Dört duvarı da tavandan yere kadar aynalarla çevrili dans sınıfından içeri girdiğimizde bölüm Dekanımız Bay Derengh hepimizinden, daha önce orada olmayan, bizim için getirilmiş sandalyeleri işaret ederek oturmamızı istedi. Ben de dahil 15 kişilik sınıfın tam kadro sabah saatinde uykusunu almış zinde bireyleri şaşkınlık içinde yerlerine yerleşirken imalı bakışlar ve el kol hareketleri eşliğinde neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
Çünkü Dekan dışında yardımcısı ve okulda daha önce görmediğim üç kişi tam da bu sandalyelerin karşısındaki yerlerini almış, ilgiyle bizi süzüyorlardı. Yerimize yerleşince Dekan sandalyesini hepimizle yüz yüze gelecek şekilde karşımıza getirdi.
Kısa bir selamlamanın ardından önümüzdeki sene için olağan okul programından ve planlarından bahsetmeye başlamıştı. Konuşmasının sonunda sesine yansıyan farklılık birazdan söyleyeceklerinin her iki taraf için de önemli olduğunu belirtircesine heyecan doluydu.
"Bu sene ne kadar çok çalışmanız gerektiğini size tekrar hatırlatmama gerek yok sanırım," diyerek başladı konuşmasına. Çoğu zaman ona sadece adıyla hitap etmemizi isteyen Dekan yani Albert uzun zamandır bu okulda dans dersleri veriyordu ve ne kadar disiplinli bir öğretmen olursa olsun her öğrencisiyle tek tek ilgilenen, yeri geldiğinde de onların sorunlarına çözüm bulmak için vakit ayırabilen bir adamdı. Kendisi aslında yöneticilik yapmak için oldukça genç sayılabilecek bir yaştaydı. Kısa bir zaman öncesine kadar bir çok başyapıtta başrol olmuş, ayrıca da başarılarıyla ödül almış bir sanatçıydı.
"Bu sene son seneniz ve mezun olduğunuzda aldığınız sıkı ve diğer okullara göre disiplinli eğitimin hakkını vermenize imkan sağlayacak önemli işlerde yer alacaksınız. İşte tam da bu yüzden içinizden gerçekten isteyen şanslı ve çalışkan olanlarınız şu anda tam karşınızda oturan ve sizinle geleceğiniz arasında sağlam bir köprü oluşturacak işverenlerinize bakmaktasınız," dedi sesine yansıyan gururla.
Hepimiz mırıldanmaya, Dekan'ın söylediklerinin ne anlama geldiğini kendi aramızda tartışmaya başlamıştık. Aslında anladıklarımızın doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyorduk.
Dekan, "Tamam, tamam sessiz olun!" diye hem gülümseyerek hem de otoritesini belli eden bir tonda konuşarak herkesi susturmayı başardı.
"Bu ekip sahneye daha önce konmamış yepyeni ve aynı zamanda da sıradışı bir oyunun hazırlıklarında. İçinizden bir kaçı da bu oyunda önemli roller elde edebilecek."
O konuşurken gözüm karşımda duran tanımadığım adamlara kaydı. Onlar da ilgiyle bize bakıyorlardı. Anlatılanlara bakılırsa hepimizin çalışmak için bir nevi rüyası olan Berta Müzik ve Gösteri Sanatları'nın yöneticilerine bakıyordum. Sınıfın içindeki sesler eskisine nazaran daha da yükselince, bir müddet bizim bu heyecanlı karmaşayı yaratmamıza izin verdiler.
Franke de alt dudağını ısırmış çoktan hayal dünyasına dalmıştı. Muhtemelen bu oyunda görev alacaklardan biri de oydu. O kadar gösterişli ve yetenekliydi ki ben kendimin bu sınıfta olduğuna bile bazen şaşırıyordum. Çalışkandım ama ne onda olan; yürürken bile kendini belli eden doğal havaya sahiptim ne de onun gibi gösterişli bir sarışındım. Pekala uzun boyluydum ve her dansçı gibi zayıftım ama beyaz tenim ve babamdan aldığım büyük mavi gözlerim dışında dikkat çeken bir yanım olduğunu düşünmüyordum.
Ünlü bir ekip olduklarını anlamamızla, hepimiz deyim yerindeyse soluklarımızı tutmuş ve daha çok çalışmak için o anda kararımızı vermiştik. Okulu bitirdikten sonra hepimiz çeşitli oyunlar için seçmelere katılıp, ya yurtdışındaki turnelerde dans edecektik ya da okulda lisansüstü eğitimimize devam edecektik ya da benim gibi daha ne yapacağına karar verememiş biri olarak sene sonunu bekleyecektik. Ama sonuçta ölene dek dans edeceğimi biliyordum ve şu an karşımdaki fırsatı değerlendirmek için kendimi göstermem gerektiğinin de farkındaydım. Bu bana altın tabakta sunulan leziz bir fırsattı.
Sınıfta geçirdikleri bir saatin ardından ayrılan adamlar, herkesi toz pembe bir hayal bulutunun içerisinde bırakmışlardı.
Allison, dans hocamız bizim tüm düşüncelerden arınmamıza sebep olan üç saatlik çalışmamızın ardından yanıma gelerek, "Dekan dersten sonra seni odasında bekliyor, Laila. Önemli sanırım, acele etsen iyi olur," dedi. Şaşkınlıkla ona bakakaldım. Bu pek de olağan bir şey değildi. Şimdiye kadar Dekan'la günlük konuşmaların dışında bir şey paylaşmamıştık ve sohbetlerimizin konusu hep yüzeysel şeyler olmuştu.
Yoğun ve yorucu geçen dersin sonunda, onun beni görmek istediğini öğrenince açıkçası gerilmiştim. Eve gidip, hemen yatıp dinlenmek varken kim bilir ne gibi bir konuda benimle konuşmak istiyordu?
Sırt çantamı bıraktığım yerden aldım ve önce duşlara giderek, ders çıkışı normal rutinimi gerçekleştirdim. Soyunma odasındaki diğer kızlar sabahki olay hakkında çene çalıyorlardı. Hepsi kendilerinin seçileceğinden o kadar emindiler ki çoğunun bu yüksek egosu çoğu zaman beni şaşırtıyordu. Aslında buna şaşırdığım için bana şaşmak gerekirdi. Yarısı zengin geriye kalan diğer yarısı da hem zengin hem de ünlü ailelerin çocuklarıydılar. Benim gibi burada bursla ya da ailesinin zor bela ödediği okul taklitleriyle okuyan kişi sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı.
Dekanı fazla bekletmemek için belime dek uzanan kahverengi saçlarımı kurutmak çok uzun süreceğinden, gezmeye alışkın olduğum topuzla ıslak saçlarımı topladım ve üzerimi değiştirip, odasına yollandım.
İşini bitiren Franke beni yarı yolda yakalayıp, bu akşam Eddie'yle yaşadığım eski daireme gidip artık eşyalarımı almam gerektiğini söylediğinde gerginliğim bir kat daha artmıştı ama iç çekerek ona hak verdim. Israrla kendisinin de benimle geleceğini söyleyince bunu kabul etmedim. Eddie'yle tüm bağlarımı kopartmıştım ama onun eski arkadaşım olmasının yanı sıra aramızda hala bitirmem gereken bir meseleyi konuşurken yalnız kalmak istiyordum. Aramızın düzelmeyeceğini biliyordum; o istese bile bu imkansızdı. Üzülmüyordum aslında ama hayal kırıklığına uğramıştım. Nedense yaşadığım onca şeyden sonra üzülmek hayatımda yer eden bir şey değildi.
Dekanın kapısının önüne gelince derin bir soluk alıp, kapıyı tıklattım. Kapıyı açıp, içeriye doğru iki adım attım.
"Gel lütfen Laila, otur," deyip bana masasının karşısındaki koltuğu işaret etti.
"Nasılsın? Uzun zamandır seninle sohbet edemedik," derken dikkatle yüzümü inceliyordu.
30'lu yaşlarını yaşayan bir adam için oldukça fit görünüyordu. Dans etmenin ve disiplinli yaşamın vücudunu ve zihnini koruduğunu biliyordum. Kumral saçları yaptığı dağınık bir at kuyruğuyla ensesinde toplanmıştı.
Benim cevap vermemi beklerken, masasında öne doğru eğildi. Gülümsedi.
"Aslında herşey aynı."
"Emin misin?" diye sordu imayla. Ne demek istediğini anlamak ister gibi tek kaşımı havaya kaldırdım.
"Sana karşı dürüst olacağım, Laila. Ev arkadaşınla aranın bozuk olduğunu hatta yaşadığın daireden ayrıldığını biliyorum," dedi.
Bu durumu bilen kişi sayısının ne kadar az olduğunu ve bu kişilerin Dekana neler anlatmış olabileceğiyle ilgili düşünceler geçiyordu aklımdan. Ve giderek huzursuzlanıyordum. Bu konuşma nereye varacaktı merak ediyordum.
"Bir takım sorunlar yaşıyoruz evet ama bu konu size kadar nasıl ulaştı inanın bir fikrim yok. Ayrıca sizin de bu konuyla neden ilgilendiğinizi anlayamadım," diye konuştum.
"Biraz önce sınıfta gördüğün kişilerin kariyerin için ne kadar önemli olduklarının farkındasın sanırım. Ben açıkçası öğrencilerim hakkındaki şahsi görüşlerimi açıklamayı her ne kadar sevmesem de senin bir istisnan var ve senin bu gösteride yer almanı çok istiyorum."
"Benim mi?" diyerek şaşkınlığımı yansıtan bir ifadeyle bir iki saniye onun ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım.
"Bu kadar şaşırmanı anlamıyorum," diyerek verdiğim tepkiye itiraz etti. Aslında bir miktar da rahatsız olmuş görünüyordu.
"Yeteneklisin ve sahne için yaratılmışsın. Ama özel hayatında sıkıntılar yaşıyor olman, başarını ister istemez etkileyecektir. Ev arkadaşınla yaşadığın sorunların başarına gölge düşürmesini istemiyorum. Seni çağırmamın asıl sebebi de bu aslında. İhtiyacın olan şeyin kafanı para kazanmak ve yeni bir yer aramaktan ziyade sadece geleceğinin nasıl şekilleneceğiyle ilgili düşünceler olmasını istiyorum."
O konuşuyor ben de onun benimle ilgili şimdiye kadar açıkça söylenmemiş düşüncelerini dinliyordum ama bana olan bu sonsuz güveninin ve benim hayatımı bu derece bir derinlikte bilmesinin tuhaflığıyla olduğum yerde merakla konuyu nereye bağlayacak diye merak ediyordum.
"Şu anda Franke'yle kalıyorum ve yakında da iyi bir işe başlayacağım. Onun dışında dersleri ve çalışmalarımı da hiç aksatmayacağım. Yine de beni düşündünüz için teşekkür ederim," dedim.
"Benim de demek istediğim tam olarak bu. Bir işte çalışmanı istemiyorum. Bu senin vaktini alacak. Bunun dışında da seni yoracak ve yıpratacak. Tamamen okula konsantre olmalısın."
"Ne demek istediğinizi iyi anlıyorum ama para kazanmak zorundayım. Bursum sadece okul paramı karşılıyor, biliyorsunuz. Bunun dışında bir gelirim yok," diye bildiği şeyleri tekrar etme gereği gördüm.
Bu sefer de rahatsızca sandalyesinde kıpırdanmaya başladı. Her zaman cana yakın ve ilgili bir hocaydı ama hayatımı bu denli sorgulaması ve yardım etmek ister gibi görünürken bana karışıyor izlenimi veriyor olmasından rahatsızlık duymuştum.
"Bay Derengh beni düşündüğünüz için tekrar teşekkürler ama şimdiye kadar bu şekilde idare ettim. Bundan sonra da edebilirim."
Sözümü o an keserek koltuğunda öne doğru daha fazla eğildi.
"Bana Antony de lütfen. Bak Laila, bu hayatta tek başına olduğunu biliyorum ve senin gibi bir kız için nedense hiç de adil bir durum değil. Çok iyi yerlere geleceksin ve ben de sana bu konuda yardımcı olmak istiyorum," diye heyecanlandığını belli eden bir şekilde sözlerini tamamladı. Gözleri parlıyor, her zaman sakin görmeye alışık olduğum adam şimdi ellerini masanın üzerinde huzursuzca kıpırdatıyordu.
"Ne demek istiyorsunuz? Açıkçası sizi anlamıyorum," dedim sonunda.
"Bu söyleyeceğimi daha farklı şekillerde de dile getirebilirdim ama seninle aramızdaki durum pek de normal sayılmaz. Aslında söylemek istediğim şey... Sana bir teklifim var," dedikten sonra tereddütle derin bir soluk aldı sonra da "Ben seninle evlenmek istiyorum, Laila!" dedi. O an kendimi söylediği şeyi yanlış anlamış olacağıma dair ikna etmeye çalıştım. İnanılır gibi değildi.
"Evlenmek mi? Siz ve ben mi?" diyerek söylediği şeyi hazmetmeye çalıştım. Saçma bir soruydu belki ama bunun ne kadar olanaksız olduğunu kavramak için sorulan sorulardandı. Kucağımda duran sırt çantamın kenarlarından terleyen ellerimle sımsıkı kavramış tutuyordum. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Söylediği şey tek kelimeyle mantıksızdı.
"Biliyorum, senin için çok beklenmedik ve belki de sana uygun gelmeyecek ama bana bir cevap vermeden önce bu konuda öncelikle düşünmeni istiyorum. Ve.. ve .. Bunu bir öğretmenin öğrencisine teklif ettiği bir şeymiş gibi düşünmeni istemem. Sana gerçekten değer veriyorum ve bu evliliğin senin tüm sorunlarına çözüm olacağını düşünüyorum."
O konuşuyor ama benim etrafımda dünya olduğundan da hızlı dönüyordu. Midem bulanmaya başlamıştı.
"Ben... teklifiniz... yani düşünecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Böyle bir şeyi hayatta düşünemem."
"Lütfen, bu konuda senden şimdilik bir cevap beklemiyorum ve bu konunun aramızda kalmasını rica ediyorum. Seni rahat bırakacağım ve tekrar etmeyeceğim. Ama senin için her imkanımı ortaya koyacağımdan emin olabilirsin. Geleceğini düşün lütfen, Laila," dedi ısrarlı bir şekilde.
"Ben yapamam, lütfen!" diye kekeledim. O benim öğretmenimdi ve bana böyle bir teklif yapması hiç hoş değildi. Benimle neden evlenmek istediğini bile anlamış değildim. Bana yardım etmek istiyordu ama bu şekilde bir yardım aklımın ucundan bile geçmemişti.
Sonra daha fazla orada duramayacağımı anlayınca; aniden ayağa kalktım ve belki de onun elinde olan geleceğimi yerle bir edeceğimi bile bile, "Bu konuda size verebileceğim tek cevap, hayır olur Bay Derengh. Siz benim için hep dans konusunda örnek alınması gereken bir öğretmenden başkası olmayacaksınız. Beni anladığınızı düşünüyorum. Maddi konuda da kendi başımın çaresine bakarım. Para için kendimi kimsenin sırtına dayamam," deyip onun cevap dahi vermesini beklemeden arkamı döndüm ve belki de biraz sertçe odasının kapısını kapatarak oradan çıktım.
Gözlerimde biriken yaşlarla okuldan hızla uzaklaştım.