Kocaman bir aile olduğumuzu hep birlikte edilen masalarda daha çok anlıyordum. Annem, abim, Hazal ve ben. Ailemin iki parçası eksikken, benimle sürekli yan yana olan Şadoğlu konağındaydık bu gecede. Herkes masanın etrafına doluşmuştu.
Berfin ile yürümeye mecalimiz yokken kendimi zar zor bıraktım sandalyeye. Gün yorgunluğu falan derken uyumuştum hemen. Berfin'de hemen yanıma oturmuştu. Hazal ise geceyi uyumayıp sahura kadar bekleyen tayfadan olduğu için aşırı canlı görünüyor, herkese sataşıyordu bir şekilde.
Adem amca ikimizi göz hapsine aldıktan bir süre sonra dayanamayıp, "Kalkın ikiniz. Elinizi, yüzünüzü yıkayın hemen," diye söylendiğinde Berfin'le kesişti gözlerimiz. Yerimden kalktığımda avludan inen Gözde ve Kuzey'i gördüğümde tebessüm ettim. Asaf abinin bir oğlu vardı. Çok tatlı, kendini sevdiren akıl küpü bir çocuktu.
Merdivenlerden inip yürümeye başladığında eğilerek öptüm yanağından. Gözlerini kaçırdı utanarak Kuzey..
"Dicle, bırak oğluşumu," dedi Berfin. Hala olmayı fazla abartıyordu kendisi. Gözde bizi umursamadan oğlunu aldığı gibi masaya ilerlemişti. Berfin önderliğinde banyoya çıkıp kendimize gelene kadar yüzümüze su çarpmıştık. Geri dönüp bize kalan boşluklara oturduğumuzda tam karşımda Kuzey ve annesi oturduğu için sevinmiştim. Sürekli şebeklik yapıyordu.
Sahur yemeğine başladıktan sonra Adem amca işlerden bahsetti biraz. Onlar kendi işlerinden konuşurken Çınar'a baktım. Başka şeyler düşünüyor gibi bir hali vardı. Diyalogtan çok uzaktaydı.
"Mayonez ve ketçabı uzatır mısın Çınar?"
Çınar önce bana ardından önündeki ketçaba baktı. Umursamaz bir tavırla önüne döndüğünde Kuzey uzattı bana. Tam bir akıl küpü!
"Kuzey, amcan senin kadar olamadı," dedim öpücük göndererek elimle. "Okusanda kimse seni almaz ya, yanarım yanarım, ona yanarım," diyerek alayla sırıttım. Oltunun ucuna Çınar'ı koyup denize bıraktığımda Berfin, anlayarak devam ettirdi.
Berfin, "Öyle deme ablası," dedi gülümseyerek. "Sonuçta benim abim yakışıklı, akıllı, varlıklı, ne bileyim çok marifetli biri." Dediklerine şaşırmıştım. Çınar'ın keyfi yerine gelmişti.
"Anlat anlat Berfin."
"Yani bir çok iyi özelliği olsada.. sizde biliyorsunuz."
"Ne demeye getiriyorsun Berfin?"
Güldü Berfin. "Her kötü malın bir alıcısı vardır abi, sen içini ferah tut."
Lafı doksana çaktığında gülüyorduk hep birlikte.. Çınar'ın yüzü düştüğünde annem araya girdi. "Dokunmayın benim oğluma, sanki sizi alan çok varda! Benim yirmi bir yaşındaki oğluma takılana kadar kendinize bakın."
Annem, gülümsedi. Çınar ise geldiği gazla, "Konuş Fatma ana, konuş," diye tezahürat etmeye başladı.
"Anne, elimi sallasam ellisi diyorum!"
Ben annemin kızıydım, beğendiğimi dile getirsem birine en azından durup düşünürdü bence. Sadece benim o taraflarda bezim yoktu.
"Salla bakalımda elini, elli mi çekiyorsun sıfır mı çekiyorsunuz, görelim."
"Anne!" Yutkunamazken su uzattı bana doğru Hazal. "Gencecik yaşında göç edeceksin diğer tarafa, iç şunu abla," diyerek gözlerini devirdi.
Beni biraz olsun düşündüğü için gülümsemiştim. Kendime hakim olamayarak, "Hazal savunsana beni," diye çemkirmiştim. "El ele olmamız gereken zamanlar bunlar!" Savaşa giden Dicle misali gözümü kısmış, düşmanıma taaruza geçmiştim. Şimdi benden korkabilirlerdi.
"Ne istiyorsunuz benim kızımdan," diye araya dahil oldu Adem amca. Yüzümdeki ifade onuda korkuttuysa demek, yumuşatmaya çalışıyordu ortamı. "Dicle gibi birini bul Çınar, bütün mal varlığımı üzerine yapmazsam namerdim!"
Gülümsemem genişleyip yüzüme yayıldığında benden mutlusu yoktu o anda. Adem amca beni ne kadar sevindirmişti, bir bilseydi!
"Konuş Adem amca!!" Bu sefer tezahürat yapan taraf bendim. Keyfim yerine geldiğinde Çınar, gözlerini üzerime dikip alayla konuşmuştu.
"Ben Dicle'yle evlenirsem bütün varlığını üzerime yapacaksın öyle mi," diye sorduktan sonra yüzünü buruşturdu. İhtimali bile olmayan bir olayın üzerine konuşuyorduk işte. "Vallahi bütün varlığın senin olsun. Ben başka dert istemem."
Gururumu kıran konuşması üzerinden sinirle masanın altından ayağımı ona doğru salladım. Keyfini bozamadığımı fark ettiğimde, Eyüp yüzünü buruşturmuştu. Fark etmeden başkasına giden ayağımı geriye çektim mahçupça, yine de geri çekilmedim. Bir kere daha denedim. Tekmem doğru yolu bulduğunda, "Sen benim gibisini bulursan öpte başına koy," dedim göz kırparak. İmama karşılık ağzını açıp çirkin bir gülüş sergiledi.
İtici Çınar!
"Konuşmayı bitirin," diye araya girdi Mirza abim. Çınar abimden korktuğu için, bende uğraşmak istemediğim için son verip önüme döndüm. Ezan okunana kadar herkes masadaydı, ezanın okunması ile herkes odalarına dağılırken mutfağı halletmiştik.
Annem önden giderken Hazal'la peşindeydik. Eyüp'ün pansumanını değiştireceğimi söylediğim için yarı yolda durup saatimi unutmuşum bahanesi ile geri döndüm. Hazal hiç uyumadığından uykusu gelmiş olmalı ki sorgulamadan eve doğru gitmişti. Sessizce avluya girdikten sonra etrafı kolaçan etmiştim. Kimseler yoktu.
Eyüp'ün odasına gizlice girdikten sonra kapıyı ardımdan kapatıp perdeleri çekmiştim. Odanın içine girdiğimde yatağın üzerinde uyuya kalmış olduğunu fark etmiştim. Uzayacak zaman dilimi mikrop ihtimalini arttırıyordu, yanına gidip omzundan ittirdim onu uyanması için. Kısık sesle ismini sesleniyordum aynı zamanda.
Gözlerini araladığında, "Dicle," demişti şaşkınlıkla. Her gece beni görmediği için şaşkındı, muhtemelen dediklerimi unutmuştu bile.
"Pansuman için gelmiştim. Oturursan daha kolay olur," dedim imayla. Yerinde doğrulup yatak başlığına verdi sırtını. Gözleri üzerimde dolanırken derin derin nefesler alıyordu. Canımı acıyordu acaba?
"Canın mı yanıyor," dedim başımı kaldırıp gözlerine bakarken. Gözlerini başka bir yere çevirdiğinde, "Daha yavaş olmayı deneyeceğim," demiştim. Eski banttan kurtulup yaraya baktım. Sorun gibi görünen hiçbir şey yoktu. Bu çok iyiydi.
Sessizlik baş gösterdiğinde, "Baba olmak ister miydin," diye sordum, her ne kadar burnumu sokmak istemediğimi söylesemde Hazal'a Eyüp'ün hak etmediğini bende biliyordum.
Üstelik iki ay öncesinde başka biri ile sevgililik dönemi yaşamış Hande.
Babasının haberi olmadan adım atamazdı bence, kaba ve istekleri doğrultusunda zor kullanan biri olduğunu duymuştum babasının. Öyle bir babanın kızı buna cesaret edebilir miydi?
Etmişti. Hamileydi Hande. Asıl soru, Hande gerçekten kimden hamileydi? Bebek iki buçuk aylıktı. Vera o şekilde gördüğünü belirtmişti.
Sorum üzerine düşündü Şadoğlu. Kuzey'i çok severdi Eyüp, Kuzey'de onu çok severdi. Hatta aralarında en çok Eyüp'e düşkündü bence.
Baktığım zaman.. ondan iyi bir baba olurdu sanırım. Çocukları seviyor gibiydi.
"Sorunun cevabı bence seni ilgilendirmez," dediğinde yüzüne bakıyordum, yani Şadoğlu olduğundan olsa gerek çok takılmadım bile.
Ne zaman benimle iki insan gibi konuşsa o zaman şaşırabiliyordum sadece. Üstten o bakışları yok muydu!! Ah, Şadoğlu.
Amacım aramızdaki mesafeyi koruyarak bilgi sahibi olmaktı. Çünkü ben ne zaman bir adım atsam o çizgi bir adım ileri kayıyordu. Farkındaydım, o mesafe hiçbir zaman kapanmayacaktı.
Ben Eyüp'ün bana yıllardır olan kininin nedenini öğrenemeyecektim. Öyle ya.. merak ediyordum yine de. Neden yani? Neden..
"Kuzey ile iyi anlaşıyorsun ya, senden iyi bir baba olur diye düşünmüştüm."
Gözleri üzerimden ayrılmazken, "Bu seni ilgilendirmez sanırım," demekle yetindi, boş konuşma demenin başka bir yolunu bulmuştu kendince.
"Doğru," diyerek omuz silktim. "Düğün Aralık'taydı. Yanlış hatırlamıyorum, değil mi?"
Benim için vurulmasının karşılığında onun hayatını kurtarmaya karar vermiştim. Bu gizemi çözecek, hatalı bir kısım varsa düzeltecektim. Eğer bebek Hazal'ın düşündüğü gibi Eyüp'ten değilse bana çok teşekkür edecekti. Ondansada tebrik eder geçerdim.
"Gecenin bir vakti seninle evleneceğim tarihi konuşmak istemiyorum." Gözlerini devirdi Şadoğlu keyifsizce. "Bittiyse pansuman uyuyabilir miyim?"
Başından savmak istediğinde yarayı kapattım.
"Hastane için sormuştum, rahatsız oluyorsan seninle bir daha konuşmam. Ben bir an büyüyünce bazı şeyleri geçmişte bırakırız sanmıştım. Kusuruma bakma," dedim kendime hakim olamayıp. Dişlerimi sıkarken, "İyi geceler sana," diye ekleyerek çıktım odadan.
Ona iyilik yapmaya çalışıyordum sadece.
*
Bugünü diğer günlerden daha korkunç yapan bir şeyle karşı karşıya gelmiştim. Kot pantalon, tişört ikilisine bile ter döktüren sıcaklık dereceleri çoktan en yüksek rakamı görmüştü. Tek başımaydım bugün, Vera yoktu. Sıkıcı ilerleyen zaman dilimini boş olduğum anları dinlenme odasında geçiriyordum. Hava aşırı sıcak ve ben yanıyordum. Üstelik susamıştım.
"Nefret ediyorum!"
Sesli haykırışına kulak verip başımı çevirdiğimde erkek asistanlardan biri olduğunu görmüştüm, yüzü kıpkırmızı görünüyordu. Ya sıcaktandı ya da bir şeye fena halde canı sıkılmıştı.
"Hayırdır, neyden nefret ediyorsun?" Benimde tek başıma canım sıkılıyordu. Yanıma gelip karşımdaki koltuğa oturup gözlerini yumdu. Derin derin nefes alıp veriyordu. "Sabaha karşı on yedi yaşında bir kız çocuğu getirdiler.. tecavüze uğramış. Tedavi etmeme engel oluyor ve sürekli aileme haber vermeyin diye ağlıyor.. ona yardım etmek istediğimi söylediğim halde geri çeviriyor beni." Gözlerini açıp gözlerimin içine baktı. "Berbat durumda. Anlıyor musun?"
Nefret ettiği şey neydi peki? Bu düzen mi?
"Öldürürler onu," dedim yutkunmakta zorluk çekerken. İsteyip istememesi kimin umrunda. Ya evlenecek kendisine bunu yapan adamla ya da kendisi için helva dökülüp cenazesinde yenmesini bekleyecekti. Ben biliyordum bu düzeni. En yakından, içinden biliyordum.
"Zoruma giden şey engel olamamak. Küçük kız öyle kötü ağlıyordu ki, Allah bilir nelere maaruz kaldı. Onu düşünen kimse yok. Tek düşündükleri namus diye bahsedilen ama sadece kadınlarda geçerlilik sağlayan bir leke. İğrenç bir zihin."
Bana, bizi mi anlatıyordu? Babamın aynı duruma düştüğüm an gelip başıma silahı dayayacağını en iyi ben biliyordum. "Kız nerede?"
"Acilde," dediğinde yerimden kalktım, kızı görmek istiyordum. Yardım edebileceğim bir konu olursa etmem gerekirdi. O isteyerek yapmamıştı ama sonuca bakılacaktı. Temiz değildi artık o kız. Yanından geçerken asistan beni kolumdan tutup durdurdu. "Nerelisin sen?"
Normalmiş gibi dinlememe şaşırdı galiba. Töreye göre onu öldürüp namusumuz temizlendi diye kendilerini avutacaklarını nereden bildiğimi öğrenmek istedi belkide. Gerçi.. bilen biliyordu ya, neyse. "Mardinli'yim."
Derin bir nefes aldığını görmüştüm.
İlk defa öğrenen biri için çok zor bir süreçti. Kendimden biliyordum. Bazı şeylerin hâlâ bende çok anlamsız olması gibi.
"Gerçekten o kızı öldürecekler mi?"
Alışmaya zorladıkları adına töre verilen insan cehaleti. Evet, bence bunun adı tam olarak buydu. İnsan cehaleti. "Öldürecekler onu," diye kısık sesle söylediğimde boğazım düğümlenmişti.
"Vazgeçmelerinin bir yolu yok mu?"
"Babası seviyorsa kızını hiç olmamış gibi davranır ama töre diye gezinenlerdense eğer.. o kızın bir ölü olduğuna eminim."
"Hiç mi çıkarı yok?"
Bir çaresi olsaydı kesinlikle onu yapardım. Dediğim gibi eğer babası onaylarsa kimse bir şey diyemez fakat babası vazgeçmişse her şey için çok geçti. Yutkundum. Asistanı dinlenme odasında bırakıp acile inmiştim. Hemşirelerden birine onun yerini sorduğumda içime bir ürperti girmişti.
Onu tanıyor olmaktan korktuğumu fark ettim. Sedyenin üzerine sarı saçları dökülmüştü. Diğer tarafa dönüktü başı. Açıkta kalan kollarında tırnak izleriyle açılmış çizikler görünüyordu. Bedenine, ruhuna kalıcı hasarlar vermişti şerefsiz! Ya, nasıl bir insan bir insana bunu reva görebilirdi ki? İnsan, insana bunu yapmamalı.
O bir çocuktu üstelik.
Yanına yaklaştığımda yüz hatları belirginleşmişti. Gözümden firar eden yaşa hakim olamazken sedyenin ucuna bıraktım kendimi. Bedenine.. ne kadar zarar gelmişti. Ruhu ne durumdaydı, Allah bilir. Bukre.. canım Bukre'm.
İçime oturan öküzün anlamı büyüktü. Bukre'yi bu halde ölüme terk edemezdim. Bırakıp gidemezdim. Kalbim acıyordu anne. Canım yanıyordu. Gözlerimi silmeye çalışıyordum ancak yetişemiyordum akan damlalara. Sedyeden kalkıp çıktım odadan. Girişine yıkılmamak için zor tutarken sırtımı duvara yaslayıp ayaklarımın üzerine çömeldim.
Hıçkırarak ağlıyordum işte. Kendime engel olamıyordum artık. Gücümün yerle bir olduğunu anlarken nasıl olur diye kendime kızıyordum. Nasıl bizim başımıza gelir diye sorguluyordum. Nasıl.. sanki hiç başımıza gelmeyecekmiş gibi.
Asistan çocuk beni o halde görünce vicdan yapıp yanıma çöktüğünde, "Neler oluyor," diye sormuştu. Bütün her şeyi silip gitmek istiyordum uzaklara. Ankara'ya belki. Soğuktu havası ama kuralları bu kadar katı değildi en azından.
Asistana sarıldım. Ne yapacağımı bilemezken tanımadığım bir omuzda ağlıyordum. Böyle biri değildim üstelik, beni beni olumsuzluk etkiledi. İhtimaller mahfetti.
"İçerideki tecavüze uğrayan kız Bukre," dedim. Kendime itiraf etmiştim aynı zamanda. Şimdi kafamı çevirip gidebilir miydim? "Teyzemin kızı Bukre.."
Asistanın boşta kalan elleri sırtıma ulaştığında bana sıkıca sarıldığı için ona minnettardım. "Bir yolunu buluruz," demişti. Kim olduğunu bilmeden öfkeli ve üzgündü asistan. Ben ise kim olduğunu öğrenince yıkılmıştım. Aramızdaki fark buydu sanırım.
Onun merhameti herkeseydi.
Geriye çekilip yüzüne baktım. "Ailesini aradınız mı?"
"Hayır, henüz aranmadı."
Başımı salladıktan sonra, "Aranmasın, engel ol onlara olur mu," diye sordum, yaşamasını benim kadar istiyordu o da.
"Peki."
Saate baktım. "Giriş kaydını sileceğim gidip, sende sana sorarlarsa öyle biri gelmedi falan de." Ayağa kalkıp kalan gücümle savaşmayı seçtim.
Bukre'yi onlara vermeyecektim. Önce bir süre onu saklayacaktım, sonrada Mardin'den çıkartıp başka bir hayat kurmasını sağlayacaktım.
Giriş kayıtlarını yapan arkadaşların yanına gittiğimde çay almak için birini beklediklerini söylemişlerdi. Şansın benden yana olmasına sevinirken kayıtları sildim. Onlar geldiğinde geri dönüp Bukre'nin yanına girdim. Hâlâ uyuyordu. Başını okşadım, öpücük kondurdum. Gözlerini aralayıp beni gördüğünde ağlamaya başlamıştı. Onun acısının binde birini bile anlayamazdım. Bunun ne büyük acı olduğunu bilebilirdim ama anlayamazdım.
"Sakin olmalısın Bukre," diyerek ellerini öptüm. Ellerinin üzerinde bile yaralar vardı. İçimi dağlayan görüntüye akan göz yaşları da eklenmişti.
"Dicle abla, babam beni öldürecek!"
Eniştemde babamın kafasında bir adam olduğu için biliyordum sonu. Öldürmek için ellerinden geleni yapacaklardı. Ve ben buna izin vermeyecektim. Sonuna kadar çabalayacaktım.
"Sen bunları düşünme Bukre, ben bir şekilde halledeceğim. Şimdi kalkman lazım, gidiyoruz."
Gözlerindeki yaşlar durmuyordu. Çabalasada bir süre akacaktı, farkındaydım. Bu yüzden ona kızamazdım.
"Ben ölmek istemiyorum abla.."
Milyonlarca kadının yardım çığlığının ilk cümlesiydi. Kaç kişi kurtarılmıştı?
"Ben senin ölmene müsade etmeyeceğim. Güven bana. Şimdi sakin kalıp ortadan kaybolmalıyız. İlk bir kaç gün zorlanacağız ama sonra alışacağız. En kısa zamandada Mardin dışına çıkacaksın. Her şey güzel olacak."
"Sana güveniyorum abla.."
Üzerine kapşonlu ceketimi geçirdim. Saçlarını görünmeyecek şekilde şapkasına saklamıştım. İlk bakacakları yer karakollar ve hastanelerdir bu tür kayıp vakalarda. "Güçlü kalman gerekiyor. Her zamankinden daha güçlü olmak zorundayız Bukre. Kendini toparlayıp hayata tutunmalısın."
"Dicle ablam," dedi fısıltıyla. "Bana yardım ettiğini duyarlarsa senide öldürürler." Korkuyla yüzüme bakıyordu, beni öldürmelerini göze almazsam onu çukurun en dibine atmam gerekiyordu.
Ben yaşatmak için okumuştum.
Bunun bir ameliyata girmekle alakası yoktu ama sonucunda bir can kurtuluyorsa ben hâlâ iyi biri olduğuma inancım artacaktı.
Kendime ve Bukre'ye bunu yapmayacaktım.
"Biliyorum Bukre," dedim gülümseyerek. "Kaderimiz birlikteyse ben ona da razıyım," diyerek göz kırptım, bana buruk olan bir tebessüm bahşetti.
Kapının hemen önünde bekleyen asistan çocuk Bukre'ye bakıyordu gülümseyerek. "Sana demiştim, izin vermeyeceğim diye. Kendine çok iyi bak."
Bukre ona gülümsemeye çalıştı. "Teşekkür ederim, hayatımı sana borçluyum."
Asistan çocuk gelip o şekilde söylenmeseydi ben kalkıp bakmayacaktım, sonunda ailesine teslim edilen Bukre babası tarafından infaz edilip namusumu temizledim diye ortalarda kendini yiğit belleyecek o adam hayattayken, en güzel yaşlarında mecbur kaldığı durum yüzünden hayata veda etmiş olacaktı.
İşte bu haksızlıktı.
Asistana bakarken adını bile bilmeden bana ne büyük iyilik yaptığını düşündüm. Borcumu en kısa zamanda ona karşı ödeyecektim.
Ne isterse hemde..
Onu saklayabileceğim hiçbir yer yoktu.
Onu eniştemin ellerine de bırakamazdım.
Aklıma tek bir kişi geliyordu.. belki yardım etmek isterse bir kızın hayatı kurtulacaktı. Hastanenin arka kapısından çıkıp hızlı adımlarla yürümüştük, üzerimi değiştirememiştim bile. Beyaz önlüğüme herkesin dikkatle baktığını hissederken, "Kafanı eğ Bukre, kimse yüzünü görmesin," diye uyardım onu. Bana uymuştu hemen.
Vera'nın binasının önünde daha ilk gördüğüm an gibi baktım. Dış cephesi yapılmayan bu bina.. bizim son şansımızdı. Derin bir nefes alarak içeri girdim. Katına geldikten sonra kapıyı vurdum bir kaç kere. Vera uykulu bir ifadeyle kapıyı araladığında bizi gördüğüne şaşırmıştı.
"Dicle?"
"İçeri girebilir miyiz," dedim, tedirginliğimi üzerimden atamazken başını sallamıştı.
Bukre'nin girmesini işaret ettim. Yaşadıklarını psikolojik olarak nasıl anlatacaktı, bilmiyorum.
"Vera, bizim başımız belada."
Yanımda titreyerek duran Bukre'ye baktı. Ardından koluna dokunmak istemişti. Bukre, "Dokunma bana," diye bağırdığında Bukre'ye döndüm.
"Sakin kalmasın Bukre, o iyi biri.."
Bukre ağlamaya başladığında çaresizliğini, acizliğini en iyi ben anlıyordum. Onun yaşadıklarına ben maaruz kalıyordum.
Başını salladı Bukre. Derin derin nefes alıyordu.
"Teyze kızım, Bukre."
Bukre'yi oturma odasına götürüp oturttum koltuğa. Titriyordu hâlâ. Bir çeşit şoktaydı ve gergin gergin sonuçları düşünüyordu. Benim gibiydi. Vera'nın geri yanına gittiğimde az önceye göre daha uyanıktı. Anlatmam için dikkatle bakıyordu bana.
"Bukre.. bir süre evinde kalabilir mi?" Gözlerim dolmuştu, ona anlatırsam o da korkup vazgeçerse diye korktum. Yine de bilmeliydi. "Bu sabah tecavüze uğramış, elleri, sırtı, bacakları yara bere içinde. Onun kim olduğunu bilmiyordum bile. Sadece kim olduğunu öğrenmek için gitmiştim yanına." Derin bir nefes aldım. "Onu öldürecekler Vera! Ben korumazsam onu öldürecekler.." Gözlerimden firar etti yaşlar. Artık ayakta durmaya mecalim yoktu. İkimizde korkuyorduk, ikimizde yaşamak istiyorduk ve babasının zihniyetini en iyi ben biliyordum. Kızının nasıl işkence gördüğünü umursamıyordu, giden namusuna üzülüyordu böyleleri.
Biliyordum, çünkü namusumla gitmem için başımı bağlamaya çabalayan bir babam vardı.
"Engel olmam lazım, ben yaşatmak için okudum. Elimden geleni yapmalıyım. Onu saklamalıyım onlardan.."
Vera soğukkanlıydı, yanıma gelip omuzlarımdan tuttu beni. "Eğer bu işin altına girdiysen güçlü kalman gerekiyor. Daha en başındasın. Kalacak bir yere ihtiyacı var anladığım kadarıyla. Burada kalsın, ben elimden geldiği kadar korurum onu. Merak etme sen," dediğinde sıkıca sarıldım ona. Vera benim gibiydi. Gördüğü yanlışları düzeltmek için çabalıyordu.
"Teşekkür ederim, sana minnettarım." Sesim boğuk ve mutlu geliyordu kulağa.
Vera omuz silktmişti. "Evde tek başıma sıkılıyordum zaten," demişti, ardından bana bakti geriye çekilip. "Şimdi sil göz yaşlarını, ben Bukre ile konuşacağım biraz. Yaralarına bakarım sonra. Hastaneden kaçırmışsın ama yaraları iyi görünmüyor. Kim yaptıysa ona bunu, bedenini hırpalamış fazlasıyla."
Yutkundum. Benim on yedi yaşındaki kuzenim tecavüze uğramıştı bu sabah. Kendi memleketinde, belkide tanıdığı biri tarafından. Zorla, canı yana yana. Ama namus kelimesi sadece onun için geçerli, ne acı bir durum.
"Teşekkür ederim," dedim yeniden. Başka bir kelime kullanamıyordum ona karşı.
"Etme artık, geç içeri. Bukre daha fazla korkmasın."
Başımı sallayarak oturma odasına geçmiştik.
Vera cana yakın bir şekilde Bukre'nin yanına oturdu. Kapşonlusu bile hâlâ başındaydı. "Merhaba, benim adım Vera.. tam anlamıyla tanışamamıştık."
Gülümsedi Bukre'ye. Bukre uzatılan eli geri çevirmeyip sıktığında içim biraz olsun rahatlamıştı. "Adım Bukre."
"Yeni evine hoşgeldin Bukre. Bir süreliğine ev arkadaşıyız, merak etme. Yemek konusunda biraz sıkıntı yaşıyorum onu da sağ olsun, Sami usta hallediyor," diyerek göz kırpmıştı.
Burukça gülümsedi Bukre. "Yemekleri ben yapabilirim," dedi gözünden akan yaşı silerek.
Bukre hayata tutundu bir nebze.