Dakikalar saatler günler…
Her şey o kadar güzel gidiyordu ki ben bile nazar değdirmekten korkuyordum. Mustafa ile bütün günlerim dolu dolu ve güzel geçiyordu. Her an bana beni sevdiğini hissettiriyordu.
Akşam nöbetini devralmak için alana girince herkes bana doğru döndü. Acil arabasının üzerindeki laringeskopların ışığını kontrol ederken üzerimdeki gözlerin yoğunlaştığını hissedip arkamı döndüm.
“Ya ne oldu neden hepiniz bana bakıyorsunuz” dedim.
“Sana bir şey geldi “ dedi su sırıtan suratı ile.
Heyecanla ne anlamında suratına baktım.
“Gel” dedi beni orta alandaki masaya çekerken.
Kolumdan tutup beni masaya götürdüğünde bir çiçek olmasını açıkçası beklemiyordum. Mustafadan gelen bir şey olduğunu biliyordum.
Kocaman bir vazoda yeşil yaprakları içinde bir tane beyaz gül.
“Bu ne” dedim heyecanla güle doğru koşarken.
“Sence” dedi deniz.
“O kadar ilişkin olmamış ki kız çiçeği tanımadı” dedi benle dalga geçerken. Omzuna vurup bende onunla gülmeye başladım. Şaşırmıştım. Bir de not vardı içinde.
“Bu vazoyu sakla her ayımıza bir beyaz gül göndereceğim sana. Güller vazoya sığmadığında evimizdeki diğer vazolara koyarız” yazmıştı.
Bu içten içe bir evlenme teklifi olarak algıladığım bir sözdü. Utançtan yanaklarım kızarırken mesajı algılamaya çalışıyordum.
Su gelip kafasını notun içine soktu. Sadece o benimle okumuştu bu notu.
“ sence bunun evlilikle bir alakası var mı?”
“Bence var çocuğun seninle gönül eğlendirdiğini düşünmüyorsun heralde belen. Baya niyeti ciddi. “ dedi.
Haklıydı. İlişkimiz daha başlayalı 1 ay olmuştu ve biz o günden beri birbirimize daha da yakın olmuştuk. Birbirimizi tanıyor ve hayattan ne beklediğimizi konuşuyorduk. İkimizinde hayattan beklentisi aslında aynı şeydi. Onun ben. Benimde o.
Benim bu hayattan tek beklentim oydu. Bana onu versinler başka hiç bir şey istemezdim bu dünyadan. Bu yakışıklı olduğu için beğenme gibi bir şey değildi. Çok farklı bir bağdı onla benim aramdaki. Gözlerim kapalı 30 kişilik bir odada bile onu bulabilirdim. Ya da bana kelimelerle dile getirmese de ne söylediğini anlayabilirdim. Hani anneler yavrularının canı acısa da hisseder ya bizimki de öyle bir şeydi. Hani der ya neşet ertaş
“Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, gönülden gönüle gider yar oy!”
Onunla benim kalbimin arasında çok değişik bir bağ vardı. Hatta şu an da arkamdaydı. Gelmişti hissediyordum. Yaklaşık 10 saniye sonra arkadan sesi geldi.
“Kolay gelsin”
“Oo enişten hoş geldin “ dedi deniz.
“Hoşbuldum”
Sonra giderek yanıma yaklaştı. Herkes o sırada başka yere dağılmış bizi yalnız bırakmıştı. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmak istiyordum ama yine bu aptal utangaçlığım başlamıştı.
“Beğendin mi” dedi. Gözleri ile yine aklımdan geçen her şeyi okur gibi bakarken.
“Beğendim” dedim.
“Yalnız bu vazo ev falan bir şeyler yazmıştın onu anlamadım” dedim.
En karizmatik kahkahasını attı.
“Bence anladın. Sen hayatımda gördüğüm en zeki kızsın. Bence anladın” dedi.
“Yoo” dedim anlamamazlığa vurarak.
“Peki sana bunu yarın akşam açıklarım” dedi.
“Nasıl yani” dedim.
“Yarın akşam boşsun seni bir yere götürmek istiyorum müsaitsen “ dedi.
“Olur müsaitim” dedim.
“O zaman yarın akşam görüşürüz güzelim” dedi.
“Görüşürüz” dedim ve başka konuşamadım. Arkadını dönüp alandan çıkarken gözüm bir an poposuna kaymış olabilir. Bu kadar güzel miydi ya?
Düşündüğüm şeyin utancından tekrar kızarınca kendimi yellemeye başladım. Elimdeki beyaz güle tekrar baktım. Bu bizim birinci ayımızdı. Birinci gülümüz. Daha önümüzde ne günler ne güller olacaktı. Değil bu vazo bir odaya yetmeyecekti. Gülümsedim. Yanaklarım ağrıyana kadar o güle bakıp gülümsedim.
Nöbet boyunca kafamı her çevirdiğimde o gül oradaydı. Her dakika ona bakıp mutlu oluyordum. O gülün mutluluğu değildi bu hayatımdaki mustafa mutluluğuydu.
Sabah nöbeti teslim ettikten sonra arkadaşlarlarla tekrar bir nöbet sonrası kahvesi içtikten sonra otobüse binmiştim.
Mustafa bu gün izinliydi onu uyandırmak istemedim. Eve gidince annemler uyuyordu. Perdeleri kapalı yuvam kokan odama ve yatağına kendimi attım. Akşam mustafa ile buluşmam için güzelce uyuyup dinlenmem gerekiyordu. Gözlerim bir anda kumru seslerini dinlerken ağırlaşıp kapandı.
Gözlerimi açınca saat 3 e geliyordu. Yine o nöbetten çıkan hemşirenin uyku sonrası klasik baş ağrısını çekerken telefonumu aradım her yerde.
Yastığımın altında elimi gözüm kapalı bedenim uykuda bir şekilde gezdirirken sonunda telefon elime çarptı. Elime alıp baktım telefona Mustafa mesaj atmıştı.
“Günaydın güzelim” diye güzelin sana kurban olsun. Bir anda bir sevgi ve enerji doldu içime. Bir anda o güzel yüzü geldi aklıma. Aklıma yüzü geldikten sonra devamı da gelmeye başladı. Bana ne olduğunu anlıyordum ama anlamak istemiyordum. Onu düşününce direk çıplak bir halde gözümün önüne geliyordu. Onu böyle düşünmek benim aşırı şekilde utandırıyordu ama bedenim halinden çok memnundu. Onu düşünüp onu istiyordu. İlişkim olmamıştı şimdiye kadar ama az çok bu olaylara hakimdim. Şu an neden bu şekilde olduğumu biliyordum. Bedenimin neden huzursuzlandığını ya da alt tarafımda nabız gibi atan kadınlığımı. Özellikte son zamanlarda beni öptükten sonra bunu daha sık yaşamaya başlamıştım. Öpüştükten sonra beni bir daha öpmemişti ama her bana yaklaştığında bedenimin dengesi kendini kaybediyordu.
“Günaydın” dedim.
“Hazır olunca haber ver seni almaya geleceğim “ dedi.
“Nereye” diye defalarca sordum. Bana cevap verip nereye gideceğimizi bir türlü söylemiyordu.
Yataktan kalkıp odanın kapısını açtım. Annem temizliği bitirmiş televizyondaki sabah kuşağı saçma kadın programlarına başlamıştı. Kardeşim ise arkadaşları ile sokağa maç yapmaya çıkmıştı.
Anneme dışarı çıkacağımı söyledikten sonra hazırlanmaya başladım. Üzerimi giyindim saçlarımı da arkadan at kuyruğu topladım. Makyaj yapmadım. Sadece yüzümü yıkayıp nemlendirici sürmüştüm. Sonra hazır olduğumu mustafaya haber verdim. Yaklaşık 20 dakika sonra bana evin önüne geldiğini söyledi.
Aşağıya indim. Arabaya bindikten sonra yaklaşıp öpmek istedim ama kendimi biraz ağırdan almam gerekiyordu sanki. Hem erkek olan oydu onun öpmesi gerekiyordu.
Bir süre yolu izleyip konuşmadıktan sonra daha fazla dayanamadım.
“Nereye gidiyoruz söyle artık çatlayacağım meraktan”
“Gidince görürsün “ dedi. 10 dakika sonra arabayı bir yere park etti.
“Neresi burası “ dedim kafamı candan uzatıp bakarken.
“Bizim ev” dedi .
Kanım donmuş bir şekilde ona döndüm.
“Nasıl yani” dedim.
“Seni annemler tanıştırmak için getirdim” dedi .
Aslında bu çok hoşuma gitmişti ailesi ile tanıştıracak kadar beni önemli görmesi ama aynı zamanda da bana bunu haber vermemesi hiç hoş olmamıştı.
“Neden söylemedin ona göre hazırlanırdım hem elim boş geldim çok ayıp oldu “ dedim.
“Söylesem stres yapacaktın ayrıca hiç de elin boş gelmedin” dedi.
“Anlamadım” dedim.
“Sen bu eve getirilebilecek en güzel şeyi getirdin “
“Neymiş o”
“Dünyalar güzeli bir gelin” dedi eli yüzümü okşarken.
O sıcacık elini yüzümde hissedince gözlerim kapanmak istiyordu bende kapattım. Yüzümü ellerine bırakmak istiyordum bıraktım.
Baş parmağı ile yüzümü okşadıktan sonra bana uzun uzun baktı. Bir anda hızlıca elimden tuttu.
“Hadi koş gidelim” dedi.
Kapıları arabanın hızla kitledikten sonra koşa koşa asansöre gidiyordu.
“Ya dur ev kaçmıyor “ dedim.
Bana bakıp en ukala gülüşünü attı ama bakışları hiç hoş durmuyordu.
Sabırsız bir şekilde asansörün önünde kıvranıyordu.
“İyi misin” dedim.
Kafa salladı.
Asansör gelince içine hızla bindi. Evlerinin katına baktıktan sonra iki kapı da tamamen kapanınca nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimi asansör ve onun arasında buldum.
Dudakları nefes nefese dudaklarımdaydı. Susamış bir insanın suya kavuşması gibi birbirimiz öperken ben onu kendime çekiyordum o ise kendini bana bastırıyordu. Az önce nabız gibi atan organıma değen sertlik şu an beni kavuruyordu. Kollarında bayılmak üzereydim.
Dudaklarımdan ayrılıp nefes nefese fısıldadı.
“Seni köpek gibi özledim. Hastanede sana bunu yapmamak için insanların içinde kendimi zor tutuyordum. Canını yaktıysam özür dilerim “ dedi.
“Hayır canım yanmadı aksine” dedim. Devamını getirmedim.
“Aksine?” .
“Sizin kata geldik inelim mi? “ dedim gözlerimi kaçırarak. Gözlerimi kaçırmam yetmez bedenim ondaydı.
“İnelim. Bunu akşam giderken konuşacağız.”
“Peki “ dedim başım önde akşamı sonra düşünürdüm. Ben asıl az önce asansörde olanlardan sonra ailesi ile nasıl konuşacaktım.
Bir kor aleve dokunmuştu bu cansız tenim. Yandıkça yanmak istiyordu. Yandıkça can buluyordu onun kollarında . Bu yangının sonunda kül olur muydum bilmiyorum ama ateş buysa ben bile bile üstüne yürürdüm.