EVLENSİNLER

1165 Words
Umutsuzca ve dehşet içinde Agah’a baktım. Göz göze geldiğimizde, sanki “Ne yapabilirim ki?” der gibi omuzlarını kaldırdı. O an, içimdeki tek umut ışığı da titredi. Ama… sonunda, melül melül bakan gözlerime dayanamadı. Ağır adımlarla abime yaklaştı. “Şimdi sinirle konuşuyorsun,” dedi, sesi yumuşak ama içinde emir saklıydı. “Et tırnaktan ayrılmaz. Eğer müsaade edersen, adamım Masal bacımı evine bıraksın. Yoksa ben kalacak bir yer ayarlayayım.” Barlas, sinirle başını kaldırıp bana baktı. O bakışta öfke, iğrenme ve hınç birbirine karışmıştı. Yüzünü tiksintiyle buruşturdu. “Ben bu kızı tanımıyorum. Kimsenin artığını alacak da değilim. Bugün benim koynumdan çıkan—” Tam cümleyi tamamlayacaktı ki… Agah, ani bir yumrukla sözünü kesti. “Kes lan sesini!” diye kükredi. Barlas, şokla yere devrildi. Ellerini yere dayayıp başını kaldırdığında, gözleri şaşkınlıkla Agah’a takıldı. Ama Agah’ın bakışında en ufak bir tereddüt yoktu, yalnızca tehdit vardı. Barlas yumruğun etkisiyle yanağını ovuşturdu, kanı koluyla sildi. Gözleri ateş saçıyordu ama ben de boş durmadım. Eğilip, alaycı bir gülümsemeyle fısıldadım: "Ne oldu aşkım, biraz ağır mı geldi?" Barlas’ın yüzü öfkeyle gerildi, ama tam bana patlayacakken Agah araya girdi: "Kes lan sesini." dedi tekrar. Ben ise kollarımı göğsümde kavuşturup Agah’a döndüm: "Kesmesine gerek yok, zaten erkeklikten anlamayan adama susmak yakışır." Abimin yüzü bir an taş kesildi. "Masal, kapa çeneni!" diye hırladı. Ama ben çenemi kapatmak bir yana, iyice bastırdım: "Yok abiciğim, ben kapa çenemi… Adam bana bok atıyor, sonra da mağdur ayağına yatıyor. Ben onun koynundan mı çıktım, o benim koynumdan mı çıktı, ona bi soralım mı?" Odadaki hava bir anda gerildi. Barlas ayağa fırlamak istedi ama yaralı ayağı izin vermedi. Yüzündeki tiksinti, kanıyla karışıp daha da çirkin bir hâl almıştı. Agah derin bir nefes aldı, belli ki hem gülmemek hem de sinirini boğazına tıkmak için kendini zor tutuyordu. Bana kısa bir bakış attı; “Sen tam bir bela mısın, yoksa öyle mi oynuyorsun?” der gibi. Ben de hiç bozuntuya vermeden dudak büktüm: Hadi ama… Bu kadar kavga gürültüye normalde gerek yoktu. Tabii, abim beni bile vuracak kadar delirmiş olmasaydı. Ama yerdeki odunun ettiği laf da laf değildi. Ben de Masal’sam, o lafı ona yedirirdim. Dudaklarım bükülü, gözlerim yeniden doldu. Akan gözyaşlarına inanmayan erkek yoktu. Hele de sahnenin ortasında böyle dökülüyorsa… "Hem beni kandırdı… Hem yatağına aldı…" dedim, sesimi titretip kelimeleri yutarak. "Evleneceğiz dedi… Seviyorum, sensiz ölürüm dedi… Şimdi de bana iftira atıp, yarı yolda bırakmaya niyetlendi. Tabii abim de sildi ya beni… Arkasız buldu ya… İşi bitti, aldı hevesini." Bana kalırsa bu, Oscar’lık roldü. Abimin gözlerine, tam bir mahcubiyet ve acıyla baktım. Yıkılmış bir kadını oynamak aslında zor değildi. Biraz prova, biraz da gözyaşı… Gerisi akardı. "Ben ona inandığım için onca riski aldım." dedim, boğazım düğümlenmiş gibi yaparak. "Sevdim abi… Çok sevdim. Seni ikna eder, teliyle duvağıyla gelin eder sandım. Adam değilmiş… Haklıymışsın. Kandemir’lerden bir cacık olmazmış." Dizlerimi hafifçe titrettim, yalpalayarak yatağa ilerleyip oturdum. Agah’a, ıslak kirpiklerimin arasından baktığımda, bana ağzı iki karış açık hayretle bakıyordu. O değil de… Bu adam buraya nasıl, neden gelmişti? Müneccim boku yemiş olabilir miydi? Barlas’ın yüzündeki o tiksinti ifadesini gördüğüm an, içimdeki masumiyet maskesi çatırdadı. O bana bakıp dudak büktükçe, ben de sinsice gülümsedim. Madem savaş alanındaydık, mızrakları çıkarma vakti gelmişti. "Bak hele şu yüzsüze…" dedim, gözlerimi kısarak. "Bir gün önce kollarımda geberip ‘Sensiz yaşayamam’ diyen, bugün ‘Tanımıyorum’ diyor. Yatağımdan çıkıp da dilini mi yuttun, Barlas?" O konuşmaya yeltendikçe ben üzerine bastım: "Sen beni kandırdın. Hem de bile isteye… Beni kullanıp kenara atabileceğini sandın ya… İşte orada yanlış yaptın. Beni tanımıyorsun Barlas. Ben öyle susturulacak kadınlardan değilim." Abim hâlâ öfke nöbetindeydi ama sesimi daha da titrek, daha da dramatik yaptım: "Abi… Benim namusum yerlerde sürünüyor. O, bunu bana yaptı. Şimdi de herkesin içinde inkâr ediyor. Ben onun karısı olmadan nasıl yaşayacağım? İster öldür, ister evlendir… Ama beni bu rezillikle bırakma. Sonra istersen sil ama bana bunu yapma." Barlas, dişlerini sıkarak, "Senin gibi kadın…" diye başlayacak oldu ki, elimle susturdum. "Senin gibi erkeklerin, bana laf edecek nefesi olmaz." dedim, gözlerimi onun yaralı bacağına indirerek. "Kanını döktüğüm gibi, itibarını da dökerim. İkisini de toplayamazsın." Tamam normalde ona sıkan abimdi ama benim yüzümden kurşun yemişti. Otamatik oalrak kan benden çıkmış sayılırdı. Agah, olanları keyifle izliyor gibiydi. Benim oyunun içine böyle hızlı girmemi beklememiş olmalıydı. Ama Barlas’ın gözlerindeki öfke… işte o bana yetiyordu. Çünkü ne kadar kudurursa, o kadar hata yapardı. Barlas hâlâ yere yarı çökmüş, nefes nefese bakıyordu. Tam ağzını açacakken, Agah sakin ama sert bir sesle konuştu: " Kes ulan sesini. Daha fazla sıçıp batırma." Barlas gözlerini devirdi, ama sustu. Agah bu kez İsa’ya döndü: " İsa, bak… Kan dökmenin zamanı değil. Adam belli ki hata yapmış, ama mesele çözülür. Bir konuşalım. Gerekiyorsa telafi edecek." Ben, dudaklarımı büküp sahte bir titrek sesle araya girdim: " Telafisi yok Agah Bey. Ben bu adama güvendim. Evleniriz dedi, sevdiğini söyledi… Şimdi de tanımam diyor." Agah bana kısa bir bakış attı, gözlerinde “fazla konuşma” uyarısı vardı. Ama sonra tekrar İsa’ya döndü: " Kardeşin ne diyor, duydun. Kız seni karşısına alıp yalan mı söyleyecek? Bence şu işi nikâh masasında bitirelim, daha fazla büyümesin. Hem bu evlilik aradaki düşmanlığı da bitirir. " Abim dişlerini sıkarak konuştu: " Düşmanıma kız vermem. Bu iti geberteceğim." Agah ellerini iki yana açtı: " Tamam da, bu kan davası olur. Hem senin elin kirlenir, hem de Kandemir’lerle işin uzar. Bir imza atarsın, mesele kapanır." Barlas başını kaldırdı, öfkeyle Agah’a baktı: " Ben bu kızı tanımam." Agah aniden eğilip Barlas’ın yüzüne doğru konuştu: " Tanımıyorsan bile, tanıyacaksın. Şu an konuştuğun adam İsa. İsa’nın sabrı biterse, seni değil mezar taşını konuşuruz." Ben ise o an içimden, Hah… işte böyle. Ne güzel sıkıştırıyorsunuz birbirinizi. diye geçiriyordum. Bu kadar basitti işte… Agah’ın neden bana destek çıktığını bilmiyordum ama umurumda da değildi. Ben Barlas Bey’le evlendikten sonra öğrenirdim elbet. Zaten Barlas’ın şu an bana ne hissettiğinin de bir önemi yoktu. Ben güzel, çekici ve her erkeğin yanında görmek isteyeceği bir kadındım. Üstelik zengin ve güçlü bir ailenin kızıydım. Zamanla o da bana alışacak, hatta beni sevecekti. Ben bunu sağlamak için her yolu denerdim. Erkek dediğin, kapalı bir odada bir kadına ne kadar karşı koyabilirdi ki?.. ( BARLAS ) Masal’a baktığımda tek gördüğüm şey, dudaklarının kenarında sinsice kıvrılan o ifade oldu. Ağlıyordu ama gözyaşlarının damlasında bile samimiyet yoktu. Her kelimesi, abisini kandırmak için seçilmiş, bana ise iftira gibi saplanıyordu. Ne zaman tanıdım ben bu kadını? Ne zaman koynuma aldım da böylesine kirli bir oyunun parçası oldum? İçimdeki öfke kabardı. Yarasıma sızan acıdan daha keskin bir şeydi bu, ihanetin acısı. Oysa başta, belki güzel yüzünün cazibesine kapıldığımı kabul edebilirdim. Ama şimdi gördüğüm tek şey, gözleriyle bile yalan söyleyebilen, istediğini almak için ortalığı ateşe veren bir kadın. “Pespaye,” dedim içimden, nefesim dişlerimin arasından tıslayarak çıkarken. Oysa o, bana öyle bir bakıyordu ki sanki ben değil, o kurbanmış. Sanki tüm bu rezaletin ortasında masum bir kızcağız, kötü adamın oyuncağı olmuş. Ve o bakış… O bakış, abisinin kalbine hançer saplamak için kullandığı en keskin bıçaktı. Keşke kalkıp, herkesin içinde gerçeği bağıra bağıra söyleyebilseydim. Ama dizlerim titriyor, ayağımdan sızan kan yere damlıyordu. Ve ben, farkında olmadan, onun kurduğu sahnenin bir figüranı olmuştum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD