Pikenin altında çıplaktım; yalnızca tenim değil, ruhum da tüm savunmasızlığıyla ortadaydı. Utanç, boğazımda sert bir düğüm gibi asılıydı; başımı kaldıramıyor, dudaklarımı aralayamıyordum. Ne kadar arsız, ne kadar aldırmaz görünürsem görüneyim; abimin gözlerinin önünde bu hâlde olmaktan, içimde kemiren bir ar duydum.
O an geçmişi sorgulayacak hâlim yoktu; nerede hata yaptım, hangi adımda uçurumun kenarına geldim… Düşüncelerim sisin içinde kaybolmuştu. Aklımı tek bir şey işgal ediyordu: Bundan sonra ne olacağı.
Barlas, ağır ağır uyanmaya başlıyordu. Yatağın içinde huzursuz bir gölge gibi kıpırdanıyor, fakat göz kapakları hâlâ sıkıca kapalı duruyordu. Nefesi düzensiz, alnı terliydi; ilacın etkisi bedeninde ağır bir dalga gibi hâlâ geziniyordu. Dozajı fazla kaçırmış olmalıydık. Zaman, sessizlikle birlikte ağırlaşıyor; odanın havası, üzerime çöken pike kadar boğucu geliyordu.
Pikeyi boynuma kadar çektim; kumaşın ince dokusu bile, üzerime çöken utancı örtecek kadar kalın değildi. Hadi abim neyse… Ama Nazmi denen sapık ve birkaç adamı daha odadaydı. Korumaların gözleri, tenimin her kıvrımına değmiş gibi hissediyordum. Onların karşısında, bu hâlde, var olmayı bile istemiyordum.
“Dışarı!” diye kükreyen abimin sesi, odanın havasını yırtarak geldi. Yatağın üzerinde irkildim; sanki bir çuvaldız yüreğime saplanmıştı. Hâlâ başımı kaldırmaya cesaretim yoktu. Beni titreten şey, abimin öfkesi miydi, yoksa söyleyecek tek kelime bulamayışım mı… Bilmiyordum.
Tek bildiğim, böyle bir utanç içinde ölmenin bile daha şerefli bir son olacağıydı.
Barlar sesle baraber " Ne oluyor amına koyayım..." dedi ve dizleri üstünde yükseldi. Avuç içlerini gözlerine bastırdı ve ovuşturmaya başladı. Korumalar sessizce dışarı süzüldüğünde, odada yalnızca üçümüz kaldık. Sessizlik, bir mezar sessizliği gibiydi; ağır, soğuk ve kaçınılmaz.
Barlas, nihayet ellerini gözlerinden çekti. O an, abim bir gölge gibi üzerine kapandı; ensesinden kavrayıp, tek hamlede yere savurdu. Halının üzerine çarpan bedeninden donuk bir inilti yükseldi.
Ben, korkunun sıcak ve keskin pençesiyle irkilerek, yatağın içinde geriye doğru kaydım. Sırtım duvara dayandığında, pikenin altındaki titrememi durduramıyordum. Boğazımdan çıkan çığlık, kendi kulaklarımı bile acıttı.
Abim, Barlas’ın toparlanmasına fırsat tanımadan üzerine atıldı. Bir anda karnının üzerine çöktü, dizleriyle onu yere mıhladı. Yumrukları, acıma nedir bilmeyen bir öfkenin ağırlığıyla Barlas’ın yüzüne inip kalkıyordu.
Her darbe, odanın havasını keskinleştiriyor; tok sesler, kalp atışlarımın arasına karışıyordu. Abimin sesi, bir kükreme gibi yükseldi:
" Senin ben yedi ceddini sikeyim. Ulan götveren, ulan pezevenk. Benim bacıma nasıl dokunursun lan. "
Barlas, normalde altta kalacak, bu kadar dayağı sessizce yiyecek biri değildi. Ama hem yaşadığı şok, hem de hâlâ damarlarında dolaşan ilacın ağırlığı onu çaresiz bırakmıştı. Tepki verecek, karşı koyacak gücü yoktu.
Ağzından ve burnundan sızan kan, yanaklarından süzülerek halıya damlıyordu. Her damla, içimdeki korkuyu biraz daha büyütüyordu. Boğazıma oturan bir düğümle, istemsizce hıçkırmaya başladım. Gözlerimden akan yaşlar, pikenin üzerine düşüyor, ellerim titreyerek kenarına tutunuyordu.
Abim, acımadan, durmadan vuruyordu. Yumrukları öyle hızlı ve sert iniyordu ki, odada başka hiçbir ses kalmamıştı. Sanki o an, dünya küçülmüş; geriye sadece kanın kokusu, etin kemiğe çarpan sesi ve yaklaşan ölümün soğuk gölgesi kalmıştı.
“Ulan namussuz! Haysiyetsiz! Ciğersiz, dalaksız… Ulan şerefini sildiğimin piçi!” diye kükredi abim. Yumruğu havada, son darbeyi indirmek üzereydi ki…
Barlas, birden bileğini yakaladı. Parmakları, öfkeyle gerilmiş kasların üzerine çelik bir mengene gibi kapandı.
Gözlerinde bir anda yanan ateşin tarifi yoktu; ne yalnızca öfke, ne yalnızca acı… İkisini de aşan, hayatta kalma içgüdüsünün vahşi bir patlamasıydı bu.
Yerden başını kaldırdı ve alnını tüm gücüyle abimin burnuna gömdü. Tok bir çatırtı sesiyle birlikte, abim geriye savruldu; iki eliyle kan fışkıran burnunu tutuyordu.
O kadar yumruktan sonra ondan böyle bir karşılık beklemiyordum. İçimden, öfke ve hayranlığın garip bir karışımıyla, “Hey, kasına, gücüne kurban olduğum be…” diye geçirdim.