiel’e karşı çıkarılan kutsal kanıttı.
Figür konuştu: “Seni yargılayacağız. Ama seni yok etmeyeceğiz. Eğer suçsuzsan, İlk Mühür bunu gösterecek.”
Cassian ileri atıldı. “Ve ya suçluysa?”
“Yok olmayacak. Ama artık mühür taşıyamaz hale gelecek. Işığımız, karanlığını söndürür.”
Averiel gözlerini kapattı. İçindeki sekiz mühür birbiriyle fısıldaştı. Göl, taş, rüzgâr, acı... Hepsi tek bir soru sordu:
Hazır mısın?
Averiel gözlerini açtı. “Ben hiçbir zaman bu yola kusursuz olduğum için çıkmadım. Ama artık bütün olduğum için yürüyorum. Yargınız ne olursa olsun, ben kendi gerçeğimle birim.”
Ve İlk Mühür’ün ışığı onun üzerine indi.
Bedenini saran bir sıcaklık değil, bir çekişmeydi. Mühürler tek tek sınandı. Sadakat, geçmişte verdiği sözlerle. Merhamet, affettiği düşmanlarla. İnanç, şüpheyle sınanan kararlarla. Gölge... en sona kaldı. Ve orada İlk Mühür duraksadı.
Çünkü gölge bir kural tanımıyordu. Onun dili, yalnızca kabuldü.
Mühür kararsız kaldı. Averiel’in içindeki ışıkla karanlık, birbirine karşı değil, birlikte duruyordu. Ve bu... daha önce görülmemişti.
O an gökyüzü çatlamadı. Ama ışık sönmedi. İlk kez bir İlk Mühür, ne yargıladı ne bağışladı. Sadece... geri çekildi.
Muhafızlar birer birer başlarını eğdi. Önlerindeki düzen, artık onların anlayamayacağı bir düzeydeydi. Ve içlerinden biri, en yaşlı olanı sadece tek cümleyle ayrıldı:
“Yargılayamadığımızı izlemeliyiz.”
Onlar göğe dönerken Averiel nefes aldı. Bu bir zafer değildi. Ama bir eşiğin geçildiğini biliyordu. Eski yasaların artık onun üstünde durmadığını.
Nael ona yaklaştı. “Artık gökler bile seni değiştiremez.”
Averiel cevap verdi: “Çünkü ben değişmekten korkmuyorum.”