2. Cinayet

2389 Words
DENİZ “Biz bu oyuna nasıl düştük ya?” Rakımdan bir yudum aldım. Göte gelen operasyondan sonra anca üstüne buz gibi bir rakı içilirdi. Herif resmen benimle dalga geçmeyi de ihmal etmemişti. “Sana dedim acele ediyorsun diye ama dinlemiyorsun!” Gökmen’e burnumu kırıştırıp sinirli bir bakış attım. “Müdür de az orospu çocuğu değil! Önce onay verdi, sonra özür diletip rapor yazdırdı.” “Eee suçu atacak biri lazımdı!” Öyleydi. Tepeden birileri müdahale edince anında olayı bana paslamıştı. Her zaman yaptığı gibi! “Vayy,” diyen bir ses ensemi gıdıklayınca başımı çevirip arkama baktım. “Demleniyor musunuz?” “Yaa!” diye ayaklandım anında. Gökçe’ye sarılırken, Gökmen'e pis bakışlar fırlattım. “Niye söylemiyorsun geldiklerini?” “Ben dedim ‘söyleme,’ diye. Sürpriz olsun istedim. Eve bekliyorduk ama gelemediniz hanımefendi!” “Operasyon patladı, canım sıkıldı. Yarın da evdeyiz ya, az dağıtalım dedik.” Gökçe’den ayrılıp Kağan’a sarıldım. “Sen de hoş geldin hırt!” Gökçe abisine de sarıldıktan sonra birer sandalye çekip oturdular. “Babanın dişisi bu, yemin ediyorum,” diye veryansın etti Kağan! Doğruydu. Cengaver amca Kağan’a sürekli hırt dediği için benim de dilime takılmıştı. Onlara da birer kadeh istedik. Yeni siparişler de masaya eklendi hızlıca. İçkilerini doldurup kadehimi kaldırdım. “Şerefinize!” Kadehimi dikledim. “Yavaş!” dedi Kağan. “Çok gerginim, karışma!” Gökmen Tetik iki yıl önce bizim merkeze tayin olduğundan beri, hayatımda iyi şeyler de olmaya başlamıştı. Kısa zamanda kanka olmuş, birçok operasyonda beraber hareket ettiğimiz için aramızdan su sızmaz olmuştu. Babamın adamları yeni adresimi de bulup bana huzur vermemeye başladığında, evlerinin alt katının boş olduğunu söyleyerek oraya taşınmamı istemişti. Vefa Mahallesi benim için hayatımın en büyük devrimlerinden biri olmuştu. Dokunulmazlığı var gibiydi mahallenin… Gökmen, babamın kim olduğunu öğrendikten sonra, beni Ayvaz Gökay ile tanıştırmış, ardından evlerinin alt katına yerleşmemi sağlamıştı. O gün bugündür babam hayatıma karışmayı bırakıp, beni rahatsız etmeye son vermişti. Ayvaz Gökay herkes tarafından mafya bilinen ama istihbarat için çalışan bir ajandı. Ayvaz amca ile babam nasıl bir anlaşma içine girmişti bilmiyorum ama, Ayvaz amca “babanı bırak, sen onlara bulaşmayacaksın,” diye ısrar etmişti. Şimdilik bulaşmıyordum. Yavaş yavaş sızıyordum masaya… Önceliğim masada en çok güvendiği adamı bitirmek olacaktı. Ve bir de en kolay ulaşılabilir hedef en başta oydu. Diğerleri iş adamı kimlikleri altında saman altından su yürütüyordu. Ama Hakim, tamamen meydandaydı. Hep bir sır gibi görünse de, açıktaydı. Rahat bırak diyorlardı ama… Rahat bırakmak mümkün müydü? Sırf bu yüzden polis olmuşken, nasıl rahat bırakırdım onu ve yanındakileri? Kadehim bitince yenisini doldurdum. “Harbiden kızım yavaş git! Sarhoş oluyorsun sonra babam, bana patlıyor. ‘İçirdin kızı,’ diye!” Cengaver amca öz kızı uzakta yaşayınca, benim de hikayemi öğrenince manevi kızı ilan etmişti beni… Bu bazen acayip güzeldi de, çok karışıyordu be! Alışmıştım ben kimsenin hesap sormamasına! “Ne operasyonmuş anasını satim,” dedi Kağan. “Bu, her patlayan operasyonda böyle içiyorsa, yakında ayyaş olur çıkar!” “Kes sesini!” dedim gülerek. Her boktan işi bana mal edip, rapor yazdıran müdürüm sayesinde adım basiretsize çıkmıştı. Kağan da bunu kullanmayı çok seviyordu. “Ne kadar buradasınız?” diye sordum Gökçe’ye. “Yarın akşam döneceğiz.” “Sabah gelmişsiniz! Ateş almaya mı geldiniz?” “İş var!” dedi. Gökmen’e döndüm. “Duyan da sekiz beş çalışan memur sanar.” “Ticaret daha zor,” diyerek savunmaya geçti hemen anında. “Patron olunca bizi yatıyor sanıyorsunuz herhalde,” dedi Kağan’da. “Pırıl’ı bırakıp gidin. Ben doyamam ona bir günde!” “Kızımı rahat bırak. Bıktım valla her hafta sonu buraya gelmekten,” diye veryansın etti Kağan. İçkiyi benim gibi fondipledi. “Yaman ile Gökmen evlenip çoluk çocuğa karışsalar da az huzur bulsam!” “O uzun iş ya! Bence daha kolayı var,” dedim gülerek. “Siz yenisini yapın. Pırıl'ı burada bırakın.” “Bence daha kolayı da var. Sen İzmir'e tayin işte,” dedi Gökçe. Pırıl için değerdi de… Amacım buradaydı. Üç yaşındaydı ama yemin ederim IQ’su benden yüksekti. Tüm aileyi parmağında oynatıyordu. Kağan’ın ailesini ayrı, Gökçe'nin ailesini ayrı. Kağan'ın babası Berkan amca da emekli meslektaşım oluyordu. Cengaver amca neyse o da bir kopyasıydı benim için… O da çok korumacıydı… “Sabah sizdeyim,” dedim Gökçe’ye. “Pırıl tüm sinir stresimi alır benim. Çok ihtiyacım var.” “Sen bu kadar dağıtmazdın ya!” dedi merakla. “Bu operasyon içinden geçmiş belli!” “Yok,” dedim rakımdan bir yudum daha alarak. “İçimden geçen tutukladığım kişi!” “Yavaş!” dedi Gökmen! “Düzgün konuş kızım. İçimden miçimden!” “Geçti ama,” dedim Oflaz'ın bakışlarının tenimde bıraktığı sıcaklığı hatırlayarak. Gökçe'ye yaklaştım. “Sonunda tanıştık!” Mavi gözleri şaşkınlıkla büyürken “hadi canım,” dedi kimden bahsettiğimi anlayarak. “Noldu peki?” Uzakta falan oturuyordu ama dertdaşım olmuştu benim. Neşesi, enerjisi, Polyanna halleri iyi geliyordu bana. Benim aksime neşeyle bakıyordu dünyaya… Ben de öyle bakabilmeyi isterdim. Sakin, huzurlu, birbirini seven bir ailenin içinde büyümeyi çok isterdim. Ama hayat herkese gülmüyordu işte… Ben onun gibi bakamıyordum bu dünyaya… Huzur da görmüyordum, gelecekte mutluluk da… Belki ben de onun gibi olabilirdim. Baba sıfatını alan piç, annemi öldürmeseydi eğer… Annemle mutlu olabilirdim. Babaya ihtiyaç da yoktu. En azından onu bana bıraksaydı. En azından annemi benimle bıraksaydı… “Bana özür diletti,” dedim dişlerimi sıkarak. “Benimle resmen alay etti.” İyiden iyiye kafayı bulmaya başlamıştım. “Salak!” dedi Gökçe. “Derdi neymiş!” “Tutukladım ya?” “Eee işin bu!” “Nazik bedenine sert davranmışım diye özür diletti,” dedim gülerek. “Kimden bahsediyor,” dedi Kağan, Gökmen'e hitaben. “Oflaz Dağtekin. Hakim’in sahibi!” “Herif kabuklu bir deniz ürünü kadar sert ama nazik bedenim diyor.” Yeniden güldüm. “Nazik bedeninin içinden geçeceğim onun!” “Hani o senin içinden geçmişti?” diye sordu Kağan. “Geçti,” dedim başımı sallayarak. “Patladı operasyon. Ben nasıl düştüm bu tongaya ya!” “Başa sardı bu!” Gökmen elimdeki kadehi aldı. Gökçe kıkırdadı. “Başa sarmaya başladıysa, gitme vakti gelmiş demektir.” “İyim ben!” diye inat ettim ama hepsi çoktan ayaklanıp beni de ayağa kaldırmışlardı. Mahalleye ne zaman gelmiştik anlamadım bile. Gökmen yine koluma girince, “yürüyebiliyorum,” diye itiraz ettim. “İki ayağım var benim.” “Biliyorum, biliyorum. Sağ ve sol! Anahtarın nerede?” “O nerede bilmiyorum işte!” Kıkırdadım. Ellerimi cebime atıp anahtarı bulmaya çalıştım. Sonunda bulunca kaldırdım. “Sol cebimdeymiş.” “Orası sağ,” dedi anahtarı elimden alarak. Gülmeye başladım. “Babam duyacak!” “Yine şişenin dibini buldunuz mu?” “Hah iyi insan da lafının üstüne gelirmiş.” Kağan arkamdan mırıldandı. “Onun için başka bir deyim daha var ama neyse!” “İyi akşamlar Cengaver amca! Ben de tam yürüyebiliyorum diyordum Gökmen’e. İki ayağım var benim. Biri sağ, biri sol!” “Tamam,” dedi Cengaver amca. “Bu olmuş! Gökçe, yatır sen Deniz’i.” “Kağan karısını vermez,” dedim hemen. “Alış artık!” “Koynunda yatsın demedim. Seni yatırsın dedim.” Gökmen güldü. “Nazik bedenime iyi davran Gökçe!” Gökçe gülerek kapıyı açarken Gökmen ile Kağan yukarıya yöneldi. Biz içeriye girerken, Cengaver amca çoktan söylemeye başladı. “Bir kızı zapt edemiyorsun!” “Gelip kendin halletseydin o zaman! Aradım di mi içmeye gidiyoruz diye! Zom olan Deniz, fırçayı yiyen Gökmen!” Gerisini duymadım. Yatak odasına girmiştik bile. “Soyunabilecek misin?” “Hı hı! İki elim var benim. Biri sağ, biri sol!” “Bu iki muhabbetini çok merak ediyorum biliyor musun? Ne zaman sarhoş olsan aynı şeyi söylüyorsun.” Soyunup yatağın içine girdim. “İyi geceler.” Gökçe iç çekti. “İyi geceler,” diye mırıldanıp kapıyı çekerek odadan çıktı. Gözlerimi kapatıp yatağın içine gömülürken Korhan Ozan’ın sesi beynimde yankılanıyordu. ‘İki ayağın var, kaçabildin mi? Benden kaçabileceğini mi sandın?’ Annem kaçamamıştı ama ben kaçmıştım. *** BİR HAFTA SONRA Telefon ekranında beliren bilinmeyen numara, beni olduğum yerde durdurdu. Ofisten içeriye girerken telefonu açtım. Gece 23:48. Nöbetim vardı. Bir operasyondan yarım saat önce dönmüştük. “Efendim?” Cevap gelmedi önce. Sadece derin bir nefesin boğuk uğultusu. Ardından çatallı, aceleci bir kadın sesi duydum. “Komiser Deniz, değil mi?” Kaşlarım çatıldı. “Evet. Kimsiniz?” “Ben… Adım Başak Kula. Zamanınız var mı bilmiyorum ama, yardımınıza ihtiyacım var.” İsmine aşina değildim. Fakat ses tonundaki panik ise tanıdıktı. Bir şeylerden kaçanların, kapana kısılanların sesi… “Sizi dinliyorum.” “Beni öldürecekler.” Sözleri öyle doğrudan ve öyle sakince geldi ki bir an ne diyeceğimi bilemedim. “Kim?” “Bunu telefonda söyleyemem. Sadece... Oflaz Dağtekin’i tanıyorsunuz, değil mi?” Boğazım kurudu. Telefonu diğer elime aldım, sesim bile bir tık ciddiyete bürünerek süzüldü. “Evet. Ne biliyorsanız anlatın.” “Ben onun çalışanıydım. Bir hafta önce ihbar yapan bendim. Yaptığı bazı şeyleri biliyorum. Şimdi de susmamı istiyor. Evimin önünde birileri bekliyor. Bana yardım edin!” “Adresinizi verin,” dedim gergin bir sesle. Çoktan ofisten çıkıp arabama yönelmiştim. “Siz geleceksiniz değil mi? Başka şeylerde var. Telefonlarım dinleniyor olabilir. Yüz yüze anlatmam gerek!” “Evet. Geliyorum. Adresi alayım.” Ayağıma gelen fırsatı geri tepecek değildim. Ekip çıkartamazdım çünkü resmi bir başvuru yoktu. Gökmen yanımda olsa beraber giderdik ama nöbette değildi. Tek gidecektim. Kırk dakikalık yolu otuz iki dakikada aldım. Bahçelievler’in tenha sokaklarından birinde, dar bir apartmanın önünde durduğumda, geceye özgü o rahatsız edici sessizlik çevremi sarıp sarmaladı. Işıklardan yalnızca biri yanıyordu. Muhtemelen onun dairesi. Elimi silah kılıfına yakın tuttum, reflekslerim tetikteydi. Merdivenleri tırmandım ve verdiği daire kapısının önüne geldiğimde kapıyı çaldım. Bir. İki. Üç. Hiç ses yok. Belki duymadı, belki de telefonundan beri fikrini değiştirdi. Ama içimde kıpırdayan huzursuzluk, öyle kolay bastırılacak cinsten değildi. “Başak Hanım? Komiser Deniz! Ses verin lütfen!” Yine sessizlik. Kapıdan ses alamayınca içimi kemiren şüphe yerini tetiklenmiş bir alarma bıraktı. Ya tüm yetkileri aşıp kapıyı silahla açıp ceza almaya razı olacaktım, ya da edebimle çilingir bekleyecektim. Ya da arama emri çıkaracaktım. Silah mahalleyi ayağa kaldıracak olmasa ilk seçeneğim olurdu kesinlikle, fakat ne olup bittiğini anlamadan dikkat çekmek istemedim. Aşağı indim. Dışarıdan girme imkanım var mı diye etrafı taradım. Evi birinci kattaydı ama açık bir yer yoksa bir halta yaramazdı. Gözüm balkon kapısına takıldı. Açık değil gibiydi ama… En iyisi hırsız usulüydü. Arabaya geçip kapıyı açabileceğim birkaç malzeme alıp apartmana döndüm. Harekete geçmeden önce zili bir kez daha çalıp seslendim. Yine hiçbir hareket yoktu. On dakikalık bir uğraşın ardından kapıyı açtım. Önce sessizlik bir alarm vermişti. Şimdiyse… Burnuma çarpan metalik koku… Silahımı her ihtimale karşı kavrayarak ilerledim. Salonun ışığı yanıyordu. Adım adım ilerledim. Salondan içeriye girdiğimde acı gerçek bir tokat gibi yüzüme çarptı. Daha elli dakika önce konuştuğun kadın yerde, kanlar içindeydi. Dizlerim istemsizce çözüldü. Nabzına baktım. “Lanet olsun…” Telsize anons geçip ekip istedim. Titreyen parmaklarımı yumruk yaparak kaldırdım. Başak Kula. Sana yardım etmekte geç kalmıştım. Yavaşça ayağa kalktım. Gözüm, yerde duran telefonuna ilişti. Ekranı kararmıştı ama ekran koruyucunun çatlaklarında kan izleri vardı. Eldivenle dikkatlice alıp inceledim. Son aranan numara bendim. Sıra dışı bir şey yoktu ilk bakışta. Ama bildiğim bir şey vardı, bu kadın korkuyordu. Ve korkusunun adı Oflaz’dı. Onu içeri attığımızda yeterli delil yoktu. Bu sefer olacaktı. Bu sefer kaçamayacaktı. Kafamda hâlâ sorular dönüyordu. Başak neden beni seçmişti? Neyi biliyordu? Ne anlatacaktı? *** Bir kez daha Hakim’in yüksek güvenlikli kapısından içeriye girerken, içimde o kadına yardım edememiş olmanın öfkesi de vardı. Kafamda birçok soru dönüyordu esasında. Bir köşeye gelişigüzel atılmış cinayet aleti çok basit bulunmuştu. Tuhaf olan, kadının ölümüne sebep olan kurşundan çıkan silah değil de, vücudundaki yüksek doz uyuşturucu gibi görünüyordu. Kafa karışıklığı burada başlıyordu. Uyuşturucuyu kendi mi almıştı yoksa bir başkası mı yapmıştı emin olamıyorduk. Fakat bir gerçek vardı ki, silahla da vurulmuştu. Ve olay yerindeki silahta tek parmak izi Oflaz Dağtekin’e aitti. “Yine ziyaretinizi neye borçluyuz komiser?” Ben, onu bulmadan, kendisi meydana çıktı. Bakışları tıpkı ilk operasyonda olduğu gibi küstahça üzerimde gezindi. Bu kendinden emin halleri, taviz vermeyen ses tonu sinirlerimi bozuyordu. Bir kadının son nefesi olup nasıl bu kadar rahat olabilirdi? Üzerine doğru yürüdüm. Meydan okuyan bakışlarımız birbirine savaş açtı. Bir kez daha kelepçeyi bileklerine geçirirken, “Oflaz Dağtekin, Başak Kula cinayetinin şüphelisi olarak tutuklusun. Avukat tutma, sessiz kalma hakkına sahipsin.” Bakışlarımı yüzüne kaldırdım. “Ama bunlar, bu kez seni kurtaramayacak.” “Başak öldü mü?” Sesi şaşırmış gibiydi. Tüm o soğuk tonuna rağmen, o şaşkınlığı yakalamıştım. “Çok mu severdin?” diye sordum alaycı bir sesle. “Gidelim bakalım,” dedi renk vermeyen sesi. “Senin gibi basit birine dert anlatmakla uğraşmayacağım.” Dişlerimi yanağımın iç kısmına geçirdim. Dilime gelen kan tadını yüzüne tükürmemek için yuttum. Ona basit kimmiş gösterecektim. *** İlk sorgusuna, üstünlük taslamak için amir kendisi girmişti ve boyunun ölçüsünü aldığını düşündüğü için bu kez bana bırakmıştı. Biraz yalvarmam gerekmişti ama olsun. Herif bana gıcıktı işte! Yapacak bir şey yok… Gökmen ile birlikte sorguya girdik. İlk soruları hızlı geçtim. “Cinayet saatinde neredeydin?” “Önce cinayet saatini söylemen gerekmiyor mu?” “Salı gecesi 10:30 ile 12.30 arası,” dedim kendimden emin bir sesle. Emindim çünkü beni aradığında saat 22:48’di. Evine ulaştığımda 23:25… Aralığı geniş tutmuştum. “Kulüpteydim.” “Kanıtın var mı?” “Benimle kafa mı buluyorsunuz komiser?” Sesi buz gibi çıktı ama daha çok sıkılmış gibiydi. “Adamlarına yaptırmış olabilirsin.” Bu kez gözleri öfkeyle kısıldı. “Benimle uğraşma komiser! Sen zararlı çıkarsın!” Buz gibi sesi sorgu odasının duvarlarında yankılandı. “Küstahlığın yetmedi,” dedim alaycı bir sesle. “Bir de tehdit! Başka ne yapacaksın merak ediyorum Hakim!” “Oflaz,” dedi kelepçeli ellerini masaya vurarak. Benim adım Oflaz! Oflaz Dağtekin!” “Herkes Gecelerin Hakimi diyor ya. Mekanın adı Hakim, lakabın Hakim! Ben Hakim deyince mi zoruna gitti kardeş!” “Kardeş deme lazım olur.” Lazım olmazdı da neyse! Belaltı vurmasını görmezden gelerek gözlerimi doğrudan gözlerine diktim. “Cinayet silahında senden başka parmak izi çıkmadı. Buna ne diyorsun?” “Ben öldürmedim. Suçsuz birini öldürecek birine mi benziyorum?” “Sabıkan öyle demiyor Hakim. İki cinayet! Önce işkence, ardından alından birer kurşun!” “Suçsuz birini dedim komiser. Suçsuz birini öldürmedim.” “Sen kimsin?” dedim ellerimi masaya koyup üzerine doğru eğilirken. “Adalet sen misin? Nereden biliyorsun suçlu olduklarını?” “Bir yerde adalet yoksa, evet adalet benim!” “Bu işten sıyrılmana izin vermeyeceğim. Ortaya çıkaracağım göreceksin.” “Bana ilk görüşte aşık olduğunu bu kadar belli etme. Dibinde kalayım diye uğraşıp duruyorsun,” dedi alaycı bir sesle. "Sen kendini her şeye hakim sanıyorsun herhalde. Sen anca mekanına hakim olabilirsin." "Konuş komiser. Sözlerin baştan çıkarıyor. Bakarsın bedenine de hakim olurum.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD