1.BÖLÜM
Boldwen kalesinin mutfağında bu sabah hızlı bir koşuşturmaca vardı. Aşçı Gillian genç hizmetçilere sürekli emirler yağdırıp duruyordu. Akşam yemeğini yetiştiremeyeceğini düşündükçe yaşlı kadının sinirleri epeyce gerilmişti. Bu arada tezgahın üzerinde bulunan patatesleri soyuyor, bir taraftan da neredeyse bir saattir pişmesini beklediği domuz eti yahnisini kontrol ediyordu. Alnına düşen teri elbisesinin koluna sildi. Topuzundan dağılmış beyaz saçlarını toplamak için önce ellerini beline bağladığı önlüğüne sildi, sonra saçlarını alelacele toparladı. Yüzündeki ifade gergin olduğunu belli ediyordu. O sırada mutfağa koşarak giren henüz on altısını yeni doldurmuş genç hizmetçi Kelsi'ye gözleri kaydı. Bu kız çok sevimli olmasa onu yanında çalıştırmayı asla istemezdi. Çünkü sakarlığı yüzünden mutfakta kırılmadık eşya bırakmamaya yemin etmiş gibiydi. "Kelsi! Sana kaç kez diyorum etrafta koşarak dolaşma diye. Sakinken bile çok sakarsın bir de bu halinle bir gün bu kaleyi başımıza yıkmandan korkuyorum." Kelsi bir an durup ona doğru baktı. Bembeyaz yanakları bir bire kıpkırmızı kesildi. Utandığı belliydi. "Özür dilerim hanımım. Ben şey... Sadece size yardım etmeye çalışıyordum. Dediğinizi yaptım. Bahçeden taze maydonozları topladım ve getirdim."
"Sana kaç kez diyorum bana hanımım deme diye. Gillian de çocuğum. Ben de senin gibi burada bir hizmetçiyim."
"Özür dilerim."
"Bak yine özür diliyor. Tanrım bu kızı bana sınav olsun diye mi yolladın? Saçlarımın beyazlarının arttığını hissediyorum. Kelsi ben senden maydanoz istemedim."
"Ben öyle duydum sanki."
"Biraz dinlemeyi öğrensen. Ah Kelsi... Sana bana biraz domates topla ama maydanoz fidelerini ezme dedim. " Kelsi'nin utancı daha çok arttı. İçinden bu kadar aptal olduğu için kendisine kızıyordu. "Özür dil..."
"Kelsi! Kelsiiii... Hadi işinin başına dön. Akşama bir sürü misafir ağırlayacağız. Bense hala sana burada laf anlatmak için uğraşıyorum."
Gillian derin bir of çekip patateslerine geri döndü. Onu bu kadar zor duruma düşüren sonradan görme, gösteriş meraklısı Leydi Rowena'ya küfür ediyordu. Bu kadın yaklaşık altı yıl önce lordları ile evlenmiş ve kaleye geldiğinden beri kimsenin huzuru kalmamıştı. Hizmetçiler onun kaprislerine dayanmakta güçlük çekiyorlardı. Dayanamayanlar zaten arkalarına bakmadan kaçıyordu. Elinde doğru düzgün biri olsa çoktan Kelsi'ye yol vermişti. Ama zavallı kız en azından kaçmıyordu. Aklına o an lordun kızı Rosemary geldi. Birden gözleri buğulandı. Onun üvey annesinden çektiğini anlatmaya kalksa kaç gün sürerdi kim bilir? Rosemary küçük erkek kardeşini korumak için yeterince çaba harcıyordu. Leydi Rowena Rosemary'i kalenin küçük hanımı olarak asla görmedi. Genç kız zamanının çoğunu mutfakta ya onunla ya da ahırda çok sevdiği atı yıldızla geçiriyordu. Ve bir de üvey annesinin onarmaya çalıştığı elbiseleri ile. "Ah Rosem... Güzel meleğim." dedi hüzünlü bir sesle. "Umarım bu akşam seninle tanışıp evlenmek için gelen lordu beğenir ve buradan kurtulursun. Gerçi babanın sana lâyık gördüğü adamın çok iyi olacağını düşünmüyorum."
Bir de Noreen vardı. Rosemary'nin gözü gibi sakındığı haylaz kardeşi. Onu burada bırakıp asla gideceğini düşünmedi. İki kardeş annesizliğin yanı sıra hayatta olmasına rağmen onlara sevgisini ve koruyuculuğunu esirgeyen babaları yüzünden yetim gibiydiler. Lord Pierson son derece soğuk, sert mızaçlı acımasız bir adamdı. Onun en çok parayı ve topraklarını sevdiğini herkes biliyordu. O yüzden kalbinde çocuklarına yer vermemesi gayet açıktı. Yine de Rosemary babasına karşı anlayışlı davranıyordu. "O benim babam olsa çoktan kaçıp gitmiştim. "dedi kendi kendine. Yemeğini yapmakla uğraşırken kalede yaşananları düşündü. Aklına Rosemary'nin annesi geldi. İster istemez elleri titredi. Leydi Annabeth mükemmel bir kadındı. İngiliz olmasına rağmen İrlanda da yaşamaya çok çabuk alışmış, burayı sevmişti. Kocası ona hak ettiği değeri vermese de o kadın bu zalim adama iki çocuk doğurmuştu. Leydisini gizli gizli ağlarken kaç kere gördüğünü hatırladı. Ve küçük oğlunu doğurduktan kısa bir süre sonra kaleden gönderildiği o lanet geceyi.
Geçmiş gözünün önünden geçerken bir kez daha Rowena'dan nefret etti. Gidecek yeri olsa bu kalede bir gün bile durmazdı. Rosemary ve Noreen'ı bırakabilse... Aslında gidebileceği bir yer vardı. Küçük kardeşi uzun yıllardır Kuzey İrlanda da bir kalede hizmetçilik yapıyordu. Orası buraya çok uzak olsa da belki bir gün onun yanına gidebilirdi. Sonunda patateslerini pişmesi için tencereye doldurdu. Rosemary'in neden hala ortalıklarda görünmediğini merak ediyordu. Asla geç saatlere kadar uyumazdı. Kardeşi ile kahvaltısını mutfakta yapar, o günkü işlerine koyulurdu. Tam bunları düşünürken mutfağın bahçeye açılan arka kapısından o an aklından geçen kız gülümseyerek içeri girdi. "Günaydın aşçıların en hamaratı."
Gillian genç kıza baktı. Üzerindeki atına binerken giydiği dar pantolonu ve uzun tuniği ile nerden geldiği belli oluyordu. "Yine atınla gezmeye çıktın değil mi? Tanrı korusun bir gün o huysuz atın üzerinden düşüp ölmenden korkuyorum. Her defasında yalnız başına binme desem de beni niye dinlemiyorsun kızım? " Rosemary başına taktığı şapkayı çıkardı ve gülümsedi. Koyu sarı renk ve dümdüz saçları beline kadar indi. Yeşil gözleri yaşlı hizmetçiye kaydı. "Benim için endişelenme. Yıldız harika bir at. Bu güne kadar bir kez bile üzerinden düşmedim. Hem ne kadar iyi bindiğimi biliyorsun. Onun üzerinde bir rüzgar gibi uçarken kendimi mükemmel hissediyorum. Özgür ve mutlu... "
Rosemary yaşadığı heyecanı anlatırken oldukça neşeliydi. Daha küçük yaşlarda öğrendiği binicilik şimdi onun çok usta ve korkusuz olmasını sağlamıştı. Bu aralar Noreen'a da binicilik dersi veriyordu.
"Bebeğim ata binmene bir şey demiyorum. Eminim güzel bir şeydir. Ama o yüksek yerlerden atlama tutkun olmasa. İşte canımı sıkan o."
"Kendimi asla riske atacak bir şey yapmam. Söz senin için daha dikkatli olacağım. Rahatladın mı? "
Cillian çatılmış kaşlarını düzeltti. Bu kez yüzüne hoş bir gülümseme yayıldı. "Umarım sözünde durursun leydim. Yoksa elimden çekeceğin var." Rosemary kendisi ve kardeşi için kahvaltı masası hazırlamaya girişti. Biraz süt, yumurta ve keçi peynirinden oluşan bir menü hazırladı. Ve işi bittiğinde Noreen koşarak mutfağa giriş yaptı. Zavallı çocuk oldukça korkmuş görünüyordu. Ablasını görünce hemen arkasına gizlendi. Rosemary merakla ona doğru baktı. "Noreen kimden kaçıyorsun? Bune hal böyle? "dedi telaşla. Ancak sorusunun cevabı hemen belli oldu. Mutfağın kapısından içeri giren kadın soğuk bakışları ve aşağılayıcı tavrı ile onlara doğru seslendi. "Senin bu aptal kardeşin sabrımı yeterince tüketti. O pis elleri ile salonumda dolaşıp mobilyalarıma dokunmasın. Hatta ne diyorum biliyor musun? Gözüme hiç görünmesin. İkinize de yeterince katlandım. Unutmayın ki benim iyi kalbim sayesinde hala bu kalede yaşıyorsunuz. Yoksa babanız sizi çoktan dışarı atmıştı."dedi leydi Rowena ciddiyetle. Rosemary kadına öfke dolu bir bakış attı. Bu kızıl şeytan sinirlerini inanılmaz geriyordu. Ama ne yazık ki kardeşi ile kalacakları başka birm yer olmadığı için ona katlanıyordu. " İstediğiniz gibi olsun. Noreen ayağınızın altında artık dolaşmaz. Ayrıca bende size görünmemeye çok dikkat ederim. "
Gillian yumruklarını sıktığını fark etti. Eğer biraz cesareti olsa o yumruğu karşısında bulanan kadının suratına indirmekte hiç tereddüt etmezdi. Leydi Rowena mutfaktan çıkmak için kapıya yöneldi. Hemen sonra arkasına döndü. Alaycı bakışları ile Rosemary'i baştan aşağı dikkatlice süzdü. Yüzündeki ifade tiksinti duyduğu bir şeye baktığını belli ediyordu. Rosemary onun bakışlarına alışıktı. "Rose... Kendine biraz çekingen düzen ver. Biliyorsun akşama babanın değerli misafirleri gelecek. Bu misafirlerden biri de Lord Camryn." Leydi Rowena sözünü bitiremeden Gillian küçük bir kahkaha attı. Leydi sinirli bakışlarını yaşlı hizmetçiye doğru kaydırdı. Onu bu kadar neşelendiren şeyin ne olduğunu merak etti. "Cillia! Bu ne terbiyesizlik böyle?"
"Çok özür dilerim leydim. Bir an kendimi tutamadım. Lordun ismi çok komik. İrlanda dilinde eğri burun demek. Acaba kendisi de öyle mi? "
"Asiller hakkında yorum yapmak sana düşmez! Burnu eğri veya değil. Sonuçta o adam Rosemary'nin kocası olacak. Yüzü değil zenginliği önemli."
Rosemary üvey annesinin kendisi yerine evleneceği adam hakkında karar vermesine öfkelendi. Kaldı ki asla evlenmek gibi bir niyeti yoktu. Daha önce görmediği ve aşık olmadığı bir adamın karısı olamazdı. Onun için evlilik kutsaldı. Hayatını adayacağı adamı mutlaka sevmeliydi. En önemlisi de kardeşi Noreen'ı kabul edecekti. Onu bu evde tek başına bırakıp gitmeyecekti.
"Ben evlenmeyi düşünmüyorum. O adamın ne yüzü ne de parası umurumda değil. Sizin ne düşündüğünüz önemli değil. "
Üvey annesi genç kızın sözlerine umursamadı. Onun aptallığı yüzünden keselerini girecek paradan ve topraklardan vazgeçmek istemiyordu. "Bu konuda fikrini soran olmadı aptal. Baban ve ben kararımızı verdik. O adamla evleneceksin. Ömrünü bizim yanımızda geçireceğini düşünme. Eğer bir saçmalık yaparsan seni ve kardeşini buradan sürdürürüm. Babanın da benimle aynı fikirde olduğunu unutma. "
"Aslında umurumda değil. Hatta şimdi bile gidebilirim. Yaşayacağım hiçbir yer buradan daha kötü olamaz."
Rowena birkaç adımla Rosemary'nin karşısına dikildi. Bu kez kendine hakim olma niyetinde değildi. Bakışlarında merhametten eser yoktu. "Tıpkı annen gibisin. Onun gibi dik başlı ve haddini aşan bir kadın. Eğer dediklerimi yapmazsan seni ahlaksızlıkla itham ederim. Bir daha hiç kimsenin yüzüne bakamazsın. Ve sana haddini kimin bildireceğini çok iyi biliyorum. Oğlum Richard bu konuda hevesli. Ya kendi isteğinle Lord Camryn ile evlenirsin ya da oğlumun..."
"Siz ve oğlunuz midemi bulandırıyorsunuz."
"O halde sevgili Rose. Şimdi seninle anlaştığımızı düşünüyorum. Git ve akşam için hazırlan. Kocanın karşısına bu halde çıkma. Onca para dökeceği kadının güzelliği ile büyülenmeli ki kesenin ağzını açsın."
Rowena zafer kazanmış edası ile saçlarını ve elbisesini düzeltti. Bu kez gülümsüyordu. Hiç bir şey söylemeden mutfaktan çıktı. Rosemary onun gidişinin ardından kendini masanın uç kısmında bulunan sandayeye bıraktı. Elleri yaşadığı yenilgiden dolayı titriyordu. Babasının yüklü bir para karşılığında onu bir eşya gibi satması affedilecek gibi değildi. Duygularını önemsemiyordu. Kabul etmemesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Üstelik üvey annesi onu oğlu ile korkutacak kadar ileri gitmişti. Richard kaleye geldiği günden beri kendisi ile yakınlaşmak için her yolu denemişti. Kendini bu adamdan korumak için köşe bucak kaçıyordu. Gözleri kahvaltısını yapmak için oturan kardeşine takıldı. Noreen onun hayatındaki en değerli insandı. Evlense bile kesinlikle onu burada bırakmayacaktı. Gillia olanlar karşısında fazlasıyla gerildi. Rosemary'nin çaresizliği için yapacak hiç bir şeyi yoktu. Kendine bir sandalye çekerek genç kızın yanına oturdu. Titreyen elleri avuçlarının arasına aldı. Şefkatle yüzüne doğru baktı.
"Tatlım umutsuzluğa düşmeyelim. Belki bu lord düşündüğümüz gibi değildir. Çok yakışıklı, genç ve hoş bir adamdır. Kalbi de iyilik doludur. Seni yaşadığın hayattan kurtarır. Kardeşini de kabul eder." Rosemary inanmak istercesine hizmetçinin yüzüne baktı. "Bir kadını para ile satın almaya çalışan bir adamın iyi olduğuna inanmak çok zor. Onurlu bir erkek asla böyle bir şey yapmaz."
"Baban zorlamıştır. Onun parayı çok sevdiğini biliyorsun."
"Babam. Evet, varlığını hiç hissetmediğim sevgili babam. Kaçmak istiyorum Gillian.Neresi olursa olsun, artık burada yaşamak istemiyorum."
"Bunu nasıl yapacaksınız? Babanın peşinden geleceğini biliyorsun. Nerede olursan ol seni bulur."
"Çok uzaklara giderim. Anneme... İngiltere'ye..."
"Tek başına o kadar uzağa nasıl gideceksin? Senin gibi güzel bir kızın başına neler gelir tahmin bile edemezsin."
"Burada kalırsam çok iyi şeyler yaşamayacağım. Gidebileceğim bir yer olmalı. Tanrı bana mutlaka yardım edecektir."
Gillia'nın gözleri boşluğa daldı. Rosemary'e yardım etmeyi çok istiyordu. Birden aklına kız kardeşi geldi. "Nereye gideceğini biliyorum Rosemary."
"Nereye? "
"Kuzey İrlanda'ya. Kardeşim yıllardır orada bir kalede yaşıyor."
"Kale mi? "
"Ashford kalesi. Tek sorunumuz buraya çok uzak. En az üç gün sürer. Gece gündüz tek başına ormanda... Seni bu riske atamam."
" Kardeşim ve ben atımla oraya çabucak varırız. Yanıma bir kılıç alırım. Biraz da yiyecek. Kimseye de görünmem." Rosemary'nin mutluluğu sesine yansıdı. Önüne çıkan fırsatı değerlendirmeyi çok istiyordu. Yolda başına ne gelirse gelsin, burada geleceklerden daha kötü olamazdı.
Gillia onu heveslendirmek istemedi. Başına bir şey gelirse üzüntüden kesin ölürdü. "Bak ne diyeceğim. Akşam şu Lordla bir tanış. Fikirlerin değişebilir. Eğer iyi bir adamsa onunla evlenir gidersin. En azından bu daha güzel bir seçenek olur. Ne dersin? "
"Hiç sanmıyorum. O adamın da babam gibi bir adam olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden planımdan vazgeçmeyeceğim. İlk fırsatta Ashford kalesine gidiyorum ve oradan da İngiltere'ye..."
"Karşına daha kötü insanlar çıkabilir Rosemary. Senden faydalanmak isteyebilirler. Kendini nasıl korucayacaksın? " Rose'un gözleri karnını doyurmakla meşgul olan sevimli kardeşine kaydı."Benim ne yaşayacağım hiç önemli değil. Yeter ki Noreen'a bir şey olmasın. Onun için kendimi ateşe bile atarım. Tanrı şahidim olsun."
Kardeşi ile kahvaltısını yaptıktan sonra odasına geçti. Yaşadığı gerginlikten dolayı canı pek bir şey yemek istemedi. Midesi ağrımasın diye ufak lokmalar halinde atıştırdı. Aklında bir an önce babası ile konuşmak vardı. Onu dinlemek istemeyeceğini bilse de şansını denemek zorundaydı. Akşama az kalmıştı. Bu gece onun hayatı için bir pazarlık yapacaktı. Noreen'la en sevdiği saklambaç oyununu oynadı. Bütün hayatını ona adamıştı. Hayatındaki tüm olumsuzluklara rağmen en güzel şeyin onun varlığı olduğunu düşünüyordu. Belki de ayakta durabilmesinin tek sebebi Noreen'dı. Küçük çocuğun mavi gözlerindeki mutluluğu hiç bir şeye değişmezdi. Noreen oyun oynamaktan yorgun düşene kadar onunla ilgilendi. Annesi gittiğinden beri kardeşi ile aynı odayı paylaşıyordu. O zamanlar bu sevimli çocuk küçük bir bebekti. Rosemary ise on beş yaşını yeni bitirmişti. Ve bir anne gibi Noreen'ı kollarında uyutarak büyütmüştü. Odanın bir köşesinde bulunan yatağa kardeşini yatırdı. Her zaman yaptığı gibi alnına küçük bir öpücük kondurdu. Kısa bir süre uykuya dalmasını bekledi. Noreen uykuya dalınca binici kıyafetini çıkarıp, dolabından çok sade bir elbise bulup giydi. Bedenini ortaya çıkaran hiç bir kıyafeti tercih etmiyordu. Richard'ın bakışlarından son derece rahatsızdı. Kalede onunla karşılaşmamak için saklanarak dolaşır olmuştu. Terbiyesiz adam babasının yanında bile ona sulanmaktan asla utanmıyordu. Ve maalesef babası da bu olaya göz yumuyordu
Sessizce kapıyı açıp odadan çıktı. Koridor boyunca yürürken temkinliydi. Alt kata inince önce salona baktı. Babası orada değildi. Sonra kütüphaneye doğru gitti. Usulca kapıyı çaldı. Kapıyı açıp başını içeri uzattı. Babası masasında önüne yığdığı kağıtlara bakıyordu. İçeri girenin kim olduğunu görmek için kafasını kaldırdı. Her zaman asık yüzlü ve sert bakışlı olan adam kızına neşeyle gülümsedi. Sanki onu gördüğü için çok mutlu olmuştu. Rosemary yüzüne takındığı sahte ifadeye inanmadı. Onu asla böyle karşılamazdı. Hatta çoğu zaman görmezden bile gelirdi. "Rose sen miydin? Lütfen çekinme içeri gir. Ben de seni düşünüyordum. Konuşmamız gereken bazı şeyler var." Rosemary çekingen adımlarla içeri girdi. Babasından her zaman korkmuştu. Onun öfkelenince nasıl bir canavara dönüştüğünü hiç unutmuyordu. Annesine yaptıkları asla zihninden silinmemişti. Kendisi ile ne konuşmak istediğini anladı. Bu sahte sevecen baba tavrı sırf kendisini görmeye gelecek adama evet demesi içindi. Cesaretini toplayıp konuşmalıydı. Bu arada içinden Tanrı'ya bu acımasız adamın insafa gelmesi için dua etti. Masanın karşısında bulunan koltuğa nasıl oturduğunu fark etmedi.
Lord Pierson elini iyice gürleşmiş uzun sakalına götürdü ve sıvazladı. Gözleri kızının üzerindeydi. "Gün geçtikçe ne kadar büyüyüp güzelleştin. Çevre de bulunan erkeklerin dikkatini çekiyorsun. Artık evlenecek yaşı geçiyorsun Rose. Benim görevim seni uygun bir adam bulup evlendirmek. Bu adamı bulduğumu düşünüyorum. Sana Lord Camryn'den daha iyisini bulamazdım. Adam hem çok zengin hem de olgun. Sana değer verir inan bana. "
Babasının konuya bu kadar çabuk girmesine sevindi. Bir an önce içinden geçenleri söyleyip odasına gitmek istiyordu. Lordu överken önce zenginliğinden başlamıştı. Zaten zengin olması babası için en önemli şeydi. Sonra olgun demişti. Acaba bu nasıl bir olgunluktu?
"Olgun mu?" dedi sesi titreyerek.
"Olgun işte canım. Aklı başında akıllı bir adam... Sadece evlilikleri konusunda biraz şansı yaver gitmemiş o kadar. "
Evlilikleri demişti. Adamın daha önce evlendiğini duyunca gerildi. Kaç evlilik yapmıştı ki? "Endişelenme Rose... İlk karısı hastalıktan ölmüş. İkincisi adamın biriyle çekip gitmiş. Üçüncüsü de ona bir varis veremediği için kadını bırakmış. Adam haklı. Çocuk doğuramayan bir kadını kim ne yapsın? " Babası anlattıkça elleri titredi. Şimdi neden satıldığını anlıyordu. "Lordum... Ben de sizinle bu konuyu konuşacaktım. Beni bu kadar düşünmeyin. Evlenmek gibi bir düşüncem yok. Biliyorsunuz ki Noreen'ın..." Babası kız sözünü bitirmeden öfke ile ayağa kalktı. "Emirlerime karşı mı geliyorsun Rosemary? Ne zamandan beri kendinde bu cesareti buldun? Sana evlenmek istiyor musun diye sormuyorum. Lord Camryn'ın ile evleneceksin diyorum. Bu ömründe karşına çıkacak en iyi fırsat. Ona bir varis ver ve parasının tadını çıkar. Sırf senin için bana bir servet ödeyecek. Sakın bir aptallık yapayım deme. Yoksa gözünün yaşına bakmam!"
"Para için satılmak istemiyorum. Hele de onun gibi bir adama asla. Sırf kendi çıkarlarınız için öz kızınızı feda ediyorsunuz."
"Senin dilin çok uzamış. Haddini aşıyorsun. Rowena büyüdükçe baş edilmez bir bela olacağın konusunda beni uyarmıştı. Keşke seni daha önce evlendirmiş olsaydım."
"Ya kardeşim Noreen? Ona kim bakacaktı? Bir gün olsun ikimize de gerçek bir baba gibi davranmadınız. Şimdi ise baba olarak görevinizden bahsediyorsunuz. Evet, haklısınız ben büyüdüm. Karşınızda konuşmaya çekinen küçük bir kız değilim. Çünkü hayatım söz konusu ve kardeşim."
"Kardeşini düşünmek sana düşmez. Sonuçta o benim oğlum. Onun geleceğini ben düşünürüm."
"Beni düşündüğünüz gibi mi? Acaba onun için ne gibi planlarınız var merak ediyorum? Yerinize geçmek için can atan bir üvey oğlunuz varken Noreen'a gerek kalmaz."
Yaşlı adam hızla masanın arkasından dolanıp Rosemary'nin karşısına geçti. Genç kız o an ayağa kalktı.
"Son kez söylüyorum Rose! Bu akşam beni kızdıracak herhangi bir şey yaparsan inan bir daha ne Noreen'ı görürsün, ne de gün ışığını. Şimdi git ve giyin. Kocanı karşılamaya hazır ol. Ve bir daha bana cevap verme! "
Ona doğru dikilmiş düşmanca gözlerin karşısında ezildi. Gözlerine dolan yaşları tutmakta zorlandı. Babası ile konuşmanın bir faydası olmayacağını biliyordu. Sadece denemek istemişti. Bir kez olsun onu anlayabileceğini umut etmişti. Hızlı adımlarla kütüphanenin kapısına yöneldi. Daha fazla burada durmanın önemi yoktu. Babası her zaman ki sert ve acımasız adamdı. Evet, karar vermişti. Ondan nefret ediyordu. Önce annesinden ayrılmasına sebep olduğu için sonra kardeşi ve kendisine bir baba gibi davranmadığı için, şimdi de onu para için zorla evlendirip hayatını mahfettiği için.
Kütüphaneden çıkınca ağlamaya başladı. Adımları yavaşladı. Merdivenlerin oraya gelince durdu. Ayakları adım atmayı reddediyordu. Babasının söyledikleri zihninin de dönüp durdu. Onu kardeşi ile tehdit etmişti. Kim bu kadar acımasız olabilirdi? Kendi çocuklarına kıyardı? Noreen olmadan nefes alamaz, kardeşimi bu insanların arasına asla bırakamazdı. "Kaçmalıyım... Sonucu ne olursa olsun kardeşimi alıp burayı terk etmeliyim." Merdivenleri çıkıp koridor boyu ilerledi. Odasına varmak üzereyken arkasından birinin yaklaştığını fark etti. Kim olduğunu görmek için o tarafa doğru döndü. "Lanet olsun!"
"Rosemary benim güzel üvey kardeşim... Bu ne hal böyle? Senin o güzel gözlerine ağlamak yakışmıyor."
Rosemary geriye doğru adım attı. Şimdi bu aptal adamla uğraşacak hali yoktu. Kendisine olan bakışlarından iğrendi. Richerd tıpkı annesi gibi kızıl bir adamdı. Hatta rengi daha çok bir havucu andırıyordu. Uzun saçlarını arkasında topluyor, keçi sakalından asla vazgeçmiyordu. Ela gözleri her zaman ateşin kıvılcımları gibi yanıp duruyordu. "Sizi ilgilendirmez. Benimle uğraşmayı bırakıp işinize bakın. Hakkımda ne düşünüyorsanız kendinize saklayın."
"Hakkında neler düşündüğümü bir bilsen Rose... İnan bu düşünceler yüzünden uykularım kaçıyor. Benden daha ne kadar kaçacaksın? " Söylediği sözler çok rahatsız ediciydi. "Sonsuza kadar! "
"Mary... Mary... Maryyy. Bence seni bu kadar güzel yarattığı için beni değil Tanrı'yı suçla. lazım v Bebeğim sorun o adamla evlenmense sana yardım etmeye hazırım. Yeter ki bana evet de. Baban sesini bile çıkaramaz. "
"Yardımınıza ihtiyacım yok! Size evet diyeceğime kendimi kalenin en yüksek kulesinden aşağı atarım."
Richerd bu sözün karşısında kulakları rahatsız edici bir kahkaha attı. "Sakın böyle bir şey yapma. Yoksa bu güzelliğe yazık olur. Ve beni de çok üzersin."
Rosemary onu daha fazla dinlemek istemiyordu. Adımlarını hızlandırdı. Odasına ulaşınca hala Richerd'ın ona doğru seslendiğini duydu.
"Senden bu kadar çabuk vazgeçmeyeceğim Rose! O adamında canı cehenneme duyuyor musun?"
Odaya girer girmez kapısını kilitledi. Bu onda artık bir alışkanlık haline gelmişti. Kendini koruma içgüdüsü ile yaşamaya alışmıştı. Önce kardeşine göz attı. Hala uyuyordu. Sonra yatağının yanına gelip yere dizlerinin üzerine çömeldi. Kollarını yatağın üzerine koyup Tanrı'ya yalvarmaya başladı. "Tanrım şu an o kadar çaresiz bir durumdayım ki sadece senin yanımda olmana ihtiyacım var. Bana ve kardeşime merhamet et. Lütfen Tanrım. Kaçmam için bir yol göster. Hayatımı sevmediğim bir adama adamama izin verme. Kardeşimi benden ayırma. Mucizelerine ihtiyacım var. " Bir süre sessizce ağladı. Bu arada kaleye yaklaşmakta olan atlıların seslerini duydu. Beklenen misafirler kaleye ulaşmaya başlamıştı. Ve Lord Camryn de onların arasındaydı. Hazırlanması ve aşağı inmesi gerekiyordu. Eğer inmez ise babası söylediklerini yapmakta asla gecikmezdi. Bu akşamın hayatının en kötü günü olacağından emindi. Çaresizliğine ve acizliğine bir kez daha lanet etti.