Midyat’ın taş sokakları, sabahın serin nefesiyle uyanırken, Eylül, odasının küçük penceresinden gökyüzüne bakıyordu. On sekizindeydi artık; çocukluk oyunlarının masum kızı, yerini bir genç kadına bırakmıştı. Gözlerinde hâlâ o Harran Ovası’nın ateşli yansıması, ama dudaklarında bir gölge. Berdan, binlerce kilometre ötede, Boston’ın gri gökyüzü altında, bir ağa oğlunun mağrur duruşuyla modern dünyaya meydan okuyordu. Onun gidişi, Eylül’ün yüreğinde bir yara açmıştı; ama bu yara, ne kapanıyor ne de kanıyordu. Sadece yanıyordu, bir aşk ateşiyle, bir özlemle. Berdan, üniversitesinin taş binaları arasında, derslerden arta kalan zamanlarda, Midyat’ın zeytin ağaçlarını düşlüyordu. Amerika’nın soğuk sokakları, onun ruhunu ısıtamıyordu; ama Eylül’ün kelimeleri, birer kıvılcım gibi, içini tutuşturuy

