Midyat, taş avluların gölgesinde bir yası sımsıkı sarıyordu. Rüzgâr, kuru hışırtısıyla tozları savuruyor, yaslı sedirlerin üzerine bir keder perdesi çekiyordu. Berdan, konağı terk ettiğinden beri sokaklarda bir hayalet gibi dolaşıyordu; yirmi iki yaşında, yüreği bir sevgilinin ihaneti ve abisinin ölümüyle paramparça. Eylül’ün Ferit’le evlendiğini öğrenmesi, ruhunu bir bıçakla oymuştu; töre, bu bıçağın sapıydı. Artık ne Boston’ın soğuk kampüsleri ne de Midyat’ın taşlı yolları ona bir sığınak sunuyordu. Ama içinde bir kıvılcım yanıyordu: töreden intikam alma arzusu, bir yemin gibi filizlenmeye başlamıştı. Berdan, geceyi bir harabede geçirmişti; Midyat’ın kenarındaki yıkık bir konak, onun öfkesine tanıklık etmişti. Gözleri, uykusuzluktan kan çanağıydı, ama zihni durmaksızın çalışıyordu. Töre

