gelinlik

1141 Words
Hayatım boyunca bu denli aşağılanmaya, bu kadar hakarete maruz kalmamıştım. Nerede hata yaptığımı kestiremiyordum. Abimin de, annemin de bana verdikleri tepkiler sandığımdan çok daha fazlaydı. Kızarlar, söverler sanmıştım ama bu kadarını hak etmiyordum. Bir yerde oturup ağlamak, sızlanmak yerine çabalıyor ve alıyordum. Bunun insanların ahlak değerlerine uyup uymamasını umursamıyordum. Beni ilgilendirmiyordu da zaten. Ama sırf benden güçlü diye bana bu hakaretleri sıralayan, yüzüme tüküren anneme de şimdilik eyvallah diyordum. Elbet, bir gün ona da yaptıklarının hesabını soracaktım... Annem odadan çıktıktan kısa bir süre sonra, aralık kapıdan hizmetçilerden biri sessizce içeri süzüldü. Sessiz, sakin bir kızdı. Bazen bana karşılıksız yardım ettiği de olurdu; üstelik şimdiye dek kimseye tek kelime etmemişti. Ben de bunun karşılığında, annemden istediği izinleri onun adına gizlice aldırırdım. Gözlerini bana değdirmeden, ürkek bir sesle: “Masal Hanım, anneniz yanınızda kalmamı emretti,” dedi. Korkak tavrı, dudaklarımda istemsiz bir gülümseme bıraktı. Bugün yüzümü güldüren tek şey bu zavallı kız olmuştu. Belli ki anneme bir gardiyan lazımdı; bu görev de ona verilmişti. Ona kızmanın bir anlamı yoktu, annem ne derse yapmak zorundaydı. Yüzümdeki iğrenç tükürüklerden kurtulmak için hızla ayağa kalktım. Banyoya girer girmez kapıyı ardımdan kapattım. Kaynar suya yakın sıcaklıkta açtığım musluktan akan suyun altında, derimi defalarca keseledim. Kaç kere ovaladım, kaç kez suyun altında bekledim saymadım; ama sonunda temizlendiğime inanabildiğimde neredeyse bir saat geçmişti. Bitkin bir halde banyodan çıktım, üzerime temiz kıyafetlerimi geçirip yatağın kenarına yığıldım. Mira, sessizce emanet gibi oturduğu koltuktan kalkınca gözlerim, anlam veremez bir bakışla kızı sorguladı. “Ne oldu?” diye sordum. Ama sesim bana değil, sanki bir başkasına aitti. Mira, ürkek bir tonda, “Ben size yemek getireyim… Açsınızdır.” dedi. Şu kız bile, annemden daha çok beni düşünüyor gibiydi. Acaba yaptıklarımı bilse onun tepkisi ne olurdu? Ya da biliyordu da susuyor muydu? “Gerek yok. Annem bir de bunun için gelmesin. Otur sen.” dedim. Kararsızlıkla geri yerine çöktü. Öyle kenarda, koltuğun en uç kısmına ilişmişti ki, onun yerine ben rahatsız oldum. “Keyfine bak, Mira.” dedim. Aradan geçen beş gün boyunca odamdan hiç çıkmadım. Telefonuma ise annem el koymuştu. Her akşam gelip, fiziksel ve psikolojik şiddetini sürdürmeye devam etti. Abim bu süreçte eve hiç uğramadı. Ama annemin bu akşam söylediklerinden anladığım, Barlas ve ailesi düğün işini erkene almıştı. “Kaynanan seni alacakmış. Öncü denen adamın düğünüyle aynı gün olacakmış düğünün. Bak gör işte! Evlenmeden koynuna girdin, adam sana ayrı düğün yapacak değeri bile vermiyor. Onu da geçtim de…” dedi, ardından gözlerini kapattı. Sinirle dişlerini sıkarak devam etti: “Öldün mü kaldın mı diye bir kez aramadı seni. Rezil, kepaze olduk millete!” Sustum. Yine sustum. Annemin zoruyla, hiç istemediğim halde, şehrin en ünlü modacısının atölyesine götürüldüm. O kapıdan içeri adımımı attığımda, karşımdaki ihtişam sanki bana değil, bambaşka bir kadına aitti. Kristal avizelerin altında parlayan kumaşlar, inciler, danteller… Her şey ışıldıyor, ben ise içimde karanlığa gömülüyordum. “Hoş geldiniz Masal Hanım.” dedi modacı, yüzünde profesyonel bir tebessümle. Sanki adımdan gelen ironiyi bilmiyordu. Masal… masal gibi bir gelinlik seçecekmişim de, hayatım da masal olacakmış gibi. Oysa ben, kırılmış bir masaldım. Yanımda Aslı da vardı. O da en az benim kadar isteksizdi, fakat dik durmaya çalışıyordu; bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Kayınannem sessizce beni süzüyor, ölçüp biçiyordu. Benim halimse tam bir felaketti: solgun yüzüm, kıpkırmızı gözlerim ve şişmiş göz kapaklarımla adeta kendi trajedimin resmini çiziyordum. Etraf ne kadar parıldıyor olursa olsun, içimde dolaşan karanlık gölgeyi silemiyordu hiçbir ışık. Ama o akşam yaşanan konuşma, zihnimden hiç silinmedi. Annemin sayısız sözü değil, Barlas’ın abisine söyledikleri ciğerimi yaktı. İçimde biriken kırgınlık, utanç ve öfke, bu ışıl ışıl gelinlik atölyesinde daha da büyüyordu. O an fark ettim ki, o parıldayan kumaşlar ve inci işlemeler, ruhumdaki karanlığı gizleyemeyecekti. Aklından silinmeyen klimelerin gölgeleri doluşuyordu benliğnde. " Öldür amına koyım, öldür... O kevaşeyle evleneceğime öldür. " " Yalan mı. Binbir oyunla koynuma girdi. Ulan şırfıntıya dokunmadım ama onunla evlenmek zorundayım. Öldür de kurtulayım. " Abisine öfkeyle ve büyük bir isyanla saydırdıkalrını untumak ne mümkündü. Adamın bana olan nefreti ileri boyutlara taşınmıştı. O akşam Mira'nın yardımıyla, Barlas'tan özür dilemek için gitmiştim ama manzaram da belliydi. Bnei fark eden Aslı'ydı. Ama bozuntuya vermedi. Bana acıyan bakışlarını da ömrüm boyunca unutmayacağım. Bir süre sonra Aslı, Batur’un gelişiyle oradan ayrıldı. Sanırım onlar, kendi yollarında ayrı takılacaktı. Gözlerim, Barlas’ı aradı ama orada yoktu. Hâlâ bana kızgındı, bunu biliyordum; ama zamanla beni anlayacak, belki de sevecekti. En azından ben, içten içe öyle umut ediyordum. Yine de Nazife Hanım, beni zorlayarak da olsa arzuladığım gelinliği bulmayı başardı. Ardından ölçülerim alınmak üzere provaya geçildi. Nazife Hanım gülümseyerek gelinliği elime tutuşturdu. “Masal bak, bu kumaş sana harika gidecek, gerçekten. Bu dantel, inciler… Her şey tam senlik!” “Ciddi misiniz, Nazife Hanım?” diye sordum, biraz utangaçça. Modacı da araya girdi, gözleri parlıyordu: “Masal Hanım, inanın, böyle duruş ve zarafet gelinlikte nadir görülür. Size bakınca insanın içi açılıyor.” Nazife Hanım gururla başını salladı: “İşte bunu söylüyorum! Ben sana güveniyorum, Masal. Düğünde herkesin bakacağı kişi sen olacaksın, emin ol.” “Umarım öyle olur,” dedim, küçük bir gülümsemeyle. İçimde garip bir sıcaklık hissettim, utangaç ama gururlu bir şekilde. Modacı, kumaşa dokunarak ekledi: “Her detayınızla büyüleneceksiniz. Bu gelinlik sizi daha da özel gösterecek. Masal Hanım, gerçekten çok şanslısınız.” Nazife Hanım bana bakıp başını salladı: “Görüyorsun değil mi? Senin gibi bir gelin için bu gelinlik biçilmiş kaftan. " Alışıktım övülmeye. Akrabalarım överdi, oğullarına almak için. Erkekler överdi, yatağa atabilmek için. Herkesin bir çıkarı vardı işte. Kaynanam da, bence, sadece oğlu mutlu olsun diye övüyordu. Arada bir tatsızlık çıkmasın falan diye. Belki abimin korkusundan da bilemem. Ama ben… ben olduğum için seven bir Allah’ın kulu yoktu. Zaten ben de bugüne kadar istememiştim. Ta ki Barlas’ı görene kadar… Tek bir kişi vardı, beni sevsin istediğim. Ama durumumuz malumdu. O yüzden Nazife Hanım’ın sözleriyle gelen gurur ve heyecan, çok çabuk söndü… Aradan beş gün geçti ve düğün günü nihayet geldi çattı. Sabahın erken saatlerinde, ben bile isteksiz bir şekilde güzellik merkezine getirildim. Ellerim, makyaj fırçaları ve saç maşaları arasında dolaşırken, yüzümdeki ifade tam bir “masal gelini” havası vermek zorundaydı; ama içimde küçük bir zafer gülümsemesi saklıydı. Çünkü herkes, özellikle de Barlas, bu kusursuz imajı görüp etkilenmek zorundaydı. Kuaför saçımı özenle toplarken, ben sırf biraz daha havalı görünmek için başımı hafifçe yana eğdim. Makyöz fondöteni sürerken, ben dudaklarımın tam olması gereken dolgunlukta görünmesi için ufak bir numara yaptım. Her hareketim, küçük bir iftiraya giden yol gibi planlıydı; çünkü Barlas’ı etkilemek için her detayı hesaplıyordum. Etrafımdaki herkes beni övüyor, kusursuz olduğumu söylüyordu. Ben ise sessizce gülümsüyordum; çünkü gerçek zaferim, onların beni sadece dış güzellikten ibaret sanmasıydı. İçimdeki hileyi kimse bilmeyecekti, ama o hile sayesinde Barlas’ın gözünde değerli olacaktım. Günlerce kendime çektiğim eziyet yeterdi artık. Şimdi hesaplaşma ve hataları düzeltme vaktiydi. Karşımda, kendime aşık etmem gereken bir Barlas ve beni sevmek zorunda olan bir Kandemir ailesi vardı. Ne de olsa bu insanlarla aynı evde yaşayacaktım. Daha fazla kendimi bir fanusa kapatamazdım. Sonuçta istemiş, elde etmiştim. Gerisi çok da dert değildi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD