“Fatih”
Soğuk havada rüzgar yüzüme vururken arkamda durmuş bana bakıyordu. Göz yaşlarım önce yüzümü yakıp üşütürken bana karşımda gözlerini dikmiş bakıyordu.
Bakışlarındaki anlamı bir türlü anlayamadım. Kızıyor muydu acaba bana?
Kızması da benim için bir şey ifade etmiyordu. Beni bu acı ile kabul etmişti. Beni olduğum gibi kabul edecekse bunları da bilmesi gerekiyordu. Tek sorun şu an kavga etmek istemiyordum. Kavga edecek halde değildim hele ki mustafanın mezarının başında canım kocamla (!) kavga etmek en son yapmak isteyeceğim şeydi.
“Beni nasıl buldun” dedim. Derin bir nefes alıp etrafına baktı. Cevap verecekti ama sonradan geri sustu.
“İyi misin” dedi en yumuşak sesiyle.
“İyi miyim sence” dedim ağlamaya devam ederken.
Mezar taşına doğru döndüm.
“Bak mustafa tanıştırayım. Fatih. Yeni kocam. Çocuğunun da babası” dedim göz yaşlarımı silerken. Bunu söylerken üzgün değil aksine sinirli söylemiştim. Bu sinirim tanrıya mıydı kadere miydi?
Yine isyan etmiştim. Sonra fatihe döndüm.
“Bak bu da yerine geçtiğin adamın mezarı” dedim bağırarak. Fatihe çok kızgındım. Sanki Mustafanın yerini almış gibi hissediyordum. Onun bir suçu yoktu onu buraya ben koymuştum. Buna mecbur kalmıştım. Sinirimi acımı nereden çıkaracağımı bilmiyordum artık.
“Bak Mustafa “ dedim sinirli bir şekilde mezarına.
“Bak şu halime mutlu musun?”
“Cevap ver bana. Bırakıp gittin beni mutlu musun” çığlıklarım artık dağları inletiyordu.
Fatih bana doğru sakince yaklaşıp kolumdan beni çekmeye çalışıyordu.
“Belen hadi gel gidelim “ dedi.
“Hayır fatih gitmeyeceğim. O bana hesap verecek beni neden bıraktı bana onun hesabını verecek” dedim.
“Belen ne olur gel sakinleşmen lazım”
“Hayır sakinleşmeyecem. O bana hesabını verecek. Madem gidecektin neden”
Ayaklarım beni taşımaz olmuştu. Dayanamıyordum. Gücüm kalmamıştı.
Yere düşerken fatih beni kollarımın altından tutmuştu.
“Belen iyi misin”
“Ben iyi değilim ben aylardır iyi değilim” dedim.
Toprağı göstererek ağlamaya devam ettim.
“Onun yüzünden “
“HEPSİ ONUN YÜZÜNDEN!”
Ağlamam devam ederken fatihte sabırla beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
Karnıma bir anda bir sancı girdi. Ne olduğunu anlamadım ama karnıma bıçak gibi bir ağrı girdi.
“Ah” dedim elimi karnıma koyup.
“Ne oldu”
“Karnıma bir şey battı”
“Çabuk kalk hastaneye gidiyoruz” dedi.
“İyiyim ben”
“Belen yürü”
“Ahh” dedim karnıma giren ikinci sancıyla.
“Belen sana yürü dedim” sinirli bir şekilde beni kucağına aldı. Mezarlıktan aşağı doğru kucağında inerken göz yaşlarım akmaya devam ediyordu.
Meydana geldiğimizde onun arabası ve bizim araba vardı.
“Anahtar nerede”
“Cebimde “ beni indirince kucağından anahtarı çıkarıp vermiştim. O sırada köy meydanında mustafanın cenazesinde beni kolumdan tutan teyzeyi gördüm. Bana uzaktan evinin önünden acır gözlerle bakıyordu.
Bir katlı önünde teneke yağ kovalarına çiçek ekilmiş bir evin önünden bana bakıyordu. Sadece baktı. Bir şey söylemedi. Ne o konuşabildi yanıma gelip ne ben.
Fatih arabanın kapısını açıp beni öne oturtup şöfor koltuğuna geçti.
“Araban burada kaldı”
“Aldırırım ben onu hastaneye gitmemiz lazım şu an”
Cevap vermedim. O arabayı sürerken ben yolu izlemeye devam ettim. Yüzümü cama dayadım. Dışarıdaki soğuk havada buharlaşan cama kafamı dayadım. O sırada Fatih radyoyu açmıştı. Nurettin rençber çalıyordu.
“Yürürüm gecede yanarım senin için. Bilirim yine de sen asla dönmeyeceksin” diyordu.
Biliyordum o asla dönmeyecekti. Kendiyle beraber benim içimde güzel olan bütün duyguları da alıp götürmüştü. Her şeyi götürmüştü. Neşemi sevincimi her şeyi. Eskisi gibi olamıyordum. Dönemiyordum bir türlü eski belene.
“Kızdın mı bana” dedim fatihe.
Başta cevap vermedi. Yola bakmaya devam etti. Tabi ki de kızmıştı.
“Hayır” dedi kesin ve net bir cevapla.
“Yalan söylediğin çok belli oluyor”
“Kızdım” dedi. Tabi ki kızacaktı.
“Neden gittiğini bana söylemedin. Dağın başına bir başına gelmiştin. Ya başına bir şey gelse. Söylesen ben getirirdim seni”
Bu adamın kafası cidden bambaşka çalışıyordu benimki bambaşka.
“Özür dilerim”
“Özür dileyecek bir şey yok sadece haber ver en azından bir şey olursa sana ulaşayım “
“Beni nereden buldun”
“Bulurum ben”
“Bazen beni çok korkuyorsun”
“Neden”
“Bilmiyorum sadece beni böyle bulman her yerden çıkman her şeyi bu kadar çabuk halletmen beni korkutuyor”
“Benden korkmayacak tek kişisin belen. Benden korkmana gerek yok. Bu dünyada zarar veremeyeceğim tek insansın. Senin kılına bile zarar veremem. İhanet etmezsen” dedi son cümlesini bastırarak söylemişti.
“Bana ihanet edersen olacaklara ben bile engel olamam” dedi ciddi bir şekilde.
Ölmüş insana olan aşkım ihanet sayılır mıydı acaba?
Sessizce bunları düşünürken hastaneye ulaşmıştık. Yukarıya doğru hastanenin içinden doktorun odasına çıktık.
Kapının önünde sekreteri bize sıra ve randevular olduğunu söyleyince beklemek için ben sandalyelerden birine oturdum.
“Doktor beye benim geldiğimi iletin” dedi kartını uzatarak. Sonra da yanıma gelip oturdu. Bana doğru gülümsedi. Sonra doktor odadan çıkıp hemen yanımıza geldi.
“O fatih bey hoşgeldiniz buyrun” dedi bir anda kendimi doktorun odasında buldum.
Doktora sıkıntımı anlattım. Karnıma bir ağrı girdiğini söyledim. Muayene etmek için kabinin arkasına girdim. Ultrasonla karnıma baktıktan sonra beni içeriye aldı. Fatih gergin bir şekilde duruyordu. Doktor üzgün bir şekilde yüzümüze baktı. İçime giderek bir korku düşüyordu.
Fatihe baktım. Bana sakin ol der gibi bakıyordu.
“Bu haftalarda gelişimi sıkıntılı olan bebekler olabiliyor. Yani 10. Haftaya kadar olan gebeliklerin neredeyse yarısında karşılaştığımız durumlar var. Gelişim dönemindeki ve kromozom dizilimindeki anomaliler ve pıhtılaşma bozukluklarının neden olduğu bir takım durumlar var. Yani bunu nasıl söylesem bilmiyorum “ dedi.
“Söyleyin lütfen” dedim. Doktor derin bir nefes alıp önce fatihe sonra bana baktı.
“Maalesef bebeğin kalp atımı durmuş”