İlk Karşılaşma

1871 Words
*********** Henüz altı yaşındaydım. İki gündür mideme yemek girmediği için başım ağrıyor, midem bulanıyor ve kendimi çok halsiz hissediyordum. Kolumu bile kaldıramayacak kadar bitkindim. Yeşil koltuğum da iki büklüm olmuş bir vaziyette uyumaya çalışıyordum ama karnım açken bu pek mümkün olmuyordu. Benim yeşil koltuğum öyle basit sıradan bir koltuk değildi. Her ne kadar rengi solmuş ve yer yer yırtılmış olsa da dünyada sahip olduğum ve sevdiğim tek şeydi. Bir başkası onu basit ve eski bir koltuk olarak görebilirdi. Herkes gördüğü şeyi farklı yorumlayabiliyordu bu hayatta. Kimi çirkinde bile bir güzellik görebiliyorken kimi güzelde bile kusur bulabiliyordu. Sanırım bunun gizemini büyüdükçe çözecektim. Koltuğumun iki kenarı oval bir şekilde kıvrılıyordu, ayak kısımları ahşaptı ve çok güzel oymaları vardı. Benim için yetenekli bir sanatçının elinden çıkan mükemmel sanat eseriydi o oymalar. Oturulan minder kısmının yayları bozulmuştu, rengi solmuş eski bir koltuk gibiydi. İşin aslı benim gözümde kral koltuğundan farksızdı. Ona oturduğumda üzerime yapışan silik kişiliğim bir anda yok oluyor adeta bu evin değerli bir üyesine dönüşüyordum. Bu harika bir duyguydu. İnsan gerçek hayatta yapamadığı ya da yaşayamadığı şeyleri hayal gücüyle değiştirebiliyordu. Bu çok büyük bir nimetti. İyi ki hayaller vardı, yoksa insanın mutsuzluktan çıldırması kaçınılmaz olurdu. Elimin altındaki kadifemsi kumaşı okşamaya başladım. Çok yumuşak sayılmazdı ama onun yumuşak ve yepyeni olduğunu hayal etmem zor değildi. Kendimi üzgün hissettiğimde bana anında kucak açıyor, hiç yargılamadan teselli ediyor ve beni her türlü tehlikeden koruyordu. İyi bir oyun arkadaşı olduğu kadar mükemmel bir sığınaktı. O benim sahip olduğum tek arkadaşım ve tek oyuncağımdı. "Karnım ağrıyor." dediğimde sanki görünmez elini şefkatle omzuma koydu. Daha bir sokuldum ona. 'Merak etme çok yakında her şey yoluna girecek.' "Bunu söyleyip duruyorsun ama o yakın zaman ne zaman gelecek? Onu da söyle." 'Zaman herkes için başka türlü ilerliyor ufaklık. Sadece biraz daha sabırlı olmalısın.' "Sabır mı? Peki sabır ne demek?" Kelimeler kısa bir süre havada asılı kaldı. 'İnsanlar bazen zor zamanlar yaşar ve o zamanlarda ses çıkarmadan o anın geçmesini bekler. Sabır gayret göstermek, olgunlaşmak ve mücadele etmek demektir.' "Tıpkı büyük insanlar gibi konuşuyorsun." 'Hayır! Bence sen büyük insanlar gibi düşünüyorsun.' "Ama ben büyümek istemiyorum." Etrafımdaki büyük insanları düşününce içim sızladı. Derin bir nefes alıp devam ettim. "Baksana insanlar büyüdükçe değişiyorlar. Ben değişmek istemiyorum." 'Var olmak değişmeyi gerektiriyor. Bedenin değişirken sende buna ayak uyduruyorsun. Ama istersen düşüncelerin değişmeyebilir, başarabilirsen bu masumluğunu koruyabilirsin. Bu çok zor bir iş ama insanın kendi elinde olan bir şey...' Başımı kaldırıp ona bakmak istedim ama küçücük başım adeta bir ton ağırlığındaymış gibiydi bu yüzden buna güç yetiremedim. "Bilmiyorum bu söylediğin çok zor bir şey. Tanıdığım insanların bir zamanlar çocuk olduğuna inanmak zor geliyor. Sanıyorum ki zaman insanı değiştirip bambaşka biri yapıyor." 'Evet bu doğru insan yaşadıklarının etkisiyle değişebiliyor. Bazen zor şeyler yaşarsın bunun sonucunda somurtkan ve aksi biri haline gelirsin.' Bu sözler bana annemi hatırlatmıştı. Sanırım annem gerçekten büyük zorluklar yaşamıştı. Yine de bu yaptıklarını haklı çıkarır mıydı emin değildim. Bir şeylerin arkasına saklanmak insana kolay geliyordu. Suçu başkasına yükleyip aklanmak vicdanı rahatlatmaktan başka bir şey değildi. "Ben büyümek istemiyorum." dedim korkuyu bütün bedenimde hissederken. 'Hey sakin ol. Bazen de zorluklar insana güzel şeyler öğretiyor. Kalbi yumuşatıp iyi birine dönüştürüyor.' Kafam karışmıştı. "Peki bu nasıl oluyor? Nasıl biri olacağıma kim karar veriyor?" 'Nasıl biri olacağına elbette insan kendi karar veriyor. Yaşadığı olaylara bakış açısına göre şekilleniyor insanoğlu. İsyan edip hayata kafa tutarsa kötülüğe kapı aralaması kaçınılmaz oluyor. Hayatın ona sunduklarını sevgiyle kabul etmesi gerekiyor. Değiştiremeyeceği şeyleri fark edip değiştirebileceği şeylere odaklanmalı ki yaşamdan keyif alabilsin .' "Yine de büyümek istemiyorum." 'Bedeninin değişmesine engel olamazsın küçük Melek ama bu masum düşüncelerin daima seninle birlikte kalabilir. Bu senin elinde...' Bitkinlik hat safhaya ulaşırken dudaklarımı aralayıp zorlukla konuştum. "Umarım başarabilirim." Gözkapaklarım benden bağımsız hareket edercesine kapanmaya başladığı sırada dış kapının açılıp kapanırken çıkardığı o kulak tırmalayan gıcırtı sesini duydum. Çok fazla sinir bozucuydu. Saat gece yarısını geçtiğine göre annem gelmiş olmalıydı. Göz kapaklarımın kapanmaması için mücadele ederken nihayet annem görüş alanıma girdi. Elinde iki poşet vardı birinde iki ekmek diğerinde de yemeklik bir şeyler vardı. Çok şükür bugün para kazanmıştı. İçeriye adımını attığında dünyanın en mutlu insanı ben olmuştum. Açık olan dış kapıyı kapatırken her zamanki gibi huysuzca söylenmeye başlamıştı. "Lanet olsun bu hayata..." diye başlıyordu ilk sözleri. Ekmekleri gördüğüm an uykulu gözlerim çoktan açılmış ve içinde pırıltılar coşmaya başlamıştı. Bedenime yayılan ani elektrik akımıyla koltuktan fırladığım gibi annemin elinden poşeti alıp ekmeğin birini çıkardım ve pencere kenarındaki yeşil koltuğuma geri dönüp bağdaş kurarak oturdum. İştahla yemeden önce ekmeğin o kendine has kokusunu içime çektim, sanırım bu koku dünyanın en güzel kokusuydu. Açlık bu dünyanın en zor imtihanıydı. Kocaman ısırıklar alarak yemeye başladım. Öyle açtım ki sanki elimden alacaklarmış gibi hızlı hızlı yiyor, lokmalarımı neredeyse çiğnemeden yutuyordum. Evimiz tek odalı bir harabeydi. İçinde mutfağı bile yoktu sadece küçük bir tezgahı ve tuvaleti vardı o kadar. Orada hem ihtiyacımızı gideriyor hem de yıkanıyorduk. Annem tuvalete doğru yürürken bana baktı ve yüzünü buruşturup o ince tiz sesiyle bağırmaya başladı. "Yavaş olsana boğulacaksın. Zaten günüm bok gibi geçti birde seninle uğraşamam." Nefesimi tutup ürkerek baktım ve söylediği gibi yavaşça ses çıkarmadan çiğnemeye başladım lokmalarımı. Ondan korkuyordum. Sinirlendiği zaman oldukça kötü davranışlar sergilediğini tecrübe ettiğim için uslu ve itaatkar bir çocuk olmayı görev bilmiştim. Her zaman yaptığı gibi o abartılı makyajından kurtulmak için banyoya girdi. Böyle makyaj yaptığı zamanlar onu çok çirkin buluyordum. Aslında benim gözümde çok güzel bir kadındı annem ve makyaj falan yapmasına da gerek yoktu. Bunu ona söylediğim bir gün beni azarlamaktan çekinmemiş ve işine burnumu sokmamam konusunda uyarmıştı. O günden sonra bu konuda bir daha konuşmamıştım. Banyo kapısını kapatma gereği duymadan içeriye girdi ve suyu açtı. Sanırım gerçekten kötü bir gün geçirmişti çünkü yıkanırken bile söylenmeye devam ediyordu. "Kahretsin bir bu eksikti, sabun bitmek üzere. Neden her şey üst üste geliyor sanki. Bıktım artık her şeyden bıktım." *********** Ağzımdaki çöreği çiğnemeyi bırakıp pencereden dışarıya çevirdim gözlerimi. Yine hüzünlenip panik atak geçirmek istemiyordum ama bu elimde değildi. Geride bırakamıyordum ki o günleri, bunun için hafızamı silmeleri gerekiyordu. Bu da mümkün olmadığına göre bu şekilde yaşamaya devam edeceğim demek oluyordu. Benim durgunlaştığımı gören yaşlı kadın elini uzatıp yanağımı okşadı nazikçe. "Meleğim yüzün bembeyaz oldu. İyi misin canım?" Bakışlarımı uzaklardan çekip ağır çekimde ona yönelttim. Uzun zamandır içimde ki hüznü saklamayı iyi öğrenmiştim. Öğrenmek zorundaydım çünkü Arthur tıpkı annem gibi, benim bu duygusal hallerimden hiç hoşlanmıyordu. O etrafında neşeli, eğlenceli ve itaatkar bir kadın görmek istiyordu. Aslında bu isteğinde haksız olduğunu pek söyleyemem. Hangi erkek psikolojisi bozuk bir kadınla yaşamak isterdi ki. Üstelik elinde bir sözleşmesi varsa. O nedenle üzgün olsam bile ona karşı gülmek ve neşeli görünmek için kendimi zorluyordum. Annem için yaptıklarına karşılık bunu fazlasıyla hak ediyordu. "Evet iyiyim sorun yok" dedim onu endişelendirmemek için. "Umarım şu panik atak sonsuza dek yok olup gider ve sende huzurla yaşarsın sevgili kızım" diye dua etti. Onun dilinden dua hiç eksik olmazdı. Annemin geçirdiği felçten sonra panik atak baş göstermişti bende. İlk zamanlar yoğun bir şekilde yaşıyordum atakları fakat artık nasıl kontrol edeceğimi öğrenmiştim. Bir şekilde baş ediyordum işte. Ne de olsa ben güçlü bir kadındım! "Umarım" ağzımdaki lokmayı çiğneyip yuttum. Elini uzatıp masanın üstünde duran elimin üzerine koydu ve parmaklarımı avuçlayıp hafifçe sıktı. Gözlerini gözlerime sabitlediğinde duygusallığım had safhadaydı ve gözyaşlarım akmak için fırsat kolluyordu. Bana dokunsalar ağlayacak gibiydim. "Kendine bu kadar yüklenmemelisin sevgili kızım. Sen gördüğüm en iyi yürekli insansın. Bunca yaşadıklarından sonra burada olman bile bir mucize. Sevgili annen sana bir hayat borçlu. Sakın bunun için kendini suçlamaya kalkma." Durgunlaşarak tabağımdaki çöreklerle oynamaya başladım, ona ne diyeceğimi bilememiştim. Haklı bile olsa bu neyi değiştirirdi ki. "Bazen ne düşüneceğimi bilmiyorum ." dedim en sonunda dürüst davranmayı seçerek. Tek istediğim eskisi gibi annemi ayakta dimdik görmekti. O her zaman güçlü bir kadın olmayı başarmıştı. Yeniden o güçlü kadını görmek istiyordum. Ona her zamankinden daha çok ihtiyacım vardı. Arthur'la evlendiğim ilk zamanlarda annemle Agata teyzeyi buraya yerleştirmiş ve sonra uzunca bir süre kapısını çalmamıştım. Çalamamıştım. Çünkü annemin yüzünü bile görmek istemiyordum. Suçlu görüyordum onu. Nede olsa onun yüzünden yaşamamış mıydım onca acıyı. Hiçbir zaman iyi bir anne olamamış, beni kötülüklerden koruyamamıştı. Ayrıca Agata ile evliliğimin tek nedeniydi o. Sonrasındaysa ne mi değişti? Zamanla bu duyguların bana zarar vermeye başladığını anladığımda ona olan öfkem yavaş yavaş azalmaya başladı. Zor da olsa kendimi annemin yerine koyarak onu anlamaya çalıştım. Belki bir şansı daha olsaydı bana daha iyi bir anne olmak için çabalayacak ve yaptığı hataları telafi edecekti. Kim bilir belki de yanılıyordum ama bir tarafım bunun doğru olmasını ümit ediyordu. İnsanı da hayata bağlayan ve ayakta tutan bu ümitler değil miydi? Onu affettiğimde yaşamımdan daha fazla zevk almaya başladığımı hissettim. Üzerimden büyük bir ağırlık kalkmıştı sanki. Hafiflemiştim ruhen. İyi bir anne olup olmaması onun seçimiydi, iyi ya da kötü bir evlat olmak ise benim seçimim. Kendimle verdiğim amansız savaşlar sonucunda onu affettim ve iyi bir evlat olmaya karar verdim. Şimdi iyileşmesi için Tanrı'ya dua ediyorum. Ona onu sevdiğimi ve affettiğimi söylemek istiyorum çünkü bunu hiçbir zaman söylemediğim gibi ondan da duyamamıştım. "Bu kadar düşünmekten vazgeçmeli ve hayatı akışına bırakmalısın. O seni yönlendirecektir güzel kızım. Her sıkıntıdan sonra mutlaka bir ferahlık vardır bunu sakın unutma. Tanrı öyle kapılar açar ki bütün acılarını unutturur sana." Onun o sağlam inancının bende olmasını isterdim. "Keşke senin gibi olabilseydim." "Kendine haksızlık etme, böyle güzel yürek herkese nasip olmaz." "Güzel yüreğim olsa ne yazar ki yaşadığım hayatı biliyorsun." "İnsanın yaşadığı hiçbir şey boş yere değil. Her sıkıntı, hatta her sevinç bile bizim için bir rehber. Sadece doğru okumasını bilmek gerekiyor." Bu yaşlı kadınla konuşmak her zaman iyi hissettiriyordu. Daima hayata olumlu bakmayı ve yaşadıklarımdan ders çıkarmayı bana öğreten kişiydi. O hayat öğretmenimdi benim. Ona gülümserken tombul minik ellerini tutarak öptüm ve yanağıma yasladım. "Teşekkür ederim teyzeciğim. İyi ki varsın." Bu sözü ne kadar sık kullandığımı fark ettim o anda. Annemin yanında geçirdiğim iki saatlik zamanın ardından oradan çıktıktan sonra, ertelediğim koşumu yapmak için evimin yakınlarında bulunan yeşillik alanda yürüyüşe çıkmaya karar verdim. Bu kafamı dağıttığı için, en iyi yöntemimdi. Ağır spor yapmayı sevmiyordum ama yürümeyi ve koşmayı seviyordum. Bu da beni bir nebze zinde ve formda tutuyordu. O sırada Arthur geldi aklıma özellikle formda kalmamı istemişti benden. Söylediğine göre şişman ya da balıketli kadınlardan hoşlanmıyormuş. Bunu kulak ardı etmemiş ve istisnasız her gün koşmaya başlamıştım. Zamanla bana iyi geldiğini fark ettiğimde haftada üç gün olan koşumu bu sayede her güne çıkarmıştım. Kulağıma kulaklığımı geçirdim ve sakin adımlarla yürümeye başladım. Bana yaşattığı korkunç bir geceden sonra Arthur'un pişman olup hediye ettiği pahalı saatime baktım, daha yeni on ikiye geliyordu. On beş dakika sonra adımlarımı hızlandırmış ritmik bir şekilde koşuyordum. Zihnim boşalırken güneşin bana gülümseyen yüzü tıpkı Agata teyzenin söylediği gibi her sıkıntının ardından bir ferahlık var diyordu. Yüzümde oluşan tebessümle hızımı arttırdım ve koşmaya başladım. Ter damlacığının ensemden başlayıp sırtımdan süzülmesi nasılda iyi hissettirmişti. Mırıldandığım şarkıya ve koşmaya kendimi o kadar kaptırmıştım ki birden sert bir şeye çarptım ve aynı hızda geri teperek dengemi sağlayamadan yere kıç üstü düştüm. Sıyrılan avuç içlerime bakıp acıyla inledim. "Ah..." Bu olay o kadar hızlı olmuştu ki neye çarptığımı bile anlayamamıştım. İri bir elin bana uzandığını görmemle o elin sahibinin konuşması bir oldu. "Üzgünüm sizi fark etmemiş olmam büyük bir kabahat." Adamın düzgün konuşması en az sesi kadar dikkat çekiciydi. Başımı kaldırıp baktığım da işte ikinci bir şoku o zaman yaşadım. Yaşı yirmili yaşlarının ortasında en fazla yirmi yedi diyebilirim. Duruşu dik, sağlam ve de oldukça çekici bir adam gözlerini irice açmış hafif bir şaşkınlıkla bana bakıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD