Hastaneye geldiğimden beri sadece bir kişiyle arkadaş olabilmiştim. Vera'ydı adı. İstanbul'da yaşıyormuş eskiden, çıt kırıldım bedeninin aksine sert mizaca sahipti. Güzel bir kadındı. Ten renginin kavrukluğu Vera'yı gösterişli kılıyordu bence. İnce çıtkırıldım gibi görünen bedeni korumaya muhtaçtı. Cazibesi yüksekti.
Yüzünde bir tebessüm yer edinmişti onu gördüğümden beri. Uzun süredir mutlu değil gibiydi, nedenini merak edip sordum. Merakıma yeniden yenik düşmüştüm galiba. Biraz buranın insanına alışmakta zorluk çektiğini itiraf etmişti.
Onlarla bir ömür geçiren anladım ne demek istediğini. Ona yardımcı olabileceğimi söyleyince çok sevindi. İyi birine benziyordu, tabi dikkatli olmakta fayda görüyordum her zaman için.
Elinde dosya ile gördüğümde, "Selam," dedim, başını sallarken yüzünden yorgunluk akıyordu. Yolu kantine çevirirken, "Selam," demişti Vera.
İlk günüm yoğun geçiyordu. En son staj için Ankara Hastanesi Acil de kaldığım gün bu kadar yorulmuştum. Büyük hastane olunca geleni gideni çok oluyordu haliyle.
Kantine girdiğimizde bir kaç kişinin gözü Vera'nın güzelliğine dokunmuş, ardından beni bulmuşlardı.
Vera'nın güzelliğinin yanında sönük kaldığımı hissettim bir an için. Gerçekten ilgi odağını üzerine çekebilen bir kadındı.
Bir tost ve ayran alıp kantin sandalyelerinden birine geçip oturmuştuk. Etrafa bakınıyordum, değişen ve öğrenmem gereken şeyleri dikkatle izliyordum.
"Yorulmuşum," diye itiraf ettiğimde onayladı beni Vera.
"Üç aydır her gün yoruluyorum."
Çok kalabalık bir şehir değildi Mardin, sadece fazla gürültülü bir şehir olmasından kaynaklı hastane önleri kalabalıktı.
Bu yüzden kaybediyordu.
Beyin cerrahı Vera Toksöz.
Kızda farklı bir hava vardı, tamamıyla olmuş bu, olmuş diye bağırmak istiyordum. Güzeldi, zekiydi, alımlı, bakımlı. Maşallah.
"Nerede kalıyorsun burada Vera?"
"Hastanenin arka sokağında bir ev kiraladım geçen ay. Küçük, tatlı bir ev."
Başımı sallarken, "Anladım," diye mırıldandım.
Merak ettiğim çok şey vardı ancak sormaktan biraz çekindiğim doğruydu. Belki ilerleyen zamanlarda daha samimi olursak sorabilirdim rahatça.
"Bilindik bir aileden misin," diye sorduğunda bakışlarımı kaçırmıştım. Bilindik ailelerin ortak özellikleri az çok bilinirdi. Şan, şöhret ve güç. Herkesin soy ismini duyduğunda dizinin bağları çözülürdü. Korku salardı herkese. Saygın, soylu aileler.. o aileler.. ve bizler.
Onlara hizmet etmek için dünyaya gelen bizler.
"Semerkent, Şadoğlu, Kandemir, Dadı, Cingöz?"
Tek tek saydığında şaşırmıştım. Bunları nereden öğrenmiş olabilirdi ki? Hepsi Mardin'in ileri gelen aşiretleriydi. Kimi köklü, kimi yeni. Ama hepside istediklerini yaptıracak kadar çok güçlü.
"Sen bunları nereden biliyorsun? Bu kadar aile olduğunu ben bile zar zor öğrenmiştim."
Sırıttı keyiflice.
"Geçen yaşlı bir kadın geldi, o anlattı hepsini. Semerkentli olduğunu söyledi, sanırım onların yaşlı babannesi falandı. Bir çok şey sıraladı ama pek hatırlamıyorum."
Cümlesinin ardından kendime hakim olamayıp gülmüştüm, Semerkentlilerin çatlak babannesi Aynur! Kendini her yerde belli eden o tatlı kadın olmalıydı.
Aynur babanne çok konuşurdu. Hatta susmazdı kolay kolay. "Aynur babanne olmalı, susmadan gidene kadar konuşmuştur kesin! Bir açılınca o çene kapanmak bilmiyor vallahi!"
Başını salladı gülerek. "Aynen, baya dertleştik onunla. Tonton bir kadın."
Bir kaç konu hakkında sohbet etmiştik. Birbirimizi tanırken arkadaş olabileceğimizi anlamıştım. Okul, dersler, hastalar ve Mardin'den bahsetmiştik. Bu yöreyle ilgili bir kaç soru sormuştu bana. Onun merak ettiklerini yanıtlarken kendimi turizm şirketlerinde çalışan rehberler gibi hissetmiştim.
Sonra acile silahlı kavgada yaralanan üç kişiyi getirdiler. Birinin başından vurulmuştu, Vera hemen ona müdahele ettiğinde geride kalanlara baktık.
Ameliyatlık olan hastaya bir kaç testten sonra ameliyata aldık, uzman doktorla birlikte girdiğim ameliyat beklenilenden daha kısa sürmüştü.
Hasta masada kalmıştı.
Daha girdiğim ilk ameliyattan moralim bozuk ayrılırken kapıda beni bekliyordu Vera. Yaşatmak istemiştik ama elimizden geleni yapmamıza rağmen geri dönmemişti.
Bana gülümserken, "İyi misin MB," diye alayla sorduğunda yüzümü buruşturdum. 'Morg Bekçisi' demek istemişti kendince.
"Kapa çeneni!" Daha yeni hastamı kaybetmiştim. Onun adına gerçekten üzgündüm. Sessiz kalmış olsada yüzünde fazla umursamaz bir ifade yer edinmişti. Alışmış olmalıydı. Zamanla bende bu ölüm hissine alışacaktım. Daha çok kaybetmek istemiyorsam daha çok alışmam gerekiyordu.
Dinlenme odasına doğru ilerlerken gördüğüm kişiyle ayaklarım olduğum yere çivilenmişti. Hande.. Hande Kandemir koridorda bekliyordu. Vera, beni fark edip yavaşladığında sirkelenip kendime gelmek istedim. Hande..
Hande; geçmişte olan bir takım olaylardan dolayı beni sevmiyordu. Benden nefret etmesine sebep olacak şeyleri yapmamıştım. Hande benim varlığımdan rahatsızdı. Benim varlığımı sevmiyordu. Benim varlığımı hazmedemiyordu.
Eski şeylere takılmamaya karar verdim. Yanından geçerken selam verecekken yanında olan iki kızla birlikte odadan içeriye girdi.
Odaya dikkatle bakıyordum.
Vera nereye baktığımı görünce, "Kadın doğum, Sema Alphan," dedi kısık sesle.
Kendime engel olamadan aralık kapıdan içeriye baktım. Doktorla selamlaşıp gülümsedi, ardından sedyeye uzandığında, "Hasta gizliliği diye bir şey var Dicle," dediğinde, ona baktım. Normal bir kontrol olabilirdi. Her kadının ayda bir yaptırabileceği bir muayene.
Kısık sesle, "Hande ile Şadoğlu ailesinin oğlu evlenecek, onlara gelin gelecek," dedim açıklama yaparak. "Bu yüzden bakıyorum."
Başını salladı Vera. Biraz bahsetmiştim ona. Şadoğlu ailesini ve yanında çalışan ailemi.
Doktor, Hande'yi sedyeye uzanmasını seyretmiş, ardından tişörtünü sıyırmıştı. Sıvıyı sürdükten sonra aletin ucunu karnına değdirmişti, ay parçası gibi ultrosunu açıldığında kilitlenmiş, bakıyordum öylece.
"Kız hamile, bir anda evlenmelerinin artık çok mantıklı bir sebebi var. Nur topu gibi bir bebekleri olacakmış." Vera, kendinden emin bir şekilde konuştuğunda ona çevirdim bakışlarımı. Daha önceden görmüş olabilir miydi onu? Bu kadar bilgiye sahip olmasının mantıklı bir açıklaması olamazdı.
Gözlerimi devirmiştim.
"Bebek iki buçuk aylık, aldırmak için geç değil. Ancak istedikleri belli. Almak yerine evlenmeyi tercih etmişler," dediğinde şaşkınca baktım Vera'ya. Vera omuz silkmişti. "Ultrasonun sağ üst köşesinde yazıyor, öyle bakma. Müeccin boku falan yemedim," deyince başımı sallayıp devam ettim yoluma.
Hande'den bebek yapmak isteyecek kadar benimsemesi beni şaşırmıştı.
Eyüp kendinden başka birini sevebilir mi diye düşünürdüm eskiden, bana olan kini o kadar büyüktü ki. Nefretin nedenini hiç bilmiyordum. Sanırım, benden hoşlanmadığı içindi.. Sevdiği insanın yanında olduğunu anlamıştım az önce.
"Biliyor musun? Bu bebek dün az kalsın babasız kalacaktı," diye suçlulukla söylendim, Hazal farkında olmadan nelere sebebiyet verecekti az kalsın! Ah, Hazal. Ah!
Merakla kaşlarını kaldırdığında, "Bizim kan davalılarımız varmış," dedim yutkunarak. Abimin olayını detaylıca öğrenememiştim bile. "Dün ateş açtılar bize, Eyüp vuruldu."
"Şaka mı yapıyorsun?"
Vera şaşkınlık dolu bakışlarımı üzerime diktiğinde, kısık sesle, "Şimdi senin kan davalıların mı var," diye sorunca başımı salladım. Sadece dizilerde olmuyordu işte..
"Öyle olduğunu bende yeni öğrendim."
Vera'ya en başından anlattım.
Hazal'dan Eyüp'e olan kısma kadar. Vicdan azabı çekiyordum, bir bebeğin babasız kalma ihtimali Hazal ve benim yüzümden oluşu adil bir olay döngüsü değildi. Eyüp'e bir şey olmuş olsaydı, ben nasıl gidip söylerdim Adem amcaya. Nasıl ailesine açıklama yapardım. Ya Hande? Ya o doğmamış bebek? Ben nasıl bu duruma açıklama getirirdim.
İyi ki, Şadoğlu'na zarar gelmemişti. İyi ki..
Akşama doğru kendimi eve zor atmıştım. Duş alıp üzerime yeni temiz kıyafetler geçirmiştim. Oturma odasına geçip anneme baktığımda olmadığını görmüştüm.
Konakta olmalıydı.
Mirza abim gelene kadar bekledim, içeri girdiği anda peşine takıldım. "Biraz konuşalım mı Mirza abi?" Ceketini çıkarıp askılığa asarken yan yan bakıyordu bana.
"Üzerimi değiştirmeme izin ver Dicle."
O kadarına müsade edip kenara çekildim. Yanımdan geçip odasına gittiğinde oturma odasına geri dönüp beklemeye başladım.
Mirza abim oturma odasına girdikten sonra tam karşımdaki koltuğa oturup gözlerimin içine baktı. "Konuşalım Dicle." Bugün olanları, dün olanları, Adem amcanın söyledikleri, Eyüp'ün abim hakkında anlattıklarını düşündüm bir kaç dakika.
Sonunda derin bir iç çekip konuşmaya başladım.
"Bazı şeylerin bıraktığım gibi olmadığını bana söylemeniz gerekiyordu. Baran ağabeyim nerede? Neden hapise girdi? Bana bundan ne zaman bahsetmeyi düşünüyordunuz?"
Mirza abimin suratı gerildiğinde, ifadesi silikleşmişti. Gözlerimin içine bakarken yutkunduğunu görmüştüm.
"Öyle gerekti." Çok etkileyici bir neden! Bravo abi! Gerçekten bravo!
"Bu bir açıklama mı?" Tepki vermeden yüzüme baktığında dişlerimi sıkıyordum. "Kanlılarımız olduğunu niye söylemedin bana?"
Koyu renk gözlerini gözlerime diktiğinde yüzünde hiç bir mimik oynamıyordu.
"Öyle gerekti." Yine kaçıyordu.
Bu bir cevap değildi..
"Babamın beni bir adama kuma olarak vereceğini neden söylemedin bana?" Hepsi bir yana demek kurtulmak mıydı? Hepsi bir yana, bunu benden nasıl saklardı? Mirza abimi severdim, onunda beni sevip saydığını düşünürdüm.
Ama yanılmışım. Görmek istememiştim ya da.
Yaşarken ölmek istemiyordum. Bunu kaldıramazdım.
"Öyle mi gerekti abi?"
En başından beri tek verdiği cevabı söylediğimde gözlerini kaçırdı. Benim canımı yakmak için çabalayan bir kişide değildi, kaç kişi vardı. Herkes beni üzmek için çabalıyordu sanki.
Cevap vermeyince dudaklarımdan histerik bir kahkaha döküldü. "Bana bunu yapmanıza izin vermeyeceğim. Bu çok adice! Tamam mı? Bu gerçekten çok adice!" Sesim sonlara doğru kısılırken canımın yanmasını görmezden gelmeye çabalıyordum. Güçlü kalmam gerekiyordu.
Müştemilattan kendimi dışarı attığımda göz yaşlarım firar etmeye başlamıştı. Gücümün tükendiğini hissediyordum. Mardin'in beni içine çekerken beni boğduğunu hissediyordum. Sanki, gittiğimden beri bu topraklar değişmişti. Sanki, eskisi gibi savaşamıyordum.
Gece karanlığını aydınlatan iki üç sokak lambasını geride bırakırken yürümüştüm ahıra kadar.
Ahırın önündeki banka oturup yıldızları seyrettim bir kaç saat. Soğuk hava bedenimi avlukaya aldığında gözlerimdeki yaşlar durmuştu. Kendimi teselli etmeye çalıştım, kendimi onarmaya çalıştım, kendi kendime ilaç olmaya çabaladım. Kendimden başka kimsenin bana faydası yoktu.
Davul seslerini duyduğumda irkilerek çiftliğin kapısına doğru baktım, bugün Ramazan ayının ilk günüydü. İlk sahur vardı. Geri dönüp anneme yardım etmem gerektiğimi hatırlayınca yerimden kalkıp usulca yürüdüm eve.
Eve girdiğimde oturma odasının ışıkları yanıyordu hâlâ. Abimin olma ihtimali derin derin nefes almama sebep olurken koridordan geçip mutfağa girecekken abim çıktı kendi odasından.
Göz göze geldiğimizde Mirza abim, "Sahuru Adem amcalarda yapacağız," demişti. "Babam olmadığı için birlikte sahur yapmamızı istemiş. Annemde kabul etmiş."
"Hırkamı giyinip geliyorum," dedim, kollarım üşümüştü. Odama geçtiğimde koridordan abimin sesini duydum.
"Bekliyorum dışarıda," demişti.
Hırkamı yatağın ucundan kaptığım gibi üzerime geçirmiştim. Bir kaç saniye içinde eski sıcaklığıma kavuştuğumda daha iyi hissediyordum.
Dışarı çıktığımda beni bekleyen abim yürümeye başlamıştı. Onunla birlikte yol aldığımda, "İş nasıldı," diye sordu. Benimle konuşmak istemesine şaşırdım. Az önce yüzüme bakacak suratı yokken şimdi işi soruyordu.
Üstelik ona söylememiştim.
"Yorucuydu," dedim umursamaz bir şekilde. Konağa geldiğimizde açık kapıdan içeriye girdik. Avlunun göz bebeğinde kocaman bir masa kurulmuştu. Abim, yanımdan geçip Adem amcaların yanına gittiğinde annem çıktı mutfaktan.
"Neredesin Dicle sen!"
"Anne, ahırdaydım."
Herkes usul usul masadaki yerlerini alırken kimin yanına oturmam gerektiğini bilemeden uzun uzun bakmıştım ki, abim, "Gel buraya," demişti yanını işaret ederek. Hemen yanına gidip oturduğumda benimde yanıma Hazal gelip oturdu.
Masanın etrafı insanlarla dolduğunda herkesten çok uzaktaydım. Başka şeyler düşünüp yeni sayfamın bana ne kadar uğursuz geldiğini düşünüyordum. Erkekler kendi aralarında keyifli bir sohbet döndürürken kadınlar daha suskundu masada.
Hepimiz aslında aynıydık. Hepimiz birbirimize benziyorduk, tek bir kişi dışında. Asaf abinin eşi, masaya oturduğu andan itibaren bize bakarken anlam veremiyordu yeniden.
Antalya'dan gelmişti. Antalyalı gelin derdi annem hep. İsmiyle hitap etmek kulağıma tuhaf geliyordu.
Bacağımda hissettiğim tekme ile kaşlarımı çatarken Hazal'ın kısık sesle, "Abla ya," diye söylenmesini duydum, bakışlarımız birbirine değdiğinde sinirle bakıyordum ona.
"Ne istiyorsun benden," diye karşılık verdiğimde Hazal gülümsemeye çabaladı.
Başıyla önümüzü işaret ederek, "Adem amca bir soru sordu ya, cevabını duyamadık biz de, ondan seni dürtmüş gibi oldum," dedi tatlı tatlı. Onun baldan tatlı halini görmek nadir anlardan biri demekti. Genelde asabiydi.
Adem amcaya mahçupça bakarken tebessüm etti bana. "Dalıp gittin kızım, sana bir sorum olacaktı ama," dedi.
Bütün mahçubiyetim kayboldu. Onun bu tavrı kendimi özel hissettirirken, "Tabi Adem amca," demiştim.
"Eyüp ile Hande'nin kan testleri olacaktı. İlçeye gelin demişler. Sizin hastaneye geleceklerdi, sen yardımcı olur musun diyecektim."
Eyüp'ün ricadan hiç haberi olmadığına emindim. Gerçi artık testlerinde önemi yoktu. Sonuçta artık ortada bir bebek vardı. Adem amcada habersiz olmalıydı. Gözlerim Eyüp'ü bulduğumda nasılını sorgularken buldum kendimi.
Eyüp Şadoğlu beni şaşırtmayı başarmıştı.
"Şuan çok bir yoğunluk yok Adem amca, gelip hemen yaptırabilirler."
"İyi o zaman, Eyüp siz en kısa zamanda gidip halledin o işleride."
Babasını onayladı.
Kendime engel olamayıp sordum merakla. "Düğün tarihi belli oldu mu, acele ediyorsunuz sanki," dedim. Merakıma yenik düştüm..
Hande'nin iki buçuk aylık hamile olduğunu varsayarsak bir an önce evlenmeleri gerekiyordu. Karnı ortaya çıkmadan hallederlerse evlendikten sonra saklamak onlara kalırdı.
Zaten ikiside problem olarak görselerdi bebeği aldırırlardı. Demek ki, sorun teşkil etmiyordu ikisi içinde.
Çınar gevşekce gülümserken, "Zorlama istersen," demişti alayla. Odadan çıkmamın hesabını soruyordu aklınca, kendince bir kılıf uyduramamak iftira atmasına sebep oldu. Gerçi, hiçbir tahmin sonuç vermezdi o olayda.
"Ne diyorsun oğlum sen!?" Mirza abim masaya çatalını sertçe bıraktığında o sesin ondan gelmesi hepimizi şaşırtmaya yetti. İmasına karşılık sert bir yanıt oldu. Çınar bakışlarını kaçırıp sus pus olduğunda yanımda ki Hazal keyiften dört köşe olmuştu.
Adem amca olanları görmezden gelerek, "Aralık ayı gibi düşünüyoruz, yeni istedik kızı," dediğinde başımı sallamakla yetindim. Hande karnı burnunda evlenecekti ya da bebeği aldıracaktı. Bir bebeğin ana rahminden koltuğu o an.. benim tüylerimin diken diken etmeye yetiyordu. Cana son verebilir miydi isteyerek?
Ben yapamazdım mesela.
"Müsait oldukları zamanda gelirlerse ben yardımcı olurum işim olmazsa."
Gururla oğullarına baktı Adem amca.
"Asaf'ın yuvasını kurduk, şükür olaki sonu iyi bitti. Gözde kızımla mutlular. Eyüp desen sözledik, yakında onunda bir yuvası olacak. Çınar'da üniversiteyi bitirsin, ona da hayırlı bir kısmet bulup evlendireceğim."
Çınar'ın yediği boğazına kaçmış olmalı ki öksürmeye başladı. Berfin ona bir bardak su uzattığında yalnız değildi. Çınar'ın boğazına takılan o her neyse bizim kıza da takılmış belli ki.
Hazal yutkunamazken su bardağımı ona uzattım. "Sadece bir oyundu abla," demişti. Bu ergenlerin oyunlarına akıl sır erdiremiyordum valla.
Çınar'ın kendini malzeme ettiği ilk sahur yemeğimiz beklediğimden daha keyifli geçerken eline geçen fırsattan istifade Berfin durmadı. "Benim aklımda bir kaç kişi var babacığım. Hepsi birbirinden güzel, senin oğlan bir bitirsinde. Görüştüreceğim onunla. İki güne düğün!"
Çınar gözlerini devirdi. "Ben Mardinli biriyle evlenmek istemediğimi söylemiştim sana Berfin? Şimdi boş boş konuşmasak mı? Canım sıkılıyor bak," dedi tehtitvari.
Durur mu Berfin?
"İstanbullu olacakmış baba, düşünebiliyor musun? Şu ülkede İstanbullu olan kaç kişi var? İmkansıza tutulma abiciğim, bana tutun sen. Ben seni bir şekilde uçuracağım zaten."
Berfin, babasının zaaflarına oynarken Çınar şekilden şekile giriyordu. Bu hali hepimizin keyfini tekrar tekrar yerine getiriyordu. Adem amca, dönüp Çınar'a baktı.
"Bizden olmayan zorlanır oğlum, ne diye işkence edesin sevdiğine. Sevdiğin biri yoksa burdan birini sev de kızda, sende rahat edesin. Hem.. Gözde kızıma bak. Zorlandı epeyce."
Antalyalı gelinin zorlandığına hepimiz defalarca şahitlik etmiştik. Asaf abi kopamadı ondan. O da bırakmak istemedi. Ancak çoğu ilkeyi o da doğru bulmuyordu. Hatta, kınayan bakışları her daim üzerimizdeydi..
"Öyle deme baba, ben sizin gelininiz olmaktanda, Ali Asaf'la evlenmektende gayet mutluyum. Pişmanlık yaşamadım hiç. Zorlandım, doğru ama. Seversen vazgeçmezsin.. bende vazgeçmedim sadece." İlk sorunda çekip gidebilirdi. Kalmayı tercih etmişti.
Asaf abiye aşık olduğuna ben bile emindim.
"Olsun kızım. Zorlanıyorsun ama," diye dertlendi Adem amca. Onu anlamaya çalışmadan bile anlıyordum. Eşi vefat ettikten sonra üç oğlan, bir kıza hem ana hem baba olmaya çabaladı. Yaşta ilerleyince herkesin bir yuvası olsun istiyordu. Bu yüzden onu suçlayamazdım. "Bizim yöremizi bilen, zorlanmayacak biriyle olman daha iyi olmaz mıydı? Başka bir kızada aynı şeyleri yaşatmasak daha iyi olmaz mıydı?"
Yaşanılan her kötü hatıra bizim için iyi bir rehber niteliği taşıyordu. Şimdi daha iyi anlıyordum. Şimdi daha iyi görüyordum bazı şeyleri.
"Aynen babacığım," gülümseyerek Berfin. Çınar'ın suskunluğundan cesaret alıp gevşekçe kurduğu planları anlatıyordu bize. "O iş bende. Üniversite bitsin, paşa paşa gidecek o görüşmelere."
Çınar, Berfin'e ateş püsküren bakışlarını sabitlediği anda Berfin bayrakları sallamasını umarken omuz silkip babasının yamacına girdi.
"Adem amca, müsadenle kalksam ben. Sabah iş var, uyusam iyi olacak benim için," demişti. Saygılı Mirza Aksu, kendine hayran bırakırdı. Abime uzaktan bakmak ne kadar ilginçti aslında, onu tanımadan ona hayran kalabilirdiniz. Onu tanıdıktan sonra işler değişebiliyordu.
"Olur Mirza," dedi Adem amca.
Abim yanımdan kalkarken Berfin de ayaklandı.
"Ben geçireyim seni," diyerek açıklama getirdiğinde kimse takılmadı bile. O kadar masumdu ki, o kadar abimin onun canını yakmaya meyilliydi ki.
Üzgündüm onun adına..
Sonrasında ezan okundu. Masa toplandı. Biz kızlar bulaşık yıkarken annem avluyu çalı süpürgesi ile süpürmüş, kırıntıları toparlamıştı. Berfin, Hazal ve ben el birliğiyle halletmiştik hemen. Antalyalı gelin pek uğramazdı mutfağa. Ona göre evde çalışanlar olduğu müddetçe kalkıp mutfağa girmek biraz saçmaydı.
Oğluna bakmaya gittiğinde ona hiçbirimiz takılmamıştık bile. Göremediği şey, bizim Adem amcanın çocuklarından bir farkımız olmadığıydı. Benim anneme kendi eşi bile ana diyordu. Bütün çocuklara annem annelik yaptı. Bize doğru dürüst bakamazken onları düşündü hep.
Bizim ailemiz tamdı çünkü. Ama onların annesi yoktu. Anneme kızmadım bu konuda. Benim annem onlar için ne yaptıysa onların babası da benim babamın yapmadığı her şeyi yapmıştı. Babalıksa babalık, abilikse abilik. Ben gözüm kapalı inanırdım Adem amcaya. Onun yeri bende her zaman çok farklıydı.
Avluya çıkıp sedire sırayla oturduk. Yıldızlar parlıyordu. En tepedelerdi bu gecede.
"Ramazan ayının bereketi hep bir başka," dedi Hazal. Gökyüzüne bakıyordu benim gibi. "Gökyüzü bile bir başka.." Bende öyle hissederdim. Gece, gündüz. Sanki ayın içinde olan her şey daha güzel, daha özel.
"Ee," dedim Berfin'e takılarak. "Abimi yolcu ederken konuşma fırsatınız oldu mu?" Berfin'in kendine bile tam açıklayamadığı o hislerin tam olarak adı her neyse fazlasıyla onu komik duruma düşürdüğü kesindi. Vazgeçmiyordu. Sürekli adım atan taraf kendisiydi ve hayaller kuruyordu.
Berfin belki takıntılıydı abime, belki sırılsıklam aşık. İşte onu daha kimse net olarak bilmiyordu.
"Evet, giderken uzun uzun baktı bana. Dünya durdu ve sadece ikimiz vardık. Sonra iyi geceler Berfin dedi bana. Bana kesinlikle aşık! O bakışlar, o ses tonu, o mimikler.. Gecemin iyi geçmesini istedi sonuçta."
"Tıpta Berfin gibilere ne deniyordu ablacığım," diye alayla sorduktan sonra çekip kendine sarıldı Hazal. "Şizofren." Kolunu omzuna atıp sırıttı. "Merak etme, ölmeyeceksin."
Gülümsedim onlara. Dedim ya, abim dışarıdan mükemmel görünüyordu.
"Haksızsın demiyorum. Benim abim diye demiyorum. Abim; aşık olunabilecek bir çok özelliğe ev sahipliği yaparken dibinin düşmesi bencede çok doğal. Takma kafana."
Gözlerimi devirdim. Hazal, en az Berfin kadar tehlikeliydi bu konularda. Duygularıyla alay etmesi bir yana aşkla oyun olmazdı. Neden üstüne bu kadar gidiyordu, anlamıyordum. "Kızı rahat bırak. Şimdi ikna olacak dediklerine, üzerine falan atlayacak abimin! Düşünsene." Sanırım hayatının şokunu yaşardı abim.
"Canlandırınca kafamda çok komik olurdu ya, abim mikrop gibi ittirirdi kesin," dedi eliyle git git işareti yaparak. Gözlerimi devirdiğimde yüzünü buruşturdu Berfin.
"Bizim aramızda yaş farkı var diye olurumuz yok, bir nedene sığınabiliyorum. Asıl sen kendine yan!"
Ses tonundan Hazal'ın dediklerinden rahatsız olduğunu anlamıştım.
"Bir dakika, bir dakika," diye girdim aralarına hemen. "Ne dedin sen?"
Berfin, omuz silkerek, "Ne dediğimi duydun az önce," demişti. Sonuç olarak üstü kapalı konuşmuştu.
"Duydum ama ne duydum? Anlatın hemen!"
Hazal ve Berfin birbirleri arasında kısa bir bakışmanın ardından, "Biz birer ergeniz, yaptıklarımızdan kendimiz sorumlu olacaksak eğer bu dönemi neden her yerde belirtip ergenler bu dönemde daha alıngan vs diye betimlemeler yapılıyor. Şuan gereksiz üzerime gelindiği için gerildim. Gidiyorum ben," diyerek kaçmaya yeltendiğinde gözlerimi devirdim.
"Hazalcığım, kolay lokma olarak gözükmediğime eminim ama kaçmak istersen tabi. Müsade senin. Aynı evde, aynı odada kaldığımızı unutma. Buyrun," diyerek kapıyı gösterdiğimde Berfin'e sinirle bakıyordu. Yerinden kalkıp ayaklarını sürüye sürüye gittiğinde Berfin kahkaha attı.
"Haline bak! Ahahaha."
Gülmesine karşılık derin bir iç çektim. İşim daha zordu bu ergenlerle anlaşılan.