4. İlk Öpücük

2341 Words
OFLAZ Emniyetten çıkarken, Deniz'i de paket yapıp kendimle birlikte, eril enerjinin fazlaca yüksek olduğu bu ortamdan uzaklaştırsam olmuyor muydu? Ona da söylediğim gibi radarıma öyle bir girmişti ki, bundan sonra attığı her adımdan haberim olacak, geçmişini dibine kadar öğrenecektim. Bana karşı nedensiz bir garezi, belki de bir amaca hizmet eden sebebi vardı, emin olamıyordum. “Ben buradan ofise geçiyorum,” dedi Ertuğrul. Başımla sertçe onayladım. Amcam başıma bela etmişti oğlunu! Ne vardı sanki Trabzon'da yapsaydı işini. İlla dibime sokmuştu oğlunu! Doğan arabayı önümde durdururken bakışlarımı Deniz'in olduğu kata çevirdim. Yanında yine o kılkuyruk camdan bakıyorlardı. Parlak ve uzun saçlarını yine bir kalemle toplamıştı. Tokası mı yoktu arkadaş? Sevabına bir tokacı dükkanı mı satın alsaydım? Nedensizce o kalemi saçlarının arasından söküp çıkaran ben olmak istiyordum. Ellerimi saçlarının arasına daldırıp, dudaklarının tadına bakmak çok cezbedici ve baştan çıkarıcı bir fikirdi. İşaret ve orta parmağımı birleştirip alnıma değdirerek alaycı bir selam gönderdim. Kaşları çatılırken yanındaki herife bir şey söylediğini kımıldayan dudaklarından anlamıştım. Ne söylüyordu acaba? Dudakları da orantısızdı. Alt dudağı üst dudağına göre kalındı ve üst dudağının orta çizgisi belirgin bir V şeklindeydi. O dudakların tadına bakıp nefes bile aldırmadan öpmek istemek de neyin nesiydi? Aklımı başıma toplayarak arabaya bindim. Bedenim ve düşüncelerim saçma bir şekilde arkamdaki kadında kalmıştı. Hayatıma gökten zembille bir anda girmiş, beni hiç ummadığım bir şekilde etkisi altına almıştı. Arabaya binince Doğan'dan telefonumu alıp Pars'ı aradım. “Çıktın mı?” “Üstün hizmetlerin sayesinde…” “Lan! Çalışanın mıyım ben? Ne o hizmet, mizmet!” “Çalışmış oldun ya aslanım! Parası neyse öderiz.” Para muhabbeti yapmama sinir olduğundan her fırsatta kullanmayı ihmal etmiyordum. “Senden bir şey daha rica edeceğim.” Pars ile birbirimizi yıllardır tanırdık ama ikimiz de birbirimizin şahsi alanlarına saygı duyan insanlardık. Devlet ile çalıştığı dönemde benim asıl hayatımı bilmiyordu. İfşa ettikleri gerçeğe kadar ben de devlet içinde bu kadar aktif bir iş yaptığını bilmiyordum. Devlete çalışmayı bıraktıktan bir yıl sonra benim asıl kimliğimi öğrenmişti. “Buyur.” “Başak Kula, sana bilgilerini atacağım birazdan. Daha önce gerek duymamıştım izlemek için ama şimdi telefon görüşmelerini, mail trafiği, ne varsa ortaya çıkar. Uyuşturucuyu sokması işini kim istediyse öldüren de odur.” “Tamam, bilgileri at sen araştıralım bi.” “Bir şey daha var. Narkotikte iki polis. Deniz Kurt ve Gökmen Tetik. Analarından doğdukları andan, bugüne kadar tüm sicillerini öğrenmek istiyorum.” Pars'ın biraz önceki dost canlısı sesi değişti. “Ne yapacaksın polisin bilgilerini?” “Kafalarına sıkacak değilim,” dedim dalga geçerek. “Ali kıran baş kesen miyim lan?” “Değil misin?” “Adamına göre,” dedim kabul ederek. “Polisler bunun içinde değil. Sadece bu ekibin bilerek çevremde dolandığını düşünüyorum. Bu yüzden! Yani düşündüğün gibi bir durum yok.” Bir süre sessiz kaldı. Karar verme noktasında olduğuna emindim. Beni kırmayacaktı. Telefonun diğer ucundan nihayet bir iç çekiş geldi. “Tamam Oflaz, gönderdiklerine bakarım. Ama bu işin altından başka bir şey çıkarsa, külahları değişiriz.” “Merak etme,” dedim, gözüm yol kenarındaki çocuk dilenciye takılırken. “Ben adaletli insanımdır. Bana dokunmayana dokunmam.” Pars’ın “Hıh” diye burnundan verdiği sesi duyar duymaz görüşmeyi sonlandırdım. Adalet… Kelimenin ağırlığıyla hava titreşiyor ama içi bomboş oluyordu çoğu zaman. Adalet herkese göre farklıydı bence. Çünkü herkes kendinin haklı olduğunu düşünüyor, kendi adaletini kutsal sanıyordu. Adaletin kendinden yana tecelli etmesini bekliyordu. Herkes haklı, herkes mağdur, herkes birilerinden alacaklıydı. Komikti. Benim için adalet, güç demekti eskiye nazaran… Kim kuralları koyuyorsa, adalet onundu. Kim oyunu yönetiyorsa, kazanan da, cezalandıran da oydu. Deniz gibi tipler, kendi çaplarında kahramanlık oynuyorlardı. Üç-beş başarı, birkaç madalya… Sonra ne oluyordu peki? Gerçek dünyanın çamuruna saplanıyorlardı. Çünkü gerçek dünyada neyin doğru, neyin suç olduğuna mahkemeler değil, dengeler karar veriyordu artık. Eğer bu ülkede gerçekten bir adalet olsaydı, kız kardeşime tecavüz eden orospu çocuğunun ölümü benim elimden olmaz, cezaevinde çürürdü. Rızası vardı demişler, iyi hal demişler meleğimin toprağı kurumadan serbest bırakmışlardı. Öfkeyle dişlerimi sıktım. Ne adalete inancım vardı artık, ne de makam mevkide oturan iş bilmez insanlara… Onların sağlamadığı adaleti sağlarken bir an bile şüphe etmemiştim. Beni bugünlere getiren onların ta kendisiydi. Şimdi beni suçlu ilan edip içeriye mi tıkmak istiyorlardı? Yüreği yeten gelir alırdı. Doğan’ın dikiz aynasından göz ucuyla bana baktığını fark ettim. “Ne var?” dedim huysuzca. “Kadın mevzusu ciddi mi abi?” dedi çekinmeden. “İlk kez bir kadını araştırıyorsun. Hem de polis! Sen sevmezsin ki polisleri!” Gülümsedim. Bakışlarımı cama doğru çevirip dışarıdaki karmaşayı izledim. Deniz'in polis olmasından çok, içimde uyandırdığı hislere takılmıştım. Hayat bana orta parmağını göstermişti işin doğrusu. Sevmediğim ot burnumun dibinde bitmişti. “Mesleklere takılmayalım,” diye mırıldandım. Çünkü eğer onu istediğime karar verirsem, kim olduğu umrumda olmazdı. Gider ve alırdım. Üniformasını üstünden çıkarmak benim için zor değildi. Sustu. Arabanın içi bir sessizliğe gömüldü. Fakat kafamda her şey yüksek sesle dönüyordu. Başak Kula bir hata yapmış, bana ihanet etmişti. Belki korktu, belki de isteyerek yaptı. Sırlarıyla birlikte ölmüştü. Çözecektim. Bu işi kendi başıma halledecektim çünkü kimseye güvenmiyordum. Özellikle de polise ve benim de içinde olduğum masaya… Deniz Kurt. Gözleri, içinde yanmakta olan bir yangının sessiz çığlıklarıyla doluydu. Sanki yıllardır bastırdığı öfke, adalet açlığı ve hüsran, gözbebeklerinde alev almış, içine attığı her şey bir bir tutuşmuştu. Soğukkanlı durmaya çalışsa da, gözlerinin kenarında titreyen damarlar, çatık kaşlarının altında titreşen bakışlar, patlamaya hazır bir volkanın lav çizgisini andırıyordu. Ona uzun uzun baktığımda, yangının merkezinde bir çocuk görmüştüm sanki… Dünyaya inancını kaybetmiş, doğrularla yanlışların yer değiştirdiği bir düzende ayakta kalmaya çalışan küçük bir çocuk. Belki de beni ona çeken durum tam olarak gözlerinde gördüğümdü. Çünkü ben de yıllar öncesinde kalmıştım. On dokuzumda… Kız kardeşimin salınan bedenini gördüğüm o ağacın altında… Kısasda hayat vardır derler. Kısasa kısastan fazlasını yapmıştım o şerefsize ama hala içim yangın gibiydi. Bir türlü sönmek bilmeyen ateş, beni kavurmaya devam ediyordu. Kan banyosu da yapsam geçmeyecekti, biliyordum. Olcay’ı düşünmeyi bırakıp yeniden Deniz’e odaklandım. Polis olması dışında, bir derdi vardı benimle… Niyeti neydi? Beni içeri tıkmak mı? Yoksa başka biri adına mı çalışıyordu? Henüz bilmiyordum. Ama çok yakında öğrenecektim. *** “Bilgileri attım. Başak ile ilgili henüz bir şey bulamadım. Telefon görüşmesi ya olmadı, ya da başka bir telefondan oldu.” “Sağ ol kardeşim. Sen yine de araştırmaya devam et. Bir noktada bir ipucu bulacağına eminim.” “Tamamdır.” Telefonu kapattım ve bilgisayarı açıp mailime gelen dosyayı indirdim. Dosya inerken kendime bir içki doldurdum. İner inmez meraklı bir şekilde açtım. Aklıma sızan kadının hayatının dibine inecektim şu an. Dosya ekranı kaplarken parmaklarım arasındaki kadeh üzerime devrildi. Dakka bir, gol bir! Radarıma takıla takıla Korhan’ın kızı mı takılmıştı? Böyle işin bana gelişini sikeyim! *** DENİZ Sıfıra sıfır elde vardı sıfır. “Piç kurusu,” dedim selamına karşılık. Tam avucuma konuyor dediğim her seferde bir şekilde elimden kurtulmayı başarıyordu. Yine uçmuştu. “Bence daha fazla dikkat çekme,” diye söylendi Gökmen. “Yoksa hiçbir şey elde edemeden, adamın takibine takılacaksın.” “Doğru söylüyorsun,” diye onay verdim. Dile getirmedim ama zaten radarına takmıştı. Ağzıyla açık açık da söylemekten geri durmamıştı. Ve emindim ki bugünden itibaren, ben ne kadar onun peşinde olacaksam, o da benim peşimde olacaktı. Hele de babamın kim olduğunu öğrendiğinde muhakkak peşime düşecekti. Gün boyunca içimde hep bir huzursuzluk hakimdi. Yine rapor yazmak zorunda kalmış, maaş kesintisi cezası yemiştim. Her ay bir şekilde ceza yemeyi başarıyor ve maaşımın yarısını resmen hibe ediyordum. “Doğru söylüyorsam dediğimi yap, bir süre uzak dur.” “Tamam küçük Cengaver,” dedim alaycı bir sesle. Cengaver amca öz babası değildi ama öz babası olsa, ancak bu kadar benzerdi. Aslında benzemesi de normaldi. Doğduğu andan itibaren ona babalık eden adam oydu. Öz babası daha Gökmen doğmadan şehit olmuştu. “Ben ciddiyim.” Ben de ciddiydim ama gel de bunu Gökmen'e anlat! Gökmen bir şeyler anlatıyordu hâlâ ama ben duymuyordum. Kafamın içinde Oflaz’ın sorgu odasındaki yakın teması ve sözleri dönüp dolaşıp duruyordu. Seni hedef tahtası yaptım demenin biraz daha flörtöz halini fısıldamıştı kulağıma. Benimse aklımdan geçen tek şey, o gözleri yumuk yumuk kapatmak için kaç yumruk gerektiğiydi. Kendime kızgındım. Bu kadar kontrolsüz tepki verdiğim başka biri daha olmamıştı. Bu adamın içinde ne varsa, beni alt üst ediyordu. Gökmen sonunda sustu. Dönüp ona baktım. “Kafamı dinlemem lazım,” dedim kısık sesle. “Bu iş seni yiyor,” dedi, cevabımın farkında olmadan. Hala anlamıyordu ya da yeterince önemsemiyordu. Bu sadece bir dosya değildi. Oflaz’ı izlemek, takip etmek, suçunu ortaya çıkarmak… Benim için bir görev olmaktan çıkalı çok olmuştu. Adına ne dersen de! İçgüdü, intikam, hesaplaşma… Ama hepsinden önemlisi, kontroldü. Ve ben Oflaz etrafımdayken kontrolü tamamen kaybediyordum. “Yine de dikkatli ol,” dedi Gökmen, daha yumuşak bir sesle. “Kimse için kendini yakma. Hele böyle biri için, hiç.” İçimden geçen düşünceyi susturmak zorunda kaldım. Beni nasıl etkisi altına aldığını bilmiyordu. Onunla hesaplaşmak, onu tuzağa düşürmek isterken, içimden geçenleri bilmiyordu. Bilseydi, belki o zaman yakılmaya değer olduğunu o bile kabul ederdi. Dile dökmedim. Bazı gerçekler dile gelirse tehlikeli olurdu. “Ben sigara içmeye,” deyince benimle birlikte bahçeye çıktı. Çardaklardan birine geçip oturduk ve bir sigara yaktım. Oflaz’ın arabasının gittiği yöne bakarken sigaramdan bir nefes çektim. Bir gün, bu yolun sonu ya ona kelepçe takmakla bitecekti. Ya da kendimi kaybederek onunla birlikte bir uçurumdan yuvarlanacaktık. Henüz hangisini olacaktı bilmiyordum. Kestirmek zordu. Çünkü Oflaz'ın suçlarını kanıtlamak zordu. Adam tüm gece alemine hükmediyor, haraç kesiyor ama ben bir türlü delil bulamıyordum. Her ne kadar etrafta uyuşturucu ve kadın işinden uzak durduğu, kimseye de izin vermediği dedikoduları olsa da inanmıyordum. Babamın oturduğu masada masum bir Allah'ın kulu yoktu. En ulaşılabilir olan, yolundan en kolay dönebilecek olan Oflaz olduğu için onu seçmiştim. İlk önce suçunu kanıtlayıp yakalayacak ve sonra işbirliği teklif edip tüm masanın suçlarını ortaya dökecektim. Denemiştim. Babamın ve diğerlerinin suçlarını kanıtlamak için çok uğraşmıştım ama olmamıştı. Elimde bir kanıt olmadan adım atmam çok zordu ve kimse benim sözlerime kulak vermiyordu. Bu yüzden Oflaz ile ilgili kanıt bulup onu yakalamam şarttı. Ne olursa olsun… *** Aradan geçen on gün oldukça sakindi. Hem de tuhaf bir şekilde… Esasında izlendiğimi hissediyordum. Her adımımda ensemde birinin gözleri olduğu hissini içimden atamıyordum. Babamın adamları olabilir miydi yine? Artık Oflaz'ın adamlarının olma ihtimali de olduğu için emin olamıyordum. Başak cinayeti henüz çözülmemişti. Cinayet masası daha önce hiç uğraşmadığı kadar uğraşıyordu soruşturmayı bizden almak için… Başak yüksek dozdan öldüğü için elimiz kuvvetli olmasına rağmen, cinayet silahının ortada olmasından dolayı bastırmaya devam ediyorlardı. Burnuma pis kokular geliyordu. Çünkü cinayet masasının amiri, eskiden babamı sık sık ziyaret eden adamlardan biriydi. Daha önce üstü kapanan cinayetlere şahit olmuştum. Başkasının üzerine yıkılanlara da… Reşit olana kadar babamla yaşamak zorunda bırakıldığım için kimsenin bilmediği birkaç olay biliyordum. Babamdan kaçtıktan ve devamında polis olduktan sonra o cinayetleri araştırmış ama bir şey elde edememiştim. Babam yüzünden cinayet masasına alınmamıştım çünkü biliyordu üzerine gideceğimi… Ben de Oflaz ve Veli üzerinden gitmeye çalışıyordum çünkü onlar benim alanımdaydı. Veli direkt uyuşturucu işiyle uğraşandı. Gece kulüpleri de Oflaz'ın kontrolündeydi. Bir yerden ucunu yakalasam, gerisi çorap söküğü gibi gelecekti biliyordum. Her şeyin başı zaman ve sabırdı ama artık bende ikisi de kalmamıştı. *** “Mutluluğunuza,” dedim kadehi kaldırırken. Ekipten iki arkadaş sonunda evlenme kararı almıştı. Uzun zamandır birlikte oldukları için bir süredir beklenen haberdi. Kutlamasını yapmasa mıydık? “Az iç,” dedi Gökmen bıkkın bir sesle. “Karışma bana! Huzur ver ya! Başladın yine!” Sabır çekip kadehini yuvarladı. Kendi peşpeşe götürürken bana karışınca uyuz oluyordum. Gece neşe içinde akıp gitti. Ciddi ciddi evlenme aşamasına geçmişlerdi. Bir kadının evlilik fikrine neden sıcak baktığını asla anlamıyordum. Bir erkeğin boyunduruğu altına girmek hiç benlik değildi. Annem zamanında babamla evlenmek yerine mesleğine devam etseydi, hem kariyer yapmış olurdu hem de hala hayatta olurdu. Tamam, çok düzeyli, iki kişinin ortak dili konuştuğu evliliklere de şahit olmuştum. Fakat bunlar iki elin sayısını geçmeyecek kadar azdı. Ve kızlar, annelerinin kaderini gerçekten yaşıyorsa, beni alacak adam sağlam ayakkabı çıkmayacaktı. O yüzden evlilikle ilgili asla olumlu düşüncelere sahip değildim. Gece yarısına doğru Gökmen ile birlikte binaya girdik. O üst kata yönelirken ben de sonunda deliği tutturup anahtarı soktum. Bu kez Cengaver amcaya yakalanmadan kendimi içeri atmayı başarmıştım. Kapıyı kapattım kendimi içeriye atarken bir çırpıda bluzumdan kurtuldum. Niyetim bir an önce yatağa sızmaktı. “Soyunmadan önce evi kontrol etsen iyi olurdu.” Kulağıma sızan sesle kısa bir an bedenim dondu. Ardından sabit duramayarak bir sarsıldım. “Beni takip edenin sen olduğunu bilmeliydim,” diyerek bakışlarımı salonumda, köşedeki koltukta oturan Oflaz'a çevirdim. “Adamlar kafayı çekiyor deyince merak ettim. Kendim göreyim istedim,” diyerek beni takip ettirenin kendisi olduğunu açıkça ilan etti. Daha fazla ayakta duramayacak gibi hissedince karşısındaki koltuğa oturdum. Onu burada gördüğüme şaşırdığım kadar şaşırmamıştım da… Bir noktada karşıma çıkmasını bekliyordum zaten… “Ayakta duramayıp, elin heriflerine dolanacağına bir daha içme!” dedi sinirlenmiş bir sesle. “Ben gayet ayakta duruyorum,” dedim. “İki ayağım var benim. Biri sağ, biri sol!” “Bugün iki sol ayağına sahip gibiydin.” Ayağa kalktı. Sanki ondan çok fazla uzakta oturmam hoşuna gitmemiş gibi tepeme dikildi. Derdi neydi şimdi bunun? “Başak gibi beni de mi öldürmeye geldin yoksa?” diye sordum damarına basmak için. “Gerçeği bilmene rağmen bu şekilde konuşman, zekan hakkında beni şüpheye düşürüyor!” “Evimde ne işin var Oflaz? Hem sen nasıl girdin bu eve?” “Zor olmadı!” Üzerimde zebani gibi beklemesine sinirlenerek ayağa kalktım. “Gördün. Artık çekilebilirsin. Nazik bedenine zarar vermek istemem.” Dudakları ufacık kıvrıldı. Biraz daha fazla kıvrılsa günahtı galiba… Sütyenle karşısında durduğumu yeni hatırlayabildim. Yanaklarım yanarken, alkolden dolayı kızarık olduğunu düşünerek bir nefes aldım. İyice dibime girdi. Algılarım anında şekil değiştirdi. Biraz önce neden evimde olduğunu sorgularken, şimdi evimin ortasında olması gözüme hoş gelmeye başlamıştı. Acaba yatağımda nasıl görünürdü? Bir odaya gidip baksa mıydık? “Eğer,” dedi bakışları dudaklarıma kayarken. “Aklın başında olsaydı, şişenin dibini görmüş olmasaydın, sana bedenimin ne kadar nazik olduğunu zevkle gösterirdim.” Sözleri, bedenimi etkisi alırken, onun karşısında yine kontrolsüz bir hale bürünmekten nefret ettim. “Ihh, ben sert severim. Nazik bedenini yumuşak kadınlarda dene sen.” Bakışları sütyenime doğru indi. Sokak lambasının aydınlattığı odanın ortasında bakışlarına cevaben nefesimi tuttum. İşaret parmağını iki göğsümün arasındaki çizgide gezdirmeye başladı. “Şimdi gidiyorum,” derken ‘gitme,’ dememek için dilimi ısırdım. Ne oluyordu bana? “Yine geleceğim. Bu sefer aklın başında olsun. Ama önce,” diyerek eğildiği gibi dudaklarımı esir aldı. Sertçe… Öpücüğünün nazik hiçbir tarafı yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD